20 Mart 2023 Pazartesi

Eyvallah ve Estağfurullah

Bazı kelime, kavram, isim, söz ve deyimler var ki ne kadar kullanırsan kullan, kişiyi ve muhatabı bezdirmiyor. Anlam yüklüdür. Kelamı kibar gibidir. Ebadından büyük anlamlar taşır. Bunlardan biri de eyvallahtır. TDK'ye göre

"Allah'a ısmarladık", 

"Teşekkür ederim", 

"Kabul ediyorum, razıyım" anlamlarında kullanılan bir seslenme sözü, isim ve sözdür. 

Ben kaçtım anlamında, "Haydi bana eyvallah" deriz. 

Bu isim deyim olarak da kullanılıyor: 

"Eyvallah demek" , hoş görerek kabul etmek veya edilmek, hoşça kalın, sağlıcakla kalın. 

"Eyvallah etmemek", birinden yardım istememek, gönül borcu olmamak, boyun eğmemek. 

"Eyvallahı olmamak", kimseye gönül borcu, minnet olmamak. 

"Kimseye eyvallahım yok", kimseye muhtaçlığım yok. Giden gider, kalan kalır.

“Haydi sana eyvallah”, güle güle!

Gördüğümüz gibi çoğu zaman anlamını bilmeden kullandığımız eyvallah her konuşma ve cevapta yerini alıyor. Ne konuşurken ne de cevap verirken tepki çekmediği gibi herkes hoşnut oluyor.

Estağfurullah sözü de hemen hemen her yerde kullandığımız bir sözdür. Bu da tıpkı eyvallah gibi hoş anlam taşır ve anlam yüklüdür. Esas anlamı “Allah’tan af ve mağfiret dilerim” iken yaptığı bir işten, iyi bir davranıştan dolayı kendisine teşekkür edilen bir kimsenin söylediği, teşekküre değmez, bir şey değil, rica ederim anlamında bir incelik sözüdür.

Yine övülen kimsenin “yok ya ben öyle değilim” anlamında alçak gönüllülük ifade etmek için kullanılır. Mütevazı insanların sık sık başvurduğu ve dilinden düşürmediği bir sözdür.

Bir de tövbe estağfurullah şeklinde bazen yaptığından dolayı pişmanlık duymak bazen de birine veya bir şeye kızınca söylenir.

Estağfurullah çekmek sabretmek için kullanılır.

Hasılı gündelik hayatta asıl anlamından farklı yerlerde kullansak da hoş iki söz vesselam. Hem eyvallah hem de estağfurullah.

Deprem Müzesi

Birbiri ardına yaşadığımız doğal afetler gösterdi ki bu ülke insanına, vadesi gelmiş ve hastalık dışında normal ölüm yasak. Bu yasağın bir iyi yönü var ki kimseye tek tür ölüm dayatılmıyor, bize seçenek sunuluyor. Kötü yönü, ölüm seçeneklerimiz var ama kimse kendisi için hangi çeşit ölümün takdir edildiğini bilmiyor. Bu da bu işin sürprizi.

Bize ölüm olarak biçilen rol, enkaz altında kalıp can vermek, bir sel baskını sonucunda suda boğulmak, maden ocaklarında grizu patlamasıyla oluşan göçük altında nefessiz kalıp ölmek, çığın altında kalmak, tren faciasında veya bayram tatiline giderken ya da tatil dönüşü trafik kazasıyla vefat etmek ya da bir canlı bomba ya da terörist eliyle can vermektir. 

İnsanımıza ölümlerden ölüm beğendiren ve anasından doğduğuna, doğacağına pişman eden bu tür ölümleri görünce Albert Camus’un, "Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın" sözünü hatırlamamak mümkün değil. Maalesef bu ülkede bize normal ölüm yasak. Bu söz bize bu ülkede verilen değeri gösteriyor.

Her depremi milat kabul ederek bundan sonra böyle olmayacak dememize rağmen Kahramanmaraş merkezli iki deprem gösterdi ki “Bir musibet bin nasihatten iyidir” sözünün bile bizde bir karşılığı yok. Zira bizi bırakın nasihati, musibetler de kendimize getirmiyor. Temenni ediyorum ki bu son musibeti unutmayız, aklımızı başımıza alırız da bundan sonrasını afetlere kurban vermeyecek şekilde planlarız.

Unutmayalım diyoruz ama nasıl ki unutmayacağız, bize milat olacak dediğimiz 99 depremini unuttuğumuz gibi bu son depremi de unutacağız. Unutmamak, unutturmamak, bir daha aynı yanlışları tekrarlamamak için neler yapılabilir?

Depremi vuran her ilde bir deprem müzesi yapılabilir. Bu deprem müzesi için yıkılan, çöken ve onlarca kişiye mezar olan bir yer belirlenir. Buranın molozu kaldırılmaz (Mümkünse tüm moloz yerinde kalmalı). Moloz koruma altına alınır. Enkazın uygun yerine tek katlı büyükçe bir yer yapılır. Bu binada depremle ilgili yazı (ölen sayısı, yıkılan bina sayısı, binaların niçin yıkıldığı vb.) ve görsellere yer verilir. Burası halkın ziyaretine açılır. Ayrıca belediye başkanı olacaklara, binaların yapı denetiminden sorumlu olanlara, inşaat mühendislerine, mimarlara, imar işlerinden sorumlu devlet ve siyaset adamlarına, belediye meclis üyelerine, inşaat mühendisliği ve mimarlık öğrencilerine, müteahhitlere, inşaat yapacaklara ve inşaat başlatacaklara kısaca inşaat ve zeminin her aşamasında şu ya da bu şekilde dahli olanlara bu müzeyi ziyaret yapmaları zorunlu kılınabilir.

Yeni binaların her birinin görünen yerlerine, binanın her aşamasında sorumluluğu olanların isimleri yazılmalı. Her binanın tarihçesi dijital ortama aktarılmalı.

Son depremle birlikte depreme maruz kalan il ve ilçe belediyeleri ve başkanları geçmişten günümüze mercek altına alınmalı. Yıkılan binalardaki sorumlulukları incelenmeli. Tespit edilen sorumluların,  emsal olması için en ağır ceza verilmeli. Sorumluları ve aldıkları cezalar bilgisi müzede afişe edilmeli.

Halkta deprem bilinci geliştirilmeli. Görev ihmali olanlar hakkında birlikte hareket edebilmeli. Demokratik tepkilerini dile getirmeli...

17 Mart 2023 Cuma

Sorun Olmayınca Sorumlu da Yok

Deprem olur, binlerce ev ve bina yerle bir olur, insanımız enkazın altında kalır. Müsebbibi benim ya da şu denmez. 

Enkazdan çıkarılamayıp ölenler ölür. Bir Allah'ın kulu çıkıp da şu şu gerekçeler yüzünden görevimi yapamadım, sevk ve idare edemedim, bunda ihmalim var denmez.

Aşırı yağışlardan dolayı meydana gelen sel baskınları can ve mal kaybına sebebiyet verir. Şu tamahkarlığımdan dolayı dere yataklarını imara ben açtım. Suçluyum denmez.

Etkili, yetkili ve sorumlu kişiler hakkında iddialar havada uçuşur. Bu işin aslı astarı nedir, şunu bir araştıralım. İddiaların aslı varsa cezasını çeksin. Aslı yoksa temize çıksın denmez. 

Kısaca bu ülkede bir doğal afet veya bir facia yaşansa, her birinde onlarca, yüzlerce, binlerce kişinin ölümü veya mağduriyeti ortaya çıksa bile etkili, yetkili ve de sorumlu kişilerden, bunda benim dolaylı veya dolaysız ihmalim, suistimalim var denmez. 

Halkımız da hep böyle gördüğü için kimseden sorumluluk almasını beklemiyor. Bu durumdan halk da memnun, etkili ve yetkililer de. Özellikle sorumlu makamdakilerin sevincine diyecek yok. Öyle zannediyorum, ülke elden gitse, bir Allah'ın kulu bunda benim payım olabilir mi diye düşünmeyecek. Zerre kadar pişmanlık duymayacak, hiçbir şey olmamış gibi herkesle beraber kenara geçip oturacak ve tüh bile demeyecek. 

Niye böyleyiz derken deprem şehirlerimizden bir valinin istifa haberi alt yazı ile geçti. Hah şöyle. En azından sorumluluğu üzerine alan biri çıktı derken istifa nedeninin, vekil aday adaylığı olduğu ortaya çıktı. Hasılı bildiğiniz gibiyiz. 

Böyle olsak da bizi bu konularda halen şaşırtıp mahcup edecek biri çıkmasa da böyle olmamızın nedenini düşünmeden edemedim. Şundan mı, bundan mı, niye biz hep sütten çıkmış ak kaşığı derken bir icat bulmuş gibi buldum dedim ve sevindim. Ahzap süresi 72.ayet aklıma geldi. Bu ayet malumunuz üzere emaneti yani sorumluluğu üstlenme ayeti. Bu ayeti bir hatırlayalım: "Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir”.

Ne alaka demeyin. Alakası, günümüz insanı geçmişte bu sorumluluğu aldık. Bu sorumluluğumuzdan dolayı da Allah zalim ve cahil dedi. Bir daha zalim ve cahil olmamak için akıllanmış ve geçmişten ders çıkartmış olmalıyız ki bir daha sorumluluğu üstlenmeye yanaşmıyoruz.

Hasılı, bundan sonra sorumluluğu kim alırsa alsın, istersen yer, gök ve dağlar üstlensin. Biz etkili ve yetkili olacağız, kırıp dökeceğiz ama asla bunların sorumluluğunu almayacağız. Haliyle orta yerde sorun yok. Sorun olmayınca sorumlulukta yoktur. Bir de sorunları sorun olarak görmeyeceğiz. Görmeyince zaten orta yerde sorun olmaz. 

15 Mart 2023 Çarşamba

Koltuk Sevdası/Belası

Bir toplantı için tanış olduğum birinin yanına oturdum. Hoşbeşten sonra konu döndü dolaştı, son yıllarda gündem olan ve gündemden hiç düşmeyen bir meslek grubuna geldi. "Ne zaman başıma bir şey geldi ise hep bu meslek grubundan geldi. Hepsinden de zarar gördüm. O yüzden nazarımda bu meslek grubunun iyi bir imajı yok. Hepsi mi aynı olur bunların, nerede yetiştiler böyle?" dedi.

Belli ki bir meslek grubundan çok çekmiş. Öyle zannediyorum, bahsettiği bu meslek grubundan çeken, sonucunda mağdur olan ne ilk kişi, böyle giderse ne de son kişi olacak. Zira bu meslek grubu eliyle ve marifetiyle mağdur olan sayısı az değil.

Tanıdığım bu meslek grubu, kendi iradeleriyle ve başkalarının yönlendirmesiyle ya da aldıkları emir ve talimatla yaptıkları tasarrufları sonucunda başkasını mağdur ettiklerinin farkında mı? Bundan emin değilim. Ben ne yapıyorum ya da ne yaptım diye kendilerini sorguladıklarını da sanmıyorum.

Bu yönde kendilerine gelen dönütler var mı, yok mu, bunu da bilmiyorum. Dönüt varsa, bu dönütlere ne tür gerekçe sunuyorlar, bilmiyorum. Bildiğim, ne tür bir açıklama yaparlarsa yapsınlar, ilgili kişileri ikna edebildiklerini düşünmüyorum. Yaptıklarından dolayı bir mahcubiyet ve pişmanlık içerisinde olduklarını da sanmıyorum.

Bildiğim, bu meslek grubu, toplum içerisinde her yerde olsa da herkesin yanına rahat bir şekilde varabildiklerini zannetmiyorum. Çünkü her vardıkları yerde sevenleri kadar düşmanlıklarını kazandıkları ve ahını aldıkları karşılarına çıkıyor. Bu yüzden kendi gibi düşünen, kendi kafa yapısına uygun kişilerle hemhal olurlar. Körler, sağırlar misali birbirlerini ağırlar dururlar. Dürüstlüğü, davayı, erdeme dair tüm iyi şeyleri temsil ettiklerine kendilerini inandırmışlar. 

İçlerini ve niyetlerini Allah bilir ama yaptıklarıyla ve savunduklarıyla çoğu kimsenin yanında olumlu bir imaja sahip değiller.

Bu meslek grubu hep böyle miydi? Aslında bu meslek grubu eskiden bu şekilde olumsuz bir imaja sahip değildi. Genelde kıt kanaat geçimini sağlayan, bunun için çaba gösteren kendi halinde yaşayan insanlardı. Hem meslekleri hem de konuşmalarıyla bulundukları yerlerde olumlu izlenim bırakmışlardı. Bir kesim bunlara mesafeli olsa da saygıda kusur etmezdi.

Ne zaman ki bu meslek grubu güçle dirsek teması kurdu. Güç bunları keşfetti. Çünkü sadık insanlardı. Güç, yapabilir mi yapamaz mı, mesleğine uygun mu, değil mi demeden bunların çoğunu makam ve mevkilere getirdi. Altına koltuğu çeken, görevine soyundu ve kendilerini oraya layık görenlere diyetlerini ödeyerek bedel ödediler. Ne talimat almışlarsa, harfiyen uyguladılar. Kılıfına uydurarak bir güzel temizlik yaptılar. Kısaca kelle avcılığı yaptılar. Çingeneleri tenzih ederim ama bir nevi Çingene beyliğine soyundular. Böylece görev ve bir misyon adamı olduklarını ispatlamış oldular. Tüm bunları ne için yaptılar? Koltuk karşılığında. Birileri onlara koltuk verdi. Bunlar da karşılığında, istenmeyenleri alaşağı ettiler. Kısaca bir ticaret yaptılar. Koltuk karşılığında insan doğrama sanatını icra ettiler.

Hülasa, hala makam ve mevkilerin çoğu bu meslek grubunun elinde. İşte bu koltuk sevdasıdır onların olumlu imajlarını yerle bir eden. Bir nevi intihar ettiler ama bu intiharın farkında olduklarını sanmıyorum. Hoş, farkında olmalarına da gerek yok. Önemli olan koltuk değil mi?

Kaprisli İnsan Profili

Yanına varılmaz. Çünkü egosu tavan yapmıştır. Hayatını egosunu tatmin üzere kurar. Fakat egosu tatminsiz olunca, yapıp ettiğinden ve kırıp döktüğünden pek tatmin olmaz. Daha fazlası lazımdır ona. 

Ego varsa kapris eksik olmaz. Huysuzluğu hep üzerinde olur. 

Ego varsa kibir zaten vardır. Her yerinden kibir akar. Haliyle burnu da havadadır. Görüntüsü dağları ben yarattım modundadır.

Kibir varsa, kendisini mükemmel görür.

Kendisini mükemmel gören başkasının yaptığını beğenmez. Başkasının yaptığına hep burun kıvırır.

Kazara bir şekil yöneticilik koltuğuna gelmişse, elinin ulaşabildiği tüm yetkileri üzerinde toplar. Çünkü kendisinden başka kimseye güvenmez. 

Pek belli etmese de iyi bir kincidir. Yeter ki suyunu bulandıran birini bulabilsin. Kinini, güler yüzünün arkasına saklar. İntikam peşinde koşar. Bunun için kin güttüğü kişiyi gözden düşürmek için kamuoyu oluşturmaya çalışır. Önce sevenlerini yanından uzaklaştırmaya ve yanına çekmeye çalışır. Hiç yoktan konuyu kin güttüğüne getirir. Arkasından konuşur. Yani temsil makamına bakmadan makamında dedikodu yapar. Muhatapları kazara kin güttüğüne destek çıkarsa, onları da kara listeye alır ve üzerlerini çizer. Kin güdeceği listesini böyle böyle kabartır. 

İnatçıdır. İnatçılığı öyle böyle değil. Kısaca keçi desem kâfi. 

Haddini bilmez. Çünkü had bildirmeyi meslek edinmiştir. Bunu yapmak için fırsat kollar. 

Çabuk yükseldiği için güç zehirlenmesi yaşar. 

Dediğim dedikçidir. Dediği hemen olacak. 

İnisiyatifi kimseye vermez. 

İstişareye açık değildir. 

Akıl ve zekasına aşıktır.

Hayatı kimseyle paylaşmaz. O yüzden hayatında kimseye yer yoktur. Kazara birileri olursa da bu birliktelik uzun sürmez.

Yalnız kalmaktan, bir başına kalmaktan nefret eder. Uyanır uyanmaz sol tarafından kalkar, kalabalıklar arasına kendini atar. Kalabalıklar içerisinde yalnızlığını gidermeye kalksa da yalnızlara oynar. Yalnızlığını unutturmak, varlığını kabul ettirmek ve içindeki kavgasını dışa vurmak için huzuru başkasının huzurunu bozmada ve tedirgin etmede bulur. Bir yerde bu görevini yaptıktan sonra soluğu başka yerde alır. Çünkü kavgasını orada da sürdürecektir. Bunun için orada sorun olmasına gerek yok. Kendisi sorun çıkarır. Çünkü kendisi sorunun yumağıdır ve sorun ürettiğinin farkında değildir. 

Çevrenizde varsa böylesi ne selam verin ne de lütfedip selam verirse selamını alın. Sağlığınız açısından uzak durun.

14 Mart 2023 Salı

Siyasetimize Dair

Hayatın her alanında insan büyük lokma yiyip büyük konuşmayacak. Konuşursa ne olur?

İstisnalar kaideyi bozmakla beraber nerede bir büyük konuşan olursa, hayat ona tükürdüğünü yalatıyor. O yüzden bir insan en son konuşacağını ilk başta konuşmamalı. Gerekirse bin düşünüp bir konuşmalı. Tükürdüğünü yalamak bazılarının çok hoşuna gidiyor olmalı ki çok sayıda yaptıkları zikzaklarla tükürdüklerini yalamaya devam ediyorlar. Zikzağın sevenleri nezdinde bir karşılığı varsa ve de zikzak çizenlerin mideleri götürüyorsa, bize ne? Bize ancak afiyet olsun demek düşer.

*

Yasalar çerçevesinde kurulan Mecliste veya Meclis dışında temsil edilen, halk nezdinde az veya çok bir tabanı olan legal hiçbir siyasi parti dışlanmamalıdır. Amaç onları legal siyaset arenasında tutmak olmalıdır. Onları siyasi rakip görüp onları siyaseten mağlup etme anlayışıyla hareket etmek gerekir. Onları ve seçmenini ötekileştirmek, germenin ötesinde bu ülkede bir katkısı olmaz. Dışlandığı takdirde dışlanmış parti ve seçmeni sağlıklı hareket edemez. Bu şekilde tu kaka yapmakla bu tür partilerin tabanı yok edilemediği gibi bunları birbirine kenetlemiş oluruz. Öyle zaman gelir ki kilit parti durumuna gelebilir. Bunları yasal zeminde tutup bunlarla asgari müştereklerde anlaşarak gerekirse ittifak veya koalisyon kurulabilmelidir. Türkiye'nin bundan başka çaresi yoktur. Bu tür partilerin temsilcileri arasında suç işleyen, söz ve eylemleri yasalar çerçevesinde suç kabul edilen olursa, yargı görevini yaparak suç işleyeni cezalandırmalıdır. Senin ittifakına giren suçlu, benimkine giren masum anlayışı, bir demagojiden ibarettir. Algı oluşturmaya çalışmak ve seçmenin gözünü boyamaya ve de kandırmaya yönelik hamleler demektir.

*

Yeni sisteme geçme gerekçelerinden biri de eski sistem koalisyonlar davetiye çıkarıyor. Türkiye bundan çok çekti. Yeni sistemle birlikte koalisyonlar dönemi sona erecek dendi. Halkın kıl payı teveccühüyle yeni sisteme geçildi. Bu sistemle birlikte yaşayarak görmüş olduk ki koalisyon aynen devam ediyor. Farkı, eski sistemde koalisyonlar seçimden sonra kurulurken, yeni sistemde ise adına ittifak denilen koalisyonlar seçimden önce kuruluyor olmasıdır. 

Görünen o ki bizim sistemimiz ve demokrasi anlayışımız bize özgüdür. Hangi sistemi getirirsek getirelim, biz kendimizi sisteme göre değil de sistemi kendimize benzetiyoruz.

*

Türkiye’nin kurtuluşu ben bu ülkeyi kurtarırım, verin bize veya bana yetkiyi diyenlerden kurtulmaktır. Kısaca kurtarıcılardan kurtulmaktır. Değilse, kurtarıcıyım diyen kurtarıcılar her daim kendilerini kurtarır, halkı yaya bırakır. Kişileri kurtarıcı görmekten ziyade her şeyiyle işleyen bir sistemi kurmak bu ülkeyi kurtarır. İşleyen sistemde iktidara kimin gelmesi, ülkeyi kimin yönetmesi, hangi zihniyetin iktidara gelmesi, hükümetin koalisyon veya ittifak olması fark etmez. O zaman bu ülke için siyaset ve sandık her şey değil, bir şey olacaktır. Siyasete düşen, işleyen sistemi işletmek olacaktır. İşleyen sistemi değil de sahibine göre işleyen bir sisteme devam edersek, her seçim ve her  defasında hayal kırıklığı yaşamaya devam edeceğiz.

Tüm Paylaşımları Siyaset Olanlara

Siyaset ülke yönetimi demektir. Bu görevi birileri yapması lazım. Siyasete ilgi duyuyorsanız ve de kendinize güveniyorsanız, sosyal medyada siyaset yaparak kendinizi heba etmeyin. Bu tür amatör siyaseti bırakın. Kolları sıvayarak aktif siyasete girin. Profesyonel siyaset yapın. Hem bu şekil siyasetin bir getirisi var, şöhreti var, geleceğinizi kurtarırsınız.

Sosyal medyada akşam sabah yaptığınız siyasetin size zerre bir katkısı olmaz. Çünkü kendiniz ve sizin gibi bu rolü üstlenen kişiler dışında bu tür paylaşımların bir karşılığı yoktur. Bu işi karşılık için değil, davanıza hizmet etmek amacıyla Allah rızası için yapıyorsanız, size tavsiyem, Allah rızası için sosyal medyada siyaset yapmayın. Çünkü bu milletin hepsi iyi bir siyasetçidir. Sizin bu yaptığınız, tereciye tere satmaktır. Sosyal medya siyasetiyle kimseyi ikna edemezsiniz, kimseyi tuttuğu partisinden vazgeçiremezsiniz. Kısaca beyhude bir çaba sizin yaptığınız. 

Yok, ben bu yolla inandığım ve desteklediğim partiye hizmet etmek istiyorum diyorsanız, partinizi kendi mahsulünüz bilgiler yazarak savununuz. Sahte hesapların hazırlayıp servis ettiği paylaşımlardan uzak durunuz. 

Partinizi çok seviyorsanız, onun iktidarda kalmasını veya iktidara gelmesini istiyorsanız, vatandaşlık görevi gereği sandığa gidiniz ve beğendiğiniz partiye evet mührünü basınız. Bunu yeterli görmezseniz, tavsiye etmesem de çevrenizde sizi sevip sayan, nazarlarında hatırınız olan kişilerden partinize destek isteyebilirsiniz. Böyle yaparak partinize en büyük desteği vermiş olursunuz.

Ne olur, sosyal medyada siyaset yapmayın. Çünkü bizde siyaset birleştirmez, ayrıştırır. Endişem odur ki dostlarınızla yapacağınız siyaset sizi dostlarınızdan, dostlarınızı sizden uzaklaştırır. Lütfen kısır çekişmelerden uzak durun.

Siyaseti dert ediniyorsanız, ülke yönetimine katkı sunmak istiyorsanız, siyaset aynı zamanda bir tespit, eleştiri, öneri ve yol gösterme sanatıdır. Kabiliyet ve eforunuzu bu yönde kullanın.

Başkası sizinle aynı siyasi görüşte değil diye onları düşman bilmeyin, hain ve nankör görmeyin, bidon kafalı, cahil, satılmış demeyin. Başkasına kızacağınıza, onları niye ikna edemedik diye kendinizde eksik arayın.

Sosyal medyada akşam sabah siyaset yaptığınız, siyasi aktörleri övüp yermeye ayırdığınız vaktin onda birini işimize, aşınıza, memleketin dertlerine ayırsaydınız, inanın, bu memlekete ve kendinize en büyük iyiliği yapmış olursunuz.

Unutmayın ki övgü ve yergi siyaseti, göğe çıkarma ve yere batırma bakış açınızın bu ülkeye bu ülke siyasetine zerre katkısı olmaz.

Siyasette aktif rol oynayan hiçbir parti ve lider kurtarıcı değildir. Sizin talepleriniz, yol göstermeniz, tespit ve tenkitleriniz siyasilere yol gösterici olacaktır. Vatandaşın yani sizin ufkunuz ülkemizde izlenen siyasetin önündedir. Siyasetin arkasına takılmak yerine siyaset sizin peşinize takılsın. Siyaset sizin talep ve önerilerinizle şekillensin.

Sürekli övdüğünüz kişiler hatalarını göremezler. Sürekli yerdiğiniz kişiler hep eleştiriliyorum diyerek sağlıklı hareket edemezler. Bırakın fahri siyaseti. Bu işi bu işe soyunanlar yapsın.

Hep övüyorsanız, taktığınız gözlüğü değiştirin. Sürekli eleştiriler yapıyorsanız, yine gözlüğü değiştirin.

Savunduğunuz parti doğru yolda doğru hamleler yapıyorsa, bu millet yanlışta isabet etmez. Kısaca sosyal medyada parti trollüğünü bırakın. İşinize yoğunlaşın.