31 Ocak 2023 Salı

Kirlilikleri Örten Beyaz

Nicedir kışlarımız ılımanlaştı. Doğru dürüst eski kışları görmez olduk.

Tek istisnası 2021-2022 kış sezonunu eski kışlardan bir kış olarak geçirdik. Adeta kar üzerine kar yağdı. Hem erken bastırdı hem de geç gitti.

2022-2023 sezonu ise kışa dair tam bir kesat yıl idi.

Bu sezonun 10-15 cm’lik ilk karı kış mevsiminin ikinci ayının son günü düştü.

31 Ocak günü sabah herkes yerin ve göğün beyazlığına uyandı.

Ağaçların dalları bembeyaz karlarla güzel bir desen oluşturmuşlar.

Her yerin beyazlığını işe gitmek amacıyla yollara çıkan araçların izleri bozmuş.

Üzerinden aracın geçtiği yollar yumuşak karı eritmiş ve asfaltın siyahlığını ortaya çıkarmış. Keşke imkan olsa da bugün hiçbir araç yola çıkıp beyazlığına yok etmeseydi de gecikmeli gelen bu bereketin görüntüsüne gözlerimiz iyice doysaydı. 

Temennimiz inşallah bu karın arkası gelir. Tıpkı geçen yıl olduğu gibi bu sene de eski kışlardan bir kış görür, kara doyarız.

Doymalıyız. Çünkü kurak geçen yılların ardından sular çekildi, barajların su seviyesi iyice düştü. Böyle giderse susuzluk kapıda. Düşünün ki kar yağmazsa halimiz nice olur. Herhalde susuzluktan birbirimizi kırar geçiririz.

Kar görmeye hasret kalsak da karsızlık susuzluk demekse de bu kar nimetini çok hak ettiğimizi düşünmüyorum. Çünkü mevsimlerdeki iklim değişikliği, karın geç gelmesi ve yeterince yağmaması tabiatı hoyratça kullandığımızdandır.

Nicedir küresel ısınma vurgusu yapılmasına rağmen devletler tedbir almadı. Daha yeni yeni iklim bakanlıkları kurulmaya başlandı.

Bakalım kurulan bu bakanlıklar ne işe yarayacak? Kurulduğuyla mı kalacak yoksa safra şifa tedbirler alabilecek mi? Bunu da zaman gösterecek.

İnşallah uzun yıllardır hoyratça kullandığımız, yaptıklarımızla altını üstüne getirdiğimiz ve çivisini çıkardığımız bu dünya, yeniden yaşanabilir bir dünya haline getirilir.

Küresel ısınma, geleceğimize dair tehlike çanlarının habercisi olsa da yılın ilk karının keyfini çıkarmak, ilk önce de şükretmek lazım. Bereketinle tekrar tekrar ne az ne de çok, tam kararında ver demek lazım. İnşallah bu bereketin arkası gelir.

Karın bu şekil her yeri bembeyaz yapmasını aynı zamanda tabiatın tüm kirlerimizin üzerini örttüğünü düşünürüm. Çünkü bilerek veya bilmeyerek yaptıklarımızla hem kendimizi kirlettiğimizi, bu kirin etrafı kokuttuğunu, bu karın işte böyle beyaz olun dediği aklıma gelir.

Belki bir tövbe, bir yüzleşme, geçmişe sünger çekip yeniden hayata başlama bu karın beyazlığı gibi insanı bembeyaz yapar. Yeter ki isteyelim. Niye olmasın.

Güçlü Partileri Bekleyen Tehlike

20 Eylül 2019 yılında "Devletin Kendisi Olan Partiler" başlıklı bir yazı yazarak "dilinkemigiyok.blogspot.com" isimli blokta paylaşmış, aynı yazı 16.06.2020 tarihinde "Pusula Haber" gazetesinde de yayımlanmıştı.

Yazıda, uzun yıllar tek başına iktidarda kalan partileri bekleyen en büyük tehlikenin, devletin kendisi olmasını işlemeye çalışmış, 38-50 arasında iktidar olan ve devletin kendisi ile özdeşleşmiş CHP'yi örnek olarak vermiştim.

1950'den sonra bu partinin yeterli çoğunluğu sağlayarak tek başına iktidar olamamasını, bu partinin geçmişte devletleşmesine bağlamış, 20 yıldır iktidar olan AK Parti'nin de hızla devletin kendisi olmaya doğru ilerlediğini hatta devlet partisi olduğunu, tedbir almadığı takdirde mukadder sonunun CHP olabileceği tehlikesine işaret etmeye çalışmıştım.

Yazının üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen görünen o ki iktidar, kendisini bekleyen tehlikenin farkında olmadığı gibi bu durumdan da hoşnut.

Sevenleri ve savunanları da bu sanki iyi bir şeymiş gibi hiç olmadığı kadar devletle kendilerini bütünleştirmiş durumdalar. 

Öyle zannediyorum, güç-kuvvet, imkanlar ve alternatifsizlik bu tehlikeyi ya göstermiyor ya da bu tehlike görülmek istenmiyor.

Burada bir parantez açayım.

Beni takip edenler bilirler. Partilerle işim yok. Siyasetle hiç işim olmaz. Birinin lehinde ve aleyhinde de değilim.

İdeolojisi ve gücü ne olursa olsun hiçbirine kendimi yakın hissetmiyorum ve hiçbirini desteklemiyorum. Hiçbir partiyi de sadra şifa olacak bir umut olarak da görmüyorum. Ne ihsanlarını isterim ne de gölgelerini.

Böyle diyorum ama ülke yönetimi konusunda elimizde partilerden başka seçenek yok. Bu yüzden hoşuma gitmeseler de elimiz mahkum onlara.

Gelelim tekrar AK Parti'ye. Çoğu kimse, AK Parti özüne yani fabrika ayarlarına dönsün istiyor.

Ama bu dönüş zor görünüyor. Çünkü bu, yaşlanmış birinin çocukluğuna dönmek istemesine benzer.

Hoş, bu partinin fabrika ayarlarına dönmesini isteyen çoğu kimsenin bu partinin devletleştiğini ya da devletin partileştiği tehlikesinin farkında değil. Yani devlet bu görünümüyle bir parti devletidir.

Bu durum ve bu görüntü oh be, her şeye gücümüz yetiyor, önümüzde hiç engel yok diye parti yetkililerini ve sevenlerini sevindirebilir.

Aslında az tarih bilen bu gidişatı iyi görmez. Tamam, tüm azametiyle bir ağaç misali, kendini gösteriyor ama bu ağaç suni desteklerle ayakta duruyor. Bilinsin ki bu görüntünün kökü çürümeye yüz tutmuştur. Kuvvetli bir rüzgarda devrilir. Demedi demeyin.

İyi Satıcı

Bazı insanlar iyi satıcıdır.

Alttan girer, üstten çıkar, müşteriye yakın ilgi gösterir.

Tatlı diliyle müşteriyi kendine bağlar.

Alıcı olmasa bile o değilden fiyat sormaya gelen müşteriye satış yapar.

Satarken de ucuz satmaz.

Diyelim ki bu işletme giyim üzerine iş yapan bir iş yeri olsun.

Bir ürün beğendiniz.

Ama beğendiğiniz bu ürün bütçenizi zorlayacak bir ürün.

Müşteri olarak daha uygun olanı yok mu diye sordunuz.

Var efendim, olmaz olur mu, bizde çeşit bol, her bütçeye uygun ürün vardır.

Ama size bunu öneririm. Üzerinize çok yakıştı. Bunun giyimi de kolay.

Bak şu ürünün fiyatı uygun.

İstersen bunu al ama hiç tavsiye etmem. Çünkü bu ürün dosta gitmez.

Benim için fark etmez. Hangisini alırsan al. İkisi de satılık der.

Sürekli vitrine ya da dışarı kapının önüne koyduğu rengi atmış ve kirlenmiş ürünü gösterir.

Fiyatı uygun olan bu ürünü siz olsanız, alır mısınız?

Almazsınız. Çünkü kim alır ıskartaya çıkmış ürünü.

Bu durumda pahalı ve bütçenizi zorlayacak ürünü alır gidersiniz.

Satıcının dediği ve istediği oldu mu şimdi?

Aslında satıcının hangisini alırsan al demesine bakmamak lazım. Belki de o ürünü satmak için değil, müşteriye pahalısını satmak için durduruluyor sürekli. 

Birileri iyi satıcıdır, paraya para demez. Birileri de bunu beceremez, sinek avlar.

Hayatımızın diğer alanları da buna benzer.

Siyasetimiz de böyle.

Birileri allanıp pullanır, yaptıkları anlatılır. Efsaneye dönüşür.

Buna karşılık karşısına doğru dürüst rakip çıkmaz ya da çıkarılmaz.

Çıkmak isteyen de daha kendini anlatmadan ya boğulur ya da bazı vaatlerle bir şekil yanına çekilir.

Bir şekil çıkanların da acziyeti yüzünden okunur.

Seçmen de sandığa giderken düşünür, hangisine vereyim diye.

Bir bakar ki birinin kendine hayrı yok ki bana olsun, bu bari kötünün iyisi deyip oyunu verir.

Bu durum tezgahındaki kötü ürünü gösterip pahalı ürünü satan esnafa benzer.

Öyle ya kötü ürünü kim alır.

Böylece piyasa, sadece birilerinin at koşturduğu, borusunu öttürdüğü bir saha olarak kalır.

30 Ocak 2023 Pazartesi

Olgular Ne Zaman Netleşir

Ne zaman bu ülkede yürekleri dağlayan bir olay vuku bulsa, bu olay enine boyuna değerlendirilmez.

Olayın ne olduğu bile anlaşılmadan savunmacı tipler hemen devreye girer.

Bir yerde savunmacı tip varsa haliyle saldıran tip de vardır.

Biri savunmaya geçer, diğeri saldırmaya.

Devran döner, savunmacı rolünde olan saldırıya, saldırgan rolündeki de savunmaya geçer.

İkisi birbirinden beslenir.

Bu puslu havadan da hiçbir gerçek ortaya çıkmaz.

Niye çıkmaz? Çünkü hiçbir olay bireysel olarak değerlendirilmez.

Bu bireysel olaydan hareketle genelleme yoluna gideriz:

Bunlar böyledir zaten. Daha önce de sicilleri iyi değildir. Şunu daha unutmadık deriz.

Neyin ne olduğu ortaya çıkmadan algılarla yaşamaya devam ederiz. 

Olayın aslı, sıcağı sıcağına ortaya çıkmadığı gibi yıllar geçse de çıkmaz.

Her kesim yeri geldiği zaman kullanır durur.

Herkesin yaptığı da algıdan ibarettir.

Bir yerde algı varsa algının tarafları da vardır.

Bunlar aidiyet duygusuyla hareket ederler. Buna sürü psikolojisi de diyebiliriz.  

Gerçek ve gerçekle yüzleşmek değildir dertleri.

Algıdır onları yaşatan ve hayata bağlayan.

Bu algılar bu şekil algılana algılana bu algılar olur birer olgu ve biz bunları gerçek olarak kabul ederiz.

Karşı taraf istersen, böyle değil diye yemin etsin.

Gerekirse ellerinde mahkemeden berat alsın. Çünkü çamur atılmıştır bir kere. Bu çamurun izi onlara yeter de artar bile.

Sonra onların kim olduğu değil önemli olan. Bizim onları ne, nasıl gördüğümüzdür.

Hasılı bu kafa yapısı bu anlayış bu niyet okuyuculuğu bu önyargı bu kapasite bu çap bu tarafgirlik, bu başkasının dümen suyuna girme bu didişme bu aklı kiraya verme bu sevgi bu nefret bu övgü ve sövgü bu savunma ve saldırı psikolojisi bizde olduğu müddetçe neyin gerçek neyin doğru neyin yanlış olduğu bu dünyada ortaya çıkmaz. Ancak ahirette öğrenilir. Çünkü ak koyun, kara koyun orada ortaya çıkacak. 

İdeallerden Hüsrana

Küçüklüğümden beri bir idealim vardı.

Referansım da Kur'an ve sünnetti.

İnanç ve düşüncelerimi özgürce yaşamalıydım.

Yaşarken aynı zamanda dünyaya dair sözüm de olmalıydı. Çünkü dünyada haksızlık ve kötülük almış başını gitmişti.

Aynı zamanda bu haksızlık ve kötülüğün de önüne geçmeliydik.

Bunun için inandığım değerlerin iktidar olması gerekiyordu.

Bu değerler iktidar olursa at sahibine göre kişneyecek, yönetenler de benimle aynı idealleri paylaşanlardan olacağı için ülkeye; huzur, güven ve hakça paylaşım gelecek, kimse inancından ve savunduğu değerlerden dolayı zulme uğramayacaktı.

Herkes işini yapacaktı. Çünkü adama iş değil, işe adam alacaktık.

Ahbap çavuş ilişkisi sona erecek, herkes liyakate göre atanacaktı.

Tüm bunları yaparken tevazuu da elden bırakmayacaktık.

Hasılı her alanda ülkeye huzur gelecek, iki günümüzü eşit kılmayacak, durmadan çalışacaktık.

Bizi gören işte şu ya. Şu ana kadar bunlar neredeydi? Daha önce biz yaşamıyormuşuz da haberimiz yokmuş diyecekti.

Bütün bu idealleri yerine getirmenin yolu siyasetten geçiyordu. Çünkü bu ülkede bir şeyin olması için iktidara gelmek gerekiyordu.

Düşünceme yakın partiler fazla varlık gösteremeden kapatıldı. Zaman zaman koalisyon hükümetlerinde yer aldı ama gücü olmadığı için ideallerimizi yerine getirmesine izin verilmedi.

Üzerimizdeki gömleği çıkarırsak belki bu mimli görüntüden kurtulabilirdik. Çıkarıp denedik, oldu. Bir keyif bir keyif.

İktidar olup muktedir olamadığımız zamanlarda iyi çalıştık. Bunun sonucu mesafeli olanlar da bize sempatiyle bakmaya başladı. Bunlar bu işi becerecek dedi. Bir de muktedir olsak, bizi kim tutar dedik.

Allah da alın bir de muktedir olun, hiçbir mazeretiniz kalmasın dedi ve nicedir, tam muktediriz.

Bekara avrat boşamak kolaymış meğer. Ne zaman tam muktedir olduk işler umduğum gibi gitmez oldu. Sempatiyle bakanlar bunu esirger oldu. Çünkü ulaşılmaz güç bizi zehirledi. Güç zehirlenmesi yaşadık. Bu gücümüze kim, ne diyebilirdi ki.

Uzatmayalım, geldiğimiz nokta itibariyle dünyayı kurtarmaktan, Türkiye’yi düze çıkarmaktan vazgeçmiş bulunuyorum. Kendimi kurtarsam kâfi noktasına geldim. Çünkü hayal aleminden uyandım ve havadaki ayaklarım yere basmaya başladı. Çünkü dünyaya dair söyleyecek bir şeyimiz olmadığı gibi bizim de diğerlerinden bir farkımız yokmuş dedim ve gerçekle yüzleştim. Maalesef geldiğimiz nokta itibariyle her maceranın sonu nasıl ki hüsransa, bizimki de öyle oldu. Bu şoku hâlâ atamamış bir haletiruhiye içerisindeyim ve hayal kırıklığı yaşıyorum. Bu serüvenin en büyük faydası da bu oldu. En azından ne olduğumuzu öğrenmiş oldum. Ama neye yarar? Zira ben uyandım ama hala bu uykudan uyanmayan milyonlar var. 

El Pençe Divan Durmuş Bir Prof.

Yarışma programı yapılan bir kanalda sunucunun yanında sorular soran, bazen ipuçları veren, sorulan soruyla ilgili konunun uzmanı sıfatıyla konu hakkında açıklamalarda bulunan, bazen yarışmacıya destek olmak amacıyla seçeneklerden birini eleyen, programın bir parçası olan Prof. ünvanlı bir akademisyen de yer alıyor. 

Aynı zamanda bilgilendirici özelliği olan bu yarışma programına, kanalları çevirirken denk geldikçe bakmıştım. Program hala devam ediyor mu bilmiyorum. Zaten konum da yarışma değil. Bu yarışmada bir bilen olarak yer alan akademisyeni ele alacağım. 

Tatlı dili, anlatım şekli itibariyle hoşuma giden bu akademisyeni bir TV programında bir siyasinin programında onun yanı başında otururken gördüm. Siyasiye dönük konuştuğu için yüzünü tam göremedim. Ama sesi yabancı değildi. Bugün o programı Youtube'dan bulup soru soran kişinin konuştuğu bölümü buldum. Dikkatli baktım. O Prof'dan başkası değildi. Programın sonlarına doğru da ayakta gördüm. 

Şimdi gelelim bu akademisyenin garibime giden hal ve hareketlerine. Güya akademisyen soru soruyor ama sorudan ziyade övgü ve taltifte bulunuyor. Oturduğu sandalyede önüne eğilmiş bir vaziyette Cumhuriyet dönemiyle günümüzdeki geldiğimiz noktayı kıyaslıyor. Aklı sıra nereden nereye geldik diyor. Verdiği istatistiki bilgiler güncel olmadığı için ilgili sorumluları düzeltme yapma ihtiyacı hissetti. Hatta bir cümlesi var ki 1950'ye kadar bu ülkede diş hekimi bile yoktu dedi. Videonun sonlarındaki ayaktaki hali de dikkatimden kaçmadı. Ceketi ilikli, kravatlı bu kişiyi, ellerini de ceket düğmesinin önünde üst üste koymuş görünce, bu kadar da olmaz dedim. Zira bana vıcık vıcık geldi. 

Bu kişi acaba ilgili partinin yetkili organlarında siyasetin içerisinde mi diye hayatına baktım. Partide bir görevi yoktu. Yani TV programlarında konusunun uzmanı diye kendisine görev verilmiş, üniversitede ders veren bir akademisyen olmanın dışında bir görevi yok.

Partinin icraatlarını öven ve ayakta elleri önde el pençe duruşuna ne denir diye TDK'ye bir baktım. Karşıma "El pençe divan durmak" deyimi çıktı. Bu duruşa ne denirmiş bir bakalım. "Saygı gösterilen kimse karşısında el kavuşturup ayakta durmak" demekmiş. TDK, bir iyilik daha yapıyor. Deyimi cümle içerisinde kullanıyor. İlkokulda iken öğretmenlerimiz de parçada bulup altını çizdiğimiz anlamını bilmediğimiz kelimeleri bu şekil cümle içerisinde kurdururdu. H. Taner'den bir cümle: "Demokraside el pençe divan durup boyun kesmek yoktur, dalkavukluk yoktur." Bir cümle de Peyami Safa'dan: "Doğruldu, el pençe divan durdu, başını önüne eğdi."

Akademisyenin duruşunun ne anlama geldiğini bu vesileyle öğrenmiş oldum. Dalkavuklukmuş yaptığı. Bir de dalkavuğu hatırlayalım: "Kendisine çıkar ve yarar sağlayacak olanlara aşırı bir saygı ve hayranlık göstererek yaranmak isteyen kimse, şaklaban." Madem dalkavukluğu öğreniyoruz. Örnek cümle içerisinde kullanılışına da yer verelim:

"Cahiller, dalkavuklar, mürailer rahat rahat yaşıyor." - P. Safa

"Bunları yaparken hiçbir zaman kendini dalkavuk vaziyetine, düşürmez." - R. N. Güntekin

Dalkavuğun ikinci bir anlamı varmış. O da: “Saraylarda devlet büyüklerini nükteli sözlerle eğlendiren kimse” demekmiş.

Nükteli sözler yoktu konuşmasında ama övgüleriyle vıcık vıcık dalkavukluk yapıyordu.

Siz nasıl karşıladınız bilmiyorum bu akademisyenin yaptığını. Doğrusu ben garipsedim. Konuşmasını, övgüsünü ve ayakta duruşunu bir profesöre yakıştıramadım. Çünkü ben bu ünvanlıları alim olarak görürüm. Alime yakışan da övgü değil, tespittir, öneri sunmaktır. Partinin yetkili organlarında bir görevli değilse, kendisi siyasinin ayağına değil, siyasiler onun ayağına gelmelidir.

Bir İntihar Hali

Bir zamanlar aynı duygu ve düşüncelere, aynı din ve dünya görüşüne, aynı siyasi bakış açısına sahip olduğum insanlar vardı. Bunlarla bir araya geldiğimizde konuşacak o kadar konumuz olurdu. Konuş konuş bitmezdi. Birimiz bırakır diğeri konuşurdu.

Aşağı yukarı hep aynı düşünürdük. Olup bitenleri orta yere döker, bu sorunların nasıl giderileceğine dair görüşler serdederdik.

Güzel önerilerimiz vardı. Ama imkan, güç ve kuvvet bizde değildi. Ah, güç bizde olsaydı da nasıl yaşanabilir bir ülke ve dünya oluştururduk. Üstelik doğruluk, dürüstlük, çalıp çırpmama, yetimin hakkını koruma, devlet malını har vurup harman savurmama, çalışma bizde vardı.

Devran döndü, nöbet bize tevdi edildi. Zihniyetimiz iktidar oldu. Her makam ve mevkide bizler vardık. Belli bir süre iyi çalıştık. Dost düşman gıpta etti bize. Birçok mağduriyetler giderildi, yapılmayanlar yapıldı.

Devran böyle gidecek, daha iyi günler ve yaşanabilir bir ülke bizi bekliyor, daha yapacak çok şeyimiz var derken zirvede kendimizi yenileyememeye, bol kendimizi tekrar etmeye başladık. Bu tekrar, patinajmış. Bu patinaj bizi ileriye değil, gerisin geriye götürmeye başladı.

Geri gidiyoruz. Çünkü yanlış yapıyoruz diyene kimse aldırmadığı gibi böyle diyenler düşman bellendi. Ne öneri dinliyoruz ne de eleştiriye geliyoruz. Kim ağzını açarsa hurra saldırıyoruz ve yerin dibine sokuyoruz. Onları nankör, hain ve satılmış ilan ediyoruz. FETÖ ağzıyla konuşuyor diyoruz.

Geldiğimiz noktada adaletsizlik bizde, ahbap-çavuşu ilişkisi bizde, israf bizde, Yağma Hasan’ın böreği bizde, korku salma bizde, had bildirme bizde, dini kullanma bizde, slogan ve hamaset bizde, algıyı olgu kabul etme ve bununla yaşama bizde, yalan-talan bizde, U dönüşü bizde, torpil bizde, kayırıp kollama bizde, çelişki bizde, ağzı bozma bizde, hakaret bizde, savunduğumuz değerleri yok etme bizde, yapacaklarımızın ziyade kötüleme bizde, kokuşmuşluk, kibir, tepeden bakma, dini istismar bizde, değerlerin içini boşaltma bizde, her şeyi berbat etme bizde...

Bu eleştirilere en makul yaklaşan da “Bunu herkes yapıyor” diyor. İyi de hani biz yapmayacaktık, o zaman ne farkımız kaldı onlardan dediğinde “Öbürleri gelsin de gör gününü” diyor bu sefer.

Bugün itibariyle -hoş nicedir böyle- bizim mayamız da aynıymış, kumaşımız bozukmuş, yokmuş aslında bir farkımız diyorum. Üzerine bir de savunduğumuz değerlerin içini boşalttık. Bize güvenenlerin güven ve itimadını da yok ettik. Kısaca intihar ettik intihar.

Bu duruma düşmemize hiç başkasına kızmayalım. Zira hepsi kendi yapıp ettiklerimizdir.

Hala ayakta duruyorsak hala güçlüysek –buna ayakta durma denirse- bu bizim başarımız değil, başkalarının beceriksizliğidir. 13.08.2021