Ana içeriğe atla

Oturmuş Devlet Kültürü

Şu bir gerçek ki ülkemizin oturmuş bir devlet kültürü yoktur. Şayet oturmuş bir devlet kültürümüz olsaydı;

Seçimler bu kadar gerilimli geçmezdi. 

Durmadan seçim konuşmazdık. 

Kutuplaşmazdık. 

Seçim için birbirimizi kırıp dökmezdik.

Korku siyaseti olmazdı. 

Seçime katılım çok yüksek olmazdı.

Seçilecek olan kurtarıcı görülmezdi. 

Kimse, kimsenin elinden ülkeyi kurtarmaya ve ülkeyi kaçırmaya çalışmazdı.

Algı siyaseti olmazdı. 

Sahada ve hayatın her alanında etik kurallar hakim olurdu.

Kim seçilirse seçilsin, kimse ihya olacağım/yok olacağım endişesi taşımazdı. Çünkü oturmuş ve tıkırında işleyen bir devlet sistemi olduğu için kimse hak etmeden bir yere geleceğim hayali kurmazdı. Aynı şekilde işini ve makamını kaybetme endişesi taşımasına gerek duymazdı. 

Halktan destek göremeyeceği için hiçbir siyasi ortamı germeye kalkmazdı, ağzını bozmazdı, belden aşağı vurmazdı, seçimi ölüm kalım görmezdi.

İşe alım ve atamalarda yönetmelik sürekli değişmezdi. Şartı tutan işe alınırdı. Kadrolaşma olmazdı. 

Seçim demokrasinin bir gereği olarak yapılır, sandık her şey olarak görülmezdi.

Seçimi kaybeden istifasını verir, köşesine çekilirdi. Yerine çakılıp kalmazdı. Partisi, yerine bir başkasını seçerdi. Halk yeni yüzle tanışırdı.

İktidar veya muhalefet herhangi bir siyasi hakkında; bir şayia, bir ihmal ortaya çıkarsa, kimse bu durumu savunmaz, istifa yolu seçilirdi.

Ne kadar başarılı olursa olsun, kimse bulunmaz Hint kumaşı olarak görülmezdi.

Siyaset bir meslek gibi doğumdan ölüme devam etmezdi.

Tabanı olmayan ve varlık gösteremeyen partilere yer olmazdı.

Sonuçta kim kazanırsa kazansın, kim kaybederse kaybetsin, seçim öncesinde de seçim sonrasında da ülkede barış ortamı bozulmazdı...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde