5 Haziran 2023 Pazartesi

Ülkenin Alternatif Sorunu

90’lı yıllar Türkiye’de siyasi istikrarın olmadığı yıllar.

Ülke birbirine yakın oy alan merkez sağı temsil eden ANAP, DYP, Milli Görüşü temsil eden RP-FP, Türk milliyetçilerini temsil eden MHP, merkez solu temsil eden, sonra CHP ismini alacak SHP ve DSP gibi partilerden oluşuyordu.

Bu zaman aralığında ülke; ikili, üçlü, bazen dörtlü koalisyon hükümetleri tarafından yönetildi. Paylaşma ve asgari müştereklerde buluşma kültürü olmadığından, kurulan koalisyon hükümetleri uzun ömürlü olmadı.

2001 yılında, 94 krizinin ardından gelen ekonomik kriz her şeyin tuzu biberi oldu.

Krizin müsebbibi koalisyon hükümeti 2002 Kasım ayında yapılacak bir erken seçim kararı aldı. 14 Ağustos 2001 tarihinde kurulan AK Parti de bu seçime katıldı.

Seçim sonuçları açıklandığında, koalisyonu oluşturan partiler dahil, Mecliste yer alan ANAP, DYP, DSP, MHP gibi partiler yüzde 10 barajını aşamayarak baraj altı kaldı. Meclise, 14 ay önce kurulan AK Parti ile daha önce baraj altında kalan CHP girerek iki partili bir Meclis oluştu. Yüzde 34 ile birinci parti olan AK Parti Meclisin % 66’sına sahip oldu, hükümeti tek başına kurdu. Böylece 90’lı yıllardaki koalisyon hükümetleri devri sona ermiş oldu.

2002 seçimleri milletin şakasının olmadığı, sorumlu tuttuklarını sandığa gömdüğü, bir önceki seçimde yüzde 24 ile koalisyon hükümetini kurma görevi verdiği partiye yüzde 1 oy vererek cezalandırdığı görüldü.

Yine bu seçim gösterdi ki merkez sağ ve merkez sol ikişer parti ile temsil edilirken daha önce aşırı uç görülen Milli Görüş çizgisinden gelen bir parti merkez sağdaki partileri yok ederek merkez sağa oturdu.

2002 yılında, taşradan merkeze yürüyen bu parti; 2007, 2011, 2015, seçimlerini de kazanarak tek başına hükümet kurdu. 2018 ve 2023 seçimlerini de ittifakla kazandı. 2028 yılına kadar bu ülkeyi yönetecek. Aynı partinin genel seçimler dışında mahalli seçimlerde de açık ara başarı elde ettiği ve belediyelerin çoğunu yönetmeye devam ettiği de bir vakıa.

Türkiye’nin 2002 yılından 2028 yılına kadar aynı zihniyet ve parti tarafından kesintisiz ve tek başına yönetiliyor olması, dünyada benzeri olmayan ve kırılması zor bir rekor olsa gerek.

Türkiye’nin 2002’den bu yana aynı zihniyet, aynı parti ve aynı kişi tarafından yönetilmesi bu parti ve bu partiye destek verenler açısından önemli bir başarı olduğunu kabul etmek gerek. Bu başarıda, iktidar alternatifi bir partinin ortaya çıkmaması ve ülkenin en önemli sorununun muhalefet olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor. Çünkü bir parti ne kadar çalışırsa çalışsın, uzun süre iktidarda kalması, yıpranmayı beraberinde getirir. Tüm bu yıpranmışlığa rağmen kendisini her defasında alternatif olarak öne süren veya alternatif gösterilen partinin yüzde 25’den fazla oy alamaması da bunu gösteriyor.

Bu durum, kim ne derse desin, yani ülkenin 26 yıl kesintisiz bir parti tarafından yönetilmesi, başta her seçime alternatif diye ortaya çıkan ve her defasında alternatif olamayan partinin bir ayıbıdır.

Her seçime girerek ikinci parti olan ve yüzde yirmi beşten fazla oy alamayan bu parti, görünen o ki bu ülkede sittin sene iktidar olamamış, bundan sonra da bir sittin sene daha iktidar olamayacak. Bu alternatifsizlik durumu, bu partinin ayıbı kadar Türkiye’nin de ayıbıdır. Aynı zamanda muhalefetin nefesini arkasında hissetmeyen iktidara da yapılan en büyük kötülüktür. Çünkü nefes nefese geçmeyen, daima çantada keklik olan seçimler o ülkenin daha da gelişmesini engeller, geciktirir. Yönetimde tekel, rehaveti beraberinde getirir. Bunun da ülkeye hayrı olmaz.

Burada bir partinin veya zihniyetin lehinde veya aleyhinde olma durumum yok. Sevelim veya sevmeyelim, demokrasiyle yönetilen ve her beş yılda seçime giden bir ülkede 26 yıl aynı kişi aynı zihniyet ve aynı partinin kesintisiz bir ülkeyi yönetmesi demokrasinin ruh ve mantığına uygun olmasa gerek.

Bir hükümet, sandık yoluyla defalarca yenilmiyor, en yakın rakiplerinin toplamından fazla oy alıyor ve seçim sonuçlarında hükümet değişmiyorsa, seçimin galibi seçimden önce belliyse o zaman boşu boşuna sandığa gitmeye, boşu boşuna seçim masrafı yapmaya gerek yok.

Türkiye seçim yapmaya devam edecekse -ki başka seçenek olmadığına göre- ne yapıp ne edip güçlü iktidar adayları çıkarmak, iktidar olan partiyi zorlayacak, iktidar olan hata yaptığı zaman kaybedeceği endişesini taşıyacak alternatiflere ihtiyacı var. Mevcut alternatif olan sol partinin alternatif olmadığı, olamayacağı bu son seçimle birlikte iyice belirginleşti. Şu da iyice anlaşıldı ki Türkiye seçmeni  milliyetçi, muhafazakar ağırlıklı. Mevcut iktidarın alternatifi de sol değil, ancak yine bir muhafazakar partidir. Çünkü alternatifin sol olduğu seçimlere muhafazakar partiler seçime üç sıfır önde başlıyor. Bu durumda galibi baştan belli her seçim bir oyundan ibarettir.

4 Haziran 2023 Pazar

Mercedes ile Murat'ın Yarışı


Mercedes ile Murat iki ayrı araba markasıdır. 

Her ikisi de insanın ayağını yerden kesme özelliği var. 

Birine zengin biner. Diğerine ise fakir. 

Zengin Mercedes'i alırken pek zorlanmaz. Fakir ise Murat'ı almak için dişinden, kovuğundan artırarak alır. 

Kısaca kimin zengin kimin fakir olduğu arabalarından belli olur. 

Hasılı zenginin ligi ayrı fakirin ligi ayrıdır. 

Buna rağmen 

Mercedes ile Murat her beş yılda bir yarışa sokulur. 

Aslında yarışın kazananı bellidir ama yerleşmiş kural olunca mutlaka bu yarış yapılmalıdır. 

Yarışın favorisi hep Mercedes olsa da Murat hep kaybettiğine bakmaz. Yenilen güreşçi güreşe doymaz misali alternatifi kimseye bırakmaz, her defasında Mercedes'in karşısına rakip olarak çıkar. 

Hep kazanan, birinciliği kimseye kaptırmamak için yarışa dört elle sarılır. Hep kaybeden de rakibinin aracının yıpranmasına, teknik bir arıza da olsa aracın yolda arızalanmasına umut bağlar. Bu sefer olacak der.

Öyle bir hava verilir ki yarış ülkenin tek gündemi haline gelir. 

Meydan Mercedesci ve Muratcı taraflarla dolar taşar.

Her iki tarafın seyircisi de yarışa bilenir iyice.

Yarış bir günlük olsa da yarışın gündemi günler, haftalar, aylar hatta yılları bulur.

Heyecan doruktadır. 

Umut ve endişe zirve yapar.

Mercedes ve Murat kendi çapında çalışmasını yapar.

Yarış günü gelir çatar.

Seyirci, yarışın sonunu öğrenmek için ekrana kilitlenir.

Ve sonuçlar açıklanır. Yarışı yine Mercedes kazanmıştır. 

Mercedes’in sahibi balkona çıkarak kazanılmış bir zaferin konuşmasını yapar. Murat’ın sahibi ise benden bu kadar, etim ne, budum ne, adım Hıdır, elimden gelen budur demez, mağlubiyete kılıf bulur ve daha önce ezberlediği şiirini okur. Kendinde hiç suç bulmaz, bir sonraki mağlubiyet için ben yine bu yarışa varım diyerek yerini korur.

Bu bildik ve sonucu değişmeyen yarış bu ülkede bir oyun olarak sürekli oynanır. Bu oyunun araçları bellidir, kaptanları bellidir, seyirci ve taraftarları bellidir, yarışın sonucu da sürpriz olmayacak şekilde hep bellidir.

Ne kazanan benden bu kadar deyip meydanı kimseye bırakır ne de kaybeden aracı ve kaptanı değiştireyim der.

Bu, böyle gelmiş, böyle gider.

Kazanan hayatından memnun, kaybeden de.

Kazanan ve kaybedenin taraftarları da... 

Dindarlık ve Dinbazlık

Dindarlık halk nezdinde istenen ve takdir gören bir şey iken dinbazlık tasvip edilmez. Çünkü;

Dindarlıkta samimiyet var iken dinbazlıkta dinin ticareti yapılır.

Dindarlıkta Allah'ın rızasını gözetme varken dinbazlıkta dinin istismarını yapmak için derviş görünümüne bürünme vardır. Buna kuzu postuna girmiş kurt dense yeridir. 

Dindarlıkta reklama yer yok iken dinbazlık hep reklam kokar.

Dindarlıkta Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak murat edilirken dinbazlıkta maddi kazanç, kar, makam ve mevki edinme, şöhret olma hedeflenir.

Dindarlıkta kişinin içi ve dışı birdir. Riyadan çekinir. Dinbazlıkta ise dışı yeşil, içi kırmızıdır. Bir nevi münafıklıktır yapılan.

Dindarlıkta ahiret mutluluğu hedeflenirken dinbazlıkta bu dünya mutluluğu hedeflenir.

Dindarlık hal ehli iken dinbazlık laf ehlidir.

Dindarlıkta ahlak merkezli bir yaşam tarzı esas alınırken dinbazlıkta hokkabazlıktır hedeflenir.

Dindarlıkta övgülere estağfurullah, keşke öyle olabilsem denirken, dinbazlıkta bir hakkın teslim edilmesi beklenir. Dinbazı daima öveceksin.

Dindarlık Hak ve halk nezdinde geçer akçe iken dinbazlık siyaset ve ticarette çıkar elde etmek için geçer akçedir.

Dindarlıkta dini değerler yaşanırken dinbazlıkta dini değerler emellerine alet etmek için kullanılır.

Dindarlıkta Allah korkusu varken dinbazlıkta Allah korkusu yoktur.

Dindarlıkta dince kutsal sayılan şeyler her şeyin üstünde iken dinbazlıkta kullanılıp atılan bir metadır.

Dindarlıkta mubahın bir sınırı varken dinbazlıkta hedefe ulaşmak için her yol mubahtır.

Dindarlık dine değer katarken dinbazlık dini ve dince kutsal sayılan değerlerin değerini düşürür.

Dindarlık etrafına güven verirken dinbazlıkta güven için din kisvesine sığınılır.

Dindarlık yaşantısıyla dine değer katarken dinbazlıkta dinden beslenme vardır.

Dindarlıkta reklama ihtiyaç yok iken dinbazlıkta her şey reklamdır.

Dindarlıkta bu dünya için örnek olmak var iken dinbazlıkta günü kurtarma, vaziyeti idare etme vardır. 

Hasılı dindarlık yaşam tarzıdır. Dinbazlık ise din tacirliğidir. Tacir dini tekeline alır. Getirisi olduğu müddetçe satmaya devam eder. 

Not: Dindarlık ile kastım, bedenen ve ruhen önce insan olmuş, insani değerleri önemseyen, dini vecibelerini yerine getiren, etrafına güven veren, dinden nemalanmayan ve kaba ham sofra olmayan kişidir. 

Oturmuş Devlet Kültürü

Şu bir gerçek ki ülkemizin oturmuş bir devlet kültürü yoktur. Şayet oturmuş bir devlet kültürümüz olsaydı;

Seçimler bu kadar gerilimli geçmezdi. 

Durmadan seçim konuşmazdık. 

Kutuplaşmazdık. 

Seçim için birbirimizi kırıp dökmezdik.

Korku siyaseti olmazdı. 

Seçime katılım çok yüksek olmazdı.

Seçilecek olan kurtarıcı görülmezdi. 

Kimse, kimsenin elinden ülkeyi kurtarmaya ve ülkeyi kaçırmaya çalışmazdı.

Algı siyaseti olmazdı. 

Sahada ve hayatın her alanında etik kurallar hakim olurdu.

Kim seçilirse seçilsin, kimse ihya olacağım/yok olacağım endişesi taşımazdı. Çünkü oturmuş ve tıkırında işleyen bir devlet sistemi olduğu için kimse hak etmeden bir yere geleceğim hayali kurmazdı. Aynı şekilde işini ve makamını kaybetme endişesi taşımasına gerek duymazdı. 

Halktan destek göremeyeceği için hiçbir siyasi ortamı germeye kalkmazdı, ağzını bozmazdı, belden aşağı vurmazdı, seçimi ölüm kalım görmezdi.

İşe alım ve atamalarda yönetmelik sürekli değişmezdi. Şartı tutan işe alınırdı. Kadrolaşma olmazdı. 

Seçim demokrasinin bir gereği olarak yapılır, sandık her şey olarak görülmezdi.

Seçimi kaybeden istifasını verir, köşesine çekilirdi. Yerine çakılıp kalmazdı. Partisi, yerine bir başkasını seçerdi. Halk yeni yüzle tanışırdı.

İktidar veya muhalefet herhangi bir siyasi hakkında; bir şayia, bir ihmal ortaya çıkarsa, kimse bu durumu savunmaz, istifa yolu seçilirdi.

Ne kadar başarılı olursa olsun, kimse bulunmaz Hint kumaşı olarak görülmezdi.

Siyaset bir meslek gibi doğumdan ölüme devam etmezdi.

Tabanı olmayan ve varlık gösteremeyen partilere yer olmazdı.

Sonuçta kim kazanırsa kazansın, kim kaybederse kaybetsin, seçim öncesinde de seçim sonrasında da ülkede barış ortamı bozulmazdı...

Yeter ki Hint Kumaşı Ol!

Bulunmaz Hint kumaşı isen hiç korkup üzülme. Ben ne olacağım, bu birikimleri nerede, nasıl kullanacağım deme. Yeter ki emir eri olmaya devam et. Göreceksin ki er veya geç mukarrabünden olursun.

Mesela, koca bir şehrin belediye başkanlığına aday yapılıp kaybettin mi? Hiç üzülme. Bir belediye başkanlığını kaybetmiş olursun. Bir bakarsın, ödül olarak tüm yerel yönetimlerden sorumlu oluverirsin. Böylece tüm belediyeler senin oluverir.

Bu seni keser mi? Kesmez bilirim. Sabredersen bir bakmışsın, tüm yerel yönetimlerden ve şehirlerden sorumlu bakan olmuşsun.

En büyük devlet memuru olarak bir yere kapağı attın mı? Burada her denileni yaptın mı? Bakanını bile dinlemedin mi? Birçok mağduriyetler oluşturdun mu? Emanet, ehliyet ve liyakati rafa kaldırıp kitabına uydurarak yeni alımlar yaptın mı? Sayende ülke daha önce görmediği kadar bankamatik memurlarıyla dolup taştı mı? Tüm bu yaptıklarına karşılık olarak bakanlık beklerken bir başkasını bakan yapıverdiklerinde, bakan olamadım deyip üzülme. Ardından bakan yardımcılığı da olur dedin. Onu da mı yapmadılar. Hiç pes etme. Adalet er veya geç gerçekleşir. Sonra senden iyisini mi bulacaklar? Üstelik kariyer yapmış birisin. Yeter ki kariyerini tamamla. Arkası gelir. 

Kariyerini tamamladın mı? Bak, kariyerini becerebildin mi demiyorum. Zira senin için çocuk oyuncağı bu.  

Kariyerini bitirdin mi? Senin için rektörlük niye olmasın? Sakın bu kariyerde üç yıl beklemem lazım deme. Sen bizim için neler yaptın. Biz de senin için bir şeyler düşünürüz. Ne mi yaparız? Kanunla oynarız. Rektör olmak için üç yıl bekleme şartını kaldırır, seni rektör olarak atar, ardından kanunu tekrar eski haline getirir, yeniden üç yıl şartını koyarız. 

Rektör oldun mu şimdi? Küçümseme bu görevi. Yapa dur şimdilik ve nasibini bekle. 

Yaptın mı rektörlüğü. Yaptın. En yüksek devlet memuru iken adından söz edildiği gibi pek gündeme gelmedin ama senin bu beğenmediğin görev için binlercesi müracaat ediyor. 

Beklediğine değdi mi? Değdi. Çünkü en yüksek devlet memuru olduğun teşkilata tekrar uygun görüldün. Üstelik bakan olarak. Düşünsene bir. Kaç kula nasip olur böylesi. İyi bilirsin ki her kula böyle talih kuşu konmaz. Neden? Çünkü hiçbiri senin gibi bulunmaz Hint kumaşı değil. Buna rağmen seni kıskanacaklar. Varsın kıskansınlar ve kıskançlarından çatlasınlar.

Şimdi sen daha önce yaptığın gibi hiç sağa sola bakma. İşine odaklan ve yarım bıraktığın işleri tamamlamak için kolları sıva. Yine birilerinin kellesini al, birilerine yer aç. Unutma, birinci görevin ülkedeki bankamatik sayısını daha da artıracaksın. Gerçi bunu söylemeye gerek yok. Zaten sen bunu çok iyi biliyorsun.

Bu arada unutmadan söyleyeyim. Ortaya koyup uyguladığın, binlercesini mağdur ederken binlercesini ihya ettiğin ve de ölümüne savunduğun mülakat sistemi kalktı ama sen yine bir yolunu bulursun. Haydi göreyim seni.

Bahara Hiç Bu Kadar Üzülmemiştim

Baharı dört gözle bekledim. Gelsin ki kışın giyemediğim yazlık ketenimi giyeyim. Altına da spor ayakkabımı. Sonra çıkayım yollara. 

Hesabım böyle. Bakalım evdeki hesap çarşıya uyacak mı?

Bereketli geçen yağmurlar pek fırsat vermese de yine de giydim pantolonu. Geçirdim sporları. Şura senin, bura benim dedim. Yürüdüm durdum. Ne spor terletiyor ayağımı ne keten sıkıyor ne de tişört. Bana sadece yürümek kalıyor.

Kirlendikçe çamaşır makinesine atıp giymeye devam ediyorum. Hiçbirinde ütü derdi de yok. Kirlenince kuru temizlemeciye götürmek de. Bu arada kuru temizlemecinin eline Allah kimseyi düşürmesin. Haliyle ilk masraftan sonra masraf da yapmıyorum. Bahar ve yaz bitince seneye giyerim deyip kaldırıyorum gardıroba. 

Yeni bir masraf etmeden eskimemiş eskileri çıkarıp bahara bu şekil merhaba dedim. Bu pantolonu giydim. Kaç gün giydikten sonra dün akşama doğru gözüme bu yırtık çarptı. Sevincim kursağımda kaldı. Nasıl üzüldüm bir bilseniz. Abartma, at mı deve mi demeyin. Ancak yaşayan bilir.

Sabahında yırtığı unutarak tekrar bu pantolonu giyip çıkacaktım ki olmaz, olamaz, bu yırtıkla çıkamazsın dendi. Bir şey olmaz. Çoğu kimse bunu yırtık haliyle yeni alıyor ve güpegündüz giyiyor. Üstelik moda. Bu vesileyle demode olsam da modayı takip etmiş olur, o giyenlerden biri de ben olurum dedim ama gel sen bunu karşıya anlat. Yenisini almam lazımmış. Penye de lazımmış üstelik. Mecburen atılmak üzere çıkardım. 

Yırtık yırtık giymeyeceğime göre –aslında çok dikkat etmeyince yırtık belli de olmuyor ama gel sen bunu külahıma anlat- acaba yama yaptırsam nasıl olur? Bilirim ki buna da onay çıkmaz.

Güya bu yaştan sonra eldeki olanlar bana yeter, bunlar beni götürür diye düşünmüştüm. Üzerinde eskisin dedikleri buymuş demek ki. Başka duanız yok muydu sizin?

Hasılı, rengine hayran kaldığım, giymekten zevk aldığım bu pantolonun yırtılmasına mı üzüleyim, yeni yazlık keten ihtiyacının ortaya çıkmasına mı üzüleyim, kurban önü yeni masrafa mı üzüleyim. Haydi paraya kıyıp aldım diyelim. Böylesi geniş pantolonu nereden bulacaksın şimdi? Zaten kurbanlık ocağına incir dikecek. Hoş, kaç yıllardır her aldığım incir dikiyor ocağıma. Birinin içinden incir çıksa hiç gam yemeyeceğim.

İşin özü, hesaba katmadığım bu masraf dört gözle beklediğim baharımı zehir etti. Kim bilir kaç paradır bu pantolonlar şimdi?

İçinizden al şunu giy, benim hediyem olsun diyen de çıkmayacağına göre sormazlar mı adama, madem almayacaktınız da o zaman bu kadar acındırmayı niye yaptım ben. İlla, “Bir saniye bakar mısınız? Dilenci değilim, yanlış anlamayın” diye piyasaya mı çıkayım? Ne olur, bir akıl verin bana?


1 Haziran 2023 Perşembe

Seçmene Kızan Kızana

Seçmen kimseye yaranamıyor. İktidara oy veriyor. Kazanamayan muhalefetin seçmeni nasıl oy verirler, niçin bize vermiyorlar diye seçmene kızıyor.

Muhalefete oy veriyor. İktidar seçmeni, şu oy verdikleri partiye ve adaya bak. İyi de oy aldılar, nasıl verirler diye seçmene kızıyor.

Seçmen her iki tarafı protesto edip sandığa gitmiyor. Her iki tarafın seçmeni, nasıl sandığa gitmezsin. Bak sen gitmedin, oyumuz düştü/öbürü kazandı diye seçmene kızıyor.

Seçmen, iptal olacak şekilde oyunu kullanıyor. İki büyük adayın seçmeni yine kızıyor.

Gördüğünüz gibi seçmen seçmene kızıyor. Yani biz bize kızıyoruz. Kızmakla da kalmıyor. Birbirlerini cahillikle suçluyorlar. 

Doğru mu tercihten dolayı insanımızın insanımızı suçlaması? Sağlıklı düşünen biri için bu şekil ithamlar doğru olamaz.

Halbuki illa kızılacaksa karşı seçmene değil, kaybeden taraf kendi partisine ve adayına kızacak, niçin kazanamadılar diye. Kazanana oy verenler de oy vermeyenlere kızacakları yerde biz niçin bunları ikna edemedik diye kendilerine kızması lazım.  

Belli ki sağlıklı düşünemiyoruz.

Belli ki farklı düşünceye hazımsızız ve tahammülsüzüz.

Belli ki at gözlüğüyle bakıyoruz.

Belli ki önyargılıyız.

Belli ki karşı tarafa güven vermiyoruz.

Belli ki karşı tarafı düşman görüyoruz.

Belli ki farklı fikir ve görüşe saygımız yok.

Belli ki demokrasiyi özümsememişiz.

Hasılı bu hali pürmelalimizle demokrasi bize bir numara büyük.

Tek kelimeyle ayıp yapıyoruz. Bu ayıbı yapmaya devam edeceksek, her seçim kırgınlıklara sebebiyet verecekse, her seçim savaştan çıkmış gibi oluyorsak, birbirimizin tercihine saygı duymayacaksak, bu ülkede seçim yapmanın bir anlamı yok.

İlla seçim yapmaya devam edeceksek, toplumu bu şekil geren siyasilere tüm seçmenler olarak bir çift sözümüz olmalı...