1 Şubat 2023 Çarşamba

"Çalış"

Ortaokul ve lise öğrencilerinin en nefret ettiği şey; ailesinin veya öğretmeninin kendilerine: "Dersine çalış...ders çalışmıyorsun" demeleridir. Bunu da sık sık tekrarlamalarıdır.

Nasıl ki namaz kılmayana "namazını kıl" dendiği zaman namazın kılınmasını doğru bulmasına rağmen kişi yine namaz kılmamaya devam ediyorsa, ders çalışmayan bir öğrenci de eksikliğini bildiği şeyin kendisine söylenmesinden pek hoşlanmaz. Genelde çoğu gurur meselesi yapar bu işi.

Bir şey bir insanın içinden gelmiyorsa, başkasının söylemesiyle ne namaz kılar ne de ders çalışır. Mutlaka içinden gelmesi lazım.

İçinden gelmiyorsa, istersen başında dur, sürekli ders çalış de. Hatta başına silah daya. Mümkün değil. Defter, kitap önünde, kafası ise hayal aleminde, ders çalışır görünür.

Ders çalışmak istiyorsa, engellemek istesen de mutlaka bir yolunu bulur, dersine bakar. İstersen, ders çalışmayacaksın diye kafasına silah daya.

İnsanın bir şeyi yapması için öncelikle motive olması, ardından yapacağı işi bir plan dahilinde yapması gerekiyor.

Ders çalışmaya hem bedenen hem de zihnen hazır olması lazım. Aklın bir başka yerde takılı olmaması, kişinin kendini derse vermesi, çalışacağı ortamın ders çalışmaya müsait olması, neye-nasıl çalışacağını ve eksikliğinin hangi konular olduğunu bilmiş olması, anlamak için çaba sarf etmesi, yaptığı işi dert edinmesi, sevmesi ve yoğunlaşması gerekiyor. Kısaca bilinçli çalışmasıdır.

Çalışmayı zamana yayması, hazmede hazmede öğrenmeye çalışması, anlamadan geçmemesi, anlayamadığı konunun üzerine üzerine gitmesi, öğrenmek için ehline sorması, araştırması, dert edinmesi gerekiyor.

Ders çalışmaya ara verdiği zaman dinlenirken, okula giderken veya okuldan gelirken çalıştığı konu ile ilgili beyin jimnastiği yapmalıdır.

Anlatmak istediğim konuyla ilgili bir anekdota yer vermek istiyorum. Lise son sınıf öğrencilerle ders işlerken öğrenciler, başarılı olmamız için neyi önerirsiniz. Yalnız sizden isteğimiz sakın ola ki çalış ve çok çalış demeyin. Çünkü nefret ediyoruz bu sözden. Ağzını açan bunu diyor. Biz de biliyoruz bu işin çalışmakla olacağını. Ama çalışıyoruz yine olmuyor dediler.

Ben de kendilerine bunu yolu çok çalışmak değil, bilinçli çalışmaktır dedim. Ardından neye, nasıl, ne zaman, ne şekil çalışacağınızın planını yapmaktır. Bunu da varsın az olsun, sürekli hale getirmektir. Bu yolu azimle devam ettirin. İlk başlarda sıkılsanız da vücudunuz buna alışacaktır. Yeter ki pes etmeyin. Bilinçli çalışarak konu öğrendikçe çalışmayı seveceksiniz. Anlayamadığınız konunun üzerine üzerine gidin. Anlamıyorum diye pes etmeyin. Havlayan köpekten kaçarsanız, köpek arkanızdan sizi kovalar. Kaçmaz durursanız, köpek sizi kovalamaz. Dersler de böyledir. Üstüne üstüne gidin.

Çalışırken tek metot kullanmayın. Her derse farklı metot kullanarak çalışın. Başarı için tek metot yoktur. Kendinize uygun olanı seçin. Kimi ders çalışırken okuyarak anlar kimi önemli gördüğü yerlerin altını çizer kimi de özet çıkarır.

Başarmanın yolu, çok soru çözmek de değildir. Konuyu bir güzel anladıktan sonra o konuyla ilgili birkaç soru çözmeniz yeterlidir dedim.

Çalış eyleminin başına bilinçli sözünü eklememe öğrenciler pek sevindiler ve teşekkür ettiler. Bunu ilk defa duyduk dediler.

Niçin Sadede Gelmiyoruz?

Dinimizin geçmiş müktesebatından, peygamber ve sahabe hayatından, Osmanlı'dan güzel örneklere yer veren nice insanımız var. Eksik olmasınlar.

Verilen örneklerle dinimiz böyle bir dindir, peygamber böyle biridir, onun izinden giden sahabe de öyledir. Osmanlı zaten hep iyi şeyler yapmıştır mesajı verilmek isteniyor.

Elbette verilen her örnekle bunlardan bir hisse çıkarılma mesajı verilmek istense de genelde övgüye dayalı mesajlar bunlar.

Geçmişi unutmamak lazım elbet. Çünkü geçmiş bizi gelecekte bina edeceklerimizin temelidir.

Nedense orta yerde bu temelin üzerine bina ettiğimiz bir bina yok. Bir bina başlangıcı da yok.

Hala övgü üzerine geçmişi yaşıyoruz.

Bir türlü geçmişten günümüze gelemiyoruz.

Nedense övgüyü pek seviyoruz ve övgüyle avunuyoruz.

Geçmişimizle ve bize bıraktıkları müktesebatla övünelim övünmeye ama sadede de gelelim artık.

Bugün neredeyiz?

Geçmişin üzerine iyiye dair bir şeyler koyduk mu?

Yarına dair bir planımız var mı?

Geçmişin üzerine bir şeyler koyup gelecek nesle emanet edeceğimiz neyimiz var?

Bugün geçmişe dair verdiğimiz güzel örneklerden hareketle üzerine bir şeyler koyup dünyaya ve insanlığa bir örnekliğimiz var mı?

Dini yaşantı yönünden mi örneğiz?

Ahlak ve etik kurallarda mı örneğiz?

Teknoloji ve üretimde mi örneğiz?

Ne yaptık? Yeni bir medeniyet inşasına mı öncülük ettik?

Bu sorulara evet cevabı vermek zor.

O zaman geçmişe dair verdiğimiz örneklere birileri, bugün neredesiniz? Bir örnekliğiniz var mı dese ne cevap veririz?

Burada birileri savunma psikolojisiyle bugün örnek verilen milletler kanun korkusuyla kurallara uyuyor. Bu, onların ahlaklı olduğunu göstermez diyebilir. Böyle de olsa o ülkeler sonuç almak için kanun yolunu bulmuşlar. Sonunda başarmışlar bunu. Biz de sağlayalım bunu. Hangi yolla olursa olsun. Amaç üzüm yemek değil mi?

Ben o yüzden geçmişi unutmadan, geçmişten aldığımız güçle her alanda mesafe kat etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Sadede gelelim derken kastettiğim de budur. İnanın, geçmişe dair yaptığımız her övgü dolu paylaşım bir teselliden öteye gitmez.

Bir Bilen İki Müfteri

Dini tedrisat yapmış, bu alanda öğretmenlik ve yöneticilik görevinde bulunmuş iki tane muhterem var. Dilleri ve hamasetleri güçlü. Dini bütün bir görünümleri var. Satıcılık ve pazarlamada üstlerine yok. Ağızları iyi laf yapıyor. Yüksek kademelerde ilişkileri iyi yürütüyorlar. Sanırsın ki camianın tüm yükü üzerlerinde. Doğruluk ve dürüstlük abidesi mübarekler. Bir konuda ve her konuda bilmişliği kimseye bırakmazlar. Camianın dava adamları. Davayı da durmadan savunurlar ve kimseye bırakmazlar. Tüm bu meziyetlerinin yanında bir de bilmişlikleri varmış. Bu yönlerini de yıllar sonra bunları bilen birinden öğrendim. Gıpta ettim doğru kendilerine.

Merak ettiniz tabi bu bir bilen olmalarını. Anlatayım ki siz de kendinizi bu alanda yetiştirin.

2014 yılında çıkarılan bir kanunla, yöneticilikte dört yılını dolduranlara geriye yönelik puanlama kriteri getirildi. 8-10 maddelik kriter evet/hayırdan oluşuyor ve bu kriterlere göre bir yöneticinin başarısız olması söz konusu değil. Ama birileri elenmeliydi. Bu nasıl olacaktı? Tüm dört yılını dolduran yöneticilerin bir listesi oluşturulur. Bu liste bu yıllarda içinden bol yöneticinin çıktığı bir vakfa götürülür. Vakıfta dini bütün insanlar yer alır. Ama listedekilerin çoğunu bu zevat tanımıyor. Tanımadan puan verseler adalet ve liyakate sığmazdı. Çünkü çok korkarlardı haksızlık yapmaktan. Ne de olsa bunun eğitimini almışlardı. Hoş, bu görev üzerlerine vazife değildi ama misyon adamı olmak böyle bir şeydi. İmdatlarına tüm yöneticileri tanıyan yukarıda özelliklerini verdiğim iki bir bilen yetişir.

Otururlar vakfın köşesine. Çaylarını yudumlarken listeler de önlerine konur. Bu iki muhteremin biri bir listeyi, öbürü de öbürünü alır. Başlarlar çalışmaya. Şu nasıl? Paralelci. Çiz o zaman. Bu nasıl? Bu da paralelci. Bunu da çiz. Şu? Bu faşist. Bunu da çiz. Liste bu şekil baştan sona bu bilenlere sorulur. Bunlar da bildiklerini söylerler. Sayelerinde merkez üç ilçedeki 600 kadar müdürden 20 kadarı hariç diğer müdürlerin üzeri çizilir. Listeler bu şekilde daha üç ay önce kelle alması için atanan ilçe müdürlerine gönderilir. Onlar da sistem üzerinden hayır hayır butonlarına basarak müdürleri eleme görevini yerine getirir. Kendilerini bu göreve getirenlere karşı da ilk sınavlarını bu şekil geçmiş olurlar. Böylece okullar başarısız müdürlerden bir çırpıda kurtuldu. Bunlar yani bir bilen bu iki kişi olmasaydı, ilçe müdürleri bu ağır sorumluluğun altından nasıl kalkacaktı?

Bu bir bilen iki kişi neredeler şimdi? Yapılan iyilikler boşa gitmezdi. Her ne kadar onlar bu işi Allah rızası için yapıp balık bilmezse Halık bilsin demişler ise de biri kenarda, köşede müdürdü. Ayağını kaydırdığı merkezdeki bir okul müdürünün okuluna müdür olarak geldi. Ne de olsa mukarrabünden idi. Kenarda durdurmak yakışmazdı. Yakına gelmeliydi. Diğeri o zamanlarda öğretmendi. Bir müddet sonra ona da şöyle dört dörtlük bir müdürlük ayarlandı.

Bu bir bilen iki kişi hata yapmadı mı? İnsan olur da hata yapılmaz olur mu? Temizlik operasyonunda o kadar titiz davranınca çoğu kimse paralelci olmamasına rağmen elenmişti. Bu kadar hata kadı kızında bile olurdu. Sonradan bunlara kenardan, köşeden tekrar müdürlük verildi.

Bu bir bilen ve her şeyi özellikle karalamayı, lekelemeyi ve iftira atmayı çok iyi bilen bu iki kişiden biri nereye gittiyse, müdürlükte pek tutunamadı. Asli görevine döndürdüğü eski müdürlerle birlikte öğretmenlik yapıyor. İlerlemiş yaşına rağmen her türlü etkinlikte ve yıkama yağlamada onu görebilirsiniz. Diğeri ise yıllardır istediği ama olamadığı müdürlüğe bir oturdu, hala da oturmaya devam ediyor. İster öğretmenlik ister müdürlük yapsınlar, bunlar bu davanın vazgeçemediği iki neferdir. Vazife önemli değil onlar için. Önemli olan davaya hizmet. Vicdanları da rahat bu arada. Ha bu arada bu bir bilen iki kişi her şeyi bilseler de bilmedikleri bir şeyleri var. Vakıf bünyesinde yaptıkları kelle avcılığı görevini başkasının bildiğini bilmemeleri.

31 Ocak 2023 Salı

Müftü mü Yalan Söylüyor, DİB mi?

Nicedir haber izlememenin ve gündemi takip etmemenin mutluluğunu yaşıyorum. Belki gündemi takip edemedim ama bundan dolayı pek bir eksiklik hissetmedim.

Bu akşam o değilden haberleri açtım. Eski bir vekil, şimdilerde bir muhalefet partisinin genel sekreteri imiş konuşan. Vekilin konuştuklarının sonuna denk geldi kanalı açmam. Spikerin açıklamasına göre;

Eski vekilin 28 yaşında kızı vefat etmiş. Baba, vefatın 40.günü hatim indirmek ve ardından bir yemek vermek ister.  Yer için de Ankara'nın merkez ilçelerinden bir müftülüğü arar. Kendisine birkaç cami ismi verilir. Cami imamları farklı mazeretler öne sürerek yer talebini reddederler. Bir tanesi gençlik merkezimiz müsait, burada yapabileceklerini, yalnız müftülükten izin almaları gerektiğini söyler.

Hafta başında müftülüğe telefon açılır, durum anlatılır. Müftülükten gençlik merkezini kullanabileceklerini söylerler. Bir isim isterler. İsim verilir. Ne iş yaptığı sorulup, eski vekil, şimdilerde bir partinin genel sekreteri olduğunu söyleyince, telefondaki ses, istenen gençlik merkezinin tadilatta olduğunu, bu yüzden vermeyeceklerini söyler.

Bu durumdan haberdar olan partisinden bir yetkili "Müftünün araya girerek caminin kullandırılmasının önüne geçtiğine" dair bir Tweet atmış. Bu Tweete Diyanet'in Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği "İddiaların gerçek dışı olduğu, ilgili kişiye müftülüğün, gençlik merkezinin tadilatta olduğu ama camiyi kullanabilecekleri söylendiği fakat hatim indirmeye gelmedikleri, oluşturulan bu algıya karşı sağduyuya davet eden" bir açıklama ile cevap vermiş.

Habertürk'ten Mehmet Akif bu konuyu haber yaptı. Acılı babayı dinledi. Diyanetin duyurusunu verdi. Bu olayın aslını öğrenmek için gençlik merkezini vermeyen müftüyle görüşmek istediğini ama telefonlarına çıkmadığını açıkladı. Açıklamanın ardından spiker, DiB Genel Başkan Yardımcısı, adı geçen müftünün kendisine gönderdiği mesajı okudu: Mesajda, "15 tatili olduğundan, gençlik merkezinin gençlerin yoğun etkinlikleri ile dolu olduğundan, merkezin verilmediği..." yazıyor. 

Uzattım ama konu anlaşılsın diye mecbur kaldım. Biraz daha uzatıp bazı sorular soracağım:

1. Gençlik merkezi tadilatta mı yoksa gençlerin etkinliği dolayısıyla yoğun olarak kullanıldığı için mi verilmedi? Çünkü burada bir çelişki var. Müşavirliğin yaptığı açıklamada ilçe müftüsünün tadilatta olduğu bilgisine yer verilirken müftünün gönderdiği mesajı spikere gönderen genel başkan yardımcısının mesajına göre merkezin yoğunluğuna işaret ediliyor. Burada çelişkinin ötesinde bir yalan var. Diyanet ile müftülük arasında bir iletişimsizlik var. Öyle görünüyor ki müftünün, müşavirliğin basın açıklamasından da haberi yok. Müşavirlik de aslını müftü den öğrenmeden basın açıklaması yapıyor. Basit bir konu yalan üzerine kurgulandığı için yalancının mumu yatsıya kadar yanar sözü misali, akşam haberlerinde bu yalan ortaya çıktı. Burada yalanın tarafları ilçe müftüsü, Diyanet Basın Müşavirliği. Yani yalan Diyanet ile müftülük arasında gidip geliyor. Tek kelimeyle ayıptır, günahtır, vebaldir. Belki de tek doğru söyleyen gençlik merkezi müsait diyen cami görevlisi. Diyanet veya müftülük yalan söylüyorsa, vatandaşa ne diyeceğiz? İnanın, müftü keçi çaldı asparagas haberinden daha beter bir durum var burada. Her şeyin telafisi olur da bu yalanın telafisi olamaz. Bu kokuşmuşluk, bu aymazlık ümit ediyorum ki bir yanlış anlamadan kaynaklanmış olsun. Değilse yandık ve ağlayanımız yok demektir. Biz yine "Bir fasıl bir haber getirirse..." ayetini kürsülerden açıklamaya devam edelim. 

2. Belli ki gençlik merkezi muhalefetten birine verilmek istenmedi. Bu gençlik merkezini isteyen iktidar partisine mensup birileri olsaydı, acaba burası yine verilmeyecek miydi? Şayet verilecekse, cami ve müştemilatları sadece iktidara mı tahsis edilebiliyor? Camiler ve müştemilatları parti ayrımı yapılmaksızın herkese verilebilmelidir. Çünkü camilere ve müştemilatları herkese ait. Tek şart, burada siyaset yapılmayacak. Zira buralara asla siyaset girmemelidir. 

Kimlik ve Kişilik Kayması

Bu ülkede Anayasaya göre herkes eşit vatandaş ise de gelen siyasi iktidarlara göre vatandaşın bazısı öz, bazısı da üvey evlat olur.

Siyaset öz evlat muamelesi yaptığı kişileri şu ya da bu şekilde ihya eder, korur ve kollar. Kişilerin istek, talep ve beklentilerine göre kimine makam ve mevki verir kimine de ihaleler verir.

Bu şekilde bir taraftan kendi bürokrasisini devlete yerleştirirken diğer taraftan da kendi zenginlerini üretir. Bu yolla kendilerini ölümüne savunacak fanatik taraftar elde ederler. Bunun yolu da iktidarlar için kılıf bulmaktır. Bu da çok kolaydır oturmuş bir sistemi olmayan, iyi kötü işleyen bir sistem varsa onu değiştirmek, iktidarlar için çocuk oyuncağıdır ve buna hak sahibidir. Çünkü bu ülkede sandıktan çıkmak demek her şeyi yapmak, yapabilmek demektir.

Tüm bu süreci izleyen üvey evlat muamelesi gören kesim ise var gücüyle haksızlık var, adaletsizlik var, devletin imkanları birilerine peşkeş çekiliyor diye feryat eder.

Bir taraftan da bize de bir fırsat geçer de bir gün biz de öz evlat olursak, biz onlara göstereceğiz günlerini demek suretiyle bilenir ve kinlenir.

Gün gelir, devran döner. İktidarlar değişir. Öz evlatlar üvey, üvey evlatlar da öz olur. Öncekiler makam ve mevkilerde alınır, yerlerine iktidarın yeni öz evlatları yerleştirilir. İhaleler de aynı şekilde yer değiştirir.

Niçin böyle olur? Çünkü bizde görüşleri ne olursa olsun, zihniyetler değişmez. Bakmayın birbirlerini kıyasıya eleştirdiklerine. Hepsi birbirinin kötü bir kopyasıdır. Hepsi birbirinin hocasıdır. 

Türkiye siyaseti bu şekildedir. Böyle gelmiş böyle gidiyor.

Beni bu siyasetimizde anlayışımızda şoke eden kendini dindar, mütedeyyin ve İslamcı kabul eden kimselerin tavrıdır. Dün makam ve mevkilere getirilmeyen ve ihalelerden pay alamayan bu kesim, orta yerde bir haksızlık yapıldığını bir incinmişlik ve ötekileştirilmiş psikolojisi içerisinde ayet ve hadis okuyarak dile getirir. Biz gelirsek, böyle yapmayacağız derlerdi.

Geldiğimiz nokta itibariyle bugün tüm makam ve mevkiler dindar ve mütedeyyin insanların elinde. Dünün mücahitleri de müteahhit oldular. Gördüm ki hak yeme, haksızlık yapma, birilerini koruyup kollama yönünden bu kesimin de diğerlerinden hiç farkı yokmuş. Belki de tek fark diğerleri bu işlerin kılıfını bulurken ayet, hadis, din ve imanı ağzına almıyordu. Bunlar ise hala ayet ve hadisi dillerinden düşürmeden aynı şeyi hatta daha fazlasını yapıyorlar.

Artık zulüm ve haksızlık bu kesimin dilinde değil. Ya görmüyorlar ya da görmek istemiyorlar. Hoş, çoğu da bir haksızlığın yapıldığına inanmıyor. 

İsterdim ki maalesef yapamadık. Ağzımıza yüzümüze bulaştırdık desinler.

Beni esas üzen haksızlığı ve gidişatı eleştirdiğin zaman bu kesimden niceleri, siyaset böyle. Yapmayan mı var şeklinde bir dönüşüm yaşaması. Ama biz böyle yapmayacaktık dediğinde olması gereken bu imiş denir. Aymazlığın bu kadarına da pes doğrusu. Ben buna kimlik ve kişilik kayması diyorum.

Ticaretin Raconu

"Üstadım, ticarete atılmak istiyorum. Ne önerirsin bana?"

"Sürekli mi olmak istiyorsun?"

"Elbette öyle. Ya değilse niye gireyim?"

"Ticaretin gerekleri ne ise onları yerine getir."

"Zaten onu yapacağım. Ama bu dediğin biraz yuvarlak oldu."

"Dürüst olacaksın, prensip sahibi olacaksın. Bir ürüne normal kar marjını koyup makul fiyata satacaksın. Olur olmaz, fiyat değiştirip durmayacaksın. Müşteriye güvenilir ve ciddi bir firma olduğunu göstereceksin. Müşteriye göre fiyat çekmeyeceksin. Alanında çok iyi olup elle gösterileceksin."

"Bunlar zaten olması gereken. Yalnız son cümlen dikkatimi çekti. Alanımda tek olmamı mı kastediyorsun?"

"Hayır, alanında tek olmaktan sakın. Bu sahada bu işi yapan başkaları da olsun ki rekabet edip kendini geliştirebilesin. Sakın ola ki rakiplerini budama. Onların bu sahada ekmek yemesi senin lehinedir. Değilse, tek kaldım, nasılsa alternatifim yok diye gözünü hırs bürür. Daha fazla kazanacağım diye önce fiyat yükseltirsin. Sonra nasılsa müşterinin eli mahkum diye onlardan güler yüzünü esirgersin ve nezaketi bırakıp kaba, saba davranmaya başlarsın. Bu da senin sonun demektir. Güler yüzü söylememe gerek yok. Zaten bu, ticaretin ilk kuralıdır. Bir diğer husus, müşteri memnuniyetini esas al. Müşteri aldığı ürünü sebepsiz değiştirme ve geri verme imkanına sahip olsun. Sakın ola "Satılan ürün geri alınmaz" gibi bir yazı yazma. Zira bu tür davranış sattığı ürününe güvenmeyen, büyüme gibi düşüncesi olmayan küçük esnafların işidir.”

“Başka?”

“Tüm bunları yaparken çalışanlarını gözet. Onlara insanca yaşayabilecekleri bir ücret ver. Hatta belli bir oranda kardan prim ver. Onlara iyi davran. Köle gibi kullanma.”

“Başka?”

“Hayır ve hasenatı ihmal etme, garip ve gurabayı koruyup kolla.”

“Başka?”

“Çeşidin ve fiyatların bol olsun. Her kesime hitap et. Giren eli boş gitmesin.”

“Başka?”

“Cironu artırmak için elindeki ürünlerden indirimli kampanya yapabilirsin ama şunu yapma. Satamadığın ürünün fiyatına önce bindirip sonra onun üzerini karalayıp ardından indirim diye yeni fiyat yazma. Zira bu müşteriyi avlamanın bir yoludur, psikolojik yönden müşteriyi kandırmaktır. Bunu bugün çoğu esnaf ve marketler yapıyor maalesef. Üstelik bu fiyat üzerinde oynamalar da birkaç gün içerisinde oluyor.”

“Başka?”

“Bir de küsurat hesabı yapma. Ürünlere sonu 90, 95 ve 99 ile biten rakam yazma. Zira bu işin de cılkı çıkarıldı iyice. Bu, müşteriyi kandırmanın farklı bir versiyonudur. Yazdığın küsurat müşteriye üzerini vereceğin şekilde olsun. Sorarım sana bugün 5 kuruşu, bir kuruşu hangi esnaf para üstü olarak verebiliyor?”

“Başka?”

“Yeter artık. Git ticaretine başla. Sana helalinden, bol kazançlar.”

Siyaset Kimin İşi?

Siyaset hayatın olmazsa olmazıdır. Birileri bu işi profesyonelce yapmalı. Kendisini, partisini, yaptıklarını, yapacaklarını, vizyonunu, misyonunu hangi yol ile olursa olsun, gidip anlatsın. Vatandaş da seçenekler arasında uygun gördüğüne gidip oyunu versin. Başta kaybeden olmak üzere sandıktan kim çıkarsa, herkes o partiyi tebrik etsin. 

Kim hükümet olmuşsa görevini yapsın. Seçmen kime hükümeti denetleme görevi vermişse, o da eleştiri ve öneri görevini yerine getirsin. Kazanan ve kaybedeni seçen seçmen de işine gücüne dağılsın. Bir beş sene kendi işine yoğunlaşsın. İktidar ve muhalefet olması gerekenin en iyisini, vatandaş da kendi işini en iyi yapsın. Yani herkes işine. Evli evine, köylü köyüne.

Beş yıl boyunca siyasetçiler dışında kimse bir şey demeyecek mi? Yerinde, zamanında ve kıvamında söylenir. İcraatlarından dolayı iktidar övülür, yerilir ve önerilerle yol gösterilir. Aynı şekilde muhalefete de görevini yapması için öneriler sunulur, söz ve eylemleri eleştirilir.

Buraya kadar yazdıklarım, siyaset adına olması gerekendir.

Bunun ötesi yani sandıkta son sözü söyleyen ve hakemlik görevini yerine getiren seçmenin beş yıl boyunca sabah akşam siyaset yapması, iktidarı akşam sabah övmesi veya eleştirmesi ya da muhalefeti sabah akşam övmesi veya yermesi bana garip geliyor. Maalesef durumumuz bu. Bu yaptığımızı boş ve avare insanların beyhude meşguliyeti olarak görürüm. İşimiz olsa böyle yapmayız. Bir toplumun yediden yetmişe bu şekil siyasete angaje olmasını ve asılmasını inanın, sağlıklı görmüyorum. 

Yaptığımız siyaset prensiplere dayalı, yol gösterici ve ufuk açıcı siyaset olsa, faydalı diyeceğim. Kişi seviciliği ve kişi korkutuculuğu üzerine kurulu bu siyaseti ucuz siyaset olarak görüyorum. Hazırında birbirimizi kırıp geçiriyoruz. Kızıp küsüyoruz. Değer mi kalp kırdığımıza, ömrümüzü boşa harcadığımıza. 

Faydası var mı bu şekil amatör siyasetin? Zerre faydası olmaz. Çünkü bu şekil amatör ve seviyesiz siyaset bizim millete sökmez. Zira bu toplumun hepsi politize olmuş ve kendisini siyasetin piri gibi görüyor. Üstelik herkesin safı belli. 

Kırıp geçirmenin ve boşça vakit geçirmenin dışında zerre faydası olmayan bu siyaset, işimize kendimizi vermediğimizin bir göstergesidir. Siz hiç işi olan, işine koşturan, işinin peşinde koşan ve rızkını arayan insanların siyaset yaptığını gördünüz mü? Ben görmedim şahsen. Bu insanların partisi yok mu? Siyasete dair sözleri ve görüşleri yok mu? Olmaz olur mu? Hem de alasını bilirler ama bir şeyi daha iyi bilirler. Hadlerini. Zira siyaset yapmak onların işi değil. Onların tek siyasetleri işleridir.

Toplumun kahir ekseriyetinin algıya ve dedikoduya dayalı ömrünü harcayarak yaptığı bu amatör siyaseti, inanın, profesyonel siyasetçiler yapmıyor.

Allah bu milleti, üzerine vazife olmayan bu şekil basit, yavan, faydasız ve gereksiz siyasetten bir an evvel kurtarsın. Herkese asıl işiyle ilgilenmeyi nasip etsin. Belki bu şekilde olursak, her birimiz iyi ve faydalı şeyler üretiriz de ülkeye ve insanlığa bir katkımız olur. Unutmayalım ki işimizi iyi yapmamız, kazancımızın karşılığı değil, karakterimizin dışa yansımasıdır.