10 Aralık 2022 Cumartesi

Çocuk Evlilikleri ve Dini Nikah *

Diyanetin dini konularda toplumu aydınlatma gibi bir görevi olduğuna göre adı dini, imam veya hoca nikahı diye bilinen ve toplumun kahir ekseriyetinin resmi nikahla beraber kıya geldiği dini nikah diye bir nikahın olmadığını cümle aleme duyurmalıdır. Milleti bu iki türlü nikahtan kurtarmalıdır. Dini nikahın geçersiz, geçerli olanın resmi nikah olduğunu basın, yayın, Web sayfası, hutbe ve vaazlar aracılığıyla ilan etmelidir. Resmi nikahı olsa dahi dini nikah kıyan görevlinin, üzerine vazife olmayan işlere yeltendiğinden dolayı görevine son vermelidir. Resmi nikahı olmadığı halde dini nikah kıyana ilave hapis cezası verilmesi için kanun teklifi vermeleri konusunda yetkilileri harekete geçirmelidir. Kıyılan bu dini nikahın dini değil, örfi olduğunu, resmi nikah olduktan sonra bu nikaha ihtiyaç olmayacağı hususunda halkı aydınlatmalıdır.

Burada birileri, dini nikah dinin emridir gibi kulaktan dolma bilgileri iddia edebilir. Bu iddiaya katılmıyorum. Zira nikahın dinisi, resmisi olmaz. Nikah iki taraf arasında, iki tarafın iradesiyle şahitler huzurunda adına icap ve kabul denilen irade beyanının resmiyete geçirilmesinden ibaret bir mukaveledir. Rsmi nikahta mihr ve dua yok denirse, vatandaşların isteğine göre nikah kıyan görevli, bu istekleri de yerine getirerek tarafların kafasındaki acaba şüphesini izale etmelidir. Dindar ve mütedeyyin insanların özellikle kız babalarının resmi nikaha dört elle sarılmaları gerekir. Çünkü dini nikah dediğimiz nikah, kayıt ve küreğe bağlanmadan, tarafların evlenmesinin önünde bir engel olup olmadığı bilinmeden iki şahit huzurunda kapalı kapılar arkasında kıyılan bir nikahtır. Bu nikah kadını koruyan değil, mağdur eden bir nikahtır.

Diyanetin ele alması ve üzerinde hassasiyetle durması gereken bir başka husus, erken yaşlardaki evliliğe yeni bir irade beyanında bulunmasıdır. Eski fıkıh kitaplarında yer alan çocuk evliliklerini caiz gören fetvaları elinin tersiyle itmelidir. Ergenlikle beraber dinin bu evliliğe cevaz verdiği yönündeki bakış açısına dinin cevaz vermediğini ifade etmelidir. Geçmiş fıkıh kitaplarındaki çocuk evliliklerine cevazın Arap örfünden kaynaklandığını, bizim toplum yapımızın böyle bir anlayışa sıcak bakmadığını ifade etmelidir. Evliliğin iki tarafın özgür iradeleriyle evet dediği bir sözleşme olduğunu, çocuk yaştaki insanların evlilik beyanının doğru ve yanlışı ayırt edebilecek bir yaş olmadığına yer vermelidir. 18 yaş altı evliliklere hiç kapı aralanmadığı gibi 18 yaşını dolduranların evlenebilmelerinin önünde bir engel yoksa da en erken evliliğin 20 ve üzeri yaşlarda düşünülmesi gerektiği açıklanmalıdır. Çünkü evlilik dediğimiz yaşla değil, sorumlulukla alakalı bir şeydir. Akıl yaşta değil, baştadır. Aile sorumluluğunu üstlenemeyecek kişilerin yaşı 18 olsa dahi evlenmelerinin erken olduğu vurgulanmalıdır. 

Hasılı, evlilik konusu önemsenmelidir. Çocuk yaştaki çocukları daha çocukluklarını yaşamadan örften veya dinden gerekçe bulmak suretiyle evlendirmek, çocukların üzerine taşıyamayacakları bir yük yüklemek demektir. Bırakalım, çocuklar çocukluklarını doya doya yaşasınlar. Unutmayalım ki doya doya çocukluklarını yaşayamayanlar hayatları boyunca mutlu olamazlar. Hiçbirimizin daha çocukluklarında evlilik gibi bir yük yükleyerek onları mutsuz ve huzursuz etmeye hakkı yoktur. Unutmayalım ki evlilik çocuk oyuncağı değildir. Anne ve babaların çocuklarının huzur ve mutluluğunu düşünme ve gözetme gibi bir görevi vardır, karartmak değil.

* 14 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Çocuk Evlilikleri *

Türkiye, bir kız çocuğunun 6 yaşında evlendirildiği iddiasıyla çalkalanıyor. Olayın aslı var mı, yok mu? Gerçeğin ne olduğunu öğrenebilecek miyiz endişesini taşımıyor değilim. Gerçi gerçeğin er veya geç bir gün ortaya çıkma gibi bir özelliği olsa da burası Türkiye olunca, bu ülkede çoğu şey algılar üzerinden yürütülünce, belki de olayın aslını hiç öğrenemeyeceğiz. Temenni ediyorum ki bu olayın aslı ve astarı yoktur. Çünkü asparagası bile mide bulandırıcı olur, iftira olur, kişileri töhmet altında bırakma olur. Aslı varsa bunun adı evlilik değil; pedofilidir, sübyancılıktır. 

Olay adli boyuta taşındığına göre bu aşamadan sonra bu olayın aslının olup olmadığına mahkeme karar verecek. Ümit ediyorum ki mahkemelerimiz hiçbir etki altında kalmadan, kimseyi koruyup kollamaya kalkmadan toplumu bu konuda aydınlatır. Olayın aslı varsa taraflar en ağır cezaya çarptırılmalı, aslı yoksa bu olayı uyduranlar da yine en ağır cezayı almalıdır. 

Bu olayla ilgili kafama takılanlara burada yer vermeye çalışacağım: 

*Toplumu infiale sürükleyebilecek bu vaka ile ilgili savcılık iddianamesi basının elinde nasıl yer alabilir? Bilmediğim için soruyorum. İsteyen istediği zaman iddianamelere ulaşabiliyor mu? Aklıma, sonraları böyle bir örgüt yok denerek kapatılan Ergenekon iddianameleri geliyor. Çünkü o süreçte zanlıların mahkemelerde verdikleri ifadeler aynı gün çarşaf çarşaf basında yer alıyordu.

*Bu olayın aslı var. Bunlar zaten hep böylecilerle, bu olayın aslı olamaz. Tamamen art niyet var. Müslümanlığa saldırı var diyenciler arasında atışmalar şimdiden başladı. Bu iki taraf da adı üzerinde taraftır. Gerçeğin ortaya çıkmasını çok istediklerini sanmıyorum. Çünkü saldırı ve savunmadan gerçekler ortaya çıkmaz. Halbuki şu aşamada herkesin ve tarafların adli boyuta taşınmış bu olayın sonucunu beklemeleri gerekir. Mahkeme de bu konuyu zamana yaymadan öncelikle ele alıp  vuzuha kavuşturmalıdır.

*Bu olayı duyar duymaz 28 Şubata giderken ortaya çıkan Fadime Şahin ve Ali Kalkancı figürleri gözümün önüne geldi. Acaba bu olayla birileri bir şeyin fitilini mi ateşlemek istiyor? Şayet böyle ise benzeri olaylar seçime kadar servis edilecek demektir. Bu yüzden toplumsal infiale sebebiyet verebilecek bu konularda temkin ve soğukkanlılığı elden bırakmamak lazım.

*İddialara göre kızın 6 yaşında iken nikahının kıyıldığı, 14 yaşında iken de düğününün yapıldığıdır. Burada kıyılan nikah resmi nikah olamayacağına göre olsa olsa dini nikahtır. Dini nikah ve çocuk evliliğine de diğer yazımızda yer verelim.

* 12 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

9 Aralık 2022 Cuma

Bizden Değil

2000 öncesi Güneydoğu illerimizin bir okulunda meslek dersleri öğretmeni olarak görev yapıyorum. Okulun aynı zamanda pansiyonu vardı. Okul yönetimi pansiyonda nöbet tutacak öğretmen bulmakta zorlanıyor. Çünkü nöbet ücreti yoktu. Okul koruma derneğinin verdiği ücretin ise bir anlamı yoktu. Kime nöbet tut dense, çocuğum korkuyor, eşim yalnız kalamıyor mazeretini öne sürdü. Böyle bir durumda okul bizim, bu çocuklar bizim diyerek nöbet tuttum. 

Gel zaman git zaman 28 Şubat süreci geldi. Katsayı uygulaması başladı. Bu arada pansiyon nöbetlerine de 6 saat ücret geldi. Nöbet tutmak isteyenler için imza sirküsü açılmış. İmza için bana da getirildi. Bana gelinceye kadar okulun tüm personeli görüşünü bildirmiş, kahir ekseriyeti nöbet tutmak istiyorum yazmış. Dün nöbete yanaşmayanlardaki nöbet sevgisini görünce ben bari tutmayayım dedi. Tutmak istemiyorum yazarak imzaladım. Benim nöbet istemediğimi gören müdür yardımcısı, "Çatlak mısın, bedava iken tutup paralı hale gelince tutmamak olmaz. Tutacaksın" ısrarı üzerine bir dönem nöbet tuttum.

Yeni öğretim yılı başladı. Katsayı uygulamasından dolayı öğrenci mevcudu gittikçe azaldı. Öğretmenler norm fazlası oldu. Ben de onlardan biri oldum. Norm fazlası öğretmenler koordinatör okulun kadrosuna geçirilmesi gerekiyormuş. Bir teneffüste ilişiklerimiz kesilerek aynı bahçedeki Anadolu lisesi kadrosuna alındık. Zil çalmadan norm fazlası olduğumuz okuldaki dersimize yetiştik. Tayin isteyip il dışına nakil gidinceye kadar yıllardır çalıştığım okulda norm fazlası olarak çalışmaya devam ettik. 

Fiili olarak yine eski okulumuzda çalışmış olmamıza rağmen pansiyon nöbeti verilmedi. Niye dediğimde "Siz artık bizim okulun öğretmeni değilsiniz" dendi. Gerekçeniz bu mu, bu konuda ciddi misiniz dediğimde, "Resmi olarak böyle" dendi. İyi nöbet tutamıyorsunuz, bu yüzden tercih etmedik deseniz benim için daha ikna edici olurdu dedim. Allah var, böyle de diyemeyiz dediler.

Nöbet tutup tutmama önemli değildi benim için. Zira para önemli olsa da her şey değildi. Burada beni üzen yıllardır iyi ve kötü günlerimizin geçtiği, muhabbet yaptığımız, okul başarısı için omuz omuza çaba sarf ettiğimiz, anılarımızın oluştuğu okulla bağımızın bir kağıda indirgenmesi idi. Halbuki norm fazlası olsam da görevlendirilmiş olduğum okulda nöbet tutmamın önünde bir engel yoktu. Demek ki bizi birbirimize bağlayan mevzuat gereği düzenlenip bir formalitenin yerine getirilmesinden ibaret olan atama kararnamesi imiş. Bunun önemli olduğunu zor da olsa anladım ama benim için biraz geç oldu.

*

2001 yılında güneyde bir il merkezinde çalışıyorum. Bir sendika temsilcisi üye kaydı için uğraşıyor. Müstakil temsilcilik açabilmeleri için 40 üyeye ihtiyaçları varmış. Sendikanın düşünce yapısı kafa yapıma uygun olduğu için onlara, üye olmayı düşünmüyordum ama müstakil temsilcilik açamayışınızın müsebbibi olmak istemem. Üye yapın beni dedim. Üye oldum. 

Üye olduğum bu sendika düşünce yapısına uygun bir partinin iktidara gelmesiyle birlikte üye patlaması yaşadı. Müstakil temsilcilik açabildiği gibi Türkiye genelinde tüm işkollarında yetkili sendika ve konfederasyon oldu. 

Sendika yönetimi üyeleri ayırt etmek için uzun süre eski üye, yeni üye diye tasnif etti. Anlayışa göre eski üyeler hiçbir beklenti içerisinde olmadan üye olan hasbi kişilerden oluşurken sonrasında üye olanlar bir beklenti ile üye olanlardan idi. Ben eski üyeler tasnifinde yer alıyordum. Üyeliğim boyunca da hiçbir beklenti içerisinde olmadım.

Bu üyeliğim 2020 yılına kadar devam etti. Dedim ayrılayım ve sendika üyeliğimden istifa ettim. Yani en zayıf durumlarında üye oldum, en güçlü  durumlarında ayrıldım. İstifamı gören sendika temsilcisi, abi, eski üyelerden idin. Niye ayrıldın dedi. Ya ben yabancılaştım ya da siz. Zaten kaç yıldır da bunu hissettiriyordum. Şu an itibariyle beni kendi halime bırakın. Gönlüm sizinle beraber ama beni böyle kabul edin. Size başarılar dedim.

Üyelikten ayrılsam da düşünce yapıma uygun olduğu için oturup kalkmam devam etti. Çünkü savrulmalarından dolayı eleştirsem de içinden çıktığım camiam idi.

Gel zaman git zaman hakkımda bir şikayet söz konusu oldu. Şikayeti çok da önemsemedim. Akıbetin hayır olmasını istedim o kadar. Etraftan "Sendikaya söylesek, yardımcı olurdu ama sendika üyesi değilsin. Sahiplenmezler. O bizim üyemiz değil derler" dendi. Bir beklentim olmamasına rağmen "Üyemiz değil" kısmına takıldım. Demek ki bizi birbirimize bağlayan üyelik bağı imiş dedim. Bunu da geç de olsa öğrenmiş oldum. 

Hasılı pansiyonda nöbet tutmak isterseniz, o okulun kadrolu öğretmeni olmak için çaba sarf edin. Başınıza bir şey geldiği zaman size sahiplenilsin istiyorsanız, güçlü bir sendikaya üyeliğinizin olmasında fayda var. Ben yandım, siz bari yanmayın. Ben bunu öğrendim ama iş işten geçti.

8 Aralık 2022 Perşembe

Zamlar Bize Ne Yapabilir ki?

Ne var ne yok diye dijital ortama o değilden bir göz atıyorum. İçimi açan, göğsümü kabartan haberleri ara ki bulasın. Hep şunlar var: "Benzin ve motorine dev zam".

Bugünlerde "kallavi zam" mı duymaz oldum. Demek ki dev, kallaviden daha büyük. Yani acıtan cinsten. Bunun bir ilerisi "okkalı zam" olur. Anlamadığım varili 90 dolar olan yakıt, 70-75 dolara düşmesine rağmen bu dev zamlar niye? İndirimden geçtim. Yerinde dursa bari. 

Bir diğer haber, "Dolar yeniden yükselişe geçti. Ateşi sönmüyor bir türlü". İnmedi ki yükselişe geçsin. Hız kesmeden emin adımlarla tırmanıyor. Sonra dolar hasta mı ki ateşi sönsün. Bu haberi niye yazarlar ki? Zaten yükseliyor. Rutin şeyin haber değeri mi olur, öyle değil mi ya. Kazara yorulsa, az soluklanayım dese, bir yiğit çıkıyor er meydanına: Dinlenemezsin. Çık çık. Allah yolunu açık etsin diyor.

Bir diğer haber: "Altını olanlar dikkat! Daha önce altının bu seviyeye geleceğini bilen, altın şu fiyatı bulacak" diyor. Şom ağızlılar! Ne olacak. İşiniz yok mu sizin. Bu da yükselişte. Zaten yükselse yükselse bir müddet sonra tutamayacağız. Çünkü etimiz ne budumuz ne. Boyu zaten ara ki bulasın. 

Efendim ürünlere durmadan zam geliyor desen, "Bugün pahalı gördüğün yarına göre daha ucuz" diyor birileri. Çok komik. Gerçi haksız da değiller.

Kazara tüm bu durumlardan dert yansan, gidişata dair endişeni dile getirsen, vazifeleriymiş gibi birileri üzerine vazife çıkarıyorlar. Sanırsın ki zam yapanların toplumu ikna için görevlendirdiği maaşlı görevlileri. Karşılığında para alsalar, ekmek kapıları diyeceğim. 

"Efendim, dünyada da yükseliyor. Biz yine ucuza yiyoruz. Onlar mal bile bulamıyor" . 

Hızını alamıyorlar: Dış güçler operasyon çekiyor" diyorlar.

"Fırsatçılar stok yapıyorlar. Zamları onlar yapıyorlar. Vicdansızlar". Buradan hareketle akaryakıta günaşırı zam yapanlar da fırsatçı olmuyor mu?

Hasılı gördüğüm sıradan haberler iç karartan türden. Bereket başımıza gelenlerin müsebbibini de biliyoruz: Dış güçler ve fırsatçılar. İşin sevindirici yanı, Avrupa bizden kötü. Bir diğer sevindirici yanı, tüm bu olup bitenlerden bizim hiç suçumuzun olmaması. Bizi rahatlatan da bu iki sevindirici yön. Rahatlığımız da bundan. Bu rahatlık bizde varken günbegün gelen zamlar bize ne yapabilir ki... 08/12/2021

Ali İhsan Varol ile Kelime Oyunu *

TV2'de hafta içi her akşam Ali İhsan Varol'un hazırlayıp sunduğu "Kelime Oyunu" adında bir yarışma programı var. Uzun yıllardır devam eden bu programı izleyenler bilir, izlemeyenler için kısaca değineyim:

Önceleri beş kişinin yarıştığı programa, bu sezondan itibaren 4 yarışmacı katılıyor. Yarışmada dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz ve on harfli olacak şekilde 2'er soru soruluyor. Toplamda 14 kelimeye dört dakika içerisinde cevap verilmesi gerekiyor. Her harfe 100 puan veriliyor. Yarışmacılar harf aldıkça 100 puan kaybediyorlar. Her günün birincisi diğer günlerin birincisi ile haftalık yarışmaya, ardından hafta birincileri de ay birincileri olarak yarışıyor. 

18 yaşını dolduran herkesin katılabildiği programda; kelime hazinesini güçlendirme, zihni yoklama ve zorlama, düşündürme, heyecan, bilgilendirme, zamanla yarışma, stres, espri, gülerken ve güldürürken öğretme, değer verme, nezaket, zarafet, seviye, tatlı rekabet vb. var. Yani iyilik ve güzellik adına yok yok. Programa renk katan kahraman ise programı hazırlayıp sunan Ali İhsan Varol'dur. Nezaket ve zarafetiyle, programına bir seviye getiren ve bu seviyeyi her programında koruyan Ali İhsan Varol'un diğer tüm yarışma programlarına, yarışmacılara ve sunuculara örnek olmasını isterim. Programın uzun yıllar devam etmesinde ve izlenmesinde programın her safhasında emeği bulunan Sayın Varol'un payı büyük. İzlemeyenlere bu programı izlemesini ısrarla öneririm.

Niyetim programı anlatmak, reklamını yapmak ve Ali İhsan Varol'dan bahsetmek değil idiyse de Kelime Oyunu demek Ali İhsan Varol demek ve Ali İhsan Varol'dan bahsetmemek olmaz. Ali İhsan Bey'i görür görmez nezaket, zarafet, beyefendilik, görgü, empati, insanın onurunu koruma, moral verme, içtenlik, değer verme vs. gözümün önüne geliyor. Öncelikle bu hakkı teslim edeyim. 

Programda benim gördüğüm, yarışmacılara sorduğu kelimeyi buldurmak için yardımcı olmaya çalışan ve değişik ipuçları veren Ali İhsan Varol, tüm yarışmacıların sarf ettiği toplam efordan daha fazla efor sarf ediyor olmasıdır. Zira kelimeyi bulsun diye adeta çırpınıyor. Dikkatimi çeken bir başka yön ise yarışmayı kazansın veya kaybetsin tüm yarışmacıların moralle ve onurlandırılarak gönderilmesidir. Kaybeden yarışmacı bile kazanmış edasıyla omuzları kabararak gidiyor yerine. Kazanma iddiasını kaybedene hakeza. "Efendim, bu aslında siz değilsiniz. 9 bin puanı çok kolay alabilirdiniz. Falan kelimede koptunuz. Aslında dilinizin ucuna geldi, bir türlü söyleyemediniz, süre sıkıntınız oldu, bugün şans faktörü yanınızda değildi, bunu saymıyorum, bir daha bekliyorum. Moral alkışını yeterli bulmadım. Haydi bir defa daha alkışlayalım." gibi sözlerle kaybeden her yarışmacı, önce "Bu ben miyim acaba" diyor. Ardından iltifatların ardı arkası kesilmeyince "Evet, bu benim, ben neymişim de haberim yokmuş" deme noktasına geliyor ve kişiye kendisini değerli olduğunu hissettiriyor.

İddiası olsun veya olmasın, moral bulmak, onurlanmak, iltifatlar görmek isteyen bu programa katılsın derim. Zira program ve sunucudan her birimizin alacağı örnekler var. Zira Varol'un farklı bir güdüleme özelliği var. Özellikle anne ve babaların, emrinde personel çalıştıranların ve eğitimcilerin alacağı dersler var. Çünkü bu yarışmada kişileri suçlama yok. Suçlama olmayınca yarışmacılar da savunma ve mazeret üretme ihtiyacı hissetmiyorlar. Suçlama yerine, kişilerden verim elde etmek, kişileri kazanmak esas olmak olmalı. Bunun yolu da Ali İhsan Bey'in yaptığı moral depolama ve motive etmektir. Öğrencileri kazanmak ve onların başarısını artırmak için öğretmenlerin bu metoda çok ihtiyacı vardır ve her eğitimci, bu programın müdavimi olmalıdır. Zira Ali İhsan Bey'den öğrenilecek çok şey var. Yaşa, Var ol Ali İhsan Bey!

*17 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Adalet mi, Eşitlikçi Anlayış mı?

Yapılan bir açıklama ile devletin doğal gazı sübvanse etmesi sonlandırılmıştı. Şimdilerde yüzde 75'inin devlet tarafından karşılandığı dillendiriliyor yeniden. Bu demektir ki kullanılan ısınma giderinin yüzde 25'ini vatandaş öderken yüzde 75'ini devlet karşılıyor. 

Örneklendirirsek, diyelim ki vatandaşa bu ay 1.000 liralık fatura geldi. Bu faturaya devlet tarafından ödenen kısmı da dahil edersek, bu fatura toplamı 4.000 lira demektir. Yani vatandaş bu meblağın çeyreğini ödüyor. Tamamını ödese yandı demektir. Devlet aynı zamanda imkanı olmayan bir kısım vatandaşın yakıt giderini de karşılıyor. Varsın karşılasın. Zira sosyal devlet olmanın bir gereğidir.

Bir an için devletin sübvanse etmesi olmasa, giderin tamamının vatandaş tarafından ödenmiş olsa, bu ısınma giderini bir kısım vatandaşın karşılayabilmesi, özellikle asgari ücretli olarak çalışan kimselerin ödeyebilmesi zor görünüyor. Bu yönüyle sübvanse yerinde. Devletin ödemesine gelince, karşılanan 2/3'lük kısım büyük bir rakam. Devlet bunun altından nasıl kalkıyor? Nereden ödüyor bunu? Düşündürücü değil mi? Devletin yedekte parası olsa ya da cari fazlamız olsa varsın ödesin. 

Bildiğimiz gibi devletin gideri, gelirinden daha fazla. Gelir gideri karşılamayınca devlet borçlanma yoluna gidiyor. Sübvanse edilen kısmı karşılamak için devlet borçlanıyorsa, buna faiz de ödüyor demektir. Bu da doğal gaza ödenen ana paradan daha fazla para ödediğimiz anlamına gelir. Sonuçta yakıt giderlerinin 2/3'ü devlet tarafından karşılansa da bu para vergi yoluyla yine vatandaştan çıkacak, bu da bütçedeki kara deliklerin daha da artması demektir. Hasılı, kış döneminde bizim lehimize görünen sübvanse, ilerisi düşünüldüğü zaman çok da makul görünmüyor. Zira borç yine bizim borcumuz.

Devlet yakıtta ve diğer ihtiyaç hissedilen alanlarda sübvanse uygulasın. Zira buna ihtiyaç var. Burada eleştirim, herkesin yakıt giderinin yüzde 75'ini karşılamasına. Devlet niye bu toptancı anlayışı seçer, inan anlamış değilim. Devletin bu yaptığı eşitlikçi anlayıştır. Halbuki böyle yapacağına, gelire göre sübvanse uygulaması bana daha makul geliyor. Mesela,

*sabit geliri olmayan ve geçimini sosyal yardımlarla karşılayan kimselerin yüzde 100'ünü, 

*asgari ücretle çalışanların % 75'ini,

*geliri 10.000 liraya kadar olanların % 50'ini,

*geliri 15.000 liraya kadar olanların % 25'ini ödesin.

*Geliri 15.000 liranın üzerinde olanlardan ise sübvanse uygulamasın, tamamını alsın. Böyle yaptığı takdirde daha adilane olur. Eşitlikçi anlayış mı yoksa adil bir ödeme planı mı derseniz, ben gelire göre ödeme planının yapılmasını hakkaniyete daha uygun görürüm. Hakkaniyet ölçüsü hem toplum yapımıza hem de dini anlayışımıza uygundur. Dinimizde namaz ve oruç herkese farz iken zekat ve hac, nisap miktarı dediğimiz zenginliğe ulaşınca kişiler zekat vermekle ve hac yapmakla sorumlu tutulur. 

Devletin bu toptancı ve eşitlikçi anlayışı sadece doğal gaz ödemelerinde sübvanseden ibaret değil. Aynı şekilde katma değer vergisi (KDV) ve özel tüketim vergisinde de aynı şekilde. Öyle ki sosyal yardımlarla devletin desteklediği ihtiyaç sahipleri de aynı KDV ve ÖTV ödemek zorunda. Bence bu da adalet değil. ÖTV ve KDV'de zengin-fakir tasnifi zor olabilir belki. Mesela, alışverişte herkes aynı vergiyi öder ama kişilerin gelir durumuna göre devlet, aldığı bu vergiden belirli bir oranını harcama yapan kişilerin hesabına iade edebilir. Bu teknolojik imkanlarla bunun yolu da bulunur. Yeter ki dert edinilsin.

7 Aralık 2022 Çarşamba

Mutsuz İnsanların Mutluluğu

İnsanoğlunun tüm çabası huzur bulmak içindir hatta huzursuzluğu da huzur aramasındandır. Tüm çabaya rağmen insanoğlu huzur ve mutluluğu yakalayabilmiş midir? Buna buldu demek çok iddialı olur. Zaten bulsa bile bir insanın tüm hayatında huzurlu ve mutlu olması mümkün değil. Çünkü tek başına huzur ya da huzursuzluk tabiatın ruhuna aykırıdır. Bu dünyanın doğasında sevinmek ve üzülmek, huzur ve huzursuzluk vardır. Bugün keyfim yerinde diyen bir bakmışsın, ertesi gün ruhsal yönden çökmüş olabiliyor. Bakmayın insanların çarşı-pazarda dolaşıp güldüğüne, hal-hatır sorulduğunda iyiyim dediğine. Zira herkesin içinde ne fırtınaların koptuğunu ancak kişilerin kendisi bilir. Tüm buna rağmen hayat devam ediyor.

Gözlemlerime göre huzursuz insanlar iki tür davranış gösterebiliyor. Bir kısmı insanlardan uzaklaşır, kendi kabuğuna çekilir, kimseye karışmadan küçük dünyasında yaşamaya devam eder. Huzuru böyle bulmaya çalışır. En azından kimseye zarar vermeyeyim düşüncesindedir. 

Bazıları da huzuru başkalarının huzurunu kaçırmada bulur. Bu tipler çocukluğunda veya sonraki yıllarda ne yaşamıştır bilinmez ama yaptıklarına bakılırsa, fırtınalı bir çocukluk geçirdiklerini ya da sonrasında derin izler bırakan ama hatırlamak istemedikleri bir geçmişleri olduklarını düşünebiliriz. Bir başına kalamaz bunlar. Çünkü yalnızlık yani bu kimselerin kendi başına kalması demek, kendisinde derin izler bırakan geçmişiyle baş başa kalması demektir. Hatırlamak istemeseler de akılarına damar. Bu ise onları ne uyutur ne oturtur. Dışarıya kalabalıklar içerisine atarlar kendilerini. Meşgale ararlar. Zira kendilerine dertlerini unutturacak bir şeyler bulmaları gerekir. Orada da rahat durmazlar. İçlerindeki kavgalarını oradakilere gün vermeyerek sürdürürler. Çünkü geçici huzuru başkasının huzurunu bulmada bulurlar. Bu tipleri görenler, ilişmeyeyim ya da bana ilişmesin deyip sağa sola sıvışmaya çalışırlar. Zira istemedikleri burunlarının dibinde bitmiştir. Bu tipler içerisinde bir de üst yönetici olanlar varsa, emri altında çalışan personelin vay haline. Gelmesiyle birlikte herkesin huzuru kaçar ama yapılacak bir şey yok. Başkası gibi çekip gidemezler. Çünkü ekmek tekneleridir orası. Emir ve talimatlar peşi sıra gelir. Yapmayız denmez ama yapılanlar da beğenilmez. Çünkü sadece kendileri vardır mükemmel. En iyisini kendileri bilir ve yaparlar. Durmadan hata ve eksik ararlar ki onlara kükresinler. Hiçbir şey bulamasalar bile niye gecikildi, siz ne iş yaparsınız, bir şeyi bile yapıp getiremiyorsunuz, ne kadar vakit oldu derler. Personelin moralinin bozuk olduğunu görür görmez keyfe gelip huzur bulurlar. Tüm bunlar yeterli mi onlar için? Yetmez. Zira aldıkları keyif ve huzur geçicidir. Kendilerini atarlar başka bir tarafa. Çünkü huzurun devam etmesi için oradakilerin de huzurlarını kaçırmaları gerekir. 

Hasılı, başkasını huzursuz etmekle huzur bulanlar bir yerde uzun süre eğleşmezler. Ne eksik bulurum düşüncesiyle oradan oraya dolaşır dururlar. Başka daha nasıl huzursuz ederim düşüncesiyle yeni icatlar ortaya sürerler. Bu tipler ne istişareye açıktırlar ne de eleştirilere. Makul gerekçelere bile tahammülleri olmaz. Çünkü başına buyrukturlar. Maceradan maceraya koşarlar. Ne kadar kırıp dökerlerse kardır onlar için. Onlara göre bir kendileri çalışıyorlar. Başkaları ise yatıyor hep. Kendileri olmasa bulundukları yeri bilmem ne götürür. Bu yüzden kendilerini bulunmaz Hint kumaşı görürler. Böyle görseler de bu koltuklarından ayrıldıkları zaman kimsenin yüzlerine bakmayacaklarını da çok iyi bilirler. Ama ne edersiniz ki kendileriyle barışık olmayanların başka da yolları yoktur: Huzur bozacaklar ki huzur bulalar.