24 Şubat 2023 Cuma

Reddiye

Özgürlük, kişinin doğuştan gelen haklarındandır. Aynı şekilde düşünce, kanaat ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, bilim ve sanat özgürlüğü temel özgürlükler arasında yer alır. Kişilerin düşündüğünü ifade edebilme özgürlüğü Anayasının 26.maddesinin 1.fıkrasında şöyle düzenlenmiştir: "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. 

Anayasa özgürlüğü bu şekil açıklarken İslam dini de "Dinde zorlama yoktur", "İnanır veya inanmaz" demek suretiyle inanıp inanmama da yapıp yapmamada kişileri özgür bırakır. 

Bu demektir ki fikri ve zikri ne olursa olsun kişiler fikirlerini yazı veya sözlü olarak ifade edebilme hürriyetine sahiptirler. 

Anayasa ve din özgürlüğe böyle bakarken bu özgürlüğün sınırı yok mu? Kişilerin özgürlüğü başkasının özgürlüğünü tehlikeye sokuncaya kadardır. Fikir ve düşünceyi yayarken baskı, cebir, şiddet, korku ve yıldırma yapılamaz. 

Farklı fikir ve düşüncelerini değişik yollarla yayan kişilere karşı mücadele saygı çerçevesinde yürütülmesi esastır. Bunun yolu da reddiye geleneğidir. Reddiye ise "Bir düşünceyi, bir öğretiyi çürütmek için yazılan yazılara" denir. İslam tarihinde aykırı düşüncelerini izhar etmekten dolayı bedelini canıyla ödeyen kötü örnekler olsa da farklı düşünceleri ifade edenlerin görüşlerini çürütmek için bu konuda yazılmış eserler de dikkat çekmektedir. Bunların en meşhuru da Gazali'nin yazdığı "Tehâfütü’l-felâsife" (Filozofların Tutarsızlığı) adlı eserine İbni Rüşd'ün "Tehâfütü Tehâfüti’l-felâsife" ismiyle yazdığı reddiyedir.

Reddiyesinde Gazali,

“Bir fikre karşı çıkmadan önce o fikri iyi anlamak gerektiğini özetler. Ayrıca,

Felsefenin fizik, kimya, matematik, astronomi gibi dallarının sorunlu olmadığını kitabında işler.

Filozofların metafizik için de aynı mantığı işletmediğini belirtir ve bu dalı eleştirir.

Eser İbni Sina’nın fikirlerini reddeden yirmi bölümden oluşur. 17 bölümünde İbni Sina ve ardından gidenlerin yanıldıkları noktaları eleştirir ve onları küfürle itham eder. Diğer üç bölümünde ise fikirlerinin tamamen İslâm dışı olduğunu söyler.

Gazali’nin bu reddiyesine İbni Rüşd eserinde hem aklın bilgi için yetersizliğini söylüyorsun hem mantığa başvuruyorsun" diyerek karşı çıkar.

Gazali ile İbni Rüşd arasındaki bu tartışma hala günümüzde ilmi kutuplaşma olarak devam etmektedir.” (Wikipedia)

 

Hasılı İslam tarihinde böyle reddiye gibi bir gelenek varken farklı düşünce sahiplerine karşı bu güzel geleneği devam ettirmemiz gerekirken dün bir mahkeme kararı sosyal medyaya düştü. Aykırı İslami görüşleriyle nam salmış bir yazarın yazdığı mealin, sakıncalı unsurlar içerdiğinden dolayı kitabın toplatılması ve imha edilmesi gerektiğine dair Diyanet İşleri Başkanlığının şikayeti üzerine mahkeme kitabın toplatılmasına karar vermiş. Aynı şekilde bir başka yazara ait meal de yasaklanmış. Sırada da bazı meşhur meal kerimin yasaklanması varmış.

Bu haberleri okuyunca doğrusu şaşırdım. Diyanet’in şikayetçi olması da ayrı bir garabet. Halbuki Diyanet ilgili kitapların topları yolunu izlemekten ziyade kurumunda o kadar yetişmiş görevlisi var. Matbaası da var. Kurum bünyesinde bir komisyon oluşturmak suretiyle sakıncalı gördüğü eserlere dair bir reddiye yazmalarını isteyebilir, bunu da matbaasında basarak okuyucuyla buluşturabilirdi. Bu yol ile hem vatandaşı bilgilendirirseniz hem de geçmiş reddiye geleneğini devam ettirmiş olurdu. Gördüğüm kadarıyla Diyanet, İşin kolayına kaçmış, kitapları yasaklatma yoluna gitmiş. Bence iyi de yapmamış. Yasakçı zihniyet unutmasın ki fikirle mücadelenin yolu yasaklatma değildir. Ki yasakların cezbedici bir yönü vardır. Şu ta da bu şekilde bu kitaplar okunmak için arayış içine girilecektir. Bu da kaş yapayım derken göz çıkarmak ya da pirince giderken evdeki bulgurdan olmak anlamına gelir.

23 Şubat 2023 Perşembe

Binaların Periyodik Muayenesi

Ülkemizde 6 ve üzeri meydana gelen her deprem mal ve can kaybına sebebiyet veriyor.

Depremlerde yıkılan her ev binlerce insanımıza mezar oluyor. 

Giden canların yanında malın hesabı yapılır mı desek de her deprem milyarlarca milli servete mal oluyor.

Yıkılan evlerin yerine yeni evleri, deprem sonrası arama kurtarma ekiplerinin sarf ettiği emekleri, depremzedelerin yaralarını sarmak için devletin harcadığı ödenekleri, hayırseverlerin ve yardım kuruluşlarının yaptıkları yardımları topladığımız zaman deprem sonrası yaptığımız masraflarla pekala dayanıklı ve güvenilir evler yapılabilirdi. Keşke deprem sonrası giden milli serveti deprem öncesi şehirlerimizin imarına verseydik. Böylece depremlerde can kaybı da olmazdı.

99 Gölcük depreminin maliyetinin 12 milyar dolar olduğu belirtiliyor. 2001 ekonomik krizi sonrası likidite sıkıntısını aşmak için İMF ile 10 milyar dolarlık bir stand by anlaşması yapılmıştı. Bu demektir ki 99 depreminde evlerimiz yıkılmasaydı, 2001 ekonomik krizinde 10 milyar dolar borç almayacaktık. Üstelik cebimizde 2 milyar dolar kalacaktı. Ekonomik darboğazı aşmak için borç almadığımız gibi bir de bunun faizini ödemek için yıllar yılı uğraşmayacaktık. 

Milat dediğimiz 99 depremini maalesef iyi değerlendiremedik. Depremle beraber hiçbir şey eskisi gibi olmayacak sözümüzü unutmayıp gereğini yapsaydık, Kahramanmaraş merkezli depremi daha hafif atlatabilirdik. 

Temenni ediyorum ki Kahramanmaraş merkezli 11 ilimizi etkileyen bu son deprem, aklımızı başımıza alacağımız son deprem olur. Devletiyle, milletiyle uyanır ve gereğini yaparız.

Ne yapar ne ederiz ama bir yerlerden başlamamız gerekecek ve devletin bu işi vatandaşın insafına bırakmaması gerekir. Alacağı karar ve çıkaracağı mevzuatla bizleri daha sağlam evlerde oturmaya mecbur bırakması lazım. Mesela, 

Her iki yılda araç muayene zorunluluğu yapıldığı gibi evlerin de periyodik muayenesi zorunlu olabilir. Bu muayene, araçlarda olduğu gibi 2 yıl olmaz da 5 yılda bir, 10 yılda bir yaptırılabilir. 

Her ev alım, satım ve kiralama işlemlerinde evlerin depreme dayanıklı belgesi istenebilir. 

Zorunlu olan DASK'ın takibi yapılabilir. Bu yol ile herkesin sigorta yapması sağlanabilir. 

Depreme dayanıklı olmayan binanın DASK'ı yapılmamalıdır. 

Muayeneden geçmeyen evlerin üç ay içerisinde boşaltılması ve tahliyesi zorunlu olabilir. Bu şekil evi yıkılanlar gerekirse konteyner evlere taşınabilir. 

Her ev ve bina sahibinin belirli periyotlarla bina muayenesi yaptırabilmesi için muayene ücretlerinin makul fiyata çekilmesi sağlanabilir. 

Binanın depreme dayanıklı olup olmadığı konusunda, binaların muayenesi için kat maliklerinin rızası şartı kaldırılmalıdır. 

Yıkılan evlerin yerine yeni ev yapılmalıdır. Maliyeti karşılamada bina/ev sahibine ödeme kolaylığı sağlanmalıdır. 

Yapılacak ev veya binanın zemin etüdü ciddi yapılmalıdır. Zemini yumuşak yerlerden mümkün olduğunca kaçınılmalıdır. Mecburiyet olursa, zemini güçlendirecek masraftan kaçınılmamalıdır.

Yeni yapılacak evler yapım aşamasında birkaç elden ve bağımsız kurullar tarafından denetlenmelidir.

22 Şubat 2023 Çarşamba

Arkası Kalın Olmak

Köylü vatandaşın biri, bizzat kendi elleriyle yetiştirdiği ve  pazarda satmayı düşündüğü ürünlerini, sabah erkenden eşeğine yükleyip Kayseri'nin yolunu tutmuş. Akşamüzeri Kayseri'ye gelince geceyi geçirmek maksadıyla Vezir Han'a girmek istemiş.

Köylünün eşeği Vezir Han'ın kapısından girerken huysuzluk çıkarmış. Köylü, ne yaptıysa da inatçı hayvanı hana sokamamış. Uğraşmış, didinmiş, önden çekmiş, arkadan ittirmiş fakat nafile! Eşek bir türlü içeri girmiyormuş.

Hanın giriş kapısının yakınındaki dükkanların sahibi olan esnaf da oturdukları oturakların üzerinde hem birbirleri ile sohbet ediyor hem de köylü ile eşeğin arasında yaşanan bu zorlu mücadeleyi seyrediyormuş. Hiç birisi de kalkıp köylüye yardım etmeye yanaşmıyor, hatta bunu düşünmüyormuş bile... Tam tersine kahkahalar atarak manzaranın keyfini çıkarmaya çalışıyorlarmış.

Artık sabrı iyice taşan ve çektiği rezaletin etrafta alay konusu edildiğini gören köylü, elindeki mesesi eşeğe kuvvetlice bir iki defa vurmak zorunda kalmış. Fakat onun vurmasıyla eşek avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamış.

İşte o sırada dükkanlarının önünde oturup da keyifle manzarayı seyreden esnaf yerinden kalkmış ve:

"Ne vuruyorsun utanmaz adam! Senin Allah'tan hiç mi korkun yok! Şu hayvancağız senin yükünü tâ köyden yüklenmiş, buraya kadar getirmiş. Ona niye insaf etmiyorsun?" diye bağırıp çağırmaya ve köylüyü itip çekerek tartaklamaya başlamış. Bu arada bazıları:

"Sen köyden buraya mal satmaya geliyorsun. Eğer hayvana böyle davranırsan ne senin malını alırız ne de sana mal satarız. Hareketlerine dikkat et! Sakın aşırıya kaçma!" diye tehditler savurmaya başlamış.

Neye uğradığını şaşıran ve deminden beri çektiği sıkıntıya şahit olanların kendisini haksız görmesiyle, hiç beklemediği bir tepkiyle karşılaşan köylü, eşeğinin çok sakin, mutlu ve uysal bir şekilde hana girdiğini görmüş.

Zavallı köylü, başını öne eğip eşeğin yanında sessizce hana girmiş. Bu sırada dayanamayıp kimseye çaktırmadan elindeki mesesi eşeğin böğrüne böğrüne dürtüp:

- "Ne kadar çok emmin dayın varmış? Ne kadar çok emmin dayın varmış”.

Fıkrayı Rıza Bozdağ'ın paylaşımından okudum. O da Tomarzalı Hacı Yusuf Dinç'ten dinlemiş. Ben de fıkradan bir hisse alalım diye yazı konusu edindim. Bu arada meses kelimesini ilk defa duydum. Kayseri şivesi olabilir diye düşünmüştüm. Değilmiş. TDK'ye göre "Hayvanları dürtmekte kullanılan, ucu demirli deynek" demekmiş. Kısa günün karı. Bu vesileyle Rıza sayesinde bir kelime daha öğrenmiş oldum. 

Kıssadan hisseye gelince, 

Eşek de olsa eşek eşeklik yapsa da hayvana vurmamak lazım. 

Eşeğin huysuzluk çıkarmasında, gireceği yeri garipsemiş olsa gerek. 

Eşeğin sahibi eşeği içeri katmada zorlanmasına rağmen eşeğin eşeklik yapmasına esnafın bigane kalması, seyretmesi, yardıma gelmemesi, üzerine bir de kahkaha atması manidar. 

Eşeği içeri katmada zorlanınca da köylünün mesesini eşeğe vurmasına esnafın tepki göstermesi ve bak malını almayız tehdidi savurması, en ilginç olanı. Çünkü insanların eşeklik yapana destek çıkması demek, eşeğin eşekliğe devam edecek olması demektir. 

Köylünün "Ne kadar çok emmin ve dayın varmış" sözü ise bizleri güldürürken düşündüren sözüdür.

Bu fıkrayı insanlara uyarlarsak, toplumda, devlet kademesinin üst rütbelerinde öyle insanlar var ki kaprisinden, huysuzluğundan, estirdiği terörden yanlarına varılmaz. Çevresini kırar geçirir. Kısaca eşeklik eder. Böyleleri bu cesareti, kendilerini bu rütbeye getiren arkalarından alır. 

Ne de Çok Seviyoruz Fâsık Olmayı!

Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat, 6) ayetini bilmek için dini tedrisat yapmaya gerek yok. Çünkü bu ayet hutbede, vaazda, kürsüde, hemen hemen her yerde söylene söylene hepimizin belleğinde iyice yer etti. Genelde de asparagas haber ortaya çıktığında, hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığımız bir konuyla ilgili kişilere suç isnat edildiğinde hemen bu ayeti okuruz.

Nedense okumakla kalıyor, ayetin gereğini pek yerine getirmiyoruz. Bunu bile bile bir nefer gibi algı savaşının içerisinde yerimizi alıyoruz. Kimin kim olduğuna bakmadan birileri tarafından hazırlanıp servis edilen, kişi ve bir grubu hedef alan paylaşımlar yapıyoruz. Paylaşımlarla da kalmayıp kişilerin geçmiş durumlarını da piyasaya sürüyoruz. Bunu yaparken elimizde bir mahkeme kararı var mı, ilgili kişiler hakkında bir suç duyurusu yapılmış mı, savcılık ilgilileri hakkında bir iddianame hazırlamış mı demiyoruz. Vuruyoruz da vuruyoruz. Tüm bunları yaparken masuniyet karinesini de bir tarafa bırakıyoruz. Beraatı zimmet asıldır sözü yine Hucurat 6 gibi sadece dilimizde.

Aslı astarını bilmeden, kişileri hedef alan ve töhmet altında bırakan paylaşımları yapma konusunda fikri, zikri, düşüncesi ve meşrebi ne olursa olsun, istisnaları hariç tüm kesimler iyi sınav vermiyor. Maalesef isnadı, iftirayı, algıyı her kesimden yapanlar çok. Parçadan hareketle toptancılıkta zaten üstümüze yok. Bunun vebal ve günah olduğunu, yakışık almadığını bilmek için dindar, mütedeyyin olmaya da gerek yok. Her kesimden birilerinin yaptığı, bu uğurda her şey mubah parolasıyla hareket etmektir.

Diyelim ki dini hassasiyeti olmayanların günah ve vebal diye bir endişeleri yok. Kendisini dindar ve mütedeyyin olarak tanımlayan, Müslümanlığı kimseye vermeyen; orta, lise ve üniversitede dini tedrisat yapmış, Hucurat 6. ayetin metnini orijinalinden ezbere okuyan, ayetin nüzul sebebini de bilen, ağzından ayet ve hadisi düşürmeyen kesimin içerinde aslı astarının ne olduğunu bilmeden kişi ve gruplar hakkında algıya yönelik o kadar paylaşım yapan var ki bunları görünce insanın küçük dilini yutası geliyor. Sen de mi Brütüs diyorsun. Hem savcı hem hakim hem avukat rolünde görev yapıyor. Sosyal medya üzerinden insanların kalemini kırıyor. Günah nerede kaldı, vebal nerede kaldı, bu ayet nerede kaldı.

Öyle zannediyorum, bu konuda kitabi bilgiye sahip olanların vebali daha büyüktür. Bildiklerini uygulamadıklarından dolayı da ilaveten sırtlarına kitap yüklemiş oluyorlar. Vah yazık...

Tüm bu algıya yönelik savaşın içine dalanlar, bu işi yaparken kişileri geçmiş yaşantısıyla vuruyorlar. Bakın şimdi böyle gördüğünüz kişi, geçmişte şunu yaptı diyorlar. Böyle yaparak, sizin şimdilerde güvendiğiniz bu kişi dolandırıcının ve sahtekarın biriydi mesajını vermek istiyorlar.

Diyelim ki hakkında paylaşım yaptığımız kişi ya da kişiler, geçmişte her türlü kötülüğü yapmış hatta yargılanıp mahkumiyet bile almış olsunlar. Bir insan geçmiş yaptığı hatalarıyla, yanlışlarıyla ve suçlarıyla yüzleşmiş, bir daha asla deyip nasuh tövbesiyle tövbe etmiş, yüzde yüz değişmiş ve geçmişe sünger çekmiş olamaz mı? Böyle olabileceğini birileri yine çok iyi bilir. Bilir de bir savaş yaptıkları için bu uğurda her şeyi mubah görürler. Bunun için seve seve fasık bile olurlar. Hoş, fâsık olmayı kabul etseler, yine de gam yemeyeceğim. Çünkü en azından yaptıklarının doğru olmadığını biliyorlar diyeceğim. Yazık gerçekten.

21 Şubat 2023 Salı

Fetvalara Dikkat!

Fetvalar din değildir, dini bir görüştür. Sosyal hayatı kolaylaştırmak için kendisini bu alanda yetkin gören kişi ve kişilerin Kur'an ve sünnetten hareketle bir çıkarımıdır. Dinin kendisini bağlamaz. Bir yönetmelik mesabesinde işlev görür.

Verilen fetvaların ayet ve hadise aykırı olmaması esastır. Fetva bir çıkarım olduğuna göre verilen fetvada isabet olabildiği gibi olmayabilir de. İsabet edene uyulurken isabet etmeyene uyulmaz. Verilen fetvaya uyup uyumama konusunda kişilerin vicdanlarına sinip sinmemesi de önemlidir.

Fetvalar da ihtiyaç ve şartların değişmesiyle birlikte değişebilir. Fetva değişir mi demeyin. Esas değişmemesi ilginç olur. 

Verilen fetvalar da dini hassasiyeti olanları ilgilendirir.

Fetvalar, her ne kadar kişilerin kendini bağlasa da bu fetvalardan her düşüncedeki insan haberdar olabiliyor ve çoğu zaman da verilen fetvalar tartışma konusu olabilmektedir. Tartışmadan da geçtim. Gereksiz gündemde tutulması birileri tarafından "İşte din bu" propagandası yapmasına zemin oluşturmaktadır. O yüzden fetva verirken;

Fetvayı ehil eller ve halkın güvenini kazanmış komisyonlar vermelidir. Kendini ne kadar ehil görürse görsün, tek kişinin verdiği fetvalardan ziyade komisyon marifetiyle verilen fetvalar tercih edilmelidir. Komisyonda ayet, hadis ve geçmiş müktesebattan delil getireceklerin yanında o konuyla ilgili konusunun uzmanları da komisyonda yer almalıdır. Yani komisyon sadece ilahiyat sahasında uzmanlaşmış kişilerden müteşekkil olmamalı.

Komisyon, sorulan sorunun tuzak soru olup olmadığını, bir ihtiyaca binaen sorulduğu incelemelidir. Tuzak soru olduğu kanaatine varılırsa o soruyu gündemine almamalıdır ya da tuzağa düşülmemelidir.

Fetva verirken geçmiş fetvayı tekrar hatırlatma yoluna gitmemelidir. O fetvanın günümüzde ihtiyaçları giderip gideremeyeceği gözetilmelidir.

Verilecek fetvanın efradını cami, ağyarını mani olmasına özen gösterilmelidir. Toplum yapısını, ihtiyaçları çözüp çözemeyeceği vs. dikkate alınmalıdır. Fetvanın anlaşılması için gerekirse gerekçe yayımlama yoluna gidilmelidir. Gereksiz ayrıntıya girilmemelidir. Çünkü çoğu zaman verilen fetvaların detayı tartışma konusu yapılmaktadır. Mesela depremde ailesini kaybeden çocukların evlat edinilmesi hususunda, bu tip sahipsiz çocukları alıp yetiştirmede bir sakınca olmadığı, çocuğun nesebinin korunması şeklinde bir fetva yeterlidir. Baba diyemez, miras bırakamaz, ileride evlenmelerinin önünde bir engel yok gibi uzatmalar gereksizdir. Çünkü zamanı değildir. Şu anda elzem olan bu çocuklara kol kanat gerilmesi fetvasının verilmesidir. Önce çocuğu birileri evlat edinsin, çocuk büyüsün, evlenme çağına gelsin. Ondan sonra muhtemel sorunlara dair fetva verilsin. Bu gereksiz teferruat doğmamış çocuğa fon biçmek gibidir. Zaten gelen tepkiler üzerine verilen bu fetva kaldırılmıştır.

Yine fetva ile günümüz medeni hukuku ve kanunları çelişiyorsa, bu konuda medeni ve geçerli hukuk şu şekildedir. Verilen fetva ayet ve hadis çerçevesinde verilmiştir. Ayrıca kanun yerine geçmez. Meraklılarını bağlar. Doğrusunu Allah bilir denmelidir.

Doğanın İsyanı

Başlığı böyle koyduğuma bakmayın. Zira doğa isyan etmez. Evren yaratılırken fiziki yasalar gereği kendisine ne görev verilmişse, milim şaşmadan görevini ifa ediyor.

Durum ve inancım bu iken yıkıp geçen depremin yaralarını saramadan, enkazı kaldırmadan, daha tüm cenazelerimizi defnetmeden, kısaca iki büyük depremin şokunu atlatamadan, büyük deprem denebilecek birbiri ardına artçılar ara ara yoklarken, her sallantı deprem bölgesini, özellikle Antakya'yı daha da yaşanmaz hale getirirken, 20.00 sularındaki Hatay merkezli 6.4 ve 5.8 şiddetindeki iki bağımsız deprem, ister istemez ne oluyoruz, nereye gidiyoruz, bu kabus ne zaman sona erecek dedirtti.

Gerçekten ne olacak ülkenin bu hali? Biz bu büyük imtihanın altından nasıl kalkacağız? Nereden tutacağımızı, ne yapacağımızı bilemez bir durumdayız. Bir acziyet hali okunuyor hepimizin gözlerinde.

Belli ki imtihanımız büyük ve bu imtihan bugünden yarına dinecek görünmüyor. 

Belli ki yer yıllardır içinde tutup biriktirdiği, patlama noktasına geldiği enerjisini boşaltarak derin bir nefes alıyor. Nefes alırken kırıp geçiriyor. Üstünde nefes almasını engelleyen insan yapımı ne varsa hepsini sallayıp silkeliyor. Bazısının ikiye bölüyor bazısını yere çökertiyor bazısını sağa, sola, öne ve arkaya yatırıyor. Siz benim rahat nefes almamı engellerseniz, yıkımım büyük olur ve Allah'ın bana verdiği gücüm karşısında, emek sarf ederek yaptıklarınızın bir hiç ve bir örümcek ağı gibi olduğunu sağ kalırsanız, görün. Görün ki yeni dersler çıkarın ve hiç şakam olmadığını bilin. Nasıl yaşanması gerektiğini anlayın artık diyor.

Ne diyelim. Gerçekten gördük, görmekle de kalmadık, yaşadık. Unutup gitmezsek, öyle zannediyorum, insanca nasıl yaşanması gerektiğini bit tecrübe öğrendik. Temennimiz odur ki bu acı tecrübeyi hayatımıza uygulayacağız. Yeter ki yer sakinleşip derin bir uykuya dalsın. O uyurken bizler gözlerimizi dört açacağız ve bilimin gereğini yapacağız.

Evet, hayatın kendisi bir tecrübe. Bu tecrübe bize pahalıya patlasa da verdiğimiz kurbanların ardından sağ kalan bizler, yaptıklarımızla ve yapamadıklarımızla yüzleşeceğiz.

Aynı zamanda her acıdan dersler çıkarırken her zorluktan sonra bir kolaylık gelir fermanı gereği bakarsınız, bu afet bize nice nimetler bahşedecek. Belki de keşfedip değerlendiremediklerimizi alın kullanın diyecek. Belki de bu sayede zengin yeraltı madenlere ulaşacağız. Çünkü her deprem gizlediği yeni nimetleri ortaya çıkarır.

Hiçbir şey çıkmasa bile dilimiz yandı, bundan sonra yoğurdu üfleyerek yiyeceğiz. Belki de her şeyi usulüne uygun, yerli yerince yaparak geri kalan ömrümüzü, anaları ağlatmadan insanca yaşayacağız. Bundan ala nimet, kaynak, maden ve kazanım mı olur.

Her şeyin hayırlısı. Ömrün de ölümün de. Yeter ki bizler sebepleri yerine getirelim, ayağımızı sağlam yere basalım. Bundan sonra hiçbir şey huzurumuzu kaçırmasın.

20 Şubat 2023 Pazartesi

Allah Diyor ki

Sizin tabiat kanunları, doğa kanunları adını verdiğiniz kanunlar, benim evreni yaratırken tabiata koyduğum, sünnetullah adını verdiğim, her birinin düzen, tertip ve evrenin devam ve işleyişini sağlama misyonu olan, emrimden çıkmayan değişmez yasalarımdır.

Bu kanunlarım arasında yağmur var, kar var, soğuk var, sıcak var, rüzgar var, deprem var, gece ile gündüz var, mevsimler var...

Bu kanunlarımın bir kısmı hoşunuza giderken bazı kanunlarım hoşunuza gitmez. Ama bilin ki hiçbiri gereksiz ve lüzumsuz değildir. Hepsi doğanın ve sizin yararınızadır. Acısıyla tatlısıyla hepsi benim nimetimdir. Bu nimetlerimi say say bitiremezsiniz. 

Unutmayın ki bu kanunlarım yeryüzünün düzeni için olması gereken kurallardır. 

Bu kanun ve kuralları inceleyip araştırın.

Bunun için bunları inceleyip araştıran ve ortaya çıkaran bilim insanına kulak verin, bilimsel yaşayın. Asla bilimden ayrılmayın. Kılavuzunuz bilim olsun. Demiyor muyum ben, bilmiyorsanız, ehline sorun diye.

Bilime uymak, bilime kulak vermek, bilimi dinlemek ve bilimsel yaşamak; namaz, oruç gibi herkese farz olan ibadetlerimdir. Buna uymak da farzdır.

Namaz, oruç gibi ibadetler sizinle benim aramda olan kişisel ibadetlerdir. Sizi terbiye etmek ve ahlakınızı güzelleştirmek içindir. Yerine getirirseniz, sizin faydanızadır. Karşılığını kat kat vereceğim.

Yasa çeşitlerimden fiziki yasalara uygun olarak hayatınızı düzenlemek ise doğayla uyumlu yaşamak içindir. Namaz ve oruçtan önce gelir. Uyumlu yaşarsanız, burnunuz kanamaz. İsyan eder, savsaklar, ciddiye almaz ve burnunuzun dikine giderseniz, bilin ki doğamın kanunları acımasızdır. Yıkar geçer gider ve öldürür. Kendinizle beraber başkalarını da öldürürsünüz. Namaz da kılamazsınız, oruç da tutamazsınız.

Bunu yaparken de şu Müslüman, şu çocuk, bu kadın, şu masum diyerek kimseyi seçmem. Fiziki yasaya aykırı hareket eden, o yasanın ortaya çıktığı yerde bulunan herkesi benim yasalarım içine alır ve kimseyi seçmez.

O yüzden nasıl ki bu dünyada hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayarak hayatı ciddiye alıyorsanız, yaşamın yasası olan bu kanunlarımı da ciddiye alın, hayatınızı ona göre düzenleyin ki rahat edin, huzur bulun. Bunun için kendi kendinizi tehlikeye atmayın ve kendi ellerinizle ölüme davetiye çıkarmayın.

Unutmayın ki benim değişmez yasalarım, evreni yaratırken evrenin içine koyduğum ölçülerimdir, kaderdir. Mesela depremler yerin nefes alması, yerin sakladıklarını ortaya çıkarması ve yeni nimetleri ortaya koyması bir kaderdir. Size düşen bu kadere teslim olmak değildir. Yapıp ettiklerinizle kendi kaderimizi kendiniz oluşturmaktasınız. Benim kaderimle, kendi kaderinizi karıştırmayın. Sizin göreviniz, benim kaderime karşı tedbir almaktır. Benim faylarımın üzerine ev yaparsanız, bu evleri de çürük yaparsanız, benim deprem kaderim, o başınızı soktuğunuz evlerinizi yıkar ve sizleri öldürür. Hala tüm suçu kadere atarak burnunuzdan kıl aldırmıyorsunuz. Siz tevekkülü de anlamadınız. Halbuki önce bir konuda yapılması gereken her şeyi yapıp sonra tevekkül edecektiniz.

Hasılı, bilim bilim bilim. Bilim demezseniz, inim inim inlersiniz. O aklı niye verdim ben, o iradeyi niye verdim ben? Aklınızı başınıza alın artık.