Ana içeriğe atla

Ya Tutarsa *

Nasrettin Hoca, Akşehir Gölü'nün kıyısına oturmuş. Helkesinden çıkardığı yoğurdu kaşık kaşık göle boşaltıp karıştırdığını gören gelip geçen, bu duruma şaşırır ve Hoca’ya ne yaptığını sorarlar:

– Hocam, böyle ne yapıyorsun?
– Göle yoğurt çalıyorum.
– Göl hiç yoğurt tutar mı?
– Ya tutarsa?

(Olmayacak duaya amin demek gibi bir şey olan bu fıkrada; akıl, mantık ve bilimin olmadığını Hoca da bilir bilmeye ama bu durumu yine de fiili olarak göstermek ister. Hoca herhalde sakın böyle bir şey yapmayın. Akıl, mantık, bilim ve makulden ayrılmayın mesajı vermek istemiştir.)

*

Eşeği açlıktan bir deri bir kemik kalmış. Hoca yattığı yerden kalkamayan eşeği için çok üzülmüş ve “Ölme eşeğim ölme. Kış çıkacak, bahar gelecek, yağmur yağacak, yonca bitecek, o zaman söz veriyorum karnını doyuracaksın.” Demiş ama eşeğini ölmekten kurtaramamış.

(Umut, fakirin ekmeğidir. Elinde imkanı olmayan, sıfırı tüketmiş naçar kimselerin, geleceğe işaret ederek günü kurtarmaya çalışmasından başka bir şey değildir. Bu tür maceraların sonu hep hüsran olmuştur.)

*

Eski zamanlarda yolculuk yapan biri, nevalesinde kalan en son karpuzunu çıkarıp kesmiş. Yarısını yiyebilmiş, diğer yarısı kalmış. Kalkıp yola koyulacak. Yola çıkmadan karpuzla beraber gelen tuvalet ihtiyacını gidermek ister. Arazide her yer tuvalet olmasına rağmen nasılsa gideceğim, bu karpuzun üzerine çişimi yapayım der ve karpuzun üzerine bir güzel işer. Gitmeye hazırlanırken yaptığı hesap tutmuyor. Orada kalması gerekiyor.

Beklerken acıkmış. Sağına soluna bakınıyor. Yiyecek bir şeyi kalmamış. Alışveriş yapacak bir yer de yok. Sadece kalan yarım karpuz var. Onun da üzerine işemişti.  Olmaz dediyse de zaman zaman karpuza gözü ilişiyor. Sonunda oturuyor. Çiş şurasına gelmemiştir, burasına gelmemiştir diyerek kalan yarım karpuzun tamamını afiyetle yiyor.

(Karpuzun üzerine işeme işi, bir şey bana yar olmayacaksa başkasına da yar olmasın zihniyetinden başka bir şey değildir.)

*

Karınca yaz boyunca çalışır, kışlık hazırlığını yapar, evini ve yiyeceklerini hazır eder. Ağustos böceği ise yaz boyunca gününü gün eder, yan gelir yan yatar. Yarını düşünmeden yattığı gibi hummalı bir şekilde çalışan karınca ile de dalga geçer. Günler, aylar böyle geçerken kış bastırır. Yazın biriktirmediği için yiyeceksiz kalan ağustos böceği, yiyecek istemek üzere karıncanın kapısını çalar ama yazın kendisiyle alay eden ağustos böceğini eli boş döndürür. Ağustos böceği amansız kışı nasıl geçirdi bilmiyoruz. Çünkü fabl burada bitiyor. Ama kışı iyi geçirmemiş olsa gerek.

(İşini zamanında yapmayıp gününü gün edenlerin akıbeti. Ceremesini kendisi çektiği gibi başkasına da çektirir.)

*18/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde