13 Şubat 2023 Pazartesi

Toplu İntihar ve Toplu Cinayet

Bir deprem ülkesi olduğumuzu bilmeyenimiz yoktur. 

Deprem uzmanları sayesinde bir tren rayı gibi nerelerden geçtiğini dahi biliyoruz. 

Deprem uzmanlarından hangi bölgede hangi fayın kırılabileceği uyarılarını da zaman zaman dinleriz. 

Olası bir depremde ne kadar binanın yıkılacağını, eski ve sağlam yapılmayan binaların yıkılacağını, bu evleri kentsel dönüşüme almamız gerektiği önerilerini de duyarız. 

Tüm bu uyarı ve tavsiyelere hak vermekle beraber ne yetkililer ne de toplum olarak hazırlık yapmak suretiyle tedbir alırız. 

Çıkarılan deprem yönetmeliğine rağmen yönetmeliğe uygun bina yapmıyoruz. Yönetmeliğin amir hükmünü kitabına uyduruyoruz. Biz yönetmeliğe değil, yönetmelik bize uyuyor. Zira kılıf hazırlamada üstümüze yok. 

Yönetmeliğe uygun bina yapmayışımızda aşağıdan yukarıya istisnaları hariç tutarak bir liste yaparsak; 

Binasını kendisi yaptıran kişi, (çoğumuz masraftan kaçınır, ucuza mal etmeye çalışırız.)

Müteahhit, (Binanın demir, çimento, beton vs. malzemesinden ne kadar kaçırırsam, maliyeti düşürür, daha fazla kar ederim mantığı güdülür.)

İnşaatın kontrolünden sorumlu, mimar; inşaat, makine, elektrik mühendisleri vs. (2019'a kadar müteahhit kontrol edeni kendi belirliyormuş. Böyle bir kontrol sağlıklı olur mu? Nihayet bu yanlıştan vazgeçilmiş, kontrol eden kura ile belirlemeye başlanmış.)

İnşaat bittikten sonra iskan ve oturma ruhsatını veren belediye.

Çıkardığı yönetmeliğe uygun binaların yapılıp yapılmadığını denetlemeyen devletin ilgili mercii.

Yumuşak zemin ve düz yerleri imara açan devlet yetkilileri,

Deprem veya herhangi bir sebeple yıkılan binadan dolayı sorumluları müteselsilen cezalandırmayan, ceza veriliyorsa da bu cezanın caydırıcı olmaması ve cezada günah keçisi olarak sadece müteahhidin seçilmesi.

Belirli periyotlarla imar barışı adı altında imar affı çıkarmak için teklif veren ve affa evet oyu veren Meclis vekilleri..

Tüm bu süreçlerden geçtikten sonra şartlara ve usulüne uygun yapmadığımız binaların depremde yıkılacağını ve kuvvetle muhtemel öleceğimizi bilmemize rağmen biz bu binaları yapıyor, yaptırıyor, çaresizliğe oturuyor, öylesine denetliyor isek, bu yaptığımıza intihar denir. Üstelik bu intiharda toplu intihar söz konusu.

Aynı zamanda çürük, çarık bina yapanlar, yeterince denetlemeyenler, göz yumanlar da toplu cinayetten sabıkalıdırlar. Özellikle müteahhit aşamasından itibaren yukarıya doğru sorumlular taammüden toplu cinayet ve katliamdan sorumlu tutulup yargılanmalıdır.

Görüleceği üzere bu toplu intihar ve toplu cinayette, bu cinayete taammüden azmettirenlerin sayısı suçları gibi kabarık. İçinizde en temiziniz bunlara ilk taşı atsın dense, İçimizde temiz kalmış, bu suça bulaşmamış neredeyse, kimseyi bulamayacağız. O yüzden bu intihar ve cinayette çoğumuzun öyle ya da böyle bir sorumluluğu var.

12 Şubat 2023 Pazar

Göçebelikten Yerleşik Hayata

Bakmayın gelişmekte olan ülkeler arasında sayıldığımıza. Bu, bizim gibi ülkelerin ağzına çalınmış bir parmak baldan ibarettir, bir züğürt tesellisidir. Bal gibi gelişmemiş ve gelişme gibi misyonu olmayan bir ülkeyiz. 

Geri kalmışlığımızın göstergesi, göçebe hayatından daha yerleşik hayata geçemeyişimizdir. Her depremde binalarımızın yıkılması da geri kalmışlığımızın bir göstergesidir.

Ömrümüz bir oradan bir bu tarafa göçebe yaşamışız. 

Herkes yerleşik hayata geçip gidecek yer kalmayınca biz de zorunlu olarak yerleşik hayata geçmişiz. 

Yerleşik hayata geçmişiz ama doğayı tanımadan, doğanın acımasızlığını hesaba katmadan, doğanın kurallarına uymadan yerleşmişiz. Doğaya uyumu değil, doğaya rağmen bir yerleşik hayatı hayat felsefesi haline getirmişiz.

Öyle yerleşim yerlerini mesken edinmişiz ki oturduğumuz yerin zemini nasıl, bu zemine bina yapılır mı, bu zemin bu binayı taşır mı, bu zemini nasıl bir bina taşır, binanın ayakta durmasının şartları nelerdir dememişiz. Çünkü düşünme, bunun üzerine kafa yorma bize göre değil. Hoş, buraya yerleşilmez diyen olsa da kulak vermeyiz. Hem başına buyruğuz hem de yeter ki başımızı sokacak bir evimiz olsun. Çünkü “kurban olduğum Allah’ımız bizi korur” düşüncesi içimize işlemiş. Sonra “ölüme çare mi var? Nasılsa ölecek değil miyiz?” Bu mantalite ile rastgele yayılıyoruz.

Yerleşik hayatla birlikte kurduğumuz devlet de bize bu konuda yol göstermemiş. Daha doğrusu yol gösteremez. Çünkü devlet dediğimiz biziz. İçimizden seçtiklerimiz yönetiyor. Biz nasıl göçebelikten kurtulup yerleşik hayata geçememişsek, devleti yönetenler de göçebe kültürüne sahip.

Vatandaş rastgele bina yapar, devlet sonradan bunu üç kuruş paraya afla resmiyete dönüştürür. Zemini sert yerleri imara açmaz, nerede zemini yumuşak bir yer varsa, inadına oraları imara açar. Çünkü rant var buralarda. Vatandaş da rant peşinde, devlet de. Hele bir deprem uzmanı uyarmışsa, orayı imara açmak izzeti nefis meselesi yapılır.

Deprem uzmanlarına kulak vermeyiz. Dedikleri bir kulağından girip, diğerinden çıkan, ders dinlemeyen ve ders almayan yaramaz ve tembel öğrenciler gibiyiz. Çünkü bizim için tedbir değil, takdir önemli. Atın ölümü arpadan olsun sonra. Tedbir tedbir nereye kadar? Biz bu dünyaya tedbir almak için mi geldik? Üç günlük fani dünya için rahatımızdan ödün vermek de neyin nesi?

Yeniden göçebe devlet anlayışımıza gelirsek, ülke yönetimine gelen gelmiş geçmiş hiçbir hükümet uzun soluklu çözüm için çalışmaz. Çünkü bilir ki kalıcı değil. İktidarda kaldığı sürede bir şeyler yapıp seçime gitmeden bunu göstermesi ve bunu ben yaptım ben demesi lazım.

Milletiyle beraber göçebe hayatı yaşayan devletin işleyen ve oturmuş bir kültürü olmaz. Devlet yönetimi bile kişiden kişiye değişir.

Sonuç olarak bir doğa olayı olan depremler bu ülkeyi belirli periyotla vurur. Her vuruş boş geçmez. Yaptığımız o güzel cilalı evleri başımıza göçürür. Hepsinde de nicelerimizi kurban veririz. Ders alıyor muyuz? Asla. Zira ders bizim işimiz değil. Ölürüz ama bu davadan vazgeçmeyiz. Depremin yıkıp geçtiği yerlere yeni evler yapıp yeni depremler beklemeye koyuluruz. Çünkü alın yazımızda ne varsa onu göreceğiz. Zaten göçebe hayatından yerleşik hayata geçsek de bu hayat da geçici değil mi? Hasılı göçebelikten göçüp gideceğiz.

Yok Yok Ülkesi

Depremi duyduğu andan itibaren bu ülkede;

Deprem bölgesine gitmek isteyen milyonlar, 

Yardım toplayanlar, 

Maddi yardım yapanlar, 

Ayni yardım yapanlar, 

Yardım yükleyenler, 

Kendi imkanlarıyla deprem bölgesine bedenen yardım etmeye gidenler, 

Kan vermeye gidenler, 

Dua edenler, 

Nereye ne ihtiyaç ise bunu kendi imkanlarıyla duyuranlar, 

Evini depremzedeye açanlar, 

Yüklü miktarda bulduğu bir çanta dolusu parayı yetkililere teslim edenler,

Depremle birlikte kenetlenenler,

Hizmette yarışanlar...

Göçük altındayım, kurtarın, asılsız ihbarını yapanlar, 

Bina çöktü ihbarı yapanlar, 

Yağmacılık yapanlar, 

Fırsatçılık yapmaya kalkışanlar,

Sosyal medya üzerinden deprem kavgası yapanlar; depremde her şey kontrol altında diyenler, eksiklikler var diyenler,

Algıları olgu olarak görenler,

Olguları görmek istemeyenler,

Mazeret üretenler ve gerekçe üretenler,

Bir tarafgir gözüyle ölümüne savunanlar, ölümüne muhalefet edenler,

Depremde dahi siyasi rant elde etmeye çalışanlar,

Burnundan kıl aldırmayanlar...

Var oğlu var bu ülkede. Siyah da var, beyaz da. İyi de var, kötü de. Hasılı yok yok bu ülkede.

Can Pazarındakiler İçini Döksün

Depremler kıyametin küçük bir provasıdır. Küçük bir prova olsa da can pazarı yaşanır o an. Günlerce, aylarca devam eder bu can pazarı. 

Depremle birlikte o düzenli hayat tersine döner. Hayaller biter. Bir yaşam mücadelesi başlar. Bu mücadele, ayakta kalma ve hayata tutunma mücadelesidir.

Kimi göçük altında kalıp ölmüştür kimi kendi imkanlarıyla çıkmıştır kimi üst katlarda kurtarılmayı beklemiştir kimini de bir yardım eli kurtarmıştır. 

Kurtulanın üzerinde, yeterince elbisesi yoktur, ayağında çorabı ve ayakkabısı yoktur. Kar, buz demeden rastgele basar. Ne yaptığını biliyor mu zira. Çünkü can havliyle dışarı atmıştır kendini.

Kurtulan iki hali birlikte yaşar. Kurtuldum, yaşıyorum der. Ama yakınları enkaz altında. Koşup kurtarmaya gitse de acizliği çıkar ortaya. Çünkü elinde malzeme yok. Olsa da nereden girmesi gerektiğini bilecek bir tecrübesi yok. 

Bir o yana bir bu yana bir şeyler yapabilme çabası içerisinde koşar durur. Canhıraş avazı çıktığı kadar bağırır. İster ki bir yardım eli uzansın. Ama yardım istediği herkes can derdine düşmüş. Çünkü dertleri ortak, hepsi dertli. Üstelik bu dert bugünden yarına geçecek bir dert değil.

Yardımı gören sevinir, dünyalar onun olur. İmdada koşanlara içten teşekkürü bir borç bilir. 

Başını sokacak bir yer bulan, bir sıcak yemek boğazından geçenin yüzü güler. 

Beklediği yardımı görmeyen o acıyla konuşur. Konuşması lazım. Eksikliği söyler, imdat çığlığı atar, eleştirir. Burada kimse yok der. Yardım görmüyoruz der. Devlet nerede, asker nerede, AFAD nerede, yardım kuruluşları nerede, organize yok, bir baş tutan yok der. Böyle konuşana "nankör demenin, işte devlet burada, asker burada, işte bize yardım geldi, orta yerde gecikme yok, ulaşılamayan yer yok, her şey var" demenin bir anlamı yok. Bırakın acılı kişi konuşsun. Zira ateş düştüğü yeri yakar. Acılı insan konuşur. Ağzına geleni söyler. Çünkü depremzededir ve mağdurdur. Mağdur konuştukça rahatlar, bu şekilde içini döker. Bunları konuşmayın diye susturmak, yalan söylüyorsunuz diyerek bastırmak doğru değildir. Çünkü her biri yaşadığını kendi bilir. Her birinin ayrı ayrı hikayeleri vardır.

Bu durumda bize düşen, aksayan yönleri gidermeye çalışmak, o bölgedeki insan gücünü ve imkanları yönlendirmeye çalışmaktır.

Bunun yanında, kurtarılıp devleti ve yardım kuruluşlarını yanında gören de bu gördüğünü rahat bir şekilde anlatsın. Devlet burada, asker burada, AFAD burada, yardım kuruluşları burada desin. Paylaşım yapabilirse yapabilsin.

Yardım yok, kurtaran yok diyen de depremzede; yardım var, kurtaran var diyen de depremzede. Bu iki görüşün biri doğru, diğeri yanlış mı? Hayır. Her ikisinin dediği de doğru. Çünkü herkes ne yaşadığını ne gördüğünü ne görmediğini söylüyor. Bu da normaldir. Çünkü her depremzedenin başında aynı anda herkes ve her şey var değildir, yok da değildir.

Sözüm, depremzedenin serzeniş ve sitayişine değil. Sözüm, büyük bir afetin getirdiği gerçekleri tersyüz etmek için olgulardan ziyade algı oluşturmaya çalışanlaradır. Bunu da tuzu kuru olanlar, tarafgirlik adına güya bir kesimi savunma veya bir kesimin aleyhinde kullanmak için yapıyor.  Tek kelimeyle ayıp ediyorlar. Unutmayalım ki deprem bölgesi gül bahçesi değil. Yaşanan ve yaşanmakta olan bu can pazarında her türlü olumsuzluk olur. Depremzedenin hakkal yakin yaşadığı kendilerine yeter de artar bile. Acılarına saygı gösterelim. Onları ve haletiruhiyelerini anlamaya çalışalım. Eksiklikleri söyleyenleri düşman bellemeyelim. Sorumluları göreve çağıralım, şöyle yapın diyelim. Yaşadığımız bu acı bizi birleştirsin. Tarafgirlik kavgamızı acılar hafifledikten sonra yapalım. Bir daha böyle afetlerde gördük ve bilindik sahnelerin olmaması için sorumlulara sorumluluğunu hatırlatalım.

Kısaca tuzu kuru olanlar, canı yanmayanlara sükûnet diyorum, aklıselim olalım diyorum. Konuşurken, överken ve eleştirirken makul olalım, seviyemizi koruyalım diyorum.

En Tehlikeli İki Tip

Türkiye'de iki tip var. Arada kalmış diğerlerinin esamisi okunmaz. Zira onların irapta mahalli yoktur. 

Bu iki tip büyük kalabalıkları temsil eder.

İkisi de birbirine çok düşman. 

İkisi de birbirinden beslenir. 

Depremde bile bir araya gelmezler. Çünkü bu varlıklarını inkar anlamına gelir. 

Bakmayın kıblelerinin aynı olduğuna. 

Aynı kazana atsan kaynamazlar. 

Her iki grup da olgudan ziyade algılarla yaşarlar. 

Birbirlerinin açığını ararlar. 

Kavgalarında gerçeğin ortaya çıkarılması amacı yoktur. Birbirlerine karşı körler ve sağırlara oynarlar. 

Ne kadar hırpalar, üste çıkarsam kar mantığı güdülür. 

Her iki taraf da iyi bir laf bezirganıdır. Tüm dertleri kendi kitlelerini konsolide etmektir. 

Mücadelelerinde başarı için tek prensipleri var: Bu uğurda her şey mubahtır. 

Her ikisi de sureti haktan görünür. Niyetleri musluğun başını tutmuşlarsa, musluğu terk etmemek. Musluğun başında değilse, musluğun başına geçmek için fırsat kollamaktır. 

Bir omurgaları, bir duruşları yoktur. Kazanmak için bu uğurda kendileri hariç her şeyi gerekirse harcarlar. Bunun için dün savunduklarını pekala terk edebilirler. Çünkü araziye uyum sağlamada mahirdirler. Her kaba girerler. Dinleri, imanları, hayat felsefeleri kazanma uğruna kuruludur. Bu yönleriyle çok pragmatiktirler.

 Tekellerine aldıkları değerlerin arkasına sığınarak kendilerinde bir cacığın olduğunu göz boyama yoluyla göstermeye çalışırlar. 

Kendilerinden zırnık koklatmazlar, kamu malını bir ağa edasıyla peşkeş çekerler. 

Asla eleştiriye gelmezler. Eleştiri yapanı düşman bellerler. Ağızlarını bozarlar. Çünkü bir kendileri var mükemmel. Sütten çıkmış ak kaşıktırlar. Başkasının eleştirmesi ne haddine.

Tüm bu başarı hikayesinde yani kavgada acaba biz de hata yapıyor muyuz sorgulaması yoktur. Olamaz da zaten. Çünkü kavgada ve savaşta akıl kullanılmaz.

Her iki tarafta da görünmeyen tevazu görünümlü kibir vardır. Musluğun başında olan tepeden bakar. Aşağıda olan da bir gün ben de oradan bakacağım der.

İki tip de kendilerini kurtarıcı olarak lanse eder. Ülkenin kurtuluşu bu iki tipten kurtulmaktır. Çünkü en tehlikeli iki tiptir.

11 Şubat 2023 Cumartesi

Sağlam Zemin+Sağlam Bina= Sağlam Vücut

Eski yerleşim yerlerine bakılırsa, ecdadımızın dağ yamaçlarını mesken edindiklerini görürüz. Buraları mesken edinirken, ellerinde bugünkü teknolojik imkanlar yoktu, fay hatlarının nerelerden geçtiğini bilecek bir bilgiye sahip değillerdi.

Ecdadımız bizim kadar bilgiye sahip olmasa da hayatı yaşayarak öğrenmişler, bir oradan bir buraya göçebe hayatı yaşarlarken doğanın her türlü zorluk ve kolaylığını görmüşler ve büyük tecrübeler edinmişlerdi.

Yerleşik hayata geçerken nereleri mesken edinirsek, doğa şartlarına uygun yaşar ve hayatta kalırız hesabı yapmışlar. Öyle zannediyorum, dağ yamaçlarını yurt edinirken sırtlarını dağa vererek herhangi bir düşman saldırısına karşı arkayı güvene almışlar. Heyelan ve toprak kayması yaşamayalım, soğuk ve rüzgarı kessin diye düşünmüş olmalılar.

Fay hatlarının haritası ellerinde olmasa da göçebe veya yerleşik hayatta iken depremi bilfiil yaşamışlar, dağ yamaçlarının depremden en az etkilenen ve en sağlam yer olduğuna kanaat getirmiş olmalılar ki ülkenin neresine giderseniz, bir dağın sırtında bir yerleşim yeri görürseniz, bilin ki o yerleşim yerleri en eski yerleşim yerleridir. Öyle ya insan ayağını sağlam yere basmalı.

Yine arkasında dağ, yamaç olmayan bir yerleşim yeri görürseniz, bilin ki buralar yakın zamana ait yerleşim yerleridir.

Ecdadın düz ovayı mesken edinmemesinde, buraları ekim ve dikime ayırmış olmalarının da payı büyük. Çünkü bunun için düz araziye ihtiyaçları vardı. Arkalarındaki dağ güvenliklerini sağlayacak, önlerindeki ovadan da rızıklarını temin edeceklerdi. Belki de yumuşak zemine yapılan evler sağlam olmaz diye ovaya evler yapmamışlardı.

Biz ne yaptık? Maalesef ataların bu tecrübe mirasını günümüze taşıyamadık. Dağ yamaçlarını bırakarak düz ve yumuşak zeminlere evler yaptık. Ekilebilir ve dikilebilir arazileri ve düz yerleri imara açtık. Tek katlı evlerden yüksek katlı binalara geçtik. Üstelik tüm bunları yaparken fayların nereden geçtiğini bilmemize rağmen biz bunu yaptık. Yaparken adam gibi zemin etüdü bile yapmadık. Bina yapacak yer kalmamış gibi dereleri, gölleri ıslah ederek buraları imara açtık.

Tüm bu yaptıklarımızla, aslında hayatı kendimize zindan ettiğimizi ve kendi sonumuzu hazırladığımızı düşünemedik. Üç beş kuruş imar rantı uğruna malımızı, mülkümüzü, canımızı ve geleceğimizi yok ettik. Güya biz atalarımıza göre daha bilgiliyiz. Üzerine teknolojik imkanlara sahibiz. Atalarımız yaşamak için işin kolaycılığına kaçmamışlar, tabiat şartlarına uygun hareket etmişler, bizim gibi intihara, seri cinayetlere yelken açacak bir maceraya kalkışmamışlar.

Keşke atalarımızın hiçbir şeylerini almasak da sadece tecrübelerini almış olsaydık, ne güzel olurdu. En azından bizi enkaz altında inim inim inleten depremlerle inlemezdik. Kan ve gözyaşı dökmezdik. Kendi ellerimizle yapıp ettiklerimizden dolayı kendi sonumuzu hazırlamazdık.

Heyhat ki heyhat. Ne canımız kaldı ne huzurumuz ne ekilebilir arazi bıraktık ne de dikilebilir. Her yeri imara açtık. Durmadan her depremde kurban vermeye devam ediyoruz. Halihazırda ecdadın tecrübesinden daha fazla tecrübe kazandık. Bizim tecrübemiz hep acı ve acıklı hikayeyle bitmesine rağmen yine de ders aldığımız maalesef yok. Hasılı yaşarken ölmüşüz de ağlayanımız yok.

Bari bundan sonrası hayatımız için parolamız, sağlam zemin+sağlam bina=sağlam vücut olsun. İnsanı yaşatalım ki devlet yaşasın. 

Emin Değilim

Dışa yansımayan imanımın,

Beni düzeltmeyen ve kötülüklerden uzaklaştırmayan namazımın,

Yılda bir kez tuttuğum orucumun, 

İşime ve çevreme güzelce yansıtamadığım ahlakımın, 

Akşam sabah ayet ve hadis paylaşımımın,

Her cuma gönderdiğim cuma mesajımın, 

Benim gibi düşünmeyen insanlara önyargılı bakışımın, 

Etrafıma ve çevreme güven veremeyişimin, 

Denenmemiş dürüstlüğümle mangalda kül bırakmayan dürüstlüğümün,

Aklımı kiraya vermemin, 

Tarafgirlik yapmamın, 

İşimi düzgün yapmamanın, 

Aşk derecesinde birilerini kurtarıcı diye sevmemin, birilerinden nefret etmemin,

Aşırı saldırma ve savunmacı refleksimin, 

Sevdiklerimin hatalarını göremeyecek kadar kör olmuş gözlerimin, onlara yapılacak en küçük bir eleştiriye dahi tahammül edemeyişimin,

Birçok acı gerçeklere göz yumarak kafamı kuma gömüp her şeyi güllük gülistan gösteren tavrımın,

Her şeye bir mazeret ve gerekçe üreterek gerçeklerle yüzleşmeyen aklımın, 

Köşe başlarını tutarak bir şeyler daha güzel olsun diye öneri getiren, eleştirenleri düşman belleyen izanımın,

Sevdiklerimin kokuşmuşluğunu görmeyen beynimin,

Tüm işim sosyal medyadan birilerine parmak sallamak olan ellerimin,

Tüm olup bitenlerde ve yanlışlıklarda acaba benim de bunda payım olabilir mi diye sorgulamayan düşüncemin,

Benim gibi düşünmeyenlerle iletişim kurarak onları ikna etme yerine hakaretin bin bir türünü yapan ağzımın ve kalemimin,

Söylem ve eylem çelişkimin,

Milli ve manevi değerlerin içini doldurmadan onları sloganlaştırmamın,

Tüm insanların derdiyle uğraşmayan zihin ve bedenimin,

Ele telkin verirken yuttuğum salkımın,

Beni ahlaklaştırmayan Müslümanlığımın,

Olgu ve tespitlere değil de algılara teslim olmuşluğumun,

Ve daha nice eylemimin beni cennete götüreceğinden emin değilim. Üzgünüm.