Ana içeriğe atla

Ülkenin Alternatif Sorunu

90’lı yıllar Türkiye’de siyasi istikrarın olmadığı yıllar.

Ülke birbirine yakın oy alan merkez sağı temsil eden ANAP, DYP, Milli Görüşü temsil eden RP-FP, Türk milliyetçilerini temsil eden MHP, merkez solu temsil eden, sonra CHP ismini alacak SHP ve DSP gibi partilerden oluşuyordu.

Bu zaman aralığında ülke; ikili, üçlü, bazen dörtlü koalisyon hükümetleri tarafından yönetildi. Paylaşma ve asgari müştereklerde buluşma kültürü olmadığından, kurulan koalisyon hükümetleri uzun ömürlü olmadı.

2001 yılında, 94 krizinin ardından gelen ekonomik kriz her şeyin tuzu biberi oldu.

Krizin müsebbibi koalisyon hükümeti 2002 Kasım ayında yapılacak bir erken seçim kararı aldı. 14 Ağustos 2001 tarihinde kurulan AK Parti de bu seçime katıldı.

Seçim sonuçları açıklandığında, koalisyonu oluşturan partiler dahil, Mecliste yer alan ANAP, DYP, DSP, MHP gibi partiler yüzde 10 barajını aşamayarak baraj altı kaldı. Meclise, 14 ay önce kurulan AK Parti ile daha önce baraj altında kalan CHP girerek iki partili bir Meclis oluştu. Yüzde 34 ile birinci parti olan AK Parti Meclisin % 66’sına sahip oldu, hükümeti tek başına kurdu. Böylece 90’lı yıllardaki koalisyon hükümetleri devri sona ermiş oldu.

2002 seçimleri milletin şakasının olmadığı, sorumlu tuttuklarını sandığa gömdüğü, bir önceki seçimde yüzde 24 ile koalisyon hükümetini kurma görevi verdiği partiye yüzde 1 oy vererek cezalandırdığı görüldü.

Yine bu seçim gösterdi ki merkez sağ ve merkez sol ikişer parti ile temsil edilirken daha önce aşırı uç görülen Milli Görüş çizgisinden gelen bir parti merkez sağdaki partileri yok ederek merkez sağa oturdu.

2002 yılında, taşradan merkeze yürüyen bu parti; 2007, 2011, 2015, seçimlerini de kazanarak tek başına hükümet kurdu. 2018 ve 2023 seçimlerini de ittifakla kazandı. 2028 yılına kadar bu ülkeyi yönetecek. Aynı partinin genel seçimler dışında mahalli seçimlerde de açık ara başarı elde ettiği ve belediyelerin çoğunu yönetmeye devam ettiği de bir vakıa.

Türkiye’nin 2002 yılından 2028 yılına kadar aynı zihniyet ve parti tarafından kesintisiz ve tek başına yönetiliyor olması, dünyada benzeri olmayan ve kırılması zor bir rekor olsa gerek.

Türkiye’nin 2002’den bu yana aynı zihniyet, aynı parti ve aynı kişi tarafından yönetilmesi bu parti ve bu partiye destek verenler açısından önemli bir başarı olduğunu kabul etmek gerek. Bu başarıda, iktidar alternatifi bir partinin ortaya çıkmaması ve ülkenin en önemli sorununun muhalefet olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor. Çünkü bir parti ne kadar çalışırsa çalışsın, uzun süre iktidarda kalması, yıpranmayı beraberinde getirir. Tüm bu yıpranmışlığa rağmen kendisini her defasında alternatif olarak öne süren veya alternatif gösterilen partinin yüzde 25’den fazla oy alamaması da bunu gösteriyor.

Bu durum, kim ne derse desin, yani ülkenin 26 yıl kesintisiz bir parti tarafından yönetilmesi, başta her seçime alternatif diye ortaya çıkan ve her defasında alternatif olamayan partinin bir ayıbıdır.

Her seçime girerek ikinci parti olan ve yüzde yirmi beşten fazla oy alamayan bu parti, görünen o ki bu ülkede sittin sene iktidar olamamış, bundan sonra da bir sittin sene daha iktidar olamayacak. Bu alternatifsizlik durumu, bu partinin ayıbı kadar Türkiye’nin de ayıbıdır. Aynı zamanda muhalefetin nefesini arkasında hissetmeyen iktidara da yapılan en büyük kötülüktür. Çünkü nefes nefese geçmeyen, daima çantada keklik olan seçimler o ülkenin daha da gelişmesini engeller, geciktirir. Yönetimde tekel, rehaveti beraberinde getirir. Bunun da ülkeye hayrı olmaz.

Burada bir partinin veya zihniyetin lehinde veya aleyhinde olma durumum yok. Sevelim veya sevmeyelim, demokrasiyle yönetilen ve her beş yılda seçime giden bir ülkede 26 yıl aynı kişi aynı zihniyet ve aynı partinin kesintisiz bir ülkeyi yönetmesi demokrasinin ruh ve mantığına uygun olmasa gerek.

Bir hükümet, sandık yoluyla defalarca yenilmiyor, en yakın rakiplerinin toplamından fazla oy alıyor ve seçim sonuçlarında hükümet değişmiyorsa, seçimin galibi seçimden önce belliyse o zaman boşu boşuna sandığa gitmeye, boşu boşuna seçim masrafı yapmaya gerek yok.

Türkiye seçim yapmaya devam edecekse -ki başka seçenek olmadığına göre- ne yapıp ne edip güçlü iktidar adayları çıkarmak, iktidar olan partiyi zorlayacak, iktidar olan hata yaptığı zaman kaybedeceği endişesini taşıyacak alternatiflere ihtiyacı var. Mevcut alternatif olan sol partinin alternatif olmadığı, olamayacağı bu son seçimle birlikte iyice belirginleşti. Şu da iyice anlaşıldı ki Türkiye seçmeni  milliyetçi, muhafazakar ağırlıklı. Mevcut iktidarın alternatifi de sol değil, ancak yine bir muhafazakar partidir. Çünkü alternatifin sol olduğu seçimlere muhafazakar partiler seçime üç sıfır önde başlıyor. Bu durumda galibi baştan belli her seçim bir oyundan ibarettir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde