19 Aralık 2021 Pazar

Karda Yürüyüşüm

18 Aralık 2021 akşamında, hafif hafif yağmaya başlayan kar, sabah gözleri açtığımızda yerleri doldurmuş, her yeri bembeyaz yapmış gördük.

Kahvaltıyı yaptıktan sonra karda biraz yürüyüş yapayım diyerek giyinip çıktım. Hala da ince ince yağmaya devam ediyor.

Yürüyüş için ana caddeleri takip etmedim. Çünkü kaldırımlar karla kaplı. Yollarda ise sürekli araçlar gelip geçiyor. Cadde büyüklüğündeki ara sokakları tercih ettim. Tek tük geçen araçların açtığı teker izini takip ederek yürüdüm. Arkamdan veya önümden araç geldikçe sağa sola çekilip hepsine yol verdim. Baktım böyle yürünmeyecek. Evliya Çelebi Parkına geldim. Niyetim oranın parkurunda yürümek. Ne de olsa parkurdan araç geçmiyor. Belki benden önce parkurdan biri yürümüştür. Sağ olsun bir kişi yol açmış. Bir sevindim bir sevindim.

Başladım yürümeye. Kendi halimde yürüyorum. Ama yürümek ne mümkün. Parkurda ne kadar yürüyen varsa çoğunluğu tersten geliyor. Parkurda yolun tersi mi olur demeyin. Belediye okla ne taraftan yürüneceğine dair ok işaretiyle göstermiş. Bunu da sair karsız zamanlardan biliyorum. Hoş, diğer zamanlarda da tersinden yürüyenler olurdu ama kar olmadığı için ben sağdan sağdan yürüyüp geçip gidiyordum. Yürümelerinden geçtim. Hepsine kenara çekilip ben yol verdim. Küçüğü de aynıydı, büyüğü de. Çünkü hiçbiri istifini bozmadı. Bu adam bu yaşta ayakkabısına kar girme riskine rağmen kenara çekildi, biraz hızlı hareket edelim demedi. Yol vermeme rağmen bir Allah’ın kulu teşekkür de etmedi. Niye teşekkür etsinler ki. Benimki de laf. Onlara yol vermek benim görevim zira.

Yürürken tek sorunum tersinden yürüyenler değil. Önümden gidenler de sorundu. Yürümüyorlar kardeşim. İnan kaplumbağa onlardan hızlı gider. Baylar ve bayanlar, yürüyüşe değil, gezintiye çıkmışlar. Müsaade eder misiniz desem, nere çekilecekler? Sonra ayak basılmamış ve kürünmemiş yere niye bassınlar, niye ayaklarını kara belesinler. Arkadan vursan, suçlu olursun. Sağdan geçsen, trafikte sağlamak yasak. Sol bana göre değil. Onlara ayak uydursam, o şekil yürüyüş bana ancak kilo aldırır. Mecburen uygun bir yerden kaldırıma inip önlerine geçiyorum. Bir de parkurun içinde kartopu oynayanlar var. Yolu meşgul etmeseler, her zaman yağmayan bu karda kartopu oynayarak felekten bir gün çalsınlar. Kendilerine doğru gelmeme rağmen bakıyorlar sadece. Hiç istiflerini bozmuyorlar. Bu bakış normal bakış değil. Bilin ki bu bakış, bir trene bakış. Bu kadarla kalsa iyi. Yine güzergahı işgal edenlerden birkaçı da o kadar geniş parkı bırakıp tek kişinin geçebildiği ayak izine durup fotoğraf çekiniyorlar. Bunlar da aynı. Çekilip az sonra poz verelim demiyorlar. Hele bir tane bayanı annesiyle beraber foto çekinirken kaç defa gördüm kaç defa kaldırıma inip yürüdüm, inanın sayısını unuttum. Bu fotoğraf arşivi oluşturanların da ters yoldan geldiğini herhalde söylememe gerek yok.

Bu karda yürüyüş hem böyle sıkıcı mı geçti? Hayır. İki gidip bir fotoğraf çekip beni her defasında durduran hanımefendi beni bir defa daha durdurdu. Bu sefer fotoğraf için değil. “Beyefendi, sizin kaçıncı tur oldu bu” dedi. Saymadım, kaç tur olduğunu bilmiyorum dedim. Bir maşallah çekişi vardı ki görülmeye değerdi. Bu iltifat rüşveti sayesinde ona olan kızgınlığım geçiverdi. Demek ki foto çektirirken sadece fotoya odaklanmamış, benim yürüyüşüme hayran kalmış. Yürüyüşüm esnasında zaman zaman sırtımdaki paltoyu çıkarıp sol koluma almıştım. Mevsime ve havaya uygun sıkıca giyinmiş bir genç, “Amca, bu soğukta paltonu niye çıkardın? Üşütürsün bak” dedi. Teşekkür ederim deyip yoluma devam ettim.

Az daha gittim. Ne kadar yürümüşü diye saatime baktım. Bir saatten fazla yürümüşüm. Kaç adım yürümüşüm diye sayacıma baktım. O da 11 bini geçmiş. Benden bu kadar deyip ekmeğimi alıp eve yollandım.

18 Aralık 2021 Cumartesi

Çarşı Yolunda

Çarşıya gitmek için yola çıktığımda bir kızımızı marketten gelirken gördüm. Alışverişini yapmış, kulağına kulaklığını takmış. Poşeti eline almış, evine doğru gidiyordu. Poşet şeffaf olduğu için poşetin içinde ne aldığı görülüyordu. Dikkatli baksan poşetin içindekileri sayabilirsin. Üç-dört domates, 5-6 kadar kıl biber, bir de iki ekmek.

Poşette iki ekmek olduğuna göre belli ki kalabalık bir aile değil. Domates ve biberin sayılacak kadar az olması dikkat çekici. Şu anda sezonu olmadığı için bu sebzeler çok pahalı olabilir ya parası bu kadarına yetti ya da ailenin sayıyla alma prensibi var. Sebep her ne ise bugünü kurtarmış görünüyorlar. Yarına Allah kerim.

*

Anıt'ın orada karşıdan karşıya geçmek için bir anne, birbirine çok benzeyen yaşıt iki kız kardeşten biri, ateşli ateşli ana dili gibi Arapça konuşuyor. Dikkatimi çeken annenin yüzünde peçe var ve çarşaflı. Kızlar da çarşaflı ama yüzlerinde peçe yok. Belli ki bu Suriyeliler de bizimkilere benzemiş. Bizde de anne tepeden aşağıya kapalı, kızları açık aile yapısı son yıllarda yaygınlaştı. Çocuklar söz mü dinlemiyorlar, anneler biz yandık siz bari kendinizi kurtarın bu giyimden mi diyorlar? Burası muamma. Belli ki düne göre kuşak çatışmasındaki makas bundan sonra daha da açılacak.

Yeniden Suriyeli aileye gelirsek, annenin yüzünde peçe var, ikiz olmaları yüksek ihtimal olan kızlarında ise peçe yok. Takarlar veya takmazlar. Bu bir tercih meselesi. Yalnız niye anne takıyor da kızları takmıyor? Sebebi hikmetini kendileri bilir ise de bana garip geldi. Bence ne anne ne de kızları peçe takmamalı. Eğer takacaklarsa, peçe annelerinde değil de kızlarında olmalıydı. Çünkü peçeden maksat yüzün erkeklere gösterilmemesi ise anneyi alan almış, satan satmış. Başı bağlı biri. Kızların ise sahibi yok. Acaba, benim başım bağlı. Kızlarıma ise talip lazım. Yüzlerinde peçe olmamalı ki görücü gelsin maksadı gözetiliyor olabilir mi? Öyle ya, yüzü kapalı birinin kim olduğunu, nasıl bir çehresi olduğunu görmeden kim, niye talip olsun. 

Sebep Sonuç İlişkisi

Oğlum, Türkçe sorularında yanlışların hep sebep sonuç ilişkisinden.

Evet, baba. Bu sebep sonucu bir türlü çözemedim.

Aslında en kolay sorular.

Örnekler üzerinden daha iyi anlarım. Birkaç örnek verebilir misin?

Mesela, kar yağdı diyelim. Bu kar bir sonuçtur. Şimdi iş sebebi bulmada.

Tamamen bir hava olayı.

Değil. Kışlık kalınları giydiğimizden. Buradan hareketle kalın giydiğimiz için havaların soğuduğu sonucuna varabiliriz. Yani kışlık sebep, kar sonuçtur. 

Hayret bir şey. 

Hayrete gerek yok. Yağmur da öyledir. 

Nasıl yani? 

Şemsiyeyi açtığımızdan dolayı yağmur yağıyor. O zaman şemsiye sebep, yağmur sonuçtur. 

Anlayamadım. Bir de içecekten örnek verir misin? 

Veririm tabi. Benim için çocuk oyuncağı. Çaydanlık sebep, çay sonuçtur. 

Şaka yapıyor olmalısın. 

Niye şaka yapayım evlat. 

Ama bu verdiğin örneklerin bilimle bir alakası yok. Öğretmenlerim böyle anlatmıyor üstelik. 

Oğlum, bilim yanılamaz mı? Bilim dediğin insanın bulduğu bir şey değil mi? Atom parçalanamaz dediler. Atom parçalandı. Öğretmenlerine gelince, onlar ne anlar eğitim ve öğretim işlerinden. Onlar tahtaya yazıp yazıp silmekle ömür tüketiyorlar. Hayat okuldan ibaret değil. Dışarı çıksınlar bakalım. Hayat öyle mi? Baban ise hayatın içinden, hayatın kitabını yazarak gelmiş adamdır. O yüzden boş ver öğretmenlerini. Onlara şu an ki döviz kurunu sorsan hepsi farklı ve yuvarlak cevap verirler. Birinin dediği de diğerini tutmaz. 

O zaman senin tecrübe edinerek yazdığın hayat kitabına göre gidersem, sınavlarda sebep sonuç sorularından sıfır çekerim. 

Problem değil. Hayat bedel ödemektir. Hayat mektebinin yanında senin sorulardan sıfır çekmenin ne önemi var. Varsın sıfır çek. Yakındır MEB bakanı olmam. Tüm ezberleri bozacağım. Sebep sonuç ilişkisine de kendi kafama göre bir ayar verdiririm. Sen şimdilik diren ve sabret. Bu mücadeleyi kazanan biz olacağız. Bilim adına bilim adamı geçinenlerin tüm bildiklerinin çöpe atılması yakındır. 

Baba, sen her şeyden böyle mi anlarsın? 

Ne yalan söyleyeyim. Bir ekonomiden anlamazdım. Onu da bir büyüğüm sayesinde öğrenmiş oldum. Öğrenmenin yaşı olmazmış dedikleri bu olsa gerek. 

Sebep sonuç ilişkisi konusunda bugünlerde epey bir televizyon izlediğin anlaşılıyor. 

Ne sakıncası var. Tüm bilgi benim yitiğimdir. Nereden bulursam alır kullanırım. 

Peki baba. Sen yitiğini aramaya devam et. Ne olur, benim bilmek zorunda olduğum sebep sonuç ilişkisine karışma, olmaz mı? 

Sen bilirsin. Sana da iyilik yaramaz. 

Tamam baba. İyiliğin kendine kalsın. 

17 Aralık 2021 Cuma

Doğu Toplumlarında Lider *

Yazılarımda zaman zaman Doğu toplumlarının özelliklerine yer veririm. Bu yazımda da Doğu toplumlarında lider üzerinde duracağım. Kimdir, nedir, ne değil lider?

*Liderlerine sultan, padişah, hakan, kağan, başkan, cumhurbaşkanı vs. ismini verirler.

*İster savaşarak ister kardeşleriyle saltanat kavgası yaparak ister babadan oğla geçerek olsun, hepsi ölünceye kadar tahtta oturur. Seçim yoluyla gelenler bile ölünceye kadar o koltukta oturmak için her yolu dener. Başarılı olamayan muhalefet liderleri bile kongre yoluyla kolay kolay değişmez. Çünkü ülke hep bu lider etrafında döner.

*Ülkede ve ülke dışında herhangi bir menfi durum söz konusu olduğunda kastın lidere olduğu anlamı çıkarılır. Hemen etrafında liderimizi yedirmeyiz denerek kenetlenilir.

*Liderlerin sevenleri pek çoktur. Lider sevgisi anne-babasından, çoluk-çocuğundan önce gelir. Liderlerine yapılmış en küçük bir eleştiriyi kabullenmezler. Böyle yapanı mücadele edilmesi ve başı ezilmesi gereken düşman görürler. Onu korumak için kol kanat gererler ve onu uçan kuştan korurlar. Her halükarda ölümü göze alırlar. Ülke savaşa girmişse tüm askerin görevi, lideri korumaktır. Gerekirse her biri teker teker ölür. Problem değil. Tebaanın görevi liderini yaşatmaktır. Ülke elden gitsin, ülke bitsin ama lider yaşasın. Bu durum Türk filmlerine de sirayet etmiştir. Şöyle bir Türk filmini gözünüzün önüne getirin. Hatırlarsanız, başroldeki oyuncunun karşısında kötü rolde olan kişinin etrafında, yüzlerce koruması olur. Lider onları besler. Karşılığında da onlar liderlerini her şey ve herkesten korurlar. Başroldeki oyuncu, filmin sonlarına doğru, kötü adamı öldürmeye gelirse, onu korumak için beslemeleri teker teker ölürler. Kendilerinin naçiz vücudu nedir ki kendilerini besleyen adamın yanında. Çünkü o kötü adam onların varlık sebebidir. O yaşamalı ki kendileri de yaşayabilsinler.

*Liderin başına bir şey geldiği zaman yerine kimin geçeceği belli değildir. Çünkü tüm plan, liderin ebedi olmasına göre dizayn edilir. Liderin karşısına çıkan bedelini canıyla öder. Lider de alternatifini yanında barındırmaz. Biri biraz kendini göstermeye başlamışsa, yarın yerime göz diker düşüncesiyle bir yolu bulunup uzaklaştırılır. Bu toplum tahta kavgaları nedeniyle devletin bekası için kardeş katline bile cevaz vermiştir. Kimi kardeş öldürülmüş, kimi boğdurulmuş, kimi ömrünü hapislerde veya ev hapsinde geçirmiştir. Çünkü lider demek devlet demektir. Devlet ise ebet müddettir.

*Lider her şeydir. Mülk onundur. Saraylarda yaşar. Ülkenin tüm imkanları onun için seferber edilir. Ülkesinde her türlü kurul ve komisyonlar var. Ama istişareye önem verilmez. Daima liderin dediği olur. Çünkü ondaki her şey Allah vergisidir. Haddini bilmeyenin haddi bildirilir. En hafifiyle disiplin cezası işletilerek ipi çekilir.

*Kişiler kimliklerini ve aidiyetlerini liderinden alırlar. Akıllarını kiraya verirler. Onunla yatar, onunla kalkarlar. Görüşlerini liderin açıklamasından sonra pişirirler. O fikrini değiştirir, onlar da değiştirir, o bir şeyi savunur, onlar da savunur. Her dediğinde bir hikmet aranır. Bulunur da. Birey değildirler. Sürü psikolojisiyle güdülmeye teşnedirler. Ömürleri liderlerini överek geçer. Liderlerin sözü ayet ve hadis gibidir. Çünkü lideri kurtarıcı olarak görürler.


*27/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Benim Oğlan Evlenmek İstiyormuş!

Baba, ben evlenmek istiyorum.

Aklının ucundan bile geçirme.

Niye? Zamanım geldi diye düşünüyorum.

Zamanın geldi gelmeye ama zaman evlenme zamanı değil. Bence sultan ol.

Ne alaka? Evlilikten bahsediyorum.

Ben de onu diyorum. Çünkü bekarlık sultanlıktır.

Yapma baba. Şimdi şakanın zamanı değil.

Hiç olmadığı kadar ciddiyim.

Bana ne. Ben evlenmek istiyorum.

Var mı aday?

Var bir tane.

Şimdi siz düğün de istersiniz. Ayrı bir ev. O ev döşenecek. Kıza mihr vereceksin değil mi?

Tabi. Olması gereken ne ise biz de istiyoruz.

Oğlum, senin piyasadan haberin var mı?

Ne oldu da?

Bir düğün kaça yapılır, bir ev kaça kiralanır ve düzülür, haberin var mı? Haydi bundan geçtim. Mihrin ne olduğunu biliyor musun?

Ne demek?

Kıza vereceğin para.

Tamam verelim.

Oğlum, para derken altından bahsediyorum. Mihr olarak altın vereceksin. Öyle üç-beş gramla olmaz. Şimdi kızın babası 200-300 gram altın isterse ne yapacağız?

Yapıp vereceğiz.

Ulen oğlum, altının gram fiyatından haberin var mı? Altının yanına mı varılır şimdi?

İyi de ben ne olacağım? Kıza da söz vermiştim.

Oğlum, sen evlenmeyi gerçekten istiyor musun?

Evet.

Bu kızı seviyor musun?

Evet.

Evet evet evet. Sen evetten başka bir şey bilmiyor musun. Evet evet diyerek nikah masasındaki evete mi hazırlanıyorsun? Oğlum, evlilik bu. Şakaya gelmez. Bu zamanda evlilik yapmak akıl karı değil. Zira bu evlilik bizi bitirir. Altından kalkamayız. Zaten birileri vurdu. Düğüne kalkışarak bir de sen vurma.

E biz ne yapacağız bu durumda?

Kız da seni seviyor mu?

Seviyor.

Senin her dediğini yapar mı?

Yapar.

O zaman kızı kaçır. Kaçırırken sizin şoförlüğünüzü bile yaparım. Bu da benim size düğün hediyem olsun.

Baba, ciddi misin?

Hem de nasıl.

Kızı kaçırdığım için adliyeye düşmek istemiyorum.

Oğlum, bunu yaptığın için hakim sana aferin, en iyisini yapmışsın der ve seni berat ettirir. 

Ömer'in Yolundan Gidelim

Dindar, mütedeyyin insanlar ve İslamcılar dört halife içerisinde adaletiyle nam salmış Hz Ömer'i ayrı bir yere koyarlar. Tüm sahabeyi severler ama Hz Ömer'i daha bir fazla severler. Çok sevmelerinden olsa gerek, çocuklarına Ömer ismini de verirler. Türkiye’de 541.475 kişi ile Ömer ismi en fazla konan 13.isim olarak istatistiklerde yerini almıştır. Yarım milyondan fazla kişi demektir bu. Ömer isminin bu kadar çok konmasında bu milletin adalete susadığının bir göstergesidir.

Çocuklarımıza Ömer ismini vermenin yanında dindar camia, referanslarında mutlaka Hz Ömer’e atıf yaparlar. “Ben yanılırsam, ne yaparsınız” sorusuna, sahabenin, “Seni şu kılıcımla düzeltiriz” dediği, bunun üzerine Hz Ömer’in Allah’a şükrettiği belirtilir kaynaklarda. Akif’in “Kocakarı ile Ömer” piyesi, 80 öncesi kapalı gişe olarak izlenmiştir. Ki bu piyeste torunlarına bakmakta zorlanan, yiyecek ekmeğe muhtaç bir kadının “Adli ilahide Allah, Ömer’e soracak bunu” sözünü hatırlamayanımız yoktur. “Diyarı Dicle’de bir koyunu bir kurt kopsa, sorar onu adli ilahide Allah Ömer’den” sözü de Hz Ömer ile ilgili söylenir. Mihrin alıp başını gittiği, yüksek rakamların telaffuz edildiği bir ortamda, mihre sınır getirmek isteyince bir kadının Kur’an’da yazmayan, peygamberin yasaklamadığı bir durumla ilgili hangi hakla sınır getirmek istiyorsun itirazı üzerine Hz Ömer bu tasarrufundan vazgeçer. Ki koysa iyiymiş. Bu da ayrı bir mesele. Bir ganimet paylaşımı sonrasında herkese eşit bir şekilde paylaşılan bir kumaşı Hz Ömer’in üzerinde görenler, “Kimseye bir elbise çıkmayan bu kumaştan kendine nasıl elbise çıkardın” sorgusu yapılmış. Buna oğlunun, “Ben kendi payımı babama verdim” şeklinde cevap verdiği belirtilir.

Hz Ömer’le ilgili anekdotlar anlatmakla bitmez. Zaten niyetim de Hz Ömer’i ve hayatını anlatmak değil. Burada değinmek istediğim, Hz Ömer üzerinde bu kadar çok durmamızın temelinde, devlet başkanı olarak Hz Ömer’in, adaleti yerleştirmeye çalıştığı, onca azametine rağmen eleştiriye açık olduğu, sahabenin ondan hesap sorabildiği, devlet başkanı olması hasebiyle her şeyden sorumlu olduğu bilincini taşıdığı yatmaktadır. Bundandır ki hepimiz Ömerler arıyoruz. Zaten çocuklarımıza isim vermedeki amacımız da Ömer gibi olsun isteğidir. Çünkü insan ad aldığına çeker denir bizde.

Peki, Hz Ömer her işini adalet üzerine oturtmaya çalışıyorsa biz bugün adaletin neresindeyiz? Hz Ömer eleştiriye açık ise biz bugün eleştiriye ne kadar açığız? Hz Ömer’den hesap sorulabildiğine göre biz bugün hangi idareci ve sorumlumuzdan hesap sorabiliyor ve hesap verebiliyoruz? Başımıza gelen onca olumsuzluğun ne kadarının sorumluluğunu alıp özeleştiri yapabiliyoruz?

Bence Ömerler aramayı bırakmak lazım. Çünkü işin kolaycılığı bu. Mademki Hz Ömer bizim için rol modeldir. O zaman Ömer arama yerine Ömer olmayı denememiz lazım. Şu kokuşmuşlukta Ömer olmanın da bu ülkede bir bedel olduğunu söylemek isterim. Böyle bir Ömer’e ilk karşı çıkacaklar da Ömer arayanlar olacaktır. Çünkü Ömer üzerinden ekmek yemeyi seviyoruz vesselam. Tıpkı dinin muhabbetini sevdiğimiz gibi Ömer’in de muhabbetini seviyoruz. Bu da zor ise Ömer gibi olamıyorsak, bari onun yolundan gitmeyi deneyebiliriz.

16 Aralık 2021 Perşembe

Ya Tutarsa *

Nasrettin Hoca, Akşehir Gölü'nün kıyısına oturmuş. Helkesinden çıkardığı yoğurdu kaşık kaşık göle boşaltıp karıştırdığını gören gelip geçen, bu duruma şaşırır ve Hoca’ya ne yaptığını sorarlar:

– Hocam, böyle ne yapıyorsun?
– Göle yoğurt çalıyorum.
– Göl hiç yoğurt tutar mı?
– Ya tutarsa?

(Olmayacak duaya amin demek gibi bir şey olan bu fıkrada; akıl, mantık ve bilimin olmadığını Hoca da bilir bilmeye ama bu durumu yine de fiili olarak göstermek ister. Hoca herhalde sakın böyle bir şey yapmayın. Akıl, mantık, bilim ve makulden ayrılmayın mesajı vermek istemiştir.)

*

Eşeği açlıktan bir deri bir kemik kalmış. Hoca yattığı yerden kalkamayan eşeği için çok üzülmüş ve “Ölme eşeğim ölme. Kış çıkacak, bahar gelecek, yağmur yağacak, yonca bitecek, o zaman söz veriyorum karnını doyuracaksın.” Demiş ama eşeğini ölmekten kurtaramamış.

(Umut, fakirin ekmeğidir. Elinde imkanı olmayan, sıfırı tüketmiş naçar kimselerin, geleceğe işaret ederek günü kurtarmaya çalışmasından başka bir şey değildir. Bu tür maceraların sonu hep hüsran olmuştur.)

*

Eski zamanlarda yolculuk yapan biri, nevalesinde kalan en son karpuzunu çıkarıp kesmiş. Yarısını yiyebilmiş, diğer yarısı kalmış. Kalkıp yola koyulacak. Yola çıkmadan karpuzla beraber gelen tuvalet ihtiyacını gidermek ister. Arazide her yer tuvalet olmasına rağmen nasılsa gideceğim, bu karpuzun üzerine çişimi yapayım der ve karpuzun üzerine bir güzel işer. Gitmeye hazırlanırken yaptığı hesap tutmuyor. Orada kalması gerekiyor.

Beklerken acıkmış. Sağına soluna bakınıyor. Yiyecek bir şeyi kalmamış. Alışveriş yapacak bir yer de yok. Sadece kalan yarım karpuz var. Onun da üzerine işemişti.  Olmaz dediyse de zaman zaman karpuza gözü ilişiyor. Sonunda oturuyor. Çiş şurasına gelmemiştir, burasına gelmemiştir diyerek kalan yarım karpuzun tamamını afiyetle yiyor.

(Karpuzun üzerine işeme işi, bir şey bana yar olmayacaksa başkasına da yar olmasın zihniyetinden başka bir şey değildir.)

*

Karınca yaz boyunca çalışır, kışlık hazırlığını yapar, evini ve yiyeceklerini hazır eder. Ağustos böceği ise yaz boyunca gününü gün eder, yan gelir yan yatar. Yarını düşünmeden yattığı gibi hummalı bir şekilde çalışan karınca ile de dalga geçer. Günler, aylar böyle geçerken kış bastırır. Yazın biriktirmediği için yiyeceksiz kalan ağustos böceği, yiyecek istemek üzere karıncanın kapısını çalar ama yazın kendisiyle alay eden ağustos böceğini eli boş döndürür. Ağustos böceği amansız kışı nasıl geçirdi bilmiyoruz. Çünkü fabl burada bitiyor. Ama kışı iyi geçirmemiş olsa gerek.

(İşini zamanında yapmayıp gününü gün edenlerin akıbeti. Ceremesini kendisi çektiği gibi başkasına da çektirir.)

*18/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.