Ana içeriğe atla

Mercedes ile Murat'ın Yarışı


Mercedes ile Murat iki ayrı araba markasıdır. 

Her ikisi de insanın ayağını yerden kesme özelliği var. 

Birine zengin biner. Diğerine ise fakir. 

Zengin Mercedes'i alırken pek zorlanmaz. Fakir ise Murat'ı almak için dişinden, kovuğundan artırarak alır. 

Kısaca kimin zengin kimin fakir olduğu arabalarından belli olur. 

Hasılı zenginin ligi ayrı fakirin ligi ayrıdır. 

Buna rağmen 

Mercedes ile Murat her beş yılda bir yarışa sokulur. 

Aslında yarışın kazananı bellidir ama yerleşmiş kural olunca mutlaka bu yarış yapılmalıdır. 

Yarışın favorisi hep Mercedes olsa da Murat hep kaybettiğine bakmaz. Yenilen güreşçi güreşe doymaz misali alternatifi kimseye bırakmaz, her defasında Mercedes'in karşısına rakip olarak çıkar. 

Hep kazanan, birinciliği kimseye kaptırmamak için yarışa dört elle sarılır. Hep kaybeden de rakibinin aracının yıpranmasına, teknik bir arıza da olsa aracın yolda arızalanmasına umut bağlar. Bu sefer olacak der.

Öyle bir hava verilir ki yarış ülkenin tek gündemi haline gelir. 

Meydan Mercedesci ve Muratcı taraflarla dolar taşar.

Her iki tarafın seyircisi de yarışa bilenir iyice.

Yarış bir günlük olsa da yarışın gündemi günler, haftalar, aylar hatta yılları bulur.

Heyecan doruktadır. 

Umut ve endişe zirve yapar.

Mercedes ve Murat kendi çapında çalışmasını yapar.

Yarış günü gelir çatar.

Seyirci, yarışın sonunu öğrenmek için ekrana kilitlenir.

Ve sonuçlar açıklanır. Yarışı yine Mercedes kazanmıştır. 

Mercedes’in sahibi balkona çıkarak kazanılmış bir zaferin konuşmasını yapar. Murat’ın sahibi ise benden bu kadar, etim ne, budum ne, adım Hıdır, elimden gelen budur demez, mağlubiyete kılıf bulur ve daha önce ezberlediği şiirini okur. Kendinde hiç suç bulmaz, bir sonraki mağlubiyet için ben yine bu yarışa varım diyerek yerini korur.

Bu bildik ve sonucu değişmeyen yarış bu ülkede bir oyun olarak sürekli oynanır. Bu oyunun araçları bellidir, kaptanları bellidir, seyirci ve taraftarları bellidir, yarışın sonucu da sürpriz olmayacak şekilde hep bellidir.

Ne kazanan benden bu kadar deyip meydanı kimseye bırakır ne de kaybeden aracı ve kaptanı değiştireyim der.

Bu, böyle gelmiş, böyle gider.

Kazanan hayatından memnun, kaybeden de.

Kazanan ve kaybedenin taraftarları da... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde