18 Nisan 2022 Pazartesi

Kişi Siyaseti *

Tarihler 17 Nisan 1993 Cumartesi gününü gösterdiğinde önemli bir maçı izlemek için bir arkadaşın evinde toplanmıştık. Maç öncesi değerlendirmeleri izliyoruz. Dört gözle maçın başlamasını beklerken Turgut Özal'ın vefat haberi ajanslara düştü. Acaba maç ertelenir miydi? Çünkü vefat eden ülkenin Cumhurbaşkanı idi. Nihayet maçın ertelendiği haberi alt yazıda geçti. Heyecanla beklediğim maçın ertelenmesi ve ülkenin Cumhurbaşkanı'nın vefatı beni üzdü. 

Tarif edilmez iki üzüntüyü birlikte yaşarken Özal'a rahmet dilemeli miydim? Beni bir düşüncedir aldı. Benimle birlikte aynı düşünceleri paylaştığım, maç seyretmek için toplandığımız arkadaşlar da aynı ikilemi yaşadı. Normal şartlarda ölene ölümünün ardından rahmet dilenir. Bir an için tereddüt yaşamamın sebebi, yıllarca oy verdiğim parti liderinin Özal'ı kıyasıya eleştirmesiydi. O zamanın kafasıyla her şeyiyle desteklediğim parti liderimin gözünde Özal kötü biriydi. Böyle kötü birine rahmet dilememin vebali olmaz mıydı? Çünkü siyasi liderime göre Özal, sol partilerden daha tehlikeli idi. O zamanlar neyin ne, kimin kim olduğunu sorgulamadan aklını kiraya veren biri olarak rahmet dileyip dilememe ikilemi yaşamam normaldi. Ama içimdeki üzüntü ne idi. Belki de sevinç duymalıydım. Kısa bir sendelemenin ardından içten Allah rahmet eylesin dedim. Arkadaşlar da aynı düşünceleri paylaştı. 

29.ölüm yıldönümünde sevenleri tarafından anılan Özal'ın haberini ajanslardan görünce ölümünün ardından yaşadığım bu haletiruhiye gözümde yeniden canlandı. 

Kutuplaşan Türkiye'de her kişi gibi Özal da sağlıklı değerlendirilmeyenlerden. Özal nasıl biriydi? Kimine göre ilk sivil Cumhurbaşkanı, alnı secdeye değen, halktan biri. Türkiye'ye çağ atlattı. Kimine göre ülkeyi batırdı. Zam üstüne zam yaptı. Enflasyon, döneminde tavan yaptı. Benim memurum işini bilir ya da Irak’la ilgili bir verip üç alma sözleri bir kesimin belleğinde yer etti. Gerçekten kimdi Özal? Hatasıyla sevabıyla gelip geçti. Şimdi iyiydi, kötüydü demenin çok bir anlamı yok. Bana göre Özal ülkenin ufkunu açtı. Birçok yeniliklere imza attı. Türkiye'yi teknoloji ve telekomünikasyonda ileriye taşıdı. Birbirine zıt dört eğilimi tek potada eritti. Sayesinde sol, sağ, milliyetçi ve muhafazakarlar birbirlerini daha iyi tanıdı. Birbirleriyle iletişim kurabildi. 80 öncesinin takım tutar gibi parti tutma alışkanlığı sona erdi ve partiler arasında geçişler başladı. Sayesinde milliyetçi muhafazakar insanlar siyaset ve bürokraside görev alabildi. 141, 142 ve 163.maddeleri kaldırarak özgürlüklerin kapısı aralandı. 82 Anayasasının getirdiği yüzde 10 barajıyla Türkiye, 80 öncesinin hükümet krizlerinden ve koalisyonlarından kurtuldu. Bir bakanını rüşvet aldığı gerekçesiyle Yüce Divana göndermesinin yanında hükümet yolsuzluklarla ve hayali ihracatla anılır oldu. Anayasa bir defa delinmekle bir şey olmaz demek suretiyle bazılarının nezdinde Anayasa hiçe sayıldı. Damadıyla ve ailesiyle yıprandı. Eşi siyasete soyunarak İstanbul il başkanlığına getirildi. Her iktidar partisi gibi kendi zenginlerini çıkardı. Ülke ilk defa KDV adı altında dolaylı bir vergiyle tanıştı. Özelleştirme Türkiye'nin gündemine oturdu. 

"İcraatın İçinden" programlarıyla TRT'ye konuk olarak icraatlarını anlattı. Gündem belirlemede üstüne yoktu. Ortaya attığı konular günlerce toplumda konuşuldu. 

Burada Özal'ın icraatlarının bir kısmına, olumlu ve olumsuz yönlerine kısaca değinmeye çalıştım. Hepsini anlatmaya ne bilgi dağarcığım ne de sayfam el verir. Cumhurbaşkanı seçilinceye kadar iki dönem iktidar olan Özal'ı iki yönden ele almaya çalışacağım. İlk dönemi başarılı, ikinci dönemi ise başarısızdır. Bana göre ilk döneminde Özal iktidara hazırlıklıydı. Ne yapacağını biliyordu. İşini yaparken sadece işine ve yapacaklarına odaklandı. Muhalefet çok istemesine rağmen onları pek muhatap almadı. Bu da başarıyı getirdi. İkinci dönemine geldiğinde, icraat adamı Özal gitmiş, muhalefetle didişen, onlarla bilek güreşine giren ve yatıp kalkan, tabir yerindeyse kişi siyaseti yapan bir Özal ortaya çıktı. Bu, muhalefetin istediğiydi. Bu siyaset anlayışına partisinin yolsuzlukları da eklenince ikinci döneminde de iktidar olmasına rağmen Özal oy kaybetti. Partisi kan kaybetmeye devam etti. Bunda Özal'ın ikinci dönemine hazırlıklı olmayışının ve izlediği kişi siyasetinin payı büyüktür. 

Özal hatasıyla ve sevabıyla gelip geçti. Önemli olan onun yapıp ettiklerinden ve döneminden günümüze dair pay çıkarmaktır. Ama çok ibret aldığımız söylenemez. Bugün Özal'ın ikinci dönemine dair izlediği siyaset daha baskın. Bakıyorsunuz, iktidar muhalefetle yatıp muhalefetle kalkıyor. Sanırsınız ki ülkeyi iktidar değil, muhalefet yönetiyor. Her kötülüğün anası muhalefet. Halbuki muhalefetin iktidara gelmek için iktidarı ve liderini eleştirmesi kadar doğal bir şey olamaz. Tüm imkanlar elinde olan iktidara düşen ise icraatını, yapıp ettiklerini ve yapacaklarını anlatmasıdır. Şayet bir iktidar, yapacaklarından ziyade muhalefeti diline doluyor ve onları tefe koyuyor, halkı muhalefetle korkutuyorsa, bu iktidar tıpkı Özal'ın ikinci dönemi gibi erimeye doğru gidiyor demektir. İktidar dediğin, muhalefetle ve muhalefete dedikleriyle değil, yapacaklarıyla adından söz ettirir. Bundan hem kendisi hem de ülke kazançlı çıkar. 

Yazımı sonlandırırken ilk paragraftaki psikolojiden biraz bahsetmek isterim. Çünkü bizim siyasiler üç beş oy devşirme uğruna kutuplaştırma geleneğini devam ettiriyor. Birbirlerine belden aşağı vurmayı ve hakaret etmeyi kendilerine mubah görüyorlar. Birbirlerine yapmadık hakaret ve demedikleri laf bırakmıyorlar. Bunun sonucunda, oluşturdukları fanatikler rakiplerine düşman gözüyle ve ön yargıyla bakabiliyorlar. Ölünce de ben de olduğu gibi rahmet dilenir mi, dilenmez mi ikilemi yaşayanlar çıkabiliyor. Buna hakkımız olduğunu düşünmüyorum. Bugünkü yönetim modeliyle partiler birbirlerine muhtaç. Bazı partiler dün kanlı bıçaklı ve birbirinin yüzüne bakamazken bugün aynı ittifakın içinde yer alabiliyor ve kardeş kardeş geçinebiliyor. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere öyle siyaset yapılmalı ki birbirlerinin yüzüne bakmaya yüzleri olsun. 

Özal'a gönülden rahmet diliyorum. 

*22/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

17 Nisan 2022 Pazar

Borçlanmalarda Yazmanın Önemi *

Kur'an'ı Kerim'in en uzun süresi Bakara Süresi, bu ve diğer sürelerin en uzun ayeti ise yine Bakara Süresindeki 282.ayettir. Tamı tamına bir sayfalık bir ayet. Bu ayete borç ayeti de diyebiliriz. Bu uzun ayetin mealini buraya yazmayacağım. Yalnız şu kadarını söyleyeyim. Ayet az veya çok olsun belirli vade ile borçlandığınız zaman bu borcu karşılıklı yazın, iki şahit tutun vs. demek suretiyle borçlanmalarda borçlular arasında ileride ortaya çıkabilecek sorunların önüne geçmeyi hedeflemektedir. Günümüzde kayda alınmayan veya tek taraflı yazılan borçlanmalarda ortaya çıkan sorunlar göz önüne alındığında ayetin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. 

Burada başımdan geçen bir anekdota yer vermek suretiyle karşılıklı yazışmanın, ortaya çıkabilecek problemlerin önüne nasıl geçtiğine, bunun karşılıklı güveni yok etmediğine işaret etmeye çalışacağım.

1994 veya 95 yılı olsa gerek. Kahta'da Karşıyaka adında bir mahallede oturuyorum. Devir şimdiki gibi bol enflasyonlu bir devir. Kredi kartı kullanımı fazla yaygın değil. Sende varsa her esnafta post cihazı olmaz. Esnafta olursa da her müşteride olmazdı. Kredi kartı almak için bankalar iki memur kefil isterdi.

Çarşıya gitmediğim zaman bazı alacaklarımı mahallemdeki bakkaldan büyük bir marketten yapıyorum ve yazdırıyorum. Marketi iki kardeş işletiyordu. Birinin adı sanırım Mehmet olmalıydı.

Market sahiplerinden iki kardeşten hangisi olursa olsun, ne almışsam, aldığım ürünleri tek tek yazar. Karşısına da miktarlarını yazardı. Birkaç defa market sahibine, abi tarih ve toplamını yazsanız olmaz mı? Yazık değil mi? Hem vakit kaybı hem de elinize yazık dedim. Her defasında da olsun hocam, ne olur ne olmaz. Biz yazalım şeklinde cevap verirlerdi. Sahipleri, ürün çeşidi ile birlikte yazmaya devam ettiler, ben ise toplamını kendi tuttuğum kağıda not ettim.

Ay başında miktarı bende belli borcumu ödemeye gittim. Marketçinin söylediği miktar bendekinden 500 lira daha fazlaydı. Toplamda bir yanlışlık olmasın. Bendeki farklı dedim. Markette olan bir başka kişi, ben senin iki katın ödedim. Sizinki benden düşük. Öde gitsin dedi. Ona, yapmışsın ki ödeyeceksin. Ben bu kadar alışveriş yapmadım dedim. Marketçi, hocam yaptığın alışveriş burada. Buyur bir de sen bak dedi. Baktım. Omo Matik ve beş paket küp şeker dikkatimi çekti. Burada Omo Matik ve küp şeker var. Ben evimde bunları hiç kullanmıyorum ki alayım. Bunlar bana ait değil dedim. Marketçi, hocam! Şu Omo Matiği ve küp şeker toplamını çıkardığımızda sizin hesap tam dediğin gibi olur. Bu kısımdaki yazı bana ait değil. Biraderimin. Gelince bir sorayım. Hesap netleşinceye kadar siz ödeme yapmayın dedi.

İkinci gelişimde marketçi, "Hocam, dediğim gibi fazla dediğin miktarı biraderim yazmış. Belediyede sizin isminizde bir çalışan var. Ona telefonla, bizden Omo Matik ve küp şeker aldın mı diye sorduk. Aldım dedi. Almış ama onun borç hanesinde bu ürünler yazılı değil. Hasılı sizin hesabınız doğru. Biraderim isimleriniz aynı olunca böyle bir yanlışlık yapmış. Kusura bakmayın. Bir daha olmaz" dedi. Ben de sizi uğraştırdım. Siz de kusura bakmayın. Önemli olan doğrunun ortaya çıkması. Bu vesileyle sizi tebrik ediyorum. Ben size ürünleri niye yazarsınız dememe rağmen siz yazmaya devam ettiniz. Şayet siz ürünleri borç defterine yazmasaydınız, bu sehven yazılma bilinmeyecek ve doğru ortaya çıkmayacaktı. Siz bana bakmayın, yazmaya devam edin dedim. Borcumu ödeyerek vedalaşıp ayrıldım.

Bu anekdottan sonra sanırım fazla söze hacet yok. Borçlanmalarda tek taraflı yazmanın yanında, sağlamasını yapmak için karşılıklı yazmanın, yazarken alınan eşyanın cinsinin de yazılması önemli. Şayet böyle olmasaydı, esnafa güvenim kalmayacaktı. O da bana güvenmeyecekti. Alırken alıyor. İş ödemeye gelince yan çiziyor diyecekti. Siz siz olun işinizi sağlam yapın. Tedbiri elden bırakmayın ve karşılıklı yazın.

*27/05/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

16 Nisan 2022 Cumartesi

Abuzer Kaya

Kendisini Kahta'da çalışırken tanımıştım. Makro Market isminde bir marketi çalıştırıyordu. Sonraları ismini Onakro şeklinde değiştirmiş, iki şube daha açarak marketçiliği geliştirmiş. 

Kasada otururdu. İşinin ehli, işine kendini veren, sessiz, sakin, fazla konuşmayan ve dürüst biri idi. İlk bakışta soğuk bir yapısı göze çarpardı. Kasaya gelene hoş geldin, nasılsın, şeklinde hal hatır sorduktan sonra işine odaklanırdı.

Abuzer Kaya'dan bahsediyorum. 

Burası marketti ama bakkal gibi yazardı aynı zamanda. Her müşteri için bir sayfa açar. Her sayfanın da numarası vardı.

Evime uzak olmasına rağmen çoğu alışverişimi buradan yapardım. Benim numaram 36 ya da 37 idi.

Her yaptığım alışveriş miktarını, verdiği fişten hareketle o günün tarihiyle birlikte yazardım. 15'inde ödemeye gittiğimde ne kadar borcumun olduğunu bilirdim ve her ay borcumu kapatırdım. Ertesi gün tekrar yazdırmaya devam ederdim. 

Kasada da sürekli Abuzer Abi vardı. Belki yaşça benden küçük olmasına rağmen kendisine Abuzer Abi diye hitap ederdim.

Yazdıracağımda veya borcu kapatacağımda çoğu müşterilerin numaraları da hafızasındaydı. Numarayı söylemeden sayfamızı açardı.

Ödeme yapacağımda, Abi borcuma bakar mısın dediğimde, birkaç ay peşi sıra bendeki toplam ile defterdeki toplam tutmamıştı. Benim hesabıma göre örneğin, 3 bin lira borcum varsa 2500 lira çıktı. Hocam 2500 lira derdi. Abi, benim hesabıma göre 3000 olması gerekir. Doğrusu da bu. Siz 3000 alın derdim. Hocam, bizde borcun 2500 lira. 3000 ödemek zorunda değilsin derdi Abuzer Abi. Böyle böyle defterdeki hesaptan daha fazla ödedim.

Bir ay geldi yine borcumu ödemeye gittim. Bu sefer bendeki hesap tutmadı. Şu anda miktar aklımda değil ama bende 3000 lira borç görünürken iki katı kadar bir borç söyledi Abuzer Abi. Beklemediğim bu hesap beni şaşırttı. Abi fazla diyemedim. Moralim bozulsa da cebimde neyim varsa çıkarıp borcumu ödedim. Bir ay boyunca ayırdığım harçlığım da gitti.

İzleyen günlerde yine alışverişe geliyorum ama kafamda hala fazla ödediğim miktar var. Her zamanki şen şakraklığımı göremeyen Abuzer Abi, birkaç defa, hocam, neyin var diye sorduysa da söyleyemedim. Bir gün yine alışveriş yaptıktan sonra kasaya yanaştığımda Abuzer Abi, hocam, bugünlerde sende bir şey var. Moralin bozuk. Ne olur söyle. Yapabileceğimiz bir şey var mı? Yoksa bizden kaynaklanan bir durum mu var dedi. Bu açık çek karşısında, abi, bu ay ödediğim miktar benim hesabımdan yüksek geldi deyiverdim. Ne kadar hocam dedi. Fazlalığı söyledim. Olmaz demedi. Kasayı açtı. Söylediğim miktarı sayarak verdi. Ardından, hocam, oldu mu bu yaptığın? Kaç ay boyunca düşük yazmışsınız diye gelip bize fazla fazla verdin. Bizim hesap seninkinden fazla olunca niye söylemiyorsun. Bu senin hakkın dedi. Haklısın abi. Söyleyemedim dedim. Teşekkür ederek ayrıldım. Meteliğe kurşun atan cebim para görünce moralim de yerine geldi. (Ayrılmadan önce Abuzer Abi bana, Hocam, senin sayfanın karşısında değişik insanların alışveriş yaptığı, aynı hesaba yazdırdığı bir sayfa var. Sanırım numarayı yanlış söylüyorlar. Dalgın ve yorgun olduğumuz zamana denk geliyor olmalı. İyisi mi sana yeni numara verelim diyerek başka bir kart çıkararak yeni bir numara vermişti. Bundan sonra da hesaplarımızda bir yanlışlık olmadı.)

Ben Kahta'dan ayrıldıktan sonra beni tanıyanlara beni sorar, çok dürüst biri dermiş. Böyle olmadığım halde bu iltifat kulağıma geldiğinde beni dürüst bilen biri var diye dünyalar benim olmuştu. (Siz beni dürüst görmeseniz de beni dürüst gören biri vardı. Bunu ispatlayamam. Çünkü Abuzer Abi vefat etti. İnşallah dediği gibi olurum ya da olmaya çalışırım da öbür dünyada Abuzer Abi bana şahitlik yapar.)

İşini ibadet aşkı seviyesinde ciddi yapan Abuzer Abi'nin 2020 yılında Covid 19'dan vefat ettiğini sanal alemi karıştırırken öğrenince üzüldüm vefatına ve aramızda geçen bu anekdot aklıma geldi. Allah gani gani rahmet eylesin.

Söz Makro Marketten (Ankara merkezli Makro değil) açılmışken iki anekdota daha yer vermek isterim.

Abuzer Bey'in ağabeyi idi sanırım. Güleç yüzlü, sıcakkanlı manav reyonuna bakan galiba Osman adında bir ağabeyi vardı. Bir gün markete gelmeden önce tablacıdan dağ armudu almıştım. Marketin içine poşetle girmeyeyim diye siyah poşetteki armudu dış kapının önünde uygun bir yere koydum. Alışverişi yapıp çıkarken koyduğum armudu yerinde bulamadım. Baktığım yere bir daha baktım. Bendeki bu telaşı gören Osman Abi, hocam ne arıyorsun dedi. Şuraya başka yerden aldığım armut poşetini koymuştum. Bulamadım dedim. Kaç kiloydu hocam dedi. Önemli değil dedimse de ısrar etti. İki ya da üç kaç kilo ise söyledim. Kasadaki güzel armuttan ne kadar dedimse tartıp vermişti. Yaşıyorsa kulakları çınlasın. Vefat etti ise Allah rahmet eylesin. Bu arada kaybolan armudumdan iyi idi bana tartılıp verilen armut.

Kahta'da iken örgü makinası almıştım. 2000 öncesi enflasyonlu hayatta ayakta tutunmak için eşim patik örerdi. Ördüğümüz bu patiklerden numune getirdim. Abuzer Abi, burada satabilir misiniz dedim. Olur hocam, şuraya koy. Sen ördükçe getir. Satılsın dedi. Patik bittikçe yerine yenisini getirirdim. Saymadan hocam kaç tane getirdin derler, parasını verirlerdi. Bunu yaparken de hiç kar almadılar. Allah kendilerinden razı olsun.

Bu vesileyle Kahta'daki anılarımdan bir kısmını tazelemiş oldum. Tüm Kahta'ya  kucak dolusu selamlar. 

11 Nisan 2022 Pazartesi

Tünelin Ucu Göründü *

Bakan Nebati, Aralık ayından itibaren enflasyonun her ay düştüğünü göreceksiniz, demiş. Eksik olmasın. Daha aralığa çok var ama olsun. Bugünlerde iyi bir morale ihtiyacımız vardı. Moral moraldir. Zira tünelin ucu göründü. Şurada aralığa ne kaldı?

Bakan olmak böyle bir şey olmalı. Baktı mı geleceğe, aylar sonrasına bakabiliyor. Kendisini kıskandım doğrusu. Çünkü ben, değil aralığı, yarınımı göremiyorum. Demek ki bana bakanlığı bundan vermiyorlar. Zira 8-9 ay sonrasını görecek gözlerimde parıltı yok. 

Gelelim konuşmaya. Çünkü konuşmanın künhü satır aralarında gizli. Bu konuşmadan, bu yılı yüksek enflasyonla geçireceğimiz anlaşılıyor. Satır aralarında kapalı kalan, enflasyonun aralığa kadar yüzde kaç yükseleceği. Kaba hesapla ve Çavuşesku Termometresi ölçeğiyle nisandan aralığa, her ay enflasyon yüzde beş çıksa, yüzde 61'in üzerine 40 daha eklemek gerekecek ki bu, yıllık enflasyon yüzde 101 olacak demektir. Böylece üç haneli resmî enflasyonu da görmüş oluruz. Bu oranı açıklayacak TÜİK başkanının başına ne gelir, bunu şimdiden kestiremiyorum. Büyük bir ihtimalle zamanında kaldırılan idam cezası jet hızıyla çıkarılır. İlk müşterisi de TÜİK başkanı olur. 

Burada kafama takılan bir hususa daha değinmek isterim. Bu enflasyon niçin daha önce veya sonra değil de aralıkta inmeye başlayacak? O zaman bir gömü mü bulacağız, doğal gazı o zaman mı çıkarmaya başlayacağız ya da geçen 20 Aralıkta dövize yapılan operasyon gibi enflasyona da bir ayar mı yapılacak veya dışarıdan bol sıcak para mı gelecek? Çünkü döviz iner de çıkardı. Aynı şekilde enflasyon da çıkardı inerdi. Nitekim füze gibi çıkan döviz bir gecede alaşağı olmuş, devlet dahil kimse ne olduğunu, nasıl indiğini anlayamamıştı. Enflasyonun da emir ve direktif ile inme durumu varsa, ne olur, aralık beklenmesin. Şu enflasyona gününü bir göstersinler ki biz de bayram edelim. 

Sebep ve hikmet her ne ise aralıkta enflasyonun emir veya diğer saiklerle düşecek veya düşürülecek olması güzel. Böylelikle asgari ücretli ve diğer bordro mahkumlarının zam oranları da onları enflasyona ezdirmeyecek şekilde bir güzel ayarlanmış olur. Oldu olacak bir de enflasyon garantisi verilirse, keyfimize diyecek olmaz. Kur Garantili TL, Altın Garantili TL ve Kur Garantili yap-işlet-devret uygulamasından sonra bir de Enflasyon garantili maaş garantimiz olur.

Yazımı bitirirken 8-9 ay sonrası enflasyonun akıbetinin ne olacağını bir uzman edasıyla mı diyelim yoksa müneccim edasıyla mı diyelim, her neyse bilen Sayın Nebati hakkında da birkaç kelam edelim. Gönül ister ki çocuklarının başı öne eğilmeyecek şekilde Bakanımız başarılı olsun. Kendisinden, atsın da biraz küçük atsın ki civcivler de yesin isteriz. Hem böyle müjdeler öyle pat diye söylenmez. Zira yürek mi dayanır buna. Ayrıca biraz da dersine çalışıp mantıklı moral verse iyi olacak. Çünkü kış aylarında enflasyon azar. Mesela sebze ve meyvenin çıktığı, yerli ürünlerin pazarlarda satışa sunulduğu yaz aylarında enflasyonda düşüş bekliyoruz dese, adam bu işin kitabını okumuş ve kitabın ortasından konuşuyor deriz. Neyse Nebati'nin elinde bereket B planı daima var. Baktı ki aralıkta da enflasyon inişe geçmezse, öngörüsünü revize eder, olur biter. Endişem, üç haneli enflasyonu açıklayan TÜİK başkanının başına gelen, Sayın Nebati’nin başına gelmez. Bu durumda boynu büküklüğü çok arar. 

*16/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Kamu Sırtından Ağalık *

Üstadım, eskiden kendi evinde, ailenle birlikte mütevazı bir sofrada iftarını açarken belediye başkanı olduktan sonra çok değiştin. Şimdi ramazanın her günü bir kesime yemek veriyorsun. Verdiğin yemekler de dillere destan. Üstelik her bir yerden davetli çağırıyorsun. Yemeğin yanında bu misafirlerin ulaşım ve otel masraflarını da çekiyorsun. Belediye başkanlığı maaşın bu davetleri kaldırmaz. Bildiğim kadarıyla başkan olmadan önce de çok variyetli ve cömert değildin. Ailenden miras kaldı desem, ailen de kıt kanaat geçinen biri idi. Nereden bunun kaynağı? Yoksa bir yerden gömü mü buldun ya da birileri bu masrafların sponsoru mu oluyor? Bu kadar cömertlik neyin nesi? 

İlahi arkadaşım! Ne gömü buldum ne ailemden miras kaldı ne sponsorum var ne cömerdim ne de tüm bu iftar masrafları karşılamaya maaşım yeter.

O zaman bu değirmenin suyu nereden, söyler misin? Haydi deyiver. Aramızda, bilesin.

Niye deşeliyorsun? Üzümünü ye, bağını sorma.

Olur ya senden sıra gelir, bu şehir halkı döner şaşar, aklını peynir ekmekle yer ve beni bir gün bu şehre başkan yaparsa, bu işler nasıl yapılır, acemilik çekmeyeyim diye soruyorum. Yarın ben vermem. Senden önceki başkan yedirirdi derler. 

Bu değirmenin suyu belediyeden. Tüm masrafları belediye çekiyor.

Yani belediyenin sırtından şehrin ileri gelenlerine ağalık yapıyorsun.

Evet.

Oldu mu ya şimdi bu yaptığın?

Olmayacak nesi var? Mevzuatta temsil ve ağırlama giderleri diye bir ödenek var. O kalemden karşılanıyor. Yani kanunda yeri var.

Tamam, kanunda yeri vardır. Bunu anladım. İşi kılıfına uydurursun. Buna kimse de bir şey diyemez. Zira her şey mevzuata uygun. Peki, bu yaptığın doğru mu?

Niye doğru olmasın. Bu vesileyle belediyemizin reklamı oluyor. İftar öncesi veya sonrası mikrofonu alarak belediyemizin hizmetlerini anlatıyor ve mesajımı veriyorum.

Bu hizmetleri anlatmak için illa birilerinin karnını doyurman mı gerekiyor?

Misafirperverlik bu milletin genlerinde var. Ben bu hasleti devam ettiriyorum.

Kendi paranla bu kadar kişiye her akşam böyle mükellef sofra hazırlayıp yedirir miydin?

Ne münasebet! Milletin parasını millete yediriyorum. Cebimden niye vereyim. 

Fakire, fukaraya, yetim ve gurabaya yedirsen, eh diyeceğim. Ama gördüğüm kadarıyla kelli felli makam sahiplerini ağırlıyorsun. Yani bize yer yok oralarda.

O dediğin fakir kesime de belediyemiz çay, şeker gibi yardımlar yapıyor. Yani onları da es geçmiyorum. Tüm bunları sosyal belediyecilik adına yapıyorum.

Tüm bu dediklerin içime pek sinmedi ama diyelim ki yapılması gerekiyordu. Yaptın. Peki senin belediyen borçsuz bir belediye mi? Yani tüm hizmetleri yaptın. Bu ikramlar harcayacak yer bulamadığın fazla para mı?

Yok ya... Belediye olup da borcu olmaz mı? Borçla döndürüyoruz belediyeyi. Çoğu iş yaptırdıklarımıza bedelini zamanında veremiyoruz. Öteliyoruz durmadan. İhtiyaçları karşılamak için zaman zaman kredi çektiğimiz de oluyor.

Desene devlet bütçesi gibi kara delikli bir bütçeniz var.

Aynen öyle.

Be kardeşim, madem borçlusun. Başkasına kamu sırtından ağalık yapacağına, önce borçlarını kapatmayı denesen ya da bu yemek masraflarını daha acil olan harcamalara ayırsan olmaz mı? 

Ama herkes öyle yapıyor. Dünyada da bunun örnekleri var. 

Kardeşim, başkası yaparsa yapsın. Hem başkasının yapması bunu meşru göstermez. Sonra kimin parasını kime yediriyorsun. Senin bu yaptığına yağma Hasan'ın böreği denir. Bilesin ki kamu kaynağı yetim malı gibidir. Bunu da unutma. İstersen ben ayrıldıktan sonra yetim malı yiyenlerin durumuna bir göz at. Çünkü bildiğim kadarıyla dindar mütedeyyin birisin. Her şeyde dini referans alıyorsun. Din bu yaptığına ne kadar cevaz veriyor, bunu bir irdele. Dinde yeri varsa tüm bu yaptığın helali hoş olsun. Değilse vebalinin altından kalkamazsın. Zira gittiğin yol, yol değildir. Bu da benden sana bir dost tavsiyesi olsun.

*15/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

9 Nisan 2022 Cumartesi

Enflasyonun Merkez Üssü *

Bazı şeyleri sürekli yazıp çizmek kabak tadı verir. Bunun farkındayım. Yine de yazacağım maalesef. Amacım ne kimseyi yermek ne de övmek. Benimkisi bazılarının haletiruhiyesini tespit etmeye çalışmak. Bazı şeyler geçer ama bu haletiruhiyeyi yaşayanların durumu tedavi olur mu, bilmiyorum. 

Malumunuz hayat pahalılığının zirvesini yaşıyoruz. Bu yaşadığımız realite, önceki yaşadığımız hayat pahalılıklarına pek benzemiyor. Bugünden yarına bir umut da görünmüyor. Toplum hiç olmadığı kadar umutsuz. Tedbir alması gereken yetkililerin enflasyonu dizginlemek için çaba sarf ettiği de görünmüyor. Devlet ve toplum olarak yarınımız olmadan günübirlik yaşıyoruz. Geleceğimizin teminatı gençlik hiç olmadığı kadar karamsar. 

Durumumuz vahim iken bu durumu tespit etmeye ve bu durumdan dertlenmeye çalışanları da sesleri gür çıkan bir kesim ise mevcut durumu savunma ve haklı gösterme adına; gerekçe, bahane, kıyas, emsal ne varsa önümüze yemek olarak koyuyor. Güya biz yine iyiyiz demeye getiriyorlar. Neler diyorlar, bir bakalım: "Küresel bir enflasyon var. Dünya bununla kırılıyor. Tedarik sıkıntısı var. Maliyetler arttı. Tüm dünya böyle. Birçok AB ülkesi marketlerde ürün bile bulamıyor. Avrupa'da da ürünlere sürekli zam geliyor. Bizim devlet birçok ürünü sübvanse ediyor." vs. deniyor. Böylelerine arkadaşım, kırılıyor dediğin ülkelerin enflasyonu yüzde 5-7'lerde. Bunlara zam gelse ne olur. Bizim katmerli enflasyonun yanında bunların hissettiği enflasyona, enflasyon mu diyorsun? Dedikleri, tamam onların enflasyonu düşük olabilir ama hesap yaparken onların enflasyonu daha önce kaçtı, şimdi kaç kat arttı? Bunu bu şekilde değerlendirmek lazım diyorlar. Onlara, onlardaki yüzde 5 enflasyon bizde olsa biz buna enflasyon bile demeyiz diyorsun. AB'deki bir ürünün EURO cinsinden fiyatını pul olmuş paramız TL’ye çeviriyorlar. Baksana, onlarda bu ürün bizim paramızla kaç lira ediyor. O yüzden biz her şeyi onlardan daha ucuza alıyoruz demek istiyorlar. Hiçbir şey diyemeseler, "Yanı başımızda savaş var." deniyor. Zamlara gelince Brent petrolün varil fiyatı yükseldi deniyor. Tamam, savaş var. Petrol fiyatları yükseliyor. Bunlara paralel olarak zam geliyor. O zaman geçmiş hükümetler akaryakıta yaptıkları zammı keyfi mi yapmışlardı? Onlar zamanında dünyada kriz ve savaş yok muydu? Bugünkü zamlar makul ise daha önceki zamları da makul görmek gerekmez mi diyorsun. Hiç oralı olmuyorlar. Hiçbir şey yapamasalar bile girdi fiyatlarını göz ardı ederek zam yapan esnaf ve sektörleri ahlaksızlıkla itham ediyorlar. Nedense günbegün gelen kallavi akaryakıt zamlarını, elektrik ve doğal gaza belirli periyotlarla konan yüksek zamları es geçiyorlar. Zamları muhalefetten bilenleri, hayat pahalılığı falan yok. Baksana herkes alışverişte, sıfır araba kuyruğunda, şu kadar kişi sinemaya gidiyor. Tatil merkezleri dolu diyenleri saymıyorum bile. 

Hasılı, savunmacı ekip bahane ve gerekçesinde sınır tanımıyor. Allah, bir şeyi savunacağım diye kimseyi gülünç duruma düşürmesin. Kimsenin gözünü ve izanını kör etmesin. Halbuki her gerekçe ve savunma, gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmak, topu taca atmak ve sorunları halının altına süpürmek demektir. Halbuki mevcudu kabul etmek, bundan çıkış noktaları üzerine kafa yormak makul olan değil midir? Ki bu mevcut durumu başta hükümet olmak üzere kimse istemiş değil. 

Şu gerçek unutulmasın ki ülkemizin yaşadığı bol sıfırlı, bastırılmış enflasyon, diğer ülkelerle kıyas götürmez. Enflasyonu bizden yüksek birkaç ülkeyi saymazsak, bizim ülkemizin enflasyonuyla, diğer ülkelerin yaşadığı enflasyon durumunu depremle kıyaslayalım. Biliyorsunuz, etkisi ta uzaklardan hissedilen bir depremin merkez üssü olur. Depremin en ağır tahrifatı depremin merkez üssü olan yeredir. Yakından uzağa doğru yıkım daha az olur. Yani merkez üssünde mal ve can kaybı fazla olurken merkez üssünden uzaklaştıkça mal ve can kaybı ya hiç olmaz. Olursa da sınırlı olur ya da sallantı ile geçiştirilir. Bu deprem örneğinden hareketle bizim ülkemiz enflasyonun merkez üssü, enflasyonu yüzde 5 ila 7 olan ülkeler ise enflasyonu en az hasarla atlatan ülkelerdir. Bu durumu kapatmak için gerekçe üretenler kafalarını kuma gömmüş ve egolarını tatmin etmeye çalışan kimselerdir. Bence savunulamayacak bu durum karşısında, başkasından saygı bekliyorlarsa, susmaları en iyisidir. Yok, saygınlık beklemiyoruz diyorlarsa, bu gerekçeleri bayatladı. En iyisi mi başka bahanelerin arkasına sığınsınlar. 

Söz bahaneden açılınca bir bahane de ben yazayım ki bahane üretim merkezi gibi çalışan bu arkadaşlara bir hayrım dokunsun. 

Bahanenin bir tanesi İslam tarihinden. Baştan söyleyeyim, bu bahanenin aslı astarı yoktur. Çünkü peygamber gaybı/geleceği bilemez. Babası Yasir, annesi Sümeyye ilk şehitlerden olan Ammar, karşıdan gelirken peygamberimiz, Ammar'ı isyancı bir güruh öldürecektir, der. Gel zaman git zaman Sıffın Savaşında Ammar, Hz Ali'nin safında savaşa katılır. Ammar'ı gören bazı Muaviye taraftarları isyancı olan biziz diyerek savaş alanını terk eder. Sonuçta savaş olmuş ve Ammar b. Yasir savaşta şehit olmuştur. Amr b. As'ın oğlu Abdurrahman, bu durumun izahını istemek için babasının huzuruna çıkar ve babasına, Ammar ile ilgili peygamber böyle demişti. Biz şimdi isyancı olmuyor muyuz deyince, Arap dahisi Amr, "Ammar'ı esas öldürenler, onu savaş meydanına getirenlerdir, der. Buyurun size bir gerekçe. Dünyadaki tüm gerekçelere beş çeken bir gerekçe. 

 *18/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

1 Nisan 2022 Cuma

Birbirine Benzemez Altılı *

Her konuda olduğu gibi ülkeye yön veren ve ülkeyi yöneten siyasetimiz de inişli çıkışlı bir seyir izliyor. 2000 öncesinde olduğu gibi ya hiçbir parti hükümeti kuracak çoğunluğu elde edemiyor ya da 2000 sonrasında olduğu gibi bir parti, ardı arkasına iktidara gelerek siyasi istikrarı sağlıyor.

Bir parti çoğunluğu sağlayamayınca ne oluyor? Koalisyon hükümetlerinin kuruluşu zaman alıyor. Kurulduktan sonra da uzun ömürlü olmuyor. Ya seçim kararı alınarak erken seçime gidiliyor ya da başka koalisyon seçenekleri deneniyor. Çünkü bizde uzlaşma kültürü gelişmemiş. İdeolojik olarak birbirine yakın partilerin kurduğu koalisyon bile yürümüyor. Rabbena, hebbana siyaseti güdülüyor.

Tek başına iktidara gelen parti, siyasi istikrarı sağlaması yönünden tasvip edilen bir şey olsa da aynı partinin ardı arkasına seçimi kazanıp ülkeyi yönetmesi alternatifsizliği beraberinde getirebiliyor. Bu da iktidar değişiminin önündeki en büyük handikaptır. Bu durum iktidar taraftarlarını sevince boğarken iktidar olmayı isteyen muhalefet seçmenini ümitsizliğe sevk etmektedir hatta böyle olmayacak deyip sandık dışında başka arayışlar içerisine girebiliyor.

Alternatifinin olmaması sürekli iktidar olan parti ve taraftarlarını sevindirse de alternatifsizlik iyi değildir. Çünkü bu durum iktidarda olan partiyi şımartabiliyor, nasılsa alternatifim yok diyerek kendisini yenileme yoluna gitmeyebiliyor. Savrulma, yozlaşma, güç zehirlenmesi yaşama gibi durumlara sebebiyet verebiliyor.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile birlikte siyasetimiz ne alemde? Bir de buna bakalım. Malumunuz bu sistemle birlikte seçime ittifaklarla gidilmektedir. Bu ittifaklar bir nevi 2000 öncesi koalisyon hükümetlerine benziyor. Tek fark, koalisyon hükümetleri seçim sonrası kurulurken bu sistemle birlikte seçim öncesinde kuruluyor. Yönetimde ittifakın bir engeli var mı? Yani koalisyon hükümetleri gibi mi işliyor? Bu ittifak her ne kadar koalisyon hükümetlerine benzese de işleyiş yönünden koalisyondan farklı ve bu sistemin işleyişine bir halel getirmiyor. Çünkü düşünce olarak birbirine yakın koalisyon hükümetleri uyum içerisinde çalışamadıkları için bozulurken halihazırdaki ittifak sorunsuz bir şekilde işliyor. Bu da demokrasi ve siyasetimiz adına sevindirici bir durumdur. Demek ki isteyince farklı partiler asgari müştereklerde buluşabiliyor ve bir hükümet krizine sebebiyet vermiyor. Bu da uzlaşma kültürü adına ülkenin aldığı bir mesafedir.

Buradan muhalefet bloğuna gelmek istiyorum. Malumunuz geçen seçimde bu blok da ittifak kurarak seçime girmişti. Seçimi kazanamayan bu muhalefet bloğu ittifakı daha da genişleterek altı partili bir ittifak kurdu. Başka partileri de içlerine almazlarsa ve bu ittifak bozulmazsa, 2023 seçimlerine altı partili bir ittifakla girecekler. Altı partinin bir araya gelerek kurdukları bu karşı ittifaka toplumun belli bir kesimi “Altı birbirine benzemez” demeye başladı. Seçime kadar bu ittifak bozulmadan devam eder mi, bunlar ortak bir aday etrafında anlaşabilirler mi, seçime girince başarılı olurlar mı, başarılı olursa kurulan hükümet sorunsuz bir şekilde ülkeyi yönetebilir mi? Halihazırda tüm bunlar muamma. Bilinen tek şey, halkın belli bir kesiminin kurulan bu karşı ittifaka “Altı birbirine benzemezler” dediğidir.

Bu “Altı birbirine benzemez” parti cephesi, iktidar veya iktidar alternatifi olur mu? Başarı durumunda ülkeyi uyumlu yönetir mi? Bunu zaman gösterecek. Burada değinmek istediğim husus, bu karşı ittifak başarılı olur veya olmaz ama birbirine benzemeyen, iç ve dış politika görüşleri farklı olan bu partilerin bir araya gelip asgari müştereklerde anlaşarak ittifak kurabilmeleri, akıbetleri 2000 öncesi koalisyonlara benzemezse, bu durumun ülkemiz siyaseti, uzlaşma kültürü ve demokrasi adına bir kazanım olabileceğini düşünüyorum. Belki bu vesileyle ittifakta yer alan partiler aşırılıklarını törpüler, iç ve dış politikada ortaklaşa hareket ederler ve ortaya bir ortak akıl çıkar. Ayrıca iktidara alternatif olmaları yönüyle de iktidar olan partiye iyilik yapılmış olur. Çünkü alternatifinin olduğunu bilen iktidar partisi, muhalefetin nefesini ensesinde hissettiği için baktı ki pabuç pahalı, yoğurdu üfleyerek yer, kolay kolay hata ve yanlış yapmaz. Bundan da ülke karlı çıkar.

*04/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.