Ana içeriğe atla

Bizden Değil

2000 öncesi Güneydoğu illerimizin bir okulunda meslek dersleri öğretmeni olarak görev yapıyorum. Okulun aynı zamanda pansiyonu vardı. Okul yönetimi pansiyonda nöbet tutacak öğretmen bulmakta zorlanıyor. Çünkü nöbet ücreti yoktu. Okul koruma derneğinin verdiği ücretin ise bir anlamı yoktu. Kime nöbet tut dense, çocuğum korkuyor, eşim yalnız kalamıyor mazeretini öne sürdü. Böyle bir durumda okul bizim, bu çocuklar bizim diyerek nöbet tuttum. 

Gel zaman git zaman 28 Şubat süreci geldi. Katsayı uygulaması başladı. Bu arada pansiyon nöbetlerine de 6 saat ücret geldi. Nöbet tutmak isteyenler için imza sirküsü açılmış. İmza için bana da getirildi. Bana gelinceye kadar okulun tüm personeli görüşünü bildirmiş, kahir ekseriyeti nöbet tutmak istiyorum yazmış. Dün nöbete yanaşmayanlardaki nöbet sevgisini görünce ben bari tutmayayım dedi. Tutmak istemiyorum yazarak imzaladım. Benim nöbet istemediğimi gören müdür yardımcısı, "Çatlak mısın, bedava iken tutup paralı hale gelince tutmamak olmaz. Tutacaksın" ısrarı üzerine bir dönem nöbet tuttum.

Yeni öğretim yılı başladı. Katsayı uygulamasından dolayı öğrenci mevcudu gittikçe azaldı. Öğretmenler norm fazlası oldu. Ben de onlardan biri oldum. Norm fazlası öğretmenler koordinatör okulun kadrosuna geçirilmesi gerekiyormuş. Bir teneffüste ilişiklerimiz kesilerek aynı bahçedeki Anadolu lisesi kadrosuna alındık. Zil çalmadan norm fazlası olduğumuz okuldaki dersimize yetiştik. Tayin isteyip il dışına nakil gidinceye kadar yıllardır çalıştığım okulda norm fazlası olarak çalışmaya devam ettik. 

Fiili olarak yine eski okulumuzda çalışmış olmamıza rağmen pansiyon nöbeti verilmedi. Niye dediğimde "Siz artık bizim okulun öğretmeni değilsiniz" dendi. Gerekçeniz bu mu, bu konuda ciddi misiniz dediğimde, "Resmi olarak böyle" dendi. İyi nöbet tutamıyorsunuz, bu yüzden tercih etmedik deseniz benim için daha ikna edici olurdu dedim. Allah var, böyle de diyemeyiz dediler.

Nöbet tutup tutmama önemli değildi benim için. Zira para önemli olsa da her şey değildi. Burada beni üzen yıllardır iyi ve kötü günlerimizin geçtiği, muhabbet yaptığımız, okul başarısı için omuz omuza çaba sarf ettiğimiz, anılarımızın oluştuğu okulla bağımızın bir kağıda indirgenmesi idi. Halbuki norm fazlası olsam da görevlendirilmiş olduğum okulda nöbet tutmamın önünde bir engel yoktu. Demek ki bizi birbirimize bağlayan mevzuat gereği düzenlenip bir formalitenin yerine getirilmesinden ibaret olan atama kararnamesi imiş. Bunun önemli olduğunu zor da olsa anladım ama benim için biraz geç oldu.

*

2001 yılında güneyde bir il merkezinde çalışıyorum. Bir sendika temsilcisi üye kaydı için uğraşıyor. Müstakil temsilcilik açabilmeleri için 40 üyeye ihtiyaçları varmış. Sendikanın düşünce yapısı kafa yapıma uygun olduğu için onlara, üye olmayı düşünmüyordum ama müstakil temsilcilik açamayışınızın müsebbibi olmak istemem. Üye yapın beni dedim. Üye oldum. 

Üye olduğum bu sendika düşünce yapısına uygun bir partinin iktidara gelmesiyle birlikte üye patlaması yaşadı. Müstakil temsilcilik açabildiği gibi Türkiye genelinde tüm işkollarında yetkili sendika ve konfederasyon oldu. 

Sendika yönetimi üyeleri ayırt etmek için uzun süre eski üye, yeni üye diye tasnif etti. Anlayışa göre eski üyeler hiçbir beklenti içerisinde olmadan üye olan hasbi kişilerden oluşurken sonrasında üye olanlar bir beklenti ile üye olanlardan idi. Ben eski üyeler tasnifinde yer alıyordum. Üyeliğim boyunca da hiçbir beklenti içerisinde olmadım.

Bu üyeliğim 2020 yılına kadar devam etti. Dedim ayrılayım ve sendika üyeliğimden istifa ettim. Yani en zayıf durumlarında üye oldum, en güçlü  durumlarında ayrıldım. İstifamı gören sendika temsilcisi, abi, eski üyelerden idin. Niye ayrıldın dedi. Ya ben yabancılaştım ya da siz. Zaten kaç yıldır da bunu hissettiriyordum. Şu an itibariyle beni kendi halime bırakın. Gönlüm sizinle beraber ama beni böyle kabul edin. Size başarılar dedim.

Üyelikten ayrılsam da düşünce yapıma uygun olduğu için oturup kalkmam devam etti. Çünkü savrulmalarından dolayı eleştirsem de içinden çıktığım camiam idi.

Gel zaman git zaman hakkımda bir şikayet söz konusu oldu. Şikayeti çok da önemsemedim. Akıbetin hayır olmasını istedim o kadar. Etraftan "Sendikaya söylesek, yardımcı olurdu ama sendika üyesi değilsin. Sahiplenmezler. O bizim üyemiz değil derler" dendi. Bir beklentim olmamasına rağmen "Üyemiz değil" kısmına takıldım. Demek ki bizi birbirimize bağlayan üyelik bağı imiş dedim. Bunu da geç de olsa öğrenmiş oldum. 

Hasılı pansiyonda nöbet tutmak isterseniz, o okulun kadrolu öğretmeni olmak için çaba sarf edin. Başınıza bir şey geldiği zaman size sahiplenilsin istiyorsanız, güçlü bir sendikaya üyeliğinizin olmasında fayda var. Ben yandım, siz bari yanmayın. Ben bunu öğrendim ama iş işten geçti.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde