28 Şubat 2023 Salı

Siyasetimiz Aynı Kazanda Kaynamaz

Enkaz altında kalıp kurtarılmayı bekleyen binlerce insanımızın "Kimse yok mu" feryatlarına rağmen "Siz artık ölüsünüz. Bulabilirseniz, enkaz altında bir bardak soğuk su için. Bizden umudu kesin" dercesine minarelerden sala okuduk. Bu sala bile enkazdakileri ölüme terk ettiğimizin bir göstergesidir.

Deprem anında bile iktidarın ve muhalefet partilerinin bir araya gelmemeye özen gösterdiği, yan yana olmak istemediği, birbirinden telefon beklediği, kimsenin birbirine telefon etmediği, herkesin başına buyruk hareket ettiği, iktidarın muhalefetin yardımını istemediği, muhalefetin de iktidarın yardımını istemediği şeklinde bir tavır içerisine girdiği gözlerden kaçmadı. Uluslararası yardım çağrısında bulunarak yurt dışından arama kurtarma talep ettik ama yurt için güçler ve imkanlarımızı depremde dahi bir araya getiremedik. Bu bile bizim aynı kazana atılsak, aynı kazanda kaynamayacağımızın acı bir göstergesidir. 

Bir kanal, depreme maruz kalmış belediye başkanlarını derdini anlatsın diye ekrana çıkarıyor. Sorular arasında kendinizi veya bir başkasını sorumlu görüyor musunuz diyor. Şu yönünü ihmal ettik. İstifa etmemiz gerekir diyeni görmedim. Kimi ilçe belediyesinin sorumluluğunda diyor, kimi sadece benim şehrim değil, her yer yıkıldı cevabını veriyor. Tüm sorumluları istifa ederse, ancak o zaman düşünebilirim. Şu anda öyle bir gündemimiz yok. Yaraları arıyoruz. Bu, asrın felaketi, daha önce yeryüzünde görülmemiş diyor. Geriye dönüp şunu yapmasaydım dediğiniz oldu mu sorusuna keşke diyeni görmedim.

Bir başkası, canlı yayında olduğu halde konuşmayı ve soru almayı bırakıyor, ezanı dinleyelim diyor ve ezanı dinliyor. 

Bir başkası değil, iki büyükşehir belediye başkanı birden "Efendim, ölülerimize en güzel şekilde son görevimizi ifa ettik. Savcı nezaretinde, doktor muayeneleri yapıldı, ölüm nedeni tespit edildi, Diyanet usulüne uygun defin işlemlerini yaptı, hamd olsun diyor. Dirisini hiçe saydığı insanının ölüsüne bari son görevini bu şekil en güzel şekilde yapsın, değil mi? 

Bir başkası, şu şu sebeplerden dolayı birkaç gün gecikme ve aksaklıklarımız oldu. Onlara zamanında yetişip kurtaramadık ama ölümlerinde bak buradayız. Haydi onlara bir Fatiha okuyalım. Bu süreçte eksikliğimiz varsa helallik diliyoruz deyiveriyor. Ölen öldü ama sağlarınız yaşadı. Onlara evlerini bir yıl içerisinde teslim edeceğiz demeye getiriyor. 

Bir başkana, kaç binanız yıkıldı deniyor. Şehircilik Bakanlığında sayılar diyor. Resmi bina yıkıldı mı deniyor. Bilgisi Bakanlıkta diyor. Kayıp çocuk var mı diyor. Bana gelen bilgi yok. Varsa da bilgi İçişleri Bakanlığında olur diyor. Ana muhalefete ait bir belediye, deprem anından beri sizin ilinizde deniyor. Ben görmedim çalıştığını. Başkanı gelip gitmiş, ben görmedim diyor. Ne çalışması yapıyor o belediye deniyor. Bilmiyorum. Başkanı beni arayıp bir geçmiş olsun bile demedi diyor. Yani depremzede bir büyükşehrin belediye başkanı kendi ilinin valiliğinin önü olan en meşhur caddesinde bir başka büyükşehir belediyesinin ne iş yaptığını bilmiyor. Aslında ilinde bir başka belediyenin olduğunu bilmemesi mümkün değil. Varlar, şu işi yapıyorlar dese, yapılan bir yardımı ikrar anlamına geliyor olmalı ki inkar yolunu seçiyor. İyi ki bu süreçte siyaset yapmıyorlar.

Tüm bu örneklere bakınca hiçbirinin en ufak bir suçluluk duygusuna sahip olduğunu maalesef göremedim.

İktidarı, muhalefeti, milleti ve STK’siyle bir devlet olduğumuzun, böyle zamanlarda güç ve imkanlarımızı bir araya getirerek kenetlenmeye çalışalım diyeni görmedim. Her biri ilgi ve alakayı diğerinden bekliyor. Aynı yerde iş yapmaktan yan yana görünmekten hicap duyulduğunu gözlemledim.

Onca sıkıntı ve hengâme arasında bu kadar insanımızın ölümüne şu ya da bu vesileyle sebebiyet verdik. Ölülerimize üzülüyoruz diyeni görmedim. Defin işlemlerini iyi yaptık demeyi bir marifet saydıklarını gördüm.

İlinde ne olup bittiğini bilmekten aciz insanların bir şehre nasıl şehrulemin seçildiğini, o şehri nasıl yönettiğini televizyondan acı acı seyrettim.

Bu şehirler kimlere emanet? Tüm bunlara rağmen bu ülke iyi ayakta dedim. Tabi buna ayakta durma denirse. Vah yazık vah yazık. Bu anlayışla başımıza ne gelirse az bile.

Depremin Suçlularını İfşa Ediyorum

Depremle beraber ülke olarak yıkımın, ölüm ve yaralıların suçlusunu ve sorumlusunu aramaya koyulduk. 

Bekledik ki bir müteahhit, tüm yaptığım binalar yıkıldı, şu kadar insanın ölümüne taammüden sebebiyet verdim desin.

Bekledik ki bir yapı denetim yetkilisi, denetiminden sorumlu olduğum ve altına imza attığım evler yüzlerce kişinin mezarı oldu. Ben suçluyum, buyurun buradayım desin. 

Bekledik ki bir belediye başkanı imar bölümüyle beraber, bizim iskan ve oturma ruhsatı verdiğimiz evler çöktü. Çoğu kimse enkazda vefat etti. Görevimizi yapamamışız. İstifa ediyoruz. Buyurun yargılayın desin. 

Bekledik ki Cumhuriyetten bu yana imar affı adı altında 26 defa parmak kaldırarak kanunlaştırdığımız imar barışından dolayı şu kadar barış evi yıkıldı. Bu kadar insan can verdi. Yanlış yapmışız. Zira bunun adı barış değil, milletin ölüm fermanını imzalamakmış. Buyurun buradayız. Yargılanmaya ve bedel ödemeye hazırız desin.

Bekledik ki çıkardığımız deprem yönetmeliğini, inşaatın her aşamasında doğru dürüst denetleyemedik. Bundan dolayı herkes kitabına uydurdu. Biz de piyasa canlanıyor, her şey çok tıkırında sandık. Depremle beraber denetim eksikliğimiz olduğunun farkına vardık. Yargılanmak istiyoruz. Cezamıza razıyız desin.

Bekledik ki üç beş kuruş rant uğruna altı gevşek ve yumuşak olan düz ovaları imara açtık. Tüm buralardaki evler yerle bir oldu. Rant mata dönüştü. Buyurun buradayız desin.

Bekledik ki yıkılan bir inşaatın başından sonuna kadar imzası ve sorumluluğu olan yirmi civarında imzası olan kişilerden bir Allah'ın kulu ortaya çıksın. Suçlu benim desin.

Bekledik ki direk suçu olmasa bile suçu üzerine alıp bunda benim payım var deyip istifa etsin.

Hiç böyle bir şey olmadığına, herkesin suçu kendinden başkasına yıkmaya çalıştığına, herkes ben suçluysam, başkası da suçlu dediğine göre verdiğim bu örneklerde suçlu ve sorumlu yok. Belli ki suçluyu yanlış yerde arıyoruz. 

Sonunda kim suçlu olabilir diye bağımsız bir akılla düşündüm. Hemen suçluları buluverdim. Bakalım, kimler iş bunlar:

99 öncesi; ev yaptıranlar, yapılan evlerde oturanlar, 99 sonrası yapılan evlere taşınmayanlar, 

Deprem fay hattının geçtiği bölgelerde iskan edenler, 

Deprem anında ne yapması ve nasıl korunması gerektiğine dair zamanında deprem tatbikatına katılmayanlar, tatbikatlara kulak tıkayanlar, ev yıkılırken nerede, nasıl pozisyon alacağını bilemeyenler, 

Evinin depreme dayanıklı olmadığını bile bile o çürük evde oturmaya devam edenler,

Kendisini deprem uzmanı diye tanıtıp şurada, burada, şu büyüklükte deprem olacak diyenler. Bunları felaket tellalı görüp felaketi çağıran şom ağızlılar olarak görmek lazım. Zira deprem olacak dedikleri için deprem olmuştur.

Fiziki yasaların - haşa- acımasızlığı. Durumumuz belli iken daha depreme hazırlık yapacak iken bekleyemedi. Haydi zamanı gelince olacak diyelim. Pekala bizi teğet geçebilir ya da hafif bir şiddetle boşalabilir veya çok yıkıcı olmaması için yer yüzeyine yakın bir derinlikte olmayabilirdi. Müslümanız ne de olsa. Bize pekala biraz torpil yapabilirdi. Bunu bize de yapmayacak da kime yapacaktı?

Bir diğer suçlu daha var ki bence en önemlisi. Bunu göz ardı etmemek ve ibreti alem için ifşa etmek lazım. Bunu bulmak için çok öteye gitmeye gerek yok. Zira suçlu, suç mahallinde olur sözü gereği, yıkılan bir binanın enkazına gidelim. Bir binayı ayakta tutması gereken her şeyi orada yere sere serpe serilmiş bir şekilde görebiliriz: kum, çimento, su, demir, kolon, beton vs. Gördüğünüz gibi bir binada var olması gereken, binayı ayakta tutması gereken her şey orada. Yani helva pişirmek için gerekli edevatın hepsi var. Pişirip yiyecekler. Müteahhit ve diğer sorumlular buyurun, kaynaşın, bir olun, birbirinize sımsıkı sarılarak bina olun diye her türlü inşaat malzemesini getirmiş buraya. Kumun, çimentonun ve demirin yapacağı, aralarında kaynaşmak olmalıydı. Kaynaşsalar böyle mi olurdu? Ne yapmışlar? Ayrık otu gibi kendi başına buyruk hareket etmişler. Binanın her aşamasındaki görevli ve sorumluları gibi burunlarından hiç kıl aldırmamışlar. Bu inatları yüzünden insanımızı öldürdüler ama kendileri de ta tepeden aşağıya düşerken epey acı çektiler. Oh olsun. Hasılı, suçlu insan değil, devletin kurumları değil; kum, çimento, demir vs. inşaat malzemesinin kendisidir.

Oh be! Suçluları bulunca rahatlayıverdim.

Dini Hikayelerin Zihniyetimize Etkisi

İslam, dünya ve ahiret dengesini kurmayı hedefler. İnananlarının ne tamamen dünyaya yönelmesini ne de dünyayı elinin tersiyle iterek büsbütün ahirete yönelmesini ister. Vasat ümmet misali dünya ve ahireti ortada götürmeyi tavsiye eder. Son tahiyyatta "Bize dünyada iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver" duası bunun en güzel örneğidir. Yine hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için yarın ölecekmiş gibi ahiret için çabala sözü de halk arasında dile getirilen bir gerçekliktir. 

Konan bu dünya ve ahiret dengesini biliriz bilmesine de içimizden birileri, anlattıklarıyla bilerek veya bilmeyerek, dünya önem verilecek bir yer değil, ahirete hazırlık yap anlamında dini hikayelere yer vererek mistik ve derviş bir yaşamı pompalıyor. Şimdilerde duymadığım ama küçüklüğümde kaç büyüğümden dinlediğim, o zamanlar mantıklı gelen şu hikayeye bir kulak verelim: Nuh peygamber bir kadını ağlarken görür. Niçin ağladığını sorar. Kadın, oğlum gün yüzü görmedi. Genç yaşta, 250 yaşında iken vefat etti cevabını verir. Peygamber buna tebessüm eder ve öyle zaman gelecek ki insanlar az bir zaman yaşayacak, 60-70 yıllık ömürleri olacak deyince, kadın bu kadar ömürleri için ev de yapacaklar mı sorusunu sorar. Nuh as. hem de en alasını yapacaklar der. Bu cevaba şaşıran kadın ise ben onların yerinde olsaydım, yere iki kazık çakar, üzerini örter, secdeye bir kapanırdım, bir daha kalkmazdım, sürekli Rabbimi hamd ile tespih ederdim” şeklinde bir temennisini dile getirir. 

Bamyanın faziletine geçmeden; hikaye, masal, fıkralara kısaca değinmek isterim. Yeri geldiği zaman konunun daha iyi anlaşılması için gerekli. Gülerken düşündüren fıkralarda güler geçeriz. Masallar adı üzerinde masal. Gerçekliği yoktur. Hikayeler ise olmuş ve olması muhtemel gerçekliklerdir. Aslı astarı olmasa da olmuş gibi anlatılır. Hangisi olursa olsun hisse alınması murat edilir.

Dini hikayelere gelince, bu tür hikayelerin en büyük tehlikesi, dinleyenler tarafından olmuş, uygulanması gereken bir gerçeklik gibi kabul edilmesi. Yani diğer kıssalar dan farklı bir yere koyuyoruz.

Neden derseniz, bu son depremde olduğu gibi her depremde yıkılan evlerimiz, ölen binlerce insanımız, Nuh peygamber ile kadın arasında geçtiği iddia edilen dini hikayeyi aklıma getirdi nedense.

Bu hikayeyi bir zamanlar dinlerken çok etkilenmiş. Çıkardığım sonuç, dünyaya önem verilmemesi gerektiğiydi. Var gücümüzle ahirete hazırlık yapmalıydı. Ben bu sonuca varırken bu dini hikayede sorgulanması gereken çoğu şeyi kaçırmışım. Mesela Nuh peygamber, ileride geleceklerin ömrünün 60-70 yıl gibi olacağı gayb bilgisini nereden bildiğini, böyle bir şeyin olamayacağını, bu bilginin sadece Allah’a ait olduğunu hiç sorgulamadım. Yine kadının bu kadar ömür için sadece secdeyi düşünmesi, hamd ve tespihi zikretmesi, Müslümanlıktan sadece anlamamız gerekenin dar anlamda ibadet olduğu gerçeğini de ortaya koyuyor. Nedense Allah’ı hoşnut eden, insanların yararına yaptığımız her türlü davranışın geniş anlamıyla ibadet olduğunu es geçmişim.

Şimdi düşünüyorum da işlerimizi düzgün ve başımızı soktuğunuz evleri sağlam yapmayışımızın temelinde, acaba bu dini hikaye veya benzer dini hikayelerin şu ya da bu şekilde bir katkısı olabilir mi diye sorguluyorum. Katkısından da öte bu düşüncenin toplumun tüm kesimlerini içine alacak şekilde bir zihniyete dönüştüğünü görüyorum. Çünkü bu hikayeyi duysak da duymasak da şu kafa yapısı bizde hakim:

“Dünyaya kazık mı çakacağız sanki. İşte geldik gidiyoruz. Yaşasak daha kaç yıl yaşayacağız?” (Nedense yaptığımız bu evleri çocuklarımıza miras bırakmak için uğraşıyoruz. Kendimizi vurmasa da bu çürük ev çocuklarımızı vuracak. Batı ülkelerinde çocuğuna mal, mülk bırakayım düşüncesi olmamasına rağmen sağlam ev yapma bilinç ve kuralı yerleşmiş. Halbuki miras bırakan bir toplum olarak bizim yaptığımız evler evladiyelik olmalı değil mi?)

Efendim, şöyle yap diyenlere karşı, “Kurban olduğum Allah’ım bizi korur. Ne gerek var o kadar iyisini ve sağlamını yapmaya. İsraf yahu israf” demek suretiyle işin daha kolayına kaçmıyor muyuz? (Görüyoruz ki doğa şartlarına uygun tedbir almayan bizleri Allah korumuyor.)

Yine fiziki yasalara meydan okurcasına “Atın ölümü varsın arpadan olsun. Kim korkar ölümden” türünden söylemlerimiz yok mu?

Sonuç olarak, vah ki bize vah. Bir dünya ve ahiret dengesini dahi kuramadık. Dünyada iken yaptıklarımızla rezil ve rüsva olan bizlerin, ahirette hali nice olur acaba? Bu dünyada yüzümüz gülmedi. Bari ukbamız iyi olsa...

27 Şubat 2023 Pazartesi

Devlet mi Kutsal, İnsan mı?

Depremle beraber kutuplaşmanın geldiği nokta, devletin yanında olma veya karşısında olma. Bir taraf devlete söz söyletmeyip adeta kutsayarak devleti yere göğe sığdıramazken diğer taraf devleti eleştiriyor. Aslında her iki tarafın yaptığı, bir prensip mücadelesi değil. Her iki tarafın derdi de devletten ziyade devlette kimlerin olduğudur. Bir taraf devlete yön verenleri kendisine yakın gördüğü için devlete toz kondurmuyor. Diğer taraf ise devleti yönetenleri kendisini temsil ettiğine inanmadığı için bir yerde devlet olsa da eleştiriyor, olmasa da.

Tarafgirlik gözümüzü iyice bürümüş olmalı ki devletin bir numarası, "Bazı sebeplerden dolayı birkaç gün gecikmemiz oldu, helallik diliyoruz" demesine rağmen devletin yanında olduklarını söyleyenler bu itiraf sessiz kalıyor ama bunu başkası söylese saldırıya geçiyor. Diğer taraf ise devlet ağzıyla kuş tutsa, yaranacak durumda değil. Öyle zannediyorum, yarın devlete hakim olanlar gitse, yerlerine başka bir zihniyet gelse, bugün devlete toz kondurmayanlar devlete mesafe koyacak. Bugün devlete mesafe koyanlar ise dört elle devlete sarılıp devletin yanında saf tutacaktır. 

Bu iki tarafın da yanında değilim. Ne devletin yanındayım ne de karşısında. Devlete bakış açım da devleti yönetenlere göre değişmez. Devlet devlettir. Kutsanacak bir organizasyon değildir. Akşam sabah övülecek, sabah akşam yerilecek bir tüzel varlık değildir. Hep övgü devleti şımartır ve devleti yönetenlerin hatalarını görmemesine zemin hazırlar. Sürekli yergi ve eleştiri de devletin işini düzgün yapmasını engeller. Ne kadar düzgün yapayım dese de hata üzerine hata yapar.

Devlet, göçebe hayatından yerleşik hayata geçilince bir zorunluluktan doğan tüzel bir kişiliktir. Vatandaş kurduğu bu devlete, kendilerinden seçtiği insanları görevlendirerek "biz sana vergimizi verelim, askerlik görevimizi yerine getirelim. Sen de bize ihtiyacımız olan hizmetleri yerine getir, verdiğimiz yetkiyle ülkeyi yani bizi içeride ve dışarıda en güzel şekilde temsil et. Sıkıntı ve derdimiz olduğu zaman imdadımıza koş. Çıkardığın kanunlarla ülkeyi düzene koy, kural tanımayanlara haddini bildir" diyerek devleti emanet etmiştir. Halktan bu yetkiyi alan devleti yönetenler, işini düzgün yaptıkça halktan yeniden yetki alarak ülkeyi yönetmeye devam eder. Yani takdir görür. Yetkiyi yerli yerinde kullanamazsa, işini düzgün yapsın diye eleştirilir. Eleştiriler de devlet düşmanlığı için yapılmaz. Görevini daha iyi yapsın diye yapılır. Hata üzerine hata yaparsa önüne gelen sandıkta yetkiyi ondan alarak bir başkasına verir.

Anlatmak istediğim, devlet kutsal değildir. İnsanlar devlete değil, devlet insanına hizmet etsin diye vardır. Yaptıklarından dolayı layüsel değildir. Devletin yaşaması ne kadar önemli ise devletin vatandaşını koruması, onu yaşatması, ona insanca yaşam sunma gibi bir zorunluluğu vardır. Kutsal biri varsa insandır, vatandaştır. Devletin birinci ve öncelikli görevi insanını yaşatmasıdır. İnsanını yaşattığı müddetçe bir devlet devlettir. Bunu “Şeyh Edebali, Batı dünyasında devlet anlayışının oluşmasından 250-300 yıl önce, Osman Gazi'ye ‘Ey oğul, insanı yaşat ki, devlet yaşasın’ diye öğüt vererek” son noktayı koymuştur. Yani devletin yaşaması, ebet müddet olması insanını yaşatmasına bağlıdır. Devleti ve devlete yön verenlerin görevi budur. Zira devlet kutsansın diye kurulmamıştır.

Hasılı devletsiz olmaz. En kötü devlet bile devletsizlikten iyidir. Ama unutmayalım ki vatandaşına hizmet etsin diye devlet kurulmuştur. Bu yüzden devleti yönetenler kendilerini milletin hizmetkarı görür. Hizmetkar da akşam sabah övülmez ve akşam sabah yerilmez. Devlet ve devlete yön verenler görevini yapacak, vatandaş da vatandaşlığını. Kimse kusura bakmasın, insanını yaşatmakla görevli devlet, her depremde binlerce insanını enkaza verip ölümüne sebebiyet veriyorsa, bu devlet övgüyü değil, eleştiriyi hak eder. Eleştirelim ki alacağı kararları kalıcı çözüm olsun, denetim görevini iyi yapsın, koyduğu sistem kusursuz işlesin. Yeni depremlerde kimsenin burnu kanamasın. Kısaca devlet ömrünü uzatmak, ebet müddet olmak istiyorsa, insanını yaşatsın.

Beyni Geliştirmenin ve Kuvvetlendirmenin Yolları

“Beyni yormak kadar dinlendirmek de önemlidir. Beyninizi kuvvetlendirmek ve daha iyi çalışmasını sağlamak istiyorsanız bu 20 beyin egzersizine dikkat etmek ileride çok işinize yarayabilir.

1- Beyin açık havadayken ve ayaktayken daha iyi çalışır. İnsan beyninin ayaktayken yaklaşık yüzde 10 daha fazla çalıştığı düşünülmektedir. Önemli kararlar alırken açık havada veya doğada deneyebilirsiniz.

2–Yürürken kolları sallamak beynin performansını olumlu etkiliyor. Önemli kararlarınızı açık havada, kollarınızı sağa sola sallayarak yürürken almaya ne dersiniz?

3-Yabancı bir dil öğrenme beyni güçlendiriyor. Her gün birkaç yeni kelime öğrenip, kullanabilirsiniz. Sözlük okuyabilirsiniz.

4- Zihinsel jimnastik/antrenman yapın. Bunun için çeşitli bulmacaları çözebilirsiniz. Satranç gibi akıl oyunları oynayın.

5–Rutin olarak tekrar ettiğiniz davranışlardan vazgeçin. Bazen telefonu sol elinizde tutun, çantanızı diğer elinizle taşıyın, evinize başka bir yoldan gidin.

6 –Entelektüel zevklerinizi geliştirmek için her gün mutlaka iyi bir özdeyiş antolojisinden birkaç cümle okuyun. Beyninizi kaliteli cümlelerle besleyin.

7–Her gün güzel bir resme veya fotoğrafa bakmaya çalışın. Estetik algınız, gördüğünüz estetik şeyler kadar gelişir.

8 – Sevdiğiniz bir müziği bir süre gözleriniz kapalı dinleyin. Beyin otoriteleri tarafından klâsik müziğin zekâya 7 puan ekleyebildiği iddia edilmektedir.

9–Günde aklınızdan 60 bin ile 80 bin arası düşünce geçer. Bu düşünceler ne hakkındaysa, hayatınız da ona göre şekillenir. Unutmayın, kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda da onu çoğaltırsınız.

10–Bir konu hakkında düşünürken, nasıl düşündüğünüzü de gözlemleyin. Düşünmek üzerine düşünmek, beyin ve düşünce kapasitesini artırır.

11 – İyi bir uyku kaliteli bir beyin için şarttır. Çok uyuyorum diye üzülmeyin. Einstein’ın günlük 10 saatten fazla uyuduğu biliniyor.

12 – Bol ve temiz oksijen beyin için çok önemlidir. Beynimiz ağırlık olarak vücudumuzun yüzde 2’sini oluşturduğu halde, vücuda gelen oksijenin yüzde 25’ini tüketir. Oksijensiz kaldığımızda ölümü gerçekleşen ilk organımız beyindir. Odanızın penceresini açarak kendinize bol bol oksijen ısmarlayın.

13–Farklı düşünme tarzları beyninizi geliştirir. Çocuklar ve hayvanlarla daha fazla vakit geçirin. Sizden farklı düşünen insanlarla konuşun.

14–Kullanılmayan organ körelir. Sürekli televizyon seyrederek beyninizi “düşük viteste çalıştırmayın.

15–Beynin en tehlikeli yanı “ters çaba” kuralına göre çalıştığı anlardır. Başınıza gelmesinden en çok korktuğunuz şeye odaklanırsanız, korktuğunuzu başınıza getirir. Buna ters çaba kuralı denir. Beyin odaklanılan hedef olumsuz olsa bile, bunu gerçekleştirmek için çalışır. Topluluk önünde konuşma yaparken “acaba heyecanlanır mıyım?” diye düşünürseniz, heyecanlanırsınız.

16–Beyni yoran monotonluktur. Hayatınızı ne kadar renklendirirseniz, beyninizi o kadar neşelendirirsiniz.

17–Beyin kısa süreli hafızada beş ile yedi arasındaki bilgiyi işleyebilir. Yeni bir bilgi gelince, bu bilgilerden birini atar. Buna “sihirli sayı” kuralı denir. Bu kural aşılıp aşırı bilgi yüklenmesi durumunda beynimiz “servis dışı” olur. Hayatınızın en büyük kararlarını alırken “kafadan“ değil, tıpkı beş haneli iki rakam grubunu çarparken yaptığınız gibi bir kâğıt üzerine yazarak ne yapacağınızı hesaplayın.

18 – Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Fiziksel zindelik, zihinsel zindelik getirir. Uzun süre hareketsiz kalmak, zihni de hareketsizleştirir. Spor yapmaya, fazla kilolarınızdan kurtulmaya özen gösterin. Yeterince su için. Çünkü, insan beyninin yüzde 78’i su ile kaplıdır.

19–Ders çalışırken ilk öğrenilenler, son öğrenilenler, sık tekrarlananlar ve ilginç bulunanlar en çok akılda kalanlardır. Dersleri kısa aralar vererek çalışmak akıllıca bir harekettir.

20–Bu hafta kafanızı nasıl daha iyi çalıştırabileceğiniz üzerine daha fazla düşünün. Unutmayın, beynimizi daha iyi çalıştırmak için kullanacağımız organ yine beynimiz. Aklınızı “başınıza” toplayın ve kullanın.”

Not: Dr. Taner Akman’ın Beyin Egzersizleri başlıklı Medya Ege’de yayımlanan yazısıdır.

Devlet Olmasını Tamamlamış Devletle, Tamamlamamış Devlet Arasındaki Fark

Kurallarını koymuş, koyduğu kurallar kişilere göre değişmeyen, kuralların uygulanıp uygulanmadığını sürekli denetleyen, kurallara uymayana ağır yaptırımlar uygulayan, kurallara uymayanlara af getirmeyen ve görmezden gelmeyen, aksayan kuralları olumlu yönde değiştiren, işleyen bir sistemle yönetilen ülkelerde sosyal hayat tıkırında ilerler. Herkes kurallara uymakla yükümlü olduğuna göre kimse sistemden şikayetçi olmaz, değiştirme yoluna gitmez, bunda bir adaletsizlik görmez. 

Çünkü konan kurallar vatandaşın ve devletin lehinedir.

Böyle devletlere kural devleti diyebiliriz. Ülkenin huzur, sükun ve güvenliği için konan bu kurallara uymayanlara karşı vatandaşın duyarlı olması, devletin de gereğini yapması, kural tanımayanlara göz açtırmaması devlet olmanın gereğidir. Bu durum devletin yıpranmasının önüne geçtiği gibi keşmekeşliği önlediği için devletin ömrünü de uzatır. 

Böyle ülkelerde vatandaş bilir ki ülkesinde kuralsız ve kurala aykırı bir şey yapanın yanına kar kalmaz. Çünkü her şey yerli yerinde yapılmıştır. Bir eve başını sokmuşsa bu ev depreme dayanıklı mı yoksa bir depremde yıkılır mı diye endişe etmez. Deprem olduğu anda evden çıkmaya gerek duymaz. Evinde bekler. Çünkü binanın tüm yapım aşaması ilgili kurumların denetiminden geçmiştir. Depremden sonra kurtarmak için kimseyi ve devleti beklemez. Devlet de gelmez. Yardıma ihtiyaç duymaz. Nerede bu devlet demez. Çünkü ne evi yıkılmıştır ne barkı. Ne mal kaybı olmuştur ne de can kaybı. Bilir ki saniyeler süren ve yıkıma yol açmayan depremin ardından sosyal hayat kaldığı yerden devam edecektir.

Daha devletleşmesini tamamlamamış, çıkardığı kuralları olur olmaz değiştiren, koyduğu kuralların uygulanıp uygulanmadığını gereği gibi denetlemeyen, her şeyin kitabına göre değil de kitabına uydurulduğu, kural tanımazlara bir şeyin yapılmadığı, yapanın yanına kar kaldığı ülkelerde ise kahir ekseriyet bir deprem olduğunda dışarı atabilen evin dışına atar kendisini. Çünkü bilir ki oturduğu ev güvenli değil ve depreme dayanıklı değil. Bu şekil kaçabilen kaçar, kaçamayan ya enkaz altında kalır ya da hafif veya ağır hasar almış bir evden çıkar. 

Bu tür ülkelerde her deprem bir kıyamet sahnesidir. Bir can pazarı yaşanır. Mal ve can kaybı had safhada olur. Devletiyle, milletiyle bir seferberlik hali başlar. Devlet arama kurtarmaya ve yaraları sarmaya, vatandaş da elinden gelen yardımı yapmak için harekete geçer. Ülke olağanüstü hayat yaşar. Devlet, tüm kurum, kuruluş ve yetkilileriyle soluğu deprem bölgesinde alır. Tüm görevli ve gönüllülerle enkazdan canlı kurtarma çabasına girilir. Kimi kendi imkanlarıyla kimi çevrede imdada gelenlerin yardımıyla kimi de görevlilerin yardımıyla enkazdan yaralı ve canlı kurtarılır. Şu bir gerçek ki arama ve kurtarmada ne kadar hızlı hareket edilirse edilsin, bu gibi ülkelerde enkazdan daha çok ölü çıkarılır. 

Umutla yakınlarının sağ çıkarılmasını bekleyenler zaman geçtikçe ölüsüne bari kavuşalım, usulüne uygun defnedelim beklentisi içerisine girer. 

Tüm bu hengamede devleti yanında gören sağ ol, var ol devletim derken yeterince yardım ve destek alamayan ise nerede bu devlet, böyle günde de yanımda olmayacaksa, ne zaman olacak eleştirisini getirir. 

Depremi bizzat yaşamayan üçüncü grup ise devlet vardı, devlet yoktu tartışmasının tarafı olur. 

Hasılı bu ülkelerde depremden önce depreme hazırlık amaçlı yapılmayan masraf, deprem esnasında ve yaraları sarıp sağ kalanlara yeni ev yapıncaya kadar devam eder. Bu durum bazen yılları bulabiliyor. Yani binleri enkaza ve milyarları toprağa gömdükten sonra masraf yapılır. Bu da daha fazla maliyet demektir. Bir ülkenin milli hasılasını beyhude harcamak ve çarçur etmek demektir. 

Bu gibi ülkelerde depreme hazırlık olmaz. Deprem esnasında yardıma koşulur. Niçin böyle olduk denemez. Çünkü zamanı değildir. Bu tür konuşmalar depremden sonra yapılır denir. Depremden sonra da konuşulmaz. Kolay kolay kimseden hesap sorulmaz. Halkın gazını almak için üç, beş günah keçisi bulunur, o kadar. Hiçbir istifa olmaz. Kimse bedel ödemez.

Bu ülkelerde devlet, deprem anında en hızlı şekilde deprem bölgesinde yer almışsa devlet görevini yapmış sayılır. Eleştirenlere önceki depremlerde devlet kaç gün geç müdahale etti denir. Yani devletin depreme koşması bir marifet bir lütuf gibi görülür.

Bir sonraki depremde yine bildik sahneler. Maalesef devlet olmasını tamamlayamayan devletlerin durumu budur. Çünkü günübirlik yaşanır, yarınlara dair uzun soluklu plan yapılmaz. Devlet yetkilileri de bu durumdan hoşnut, vatandaş da. 

26 Şubat 2023 Pazar

Hiç mi Sorumlu Çıkmaz?

2000 öncesi Adıyaman Kahta'da göre yaparken cuma gün öğleden sonra 11.sınıfa iki saatlik hitabet dersim vardı. Konumuz cennet, cehennem, ölüm, ahiret konusu idi. Derse geçmeden önce sınav tarihi için öğrencilerin görüşünü aldım. Önümüzdeki hafta mı yapalım yoksa bir sonraki hafta mı oylaması yaptım. Bir kişi hariç sınıfın hepsi iki hafta sonrası yapalım diye parmak kaldırdı. Önümüzdeki hafta yapalım diyen öğrenci, üniversiteye hazırlanan, hedefi olan, derse katılan bir öğrenci idi. O da "Hocam, benim için fark etmez. Arkadaşların dediği olsun dedi. 

Sınav tarihini belirledikten sonra cennet ve cehennem tasvirleriyle ilgili tahtaya birkaç ayet meali yazdım. Öğrencilerden açıklamasını istedim. Niyetim konuşurken hitabetlerini geliştirmekti. Sürekli derse katılan öğrencim parmak kaldırarak ayetleri güzelce açıkladı.

Ertesi gün çarşıya çıkmıştım ki bir intihar haberiyle sarsıldım. Vefat eden de bir gün öncesinde ahiret hayatıyla ilgili derste konuşan öğrencimden başkası değildi. Yaşadığı bir depresyon hayatına mal olmuştu.

Bu öğrencimin ölümü ve ölüm şekli beni derinden etkiledi. Uzun süre etkisinde kaldım. Ölümünde etkim olabilir mi diye kendi kendimi sorguladım. Çünkü bir gün öncesinde ahiret hayatıyla ilgili ayetler yazmış, sınıfta açıklamasını istemiştim.

*

Bir yıl öncesinde bir öğretmen adayı tercih yapabileceği il ve ilçeleri işaretlemiş, görüşümü sordu. Şurayı, burayı, bu ili, şu ilçeyi yazabilirsin. Gaziantep Nurdağı ilçesi küçük bir ilçe. Buraya da yakın. Yol üzerinde. Burayı çoğu kimse tercih etmeyebilir. Tercih edersen şansın yüksek. Deprem riski var ama Türkiye'nin çoğu yeri zaten deprem bölgesi demiştim.

Öğretmen Nurdağı'na atandı. Bir yıldır da görev yapıyor. 

Sabah uyandığımda Kahramanmaraş merkezli depremi duyar duymaz, eyvah dedim. 10 ili etkileyen ve adeta yıkıp geçen depreme üzülürken Nurdağı'nda yaşayan kızımızdan da haber aldık. Beş katlı binanın üçüncü katında oturuyormuş. Depremle beraber binanın ilk iki katı çökmüş, oturdukları daire de yıkılmaya başlamış, kapı da açılmayınca, yıkılan yerden aşağıya kendilerini atarak karı koca hafif sıyrıklarla kendilerini aşağıya atmışlar. 

Buz gibi havada ayaklarında ayakkabı dahi olmadan kendileri Nurdağı'ndan, babası Konya'dan, Kayseri'de buluşmak suretiyle bir günden fazla bir yolculuk sonucunda Konya'ya gelebildiler. 

Deprem bölgesini terk etmiş olmasına rağmen milyonlarca depremzede gibi depremi hakkal yakin yaşayan kızımız hala yaşadığı depremin etkisinden kurtulabilmiş değil.

Kızımız ölüm kalım savaşı verirken beni bir düşüncedir aldı. Kıza ben yazdırmıştım burayı. Yazdırmasaydım, bir başka yere atanacak, belki de o çalıştığı yerde depreme yakalanmayacaktı diye kendi kendimi sorgulamaya başladım.

Birkaç gün sonra geçmiş olsun demek için bir çay içimi kadar uğradım. Tercih yaptırırken fay hattı geçiyor demiştin dedi.

Tüm depremzedelerin yaşadıkları bu süreci çabuk atlatmaları en büyük dileğim. Ölenler için Allah rahmet eylesin demekten başka yapabileceğimiz bir şey maalesef yok.

*

Birinin intiharından, diğerinin depreme yakalanmasından kendime pay çıkardığım iki anekdotuma yer verdim. Her ikisini de başkasıyla paylaştığımda senin burada ne suçun var, çok ince düşünüyorsun geri dönüşü aldım. Bir dahlim yoksa da kendime bu şekil pay çıkardım.

Gelelim günümüze. Bir deprem oluyor. 11 ilimiz etkileniyor. Halihazırda 44 binin üzerinde vefat, 100 binin üzerinde yaralımız, yıkılan ve ağır hasarlı binlerce evimiz var. Enkaza gömdüğümüz maddiyat, yaraları sarma ve şehirleri yeniden imar adına gidecek maliyeti söylemeye gerek yok.

İsterdim ki bu doğal afetin ardından, yok olan mal can ve mal kaybı sonrasında;

İşini tam yapmadığından dolayı

Binayı çürük yaptığından dolayı

Uygun zemine bina yapmadığından dolayı

Fay hattının üzerine bina yapıldığından dolayı

Yapı ve denetim işini savsakladığından dolayı

Binanın kolonunu kestiğinden dolayı

Zemini gevşek bölgeleri imara açtığından dolayı

Oturma ve iskan ruhsatı verdiğinden dolayı

Bir binanın zemin etüdünden, binanın yapımından teslimine kadar inşaatın her aşamasında imzası bulunduğundan dolayı

Sorumlu makamda olmasına rağmen geçmişten günümüze deprem oldu, olacak söylemlerine kulak tıkamasından dolayı

Geçmişten günümüze bir depremde mal ve can kaybını önleme adına kalıcı tedbirler almamasından dolayı

Geçmişten günümüze imar aflarına ön ayak olduğundan, bunlara parmak kaldırdığından dolayı

Geçmiş depremlerde yaptığı binaları yıkılıp onlarca insanın ölümüne sebebiyet verdiği için yeterince ceza almasını sağlamadığından dolayı

Rant peşinde koştuğundan dolayı

Kaçak yapılaşmaya, usulsüz kat artırımına göz yumduğundan dolayı vs.

Bu konuda ben sorumluyum, şu bölgede benim payım var, şu bina benim eserim, şu kimselerin ölümüne ben sebep oldum, yapmam gerekirken yapmadıklarımdan dolayı devleti ve milleti milyarlarca zarara uğrattım vs deyip bir istifa eden çıkmaz mı? Cezam neyse çekmeye hazırım diyen olmaz mı? Adli mercilere giderek beni tutuklayıp yargılayın, cezama razıyım diyen çıkmaz mı? Görevini usulüne uygun yapmadığından dolayı bir tane görevinden el çektirilen olmaz mı? Benim bu yıkımın şu aşamasında bu payım var, bundan dolayı vicdan azabı çekiyorum denmez mi? Gerçekten niye bir Allah'ın kulu çıkıp sorumlu benim demez? Niçin sorumlu şu denmez? İnan şaşırıyorum.

Bunca yıkım ve ölüme rağmen hala bir Allah'ın kulu ortaya çıkıp sorumluluğu üstlenmeyecekse, bir istifayı dahi düşünüp yerine getiremiyorsa, anlattığım iki anekdotta hareketle, olmayacak sorumluluğu ben bari alayım.