Ana içeriğe atla

Bahara Hiç Bu Kadar Üzülmemiştim

Baharı dört gözle bekledim. Gelsin ki kışın giyemediğim yazlık ketenimi giyeyim. Altına da spor ayakkabımı. Sonra çıkayım yollara. 

Hesabım böyle. Bakalım evdeki hesap çarşıya uyacak mı?

Bereketli geçen yağmurlar pek fırsat vermese de yine de giydim pantolonu. Geçirdim sporları. Şura senin, bura benim dedim. Yürüdüm durdum. Ne spor terletiyor ayağımı ne keten sıkıyor ne de tişört. Bana sadece yürümek kalıyor.

Kirlendikçe çamaşır makinesine atıp giymeye devam ediyorum. Hiçbirinde ütü derdi de yok. Kirlenince kuru temizlemeciye götürmek de. Bu arada kuru temizlemecinin eline Allah kimseyi düşürmesin. Haliyle ilk masraftan sonra masraf da yapmıyorum. Bahar ve yaz bitince seneye giyerim deyip kaldırıyorum gardıroba. 

Yeni bir masraf etmeden eskimemiş eskileri çıkarıp bahara bu şekil merhaba dedim. Bu pantolonu giydim. Kaç gün giydikten sonra dün akşama doğru gözüme bu yırtık çarptı. Sevincim kursağımda kaldı. Nasıl üzüldüm bir bilseniz. Abartma, at mı deve mi demeyin. Ancak yaşayan bilir.

Sabahında yırtığı unutarak tekrar bu pantolonu giyip çıkacaktım ki olmaz, olamaz, bu yırtıkla çıkamazsın dendi. Bir şey olmaz. Çoğu kimse bunu yırtık haliyle yeni alıyor ve güpegündüz giyiyor. Üstelik moda. Bu vesileyle demode olsam da modayı takip etmiş olur, o giyenlerden biri de ben olurum dedim ama gel sen bunu karşıya anlat. Yenisini almam lazımmış. Penye de lazımmış üstelik. Mecburen atılmak üzere çıkardım. 

Yırtık yırtık giymeyeceğime göre –aslında çok dikkat etmeyince yırtık belli de olmuyor ama gel sen bunu külahıma anlat- acaba yama yaptırsam nasıl olur? Bilirim ki buna da onay çıkmaz.

Güya bu yaştan sonra eldeki olanlar bana yeter, bunlar beni götürür diye düşünmüştüm. Üzerinde eskisin dedikleri buymuş demek ki. Başka duanız yok muydu sizin?

Hasılı, rengine hayran kaldığım, giymekten zevk aldığım bu pantolonun yırtılmasına mı üzüleyim, yeni yazlık keten ihtiyacının ortaya çıkmasına mı üzüleyim, kurban önü yeni masrafa mı üzüleyim. Haydi paraya kıyıp aldım diyelim. Böylesi geniş pantolonu nereden bulacaksın şimdi? Zaten kurbanlık ocağına incir dikecek. Hoş, kaç yıllardır her aldığım incir dikiyor ocağıma. Birinin içinden incir çıksa hiç gam yemeyeceğim.

İşin özü, hesaba katmadığım bu masraf dört gözle beklediğim baharımı zehir etti. Kim bilir kaç paradır bu pantolonlar şimdi?

İçinizden al şunu giy, benim hediyem olsun diyen de çıkmayacağına göre sormazlar mı adama, madem almayacaktınız da o zaman bu kadar acındırmayı niye yaptım ben. İlla, “Bir saniye bakar mısınız? Dilenci değilim, yanlış anlamayın” diye piyasaya mı çıkayım? Ne olur, bir akıl verin bana?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde