28 Nisan 2023 Cuma

Fiyat Değişkenliği ve Bardağın Dolu Tarafı

Kimi görsen, kiminle konuşsan, alışveriş ödemelerinde sıra bekleyenleri görsen, hepsinde bir tedirginlik hepsinde bir serzeniş söz konusu. Hepsinin ortak derdi, ne olacak bu fiyatların hali, böyle böyle nereye kadar gidecek... 

Hak vermekle beraber bu tür serzenişlere katılmıyorum. Tüm bu dertlenmeler bardağın boş tarafından bakmaktır. Herkes bardağın dolu tarafından bakıverse, orta yerde ne sorun kalacak ne de dert. 

Bu insanlar dünyanın sabit kalmayıp sürekli döndüğünü kabul ederler. Nedense fiyatların değişmesine tahammül edemiyorlar. Madem ki dünya dönüyor, her şey hareket halinde. Fiyatlar da bunlara paralel değişecek. 

Fiyatlar değişecek ki insanlar, kendi aralarında ortak nokta bulabilsinler. İki yabancı kırk yıllık arkadaş gibi konuşuyorlar. Bir düşünün, fiyatlar sabit kalsa, iki yabancı birbirine somurtup duracak. 

Fiyatlar değişecek ki insanımız her alışverişe gözü kapalı gitmeyecek, hesap kitap yapacak.

Her değişen etiketi görünce sadece gözü değil, başta beyni olmak üzere tüm vücut harekete geçecek. Kah homurdanacak kah kızacak kah bundan iyisi can sağlığı kah Avrupa'ya göre yine iyiyiz kah evet pahalı ama şu şu artı yönümüz var kah eskiden bunları paramızla bulamıyorduk, başkası gelince daha mı iyi yapacak, inadına istikrar, inadına değişim diyecek. Böylece tüm vücut harekete geçecek. Sabit vücudu harekete geçirerek vücudunun sadakasını vermiş olacak. 

Şaka yapmıyorum, ironi asla. Bunun adı bedenin atıl kalan yönlerini harekete geçirmektir. Düşünmektir, zihni zorlamaktır, zihni açmaktır, dertlenmektir, dert ve sıkıntılara karşı bilenmektir, her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışmaktır. Daha önceki bolluk ve refah adına bugünlere katlanmaktır, ardından iyi günlerin geleceğini umut etmektir, hayattan beklentiyi azaltmaktır. 

Aslında tüm sıkıntıların kaynağı hayattan ve gelecekten çok şey beklemektir. Beklentiyi azalttıkça hatta yok ettikçe, olanla yetindikçe hayat daha bir güzel olacaktır. Deneyelim bu dediklerimi. Geri kalan ömrümüz daha huzurlu geçecektir. 

Devam edelim. Anne karnında dokuz ay on gün kalmayı unutup değişen fiyatlara tahammül edemiyor musun? Bu durumda yapacağın şey, alışverişte fiyat sormayacaksın, terekten alacağını alıp etiketlere bakmayacaksın, alavereni gözün kapalı yapacaksın, kasaya yanaşıp kasiyere ödeme yaparken kartı uzatıp çekmesini söyleyeceksin. Kaç para tuttuğuna bakmayacaksın. Yapacağın tek şey kart şifreni girmek olacak. Bu kadarına da katlan artık. Hatta kartında temassız özelliği varsa, kartı post makinesine dokundurup çekeceksin. Karşılığında alışveriş fişini ve slip almayıp kartı hemen cebine koyacaksın. Arkana bakmadan evin yolunu tutacaksın.

Yine tüm bu olup biten de sorumlu aramayacaksın. Tüm dünyada böyle, başa gelen çekilir hem biz daha iyi durumdayız diyeceksin.

Kaldı mı sorun? Bence sorun yok. Hayata biraz da bardağın böyle dolu tarafından bakalım. Ayrıca meseleleri sorun etmemek de meseleleri yok ettiğini unutmayalım ve geri kalan ömrümüzü huzurla geçirelim. Dünya gailesi ve dünya meşgalesi için üç günlük huzur bozmaya değmez.

Düşünün sene, hayat hep tozpembe olacak, hep gül olacak, dikeni olmayacak. Hep iyi ve güzel şeyler... Çekilir mi bu hayat. Hem her şey güzel olacak da biz yazı konusu olarak ne bulacağız değil mi?

Abdülhamit Kıyası

Her seçim öncesi Abdülhamit kıyası yapılır. Günümüz siyasi iktidarı Abdülhamit ile kıyaslanır. Kıyas yapılırken Elmalı, Sait Nursi, Mehmet Akif gibi İslamcıların Abdülhamit’e karşı çıktıklarını, onu kıyasıya eleştirdiklerini, hal edildikten sonra pişmanlık duyduklarını, yönetim İttihat ve Terakki'ye geçtikten sonra Osmanlı'nın yıkıldığını, aklımızı başımıza almaz isek aynı akıbetin bizi beklediğini anlatıp dururlar.

Kıyasta her iki liderle ilgili ortak noktalar var:

Her ikisi de İslamcıdır. İslamcılığı ağızlarından düşürmezler. Din, iman siyaseti yapmışlardır. Her ikisi de İslam Birliği adına adım atmaktan kaçınmamış fakat başarılı olamamışlardır. İslamcılık ise ülke sınırları içerisinde yürürlükte olan bir geçer akçe olmuştur. 

Her ikisi de güvenlikçi politika izlemektedir.

Şu yönleriyle de benzerlikler var:

Her ikisi de iktidara ilk geldiklerinde demokrasi ve özgürlük vadetmiş, açılım yapmışlardır. Meşrutiyet ilan edilmiş-AB ilkeleri çerçevesinde kanun yapımına hız verilmiştir. Ne var ki bu açılım bazı endişe ve korku endişesiyle yerini güvenlikçi politikaya bırakmıştır. İzlenen bu güvenlikçi politikayla biri otuz üç yıl iktidarda kalmış, diğeri ise 21 yıldır iktidarda.

Her ikisi de dönemlerinde efsane olmuş iki liderdir. Bugünkü siyasi lider Abdülhamit benzetilmektedir. Birinciye sahip çıkamadık, buna da sahip çıkmazsak aynı akıbet bizi bekliyor denmek isteniyor.

Benzerlikler olsa da bu kıyas tam gerçeği yansıtmamaktadır. Bir defa yönetim şekli aynı değildir. Osmanlı’da son yıllarında nispi değişiklik olsa da mutlakiyet yönetimi varken Türkiye’de cumhuriyet yönetimi var. Osmanlı’da meşrutiyetle birlikte Meclisi Mebusan seçimleri yapılırken padişah için herhangi bir seçim söz konusu değildir. Yani vekil seçimlerinde meclis çoğunluğu ne olursa olsun, padişah değişmez. Günümüzde ise hem Cumhurbaşkanlığı hem de Meclis seçimleri beş yılda bir yenilenmektedir. Abdülhamit 33 yıl ülkeyi seçimsiz kesintisiz yönetirken günümüz iktidarı 4-5 yılda bir seçim yapılmasına rağmen her bir seçimi kazanarak 21 yıldır kesintisiz devam ediyor. Abdülhamit alınan fetva ile padişahlıktan hal edilmiştir. Padişahlıktan el çektirilmesi kılıfına uydurulmuş bir darbedir. Yerine yine hanedandan bir başkası getirilmiştir. Yani bir rejim ve sistem değişikliği söz konusu değildir. Sadece padişah değiştirilmiştir. Günümüzde ise Cumhurbaşkanı’nın değişmesi ve değiştirilmesi ancak seçimden seçime olmaktadır. Seçimde yüzde 51’i aldığı takdirde aynı Cumhurbaşkanı ülkeyi yönetmeye devam edecektir. Yeterli çoğunluğu alamadığı takdirde partisi yine Mecliste olacak, ülkeyi bir başka Cumhurbaşkanı yönetecektir. Kısaca yönetimdeki kişi değişmekle beraber ülkede bir rejim ve sistem değişikliği söz konusu değildir. Bir darbe söz konusu değildir. Seçilen kişi padişahlık sisteminde olduğu gibi ölünceye kadar yönetimde kalmayacak. Bir beş yıl sonrasında tekrar sandığa gidecektir. Üstelik günümüz Cumhurbaşkanı’nın yönetmesi iki dönemle yani on yıl ile sınırlıdır.

Cumhurbaşkanı değişikliği ile ülke savaşa girmeyecek, yok olmayacak, ülkemize kem gözle bakanlara ve silah doğrultanlara buyurun bakın ve yok edin denmeyecek, güvenlik ihmal edilmeyecek. Çünkü devlet olmanın gereği budur.

Kısaca bu ülke Cumhuriyet ilan edildikten sonra değişik Cumhurbaşkanları ve başbakanlar tarafından yöneltilmiş, Meclis 27 defa yenilenmiş, şimdi de yeni Cumhurbaşkanı ve Meclisi seçmek için yeniden sandığa gidilecek. Her biri kendi çapında bu ülkeyi yönetmiştir. Hiçbiri ülkeyi bir başkasına peşkeş çekmemiştir.

Kıyas yapalım yapmasına. Benzerliklere vurgu yapalım ama sapla samanı da karıştırmayalım. Demokrasiyi özümseyelim, etrafa korku dağları salmayalım.

26 Nisan 2023 Çarşamba

Yeter ki Baltan Olsun!

Baba, bu da ne?

Kör müsün balta. 

Gördüm de şey... 

Beğenemedin mi?

Beğendim. Güzel görünüyor. 

O zaman mesele ne?

Buna ne gerek vardı şimdi?

Kendi icadım. 

Yüzde yüz mü?

Yüzde yüz sayılır. Sapını ağaçtan kestim. Demirini ise satıcıdan aldım. 

O zaman yüzde elli. 

Bakma sen yüzde elli olduğuna. Bu, yüzde yüz demektir. Bir kedere sap olmak gibi bir şey bu.

Neyse ne?

Baltaya ihtiyaç mı vardı ki aldın o kadar ihtiyaç varken?

İleride doğal gaz kesilirse, ormandan odun kesmek için ya da oduncudan aldığımız odunları bölmek için. Ayrıca eve girmeye kalkan hırsıza karşı bir silah görevi görecek. Yine kurban kesince kemikleri parçalamada ihtiyaç olacak. Ayrıca evin uygun bir yerine koyar, gelip gidene gösteririz. Hatta arabanın arkasına koyarız. Gelip geçen görür. Kısaca bir gün lazım olur. 

İyi de baba. Doğal gazın kesildiği yok. Oduncudan odun almayalı yıllar oldu. Zaten aldığımız zaman da kırılmış aldık. Ormanda kesilecek ağaç mı kaldı. Olan yakılıyor zaten. Haydi kesmeye gittik. Ormancı ne yapar bize. Hırsız biz evde iken girmiyor. Girse de götüreceği bir şey yok. Biz evde iken girdi diyelim, baltayı silah olarak kullanırsak, yargı hırsızı adam yerine koyar, bize bir sürü ceza verir. Adli kontrol şartıyla çıkma imkanımız da olmaz. Bu sene kurban kesebilecek miyiz, dur bakalım. Çünkü et fiyatları yüzünden kaç aydır evimize bir kilo et gitmiyor. Bir kilo alamayan biz nasıl kurban keseceğiz ki kemikleri kırmak için balta alıyoruz? Bir gün lazım olurmuş... Ölme eşeğim ölme. Baltanın neresini teşhir edeceğiz sonra. Balta baltadır.

Baltaya sevineceğini, mutluluktan uçacağını, hatta dedem bile bir balta edinememişti. Aile ilk defa bir balta gördü sayende diyeceğini sanmıştım. Vah yazık...

Malın zararı olmaz. Bir gün kullanırız elbet. Yalnız baltaya varıncaya kadar almamız gereken çok şey var. 

Mesela?

Mesela, yemek pişirecek mutfağa bir şeyler alabilirdin. Çünkü baltadan önce yaşamak için karnımızı doyurmamız lazım. Sonra karın doymadan bu baltayı nasıl kullanacağız? Hasılı balta karın doyurmaz. Sen en iyisi mi bu baltayı satışa koy. Yerine sebze, meyve al.

Nankör seni. Seni farklı sanırdım. Sen de aynı çıktın. Seni karnını doyuracak diye prensiplerimden vazgeçemem.

Şimdi de nankör oldum öyle mi?

Ya ne deseydim? Şu var ki benim gibi büyük düşünemiyorsun. Sen de başkası gibi mide derdindesin. Yani küçük işler peşindesin. Acımdan ölürüm, bu baltadan vazgeçemem. Bu da son sözüm. 

Seçimlerin Görünen Yüzü

Demokrasiye, milletin son sözü söylemesine sözümüz yok. 

Her seçim öncesi vaat ve müjdeler de hoşumuza gidiyor. 

Piyasaya bir canlılık geliyor. Halkın tek ve değişmez bir gündemi oluyor. 

Aylar öncesinden konuşup duruyoruz.

Televizyonlar gündem sıkıntısı çekmiyor. Her akşam ekranların eski yüzleri ve demirbaşlarıyla gündem değerlendiriliyor. 

Kim kazanır heyecanıyla anket şirketlerine daha fazla iş düşüyor. Her biri bazen birden fazlası ekranlarda ulaştığı sonuçları analiz ediyor.

Sokak röportajları hız kesmeden devam ediyor. Vatandaşa mikrofon uzatılıyor. Görüşü soruluyor. Adam yerine konuyor. Kendisine mikrofon uzatılan talihli kendini ekranlarda görüp seyrediyor. Ben neymişim diyor.

Siyasilerimiz onca iş güç arasında zaman ayırıp ayağımıza kadar geliyor. Destek verirsek coşuyor. Tepki gösterirsek, sabır abidesi kesiliyor ve fesuphanallah çekiyor içinden.

Ekran bulan siyasi canlı yayına koşuyor. Kendini anlatıp duruyor. Çoğunlukla da rakiplerini eleştiriyor, tu kaka yapıyor. Aman ha deyip korkutuyor.

Her biri bir dürüstlük abidesi kesiliyor. Dinleyince bir bunlar var doğru. O zaman bu kadar sorun ve kötülük ne diyorum. Belli ki tüm sorun halkta.

Koşuşturmaktan hastalanıyorlar, sesleri kısılıyor.

Kendileri için bir şey isteseler, amaçları ceplerini doldurmak diyeceğim. Gördüğüm kadarıyla tüm çabaları bizim için. Ama görmüyoruz nedense.

Oyumuzu kendilerine yani belirledikleri listeye veriversek, reçete hazır. Ülke olarak düze çıkıp uçacağız.

Tüm bunları görünce moralim yerine geliyor, hastalığım falan kalmıyor. Kendimi hiç olmadığı kadar değerli hissediyorum. Ben neymişim diyorum.

Bu seçim atmosferinde tek moral bozan, partilerin trolleri. Göğsümüzü kabarta kabartma şuna vereceğiz diyemiyoruz. Açık edene ne diyorlar ne diyorlar.

Demokrasi böyle bir şey demek ki. Fanatiklerin yolundan gitsek, onlar neyi savunuyorsa, eyvallah desek, demokrasimizdeki dikenler de bir bir temizlenecek ve huzura kavuşacağız. Çünkü fanatik olduklarına göre var bir bildikleri.

Bu ateşli savunmalarına karşın hala peşlerinden gidilmediğine göre belli ki bir eksiklikleri var. Belki sakalları eksik ya da bir şeyh olsalar, bir bildikleri var denir, peşlerinden gidilir. Bence demokrasiyi hazmeden, başarı ve başarısızlığa tahammül eden bu demokrasi sevenler önerilerimizi dikkate alırlarsa, bu kadar efor sarf etmelerine gerek yok. Yazık, onlar adına üzülüyorum. Yırtınıyorlar. Yine seçim çalışmalarına verdikleri eforu deruhte ettikleri asli görevlerine verseler, ülkenin birçok sorunu kendiliğinden yok olur.

Burada siyasilerimizde de bir eksiklik var belli ki. Tam görevlerini yapsalar, troller işlerini bırakıp siyasi propaganda yapmayacaklar ve işlerine yoğunlaşacaklar.

Siyasilerimiz eksikliğimiz ne ola ki derlerse, lütfen fanatiklerine sorsunlar. Zira onlar her bir şeyi bilirler.

Müjdeler Değişti

Eskiden doğumlar genellikle mahalli ebeler eliyle evlerde olurdu. Haliyle çocuğun cinsiyeti de daha önceden bilinmezdi. Çocuk doğar doğmaz, annenin yanında olan kadınlardan biri veya bir çocuk koşarak babaya "Bir kızın/oğlun oldu" müjdesini verir. Karşılığında da ödülünü alırdı. Şimdilerde böyle bir müjdeye gerek kalmadı. Anne adayı aylık doktor kontrolüne gidiyor. Çocuk doğmadan cinsiyetini aylar öncesinden tüm aile biliyor. 

Oğlu askerden mektup göndermişse "Oğlundan mektup var" haberi verilirdi. Şimdi mektup kalktı. Müjdeye de gerek kalmadı.

Askerden gelirken yine koşarak biri aileye "Oğlun geliyor" müjdesini verirdi. Şimdi telefonlar sayesinde askerin ne zaman geleceği ve terhis olacağı bilindiği için bunda da müjde kalktı.

Eskiden dört gözle karne beklenir, çocuk okuldan gelinceye kadar aile merak ederdi. Sadece aile değil, öğrenci de merak ederdi. E okul çıktı merak da bitti heyecan da stres de.

Eskiden üniversite sınavına girilirken yerleştirme tercihleri de verilirdi. Kimse ne yapacağını bilmeden gözü kapalı tercih yapardı. Sonuç da dört gözle beklenirdi. Hangi bölüm kaç puanla alır, kimse bilmezdi. Şimdi sınavlar yapılıyor. Sonuçlar, başarı sırası ve puan biliniyor. Hangi bölümü kazanacağını tercih yaparken biliyor anne baba ve adaylar.

Hasılı geldiğimiz nokta itibariyle ne sürprize ne meraka ne heyecana ihtiyaç kaldı. Teknolojinin geldiği nokta itibariyle her şey daha önceden veya anında biliniyor. Eskisi gibi müjdeli bir durum da kalmadı.

Şimdi müjde olarak siyasi partilerin seçim zamanı verdikleri müjdeler kaldı. İktidar müjdeyi açıklar açıklamaz uygulamaya koyuyor, iktidar olmak isteyenler de iktidar olursak şunları bunları yapacağız sözü ve vaadi veriyorlar.

Bu müjde ve vaatlere seçmene seçim rüşveti veriyorlar diye kızıyordum. Sonra düşündüm ki geçmiş müjdeler de kalmayınca müjdesiz ne yapacaktık. İyi ki seçimler var da müjde üstüne müjde, vaat üzerine vaat alıyoruz da seviniyoruz. Yağıyor mübarek.

Müjdeler de olmayınca tekdüze bir hayat yaşayıp gidecektik. Böyle de hayat çekilir mi?

Hasılı iyi ki seçimler var da bu müjdeleri alıyoruz. O yüzden seçimlerin ve siyasilerimizin kıymetini bilelim. Değilse yüzümüze bakan olmazdı.

25 Nisan 2023 Salı

Tarikatın Böylesi

"Kenya'da tarikat lideri Paul Makenzie Nthenge, müritlerine açlıktan ölmeleri halinde cennete gidecekleri, İsa ile tanışacakları vaadinde bulunur. Yapılan soruşturma sonucunda sahil kasabası Malindi yakınlarında tarikat üyesi 73 kişinin cesedine ulaşıldığı bildirildi. Ölü sayısının artmasından endişe ediliyor. Cesetlerin içinde çok sayıda çocuk cesedi olduğu da söyleniyor. Adı geçen tarikat liderinin iddiaları kabul etmediği belirtiliyor."

Gazetelere düşen haber böyle. Müritler aç ölürlerse bunun karşılığında hem cenneti kazanacaklar hem de İsa ile tanışmış olacaklar. Bir taşla iki kuş vurmak diye buna derim ben.

Kenya'da geçen bu katliam tarikatlarla ilgili ne ilk öyle zannediyorum, ne de son olacak. ABD'de de siyanür içmek suretiyle canlarına kıyan 900'ün üzerinde bir toplu intihar olmuştu. Bu intiharda da hareketin lideri başrolü oynamıştı. 

Bu ölümleri ve tarikat liderlerinin emirlerini makul görmek mümkün değil. Zira bunu ne akıl ne din kabul eder ama zaman zaman böyle absürt ölümler olabiliyor.

İster İslam ister Hristiyanlık ister Yahudilik ister Budizm hangi din olursa olsun, hiçbir dinin kitabında ölün, aç kalın, acınızdan ölün yazmaz. Peygamberleri veya kurucuları ölün demez, bir ödül için canınıza kıyın demez. Çünkü dinler öldürmeyi değil, yaşatmayı hedefler. Dinlerde olmayan bu ölümü bir tarikatın lideri veya şeyhi müritlerine nasıl önerebilir? Haydi önerdi diyelim, müritler böyle şey mi olur, çatlar mısın diyerek niye itiraz etmezler de söyleneni harfiyen yerine getirmeye kalkarlar. Bu yaptıklarına akılsızlık desen, akılsız olduklarını hiç kabul etmezler. Kabul etmeseler de böylelerine akılsız demede hiçbir sakınca yok. Akıl varsa da kullanıp sorgulamadıkları için nazarımda akılsızdırlar.

Diyelim ki bu hareketler sapık tarikatlar. Normal tarikatlar çok mu tekin. Müritlerini öldürmüyor da ölmekten ve öldürmekten beter yapıyorlar. Burada iyi tarikatlar da var denebilir. Müntesiplerine göre vardır ve kendi tarikatları mükemmeldir. Bugün en masum görülen tarikatların şeyhi şu gerekçeyle ölün dese, kendisini öldürecek mürit çıkar mı çıkar.

Hangi dine alt olursa olsun, tarikatlara bir bakarsak,

Hemen hemen hepsinde aklı kullanma yoktur. Aklı teslim etme vardır.

Sürü psikolojisi ile hareket etme vardır.

Emir ve talimatla yaşarlar.

Sorgu ve sorgulama yoktur.

İtiraz yoktur. Şeksiz şüphesiz itaat ve bağlılık vardır.

Şeyhin her dediği dinlerine aykırı bile olsa müritlerine göre vardır bir hikmeti.

Şeyhe göre mürit gassal önündeki meyyit gibidir...

En iyisi inanın dininize. Kitabınızdaki yazanları yerine getirmeye çalışın. Bir tarikata girmeyin. Girecekseniz de söylenen her şeyi sorgulayın. Sorgularsanız zaten sizi kapı dışarı ederler. Böylece kendinize gelmiş olursunuz.

Bir Kilo Çay Fiyatına Beş Çay

Bugün üç arkadaş rastgele coffee yazan bir kafeye girdik. Kafe de bir iş merkezinin içinde. Sağa sola baksan, dükkanları görüyorsun. Yani manzaralı bir yer değil. Esnaf çay ocaklarının manzarası daha güzel.

Üç kişi toplam beş bardak çay içtik. İçtiğimiz çay da bulaşık suyuna benzer bir çay. Ne demi vardı ne de lezzeti. Belki de sabahtan demlenen çayı öğleden sonra taze taze biz içtik. Tabir yerinde ise bu tür çaylara toplumda “imamın abdest suyu” gibi derler.

Boğazımızı ıslatma ve ağzımızın tadını bozmanın dışında bir işlevi olmayan çayın olumlu yanı, koyu bir sohbet olmasıydı. Muhabbetin dibine vurduk.

Ödemeye yaklaşırken bizim hesap ne kadar demeden kasiyer kızımız borcunuz 75 lira dedi. Sağa sola baktık. Bizden başka kimse yoktu. Belli ki günün belki de ilk müşterisiydik.

Eş dost muhabbetinde ödenen çay parasının lafı olmaz ama bir çayın bedelinin 15 lira olması garip değil mi? Bunca para coffee yazması mıydı acaba? Çayın dışında başka bir şey yenip içilse, piyasa belli. Haliyle pahalı olacak dersin. İçtiğimiz fakirin milli içeceği çay.

Fiyatı ne kadar yükselirse yükselsin, çayın kilosu 70-80 lira arasında. Beş bardağına ödediğimiz para ise tamı tamına bir kilo çay parası. Bir kilo çaydan evde kaç çaydanlık çay demlenir. Burnundan gelinceye kadar içersin hem de taze taze. Coffeenin bardağı mı farklı? Değil. Evimizdeki ve diğer çay ocaklarındaki bardakların ta kendisi. Çayı mı güzeldi? Yukarıda dediğim gibi tadı ve lezzeti olmayan, görüntüsü beni içme diyen bir çay idi. Manzara zaten yoktu. Müşterisi bol cazibeli bir yer olsa ya da zengin bir muhit veya turistik bir yer olsa, eh dersin, buralarda bundan iyisi can sağlığı dersin.

İyi de içtiğimiz Allah’ın çayı, fakiri milli içeceği. Çay dediğimiz rengi ve belediye suyundan ibaret. Maliyet olsa ne olacak. Anlaşılan dükkan kirasını ödemeye yardımcı olduk.

Tamam anladık, fiyatlar astronomik. Girdi maliyetleri yüksek. Artık bu fiyatlar niye böyle demez olduk. 

İthal ürünleri anladık. Ülkeye dövizle giriyor.

Yüzde yüz yerli olan ürünlerdeki anormal yükselişi anlamak zor. Mesela çay yüzde yüz yerli bir ürün.

Bir bardağı 15 lira olan, çaydan başka her şeye benzeyen bu çay esnaf çay ocaklarında 3,5-4 lira, bilemedin beş lira civarı. Üstelik sürekli sirkülasyon olduğu için taze taze içersin. Bu çay ocakları herhalde babasının hayrına vermiyor çayı. Bunlar da kazanıyor, kafeler de. Gördüğünüz gibi kafeler fahişin fahişine satıyor çayı.

Serbest piyasa, isteyen istediğine satar diye çayın bardağında bu kadar büyük fark olmaz. Tek kelimeyle insaf diyeceğim ama ticaretin hele bizim insanımızın insafı yok. Böyle puslu havalarda maliyeti belli ürünlerde alt ve üst limitin belirlenmesinde fayda var. Meslek odaları ortalama bir fiyat da belirlemeyecekse, piyasa esnafın insafına bırakılacaksa, merak ediyorum niçin varlar?

Siz siz olun, çayınızı, kahvenizi kafelerin dışındaki uygun yerlerde için. Hem doyasıya hem taze taze hem de tavşan kanı için. Ne midenize dokunur ne de bütçenize. Bırakın böyle kafeler sinek avlasın.