11 Haziran 2021 Cuma

Ne Ummuştum Ne Buldum

Altı yıldır koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denir misali, amatör köşe yazarlığı yapıyorum. Bu işe başlarken neyi dert edinirsem onu yazacağım demiştim. Hala aynı yerdeyim. Siyasi, ekonomi, sosyal, kültürel, güncel, ahlaki, dini vs hemen hemen her konuda yüzlerce yazı yazdım. Bazı zamanlarda iki, üç, dört gazetede birden, haftanın yedi günü yazılarım yayımlandı. Nicedir teke indirdim. Şimdi haftada dört gün yazıyorum. Bugüne kadar bugün de yazmayayım demedim. Profesyonel bir yazar gibi yazılarımı, gününde göndererek sayfamı boş bırakmadım.

İlk yazmaya nazla şifayla başladımsa da zaman zaman keyifle yazdım zaman zaman da zoraki. Yazmaya devam ediyorum ama niye yazdığımı da sorgulamıyor değilim. Çünkü neler ummuştum neler buldum. Bilinçaltımda, yazmaya bir başlarsam kör talihim döner, birçok yazar, çizer gibi bahtım açılır diyordum. Maalesef başladığım yerdeyim.

Ne mi bekliyordum? Bir yazarsam;

Gündem olurum; televizyonlara konuşmacı olarak çağırılırım. Her gün bir kanalda ekranların gediklisi olurum dedim. Bu da dar çevrem genişleyecek demekti. Siyaset, medya, iş, emniyet, yargı, yeraltı ve yerüstü dünyasında tanınır olacaktım. İş ağım genişleyecekti. Derin bağlantılar içine girecektim. Çünkü ya ben onları ya da onlar beni bulacaktı. Ekranların yüz akı olacaktım ama geri planda gazetecilik dışında bilumum iş takibi yapacaktım. Arabulucu bile olabilirdim. Çünkü gazeteci görünümünde her işi yapardım. Arkamı dayadığım zinde güçleri ekranlarda ölümüne savunurdum. Tek felsefem kazan kazan politikasının gereğini yerine getirmek olacaktı. Ekranların korkusuz rüyası, kötülerin belalısı olurdum. Bu şöhret cazibesinde, belki göz önünde olacaktım ama kim tutardı beni. Bu arada dürüstlüğü ve erdemi de kimseye bırakmazdım.

Yıllık tatilimi şimdiki gibi tevazu otellerde değil, lüks yerlerde yapacaktım. Kendimi satsam ödeyemeyeceğim otel masraflarını hazar birileri çekerdi. Böylece felekten günler çalacaktım. Öyle ya, bu dünyaya bir daha mı gelecektim. Çoluk çocuğum da sayemde bayram edecek, “yine mi et” deyip yediklerinden bezecekti.

Para dersen gani olacaktı. Evimin, arabamın sayısını bilemeyecektim. Çünkü kimsenin eli benim cebimde olmasa da benim ellerim hep birilerinin cebinde olacaktı. Paraya para demeyecektim. Hiç vermeden hep alacaktım. Keyiften nargile bile içecektim. Entel takılacaktım.

Deniz bitinceye kadar her kapıyı zorlayacaktım.

Bir gün iş yaptıklarımdan çiğ süt emmiş biri geçmişiyle yüzleşmeye kalkar, beni ve derin iş bağlantılarımı ele verirse hayatım sönermiş, el içine çıkamazmışım. Hiç umurumda olmazdı. Yediğim, içtiğim, gezdiğim, tozduğum, kazandıklarım yeterdi benim için. Buna da hazırlıklıydım. Çünkü düşmez kalkmaz bir Allah. Zira buna inancım var.

Hasılı, ne para gördüm ne şöhret ne derin bağlantılar içerisine girebildim. Hala başladığım yerdeyim. Çünkü yazarlığın bana hiçbir artısı olmadı. İşte bundandır ki niye yazıyorum diye kendimi sorgulayıp duruyor ve niye Allah bana yürü ya kulum demez deyip hayıflanıyorum.

Ne dersiniz? Haklı değil miyim yoksa?

Barbaros ULU

9 Haziran 2021 Çarşamba

Koruyup Kollama *

Organlarımız tam görevlerini yaptığı müddetçe vücudumuz bir saat gibi işler. Bir tanesi aksadı mı sıkıntıyı sadece o organ değil, tüm vücut çeker. Ne yediğimizden zevk alırız ne de içtiğimizden. Hayatımız zindan olur. Hastalandığımız zaman da durum aynıdır. Allah kimseye dermansız dert vermesin.

Mevsimsel rahatsızlıkların dışında vücudumuzda herhangi bir sıkıntı olduğu zaman vakit kaybetmeden hastaneye gidip muayene olmak erken teşhis için önemlidir. Geçer gider deyip muayeneyi geciktirmek ve önemsememek, vücutta onulmaz yaraların açılmasına sebebiyet verebilir. Bu yüzden vücutta virüs ve mikroplar oluştuğunda, vücudun sağlıklı olması ve teklemeden hayatına devam edebilmesi için bizi hastalıklara karşı koruma görevini üstlenen bağışıklık sistemini güçlü tutmak aynı zamanda vücuda giren irinleri temizlemek gerekir. Organlardan biri veya birkaçı tedaviye cevap vermez, bu organlar diğer organların işleyişine engel oluyor veya hastalığı diğer organlara yayıyor ve bulaştırıyorsa, vücudu kurtarmak için gerekirse o organlar kesilir ki vücut yaşasın. Değilse tüm vücudu çökertir.

Toplumsal ve siyasi olaylar da tıpkı insan vücudu gibidir. İhmale gelmez. Bir sıkıntı, bir problem olduğu zaman o sıkıntı ve problemi sıcağı sıcağına halletmek gerekir. Çünkü zamanında müdahale etmek problemi çözer. Her ne kadar zaman her şeyin ilacı olsa da problem kendiliğinden yok olmaz. Problemi yok kabul etmek, problemden kaçınmak, çözmeye yanaşmamak, görmezlikten gelmek, ötelemek, o probleme karşı sessiz kalmak sorumlu insana/kuruma/kuruluşa yakışmaz. Hele bu kişiler sorumlu bir makamda iseler, bu kişilerin olaylar ve sorunlar karşısında “görmedim, bilmiyorum, duymadım” şeklinde ifade edilen üç maymunu oynamaları kabul edilemez. Şayet böyle olduğu takdirde nasıl ki hasta vücut, mikroplara karşı savunmasız kalır ve tedavi edilmeyince her geçen gün güç ve takatten düşüyorsa, toplum da çürümeye yüz tutar. Bir de suç işleyenlerin korunup kollandığına dair toplumda bir imaj oluşursa, toplumsal yozlaşma alır başını gider. Çünkü etkili ve yetkili kişilerin, birilerini koruyup kolladığına dair oluşacak bir algı, makam ve kurumlara karşı güveni sarsar, adalet duygusunu yok eder, insanlar arasında güven problemi ortaya çıkar. Bu da toplumsal barışa hizmet etmez.

Mikrop ve virüsler, vücuda dışarıdan geliyorsa bir nevi vücut olan topluma ve o toplumu yöneten veya yönetmeye talip siyasi partilere, özellikle kitle partilerine de virüs gibi birileri sızabilir. Bunlar yönetim kademesinde de görev alabilirler, suça karışabilirler veya suça göz yumabilirler, bulunduğu makamı kendi lehlerine çevirmeye kalkabilirler. Hiç böyle bir şey olmasa bile birlikte çalıştığımız kişilere iftira atılabilir. İnsanın olduğu yerde bunların her biri hatta daha fazlası insanın başına gelebilir. Böyle durumlarda, birlikte çalıştığımız kişileri kurtlar sofrasına teslim etmeyelim ama onları da ölümüne savunmaya kalkmayalım. Görev ihmali, göz yumma veya suça karışma şüphesi varsa hakkında ilk suç duyurusunu biz kendimiz yapalım. Müdahale etmeden yargı kararını versin. Hakkında karar verilinceye kadar da beraatı zimmet asıl olsun. Suçu varsa cezasını çeksin, suçu yoksa aklanıp gelsin. Nasıl ki vücut, tedaviye cevap verdiği müddetçe mikroplardan arınıyor ve hayatiyetine devam ediyorsa, siyasi partiler de bünyelerine sirayet eden kişilerden bu şekilde arınabilmelidirler. Böyle yapıldığı takdirde siyasi partilerin, iktidarların ve devletin ömrü uzun olur ve temiz kalır. Bu yapılmazsa, nasıl ki mikroplara karşı zayıf düşen vücut, güç ve takatten düşüyorsa partiler de her geçen gün zayıflar, bir müddet sonra ya küçülür ya da yok olur giderler.

Unutmayalım ki sadece imamların sarığı leke götürmez değildir. Ülkeyi yöneten veya ülkeyi yönetmeye talip olan siyasi partilerin manevi şahsiyetleri ve kurumsal kimlikleri de leke götürmez. Yine unutmayalım ki “Bizim adamımız”, “Ucu bize dokunacak”, “iç ve dış güçlerin saldırısı var” diye birilerini koruyup kollamaya kalkmayalım. En azından böyle anlaşılmasına meydan vermeyelim. Zira kaybeden partiler ve ülke olur. Çünkü “koruyup kollamadan bu ülke çok çekti. Bizim koruma ve kollama görevimiz var diye asker bir zamanlar her on yılda yönetime el koyarak ülkenin anasını ağlattı. Bu da demokrasiyi sekteye uğrattı ve ülkeyi geri bıraktı.

*12/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Peker ve Ben *

Bana dönüp dönüp "Her konuda yazdın, Peker hakkında niye yazmıyorsun?" diyorlar. Tamam, yazayım da ne yazayım? Çünkü tanımıyorum kendisini. Haydi yazdım diyelim. Nasıl yazarım? Çünkü hakkında yazmak büyük cesaret ister.

Tanımıyorum. Çünkü bugüne kadar kendisiyle hiç teşriki mesaim olmadı. Ben yerin üstünde yaşıyorum, o ise -denildiğine göre- yeraltı dünyasının insanıymış. Hoş, yeraltı dünyasının insanı deseler de böyleleri yeraltında değil, yer üstünde yaşıyormuş ama olsun. Yer üstündekileri daha doğru dürüst tanıyamadım ki yeraltındakileri tanıyayım. Yeraltı ile ilgili bildiğim tek şey, “Bu dünyanın üstü varsa bir de altı var” sözüdür. Bu da öbür dünya için söylenir.

Kendisiyle ortak bir yemek yemişliğimiz yok. O kadar kahve dağıtmış. Hiç kahvesi nasip olmadı ki kırk yıl hatırını güdeyim.  Düğün yapmış, davetliler arasında yoktum. Zira çağrılmadım. Bir fotoğraf karemiz bile yok. Ne yolculuk yaptım ne komşuluk ne de alışveriş. Ne iş yapar bilmem ama anlattıklarından anladığıma göre zengin mi zengin. Bu değirmenin suyu nereden bilmiyorum ama deli para kazanmış. Anladığım kadarıyla bitek değirmenlere yelken açmış. Üstelik eli de açık. Çevresine vermiş de vermiş. Bu arada yatırımlarını da iyi yerlere yapmış. Haydan geleni huya harcamış. Kazandığı paranın bir kısmını her seçim öncesi ayni ve nakdi olarak dağıtmış ama bana bir kuruşu nasip olmadı. Zira 2015 yılında bir grup arkadaşla tatil için gittiğimiz Bodrum’da kaldığımız otelin parasını da kendimiz ödedik. Biraz da şu gariban faydalansın demedi. Yani bana zırnık koklatmadı. Böyle zenginliği ne yapayım ben.

Kendisini hiç mi tanımıyorum? Tanımıyorum diyeceğim ama bir sonraki videosunda “Nasıl tanımazsın, videomu da mı izlemedin, HTS kayıtlarına bakın” diyebilir. Ondan sonra aldım mı başıma belayı. En iyisi, o beni videosuna misafir edinmeden ben itiraf edeyim:  Tüm tanışıklığım, izlediğim son üç videosundan ibaret. Bir de yandan tanışıklığımız var. Daha doğrusu adamlarıyla. Bunu da söylemeliyim. Çünkü “Adamlarım seni tanıyor” diyebilir. Videolardan önce ismini ilk defa 15 Temmuz gecelerinden bir gece Celalettin Rumi Meydanında demokrasi nöbeti tutarken duydum. Biz meydanda beklerken önümüzden organize bir grup geçti. Yanımdakine kim bunlar dediğimde, “Peker'in adamları” dedi. Şimdi ben o adamları görsem tanımam, onlar da beni tanımazlar. Hasılı tüm tanışıklığım bu kadar.

Diyelim ki tanıdım. Hakkında yazı yazmak cesaret ister. Çünkü kim, ben Peker’i tanımıyorum diyorsa; kimin ne yaptığını, nereye girip çıktığını, hangi otelde kimlerle tatil yaptığını, otelin parasını kimlerin ödediğini, kimin kiminle tanıştığını, ne işler çevirdiğini, ne konuştuklarını tarih ve saat vererek bir pazar sabahı söylüyor. Hızını alamayıp “Namusum, şerefim üzerine yemin ediyorum” diyenlerle çektiği videoyu yayımlıyor. Sadece bununla kalsa… İyi soru sormayanı, iyi soru soracak olanın sözünü kesen gazeteciyi de kara listeye alıyor. Hakkında TV veya youtube’da kim bir şey söylese, aynı anda tweet atarak cevap veriyor. Doğrusu bu diyor. Hiçbir şey demese bile “Seninle haftaya görüşeceğiz. Zira seni misafir edeceğim” diyor. Dediğini de yapıyor. Gerçekten misafir ediyor. Misafirine ne ikram eder bilemiyorum. Çünkü misafir umduğunu değil, bulduğunu yer. Kim ne yiyorsa bir bakmışsın, dut yemiş bülbüle dönüyor, derin bir sessizliğe bürünüyor: Ya tatile çıkıyor ya evine kapanıyor ya da yaptığı işi bırakıyor. Bu durumda hakkında nasıl yazı yazabilirim. Tüm cesaretimi toplayarak yazdım diyelim. Gördüğüm kadarıyla karesine girenlerin çoğuna lakap takıyor. Bu yaştan sonra bana layık göreceği lakaba katlanamam.

Bana ne biçim gazetecisin? Madem korkuyorsun, niye gazeteci oldun diyebilirsiniz. Susan sadece ben miyim mübarekler! Benim dışımda medyanın kahir ekseriyeti susuyor, savcılar susuyor, siyasiler vs herkes susuyor. Yani konuşması ve harekete geçmesi gerekenler de susuyor. Gördüğüm kadarıyla herkes nefesini tutmuş, filmi izliyor. Bu sessizlik fırtına öncesi sessizliğe benziyor. Filmi izleyenler de çeşit çeşit. Kimi zevkten dört köşe kimi sıra bana da gelir mi diyor kimi böyle olmamalıydı diye üzülüyor. Filmin sonu nasıl biter, bu cenazeyi kim kaldırır bilmiyorum ama tek bildiğim, filmin sonunun ne şekilde biteceğini bilmediğim. Ötesini de istemeyin benden. Zira dolduruşa getiremezsiniz beni.

*11/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

2 Haziran 2021 Çarşamba

Sen misin İşkembe Alan!

Her çarşıya çıkışımda, aklımın bir köşesinde işkembeciye uğramak geçer. İşkembe-i kübradan atmayı sevdiğimden midir, işkembe yemeyi de çok severim. Her gün önüme konsa yaz-kış demeden bıkıp usanmadan yerim. Salgın nedeniyle uzun süredir çarşıya çıkamayınca işkembeye özlemim her geçen gün arttı.

Mayıs ayının son günü Karatay Terminalinden Alaeddin’e doğru yürürken ne alayım derken kendimi çok zorlamadım. Ayağım sakatat satıcısına doğru götürdü beni. Dükkana girmeden evi bir arayayım dedim. Çünkü ne de olsa havalar ısındı. İşin ucunda bir de aile saadetinin bozulması var. Telefonuma cevap veren olmadı. Esnaf dükkanının önünde bekleyemezdim. Ne olacaksa olsun dedim. Tüm cesaretimi toplayarak bir kilo işkembe aldım ve çıktım.

Alaeddin’e doğru yürürken telefonuma dönüş yapıldı. İşkembe alayım mı diyecektim. Geçti artık. Aldım geliyorum, dedim. Sen misin alan. Bundan sonrasını söylememe gerek var mı? Zira aile sırrıdır. Ama ısrarınıza dayanamam. “Efendim, yaz günü işkembe gider miymiş? Kokusu fena olurmuş, çabuk bozulurmuş. Madem aldın, kendin doğra, kendin temizle, kendin pişir, kendin ye, gibi şeyleri bu kulaklar duydu. Anlamadığım, bu yaz günü işkembe satanlara niye kızmazlar da alana kızarlar, anlamadım gitti. Bu ülkede bir de kadına şiddetten bahsederler. Hiç erkeğin uğradığı şiddete değinen var mı? Neyse bu durum ayrı bir konu. Kadınların yanında esememiz okunmuyor vesselam.

Bu durumda işkembeyi ne yapabilirdim? Geri versem, el adama ne der? Çöpe atsam, nimet -bir de işkembe- çöpe atılır mı? Ama bu durumda eve nasıl gidecektim? Elim mahkum, gidecektim ama nasıl? Aklıma başka alışverişler geldi. Başka başka şeyler alırsam, işkembeden dolayı üzerime yönelecek şiddetin kuvvetini azaltabilirdim. Girdim bir yere. Şunu ver, bunu ver, şundan alayım, bundan da ver derken aldıklarım 139,25 TL tuttu. Fiyatların uçuştuğu bu bol enflasyonlu dönemde yaptığım bu ilave alışveriş içime oturdu ama yapılacak bir şey yok bu durumda. Zira zaman parayı düşünme zamanı değil. Hasılı, 15 liralık işkembe harcamam, bana pahalıya patladı.

Eve gitmeye biraz daha güvenim geldi. Yine de üzerimde bir suçluluk psikolojisi var. Kapıdan girerken işkembeyle birlikte aldıklarımı uzattım. Elim kalabalık olunca güler yüzle karşılandım. Dedim yırttım. Bunda işkembe aldığımı daha eve gelmeden haber vermemin katkısı olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben eve gelinceye kadar kızgınlık, yerini soğumaya bırakmış. Düşünsenize, eve gelince işkembe aldım deyip uzatsaydım, belki işkembeyi midem yerine başım yerdi. Ondan sonra ayıkla pirincin taşını. Polise gidemezdim. Gittim diyelim. Benim beyanımın irapta mahalli olmazdı. 

Neyse yorgunluğun ardından, yediğim akşam yemeğinin üzerine bir rehavet çökse de yemekten önce tuzlu suya konan ve yanına bırakılan birden fazla bıçağı görünce mutfaktaki işimin bitmediğini anladım. Yoruldukça bıçak değiştirecektim artık. İhaleyi işkembe sevmeyen ve yemeyen oğlana yıkmak istedim. Hiç oralı olmadı. Yiyecek olan doğrasın der gibiydi. Kolları sıvadım. Ya Allah ya bismillah diyerek doğramaya başladım. Bu arada işkembe doğramamın da fena olmadığını gördüm. Nereden mi biliyorum. İşkembe yerine parmaklarımı doğramadığımdan belli değil mi? Bir hamarat edasıyla çalışan beni gören içişleri bakanı da yardım etti ve yıkadı. İşkembemiz pişmeye hazır hale geldi.

Çayımı yudumlarken açtığım haberlerde, Türkiye ekonomisinin ilk çeyrekte yüzde yedi büyüdüğü haberini izleyince bugünkü alışverişi boşu boşuna yapmadığımı anladım. Demek ki içime dammış ve alım gücüm artmış. Bir sevindim bir sevindim. Nasıl sevinmem. Büyümeden kaynaklı hem alışverişimi yaptım hem de yaz günü eve getirdiğim işkembeden dolayı bir aile faciası yaşamadım. Çayı diğer günlerden daha zevkli ben içmeyeyim de kim içsin.

Hasılı, siz benim gibi değilsiniz. Zira kazaklığınız yüzünüzden okunuyor. Size sözüm yok. İçinizde benim gibi olanlarınız varsa işkembeyle eve girmenin yolunu öğrendiniz. Başka söze ne hacet…

Bu arada işkembemiz ertesi günü pişti. Yazın da yeniyormuş. Afiyetle yedik. Kızan da yedi, yemeyen de. Tavsiye ederim. Hem ucuz hem hesaplı. Hazır yüzde yedi büyümüşken değerlendirin derim.

31 Mayıs 2021 Pazartesi

Şüyuu ve Vuku *

Devlet memurları ve devlet adına iş yapanlar, sorumluluk alanlarıyla ilgili işlemleri bağlı bulundukları mevzuat çerçevesinde yerine getirirler. Her kamu görevlisi ve kamu yararına iş yapanlar, işlerini mevzuata göre  yaparlarken aynı zamanda suç olmanın dışında amirinin verdiği diğer görevleri de yapmakla yükümlüdürler. Memur işini yapmaz, savsaklar, özen göstermez veya denetimlerde bir eksikliği ortaya çıkar ise ilgili mevzuat çerçevesinde hakkında inceleme ve soruşturma başlatılır. Suçlu bulunursa disiplin amiri/kurulu tarafından kendisine uyarı, kınama, maaş kesim, kademe ilerleme ve kamu görevinden ihraç gibi çeşitli cezalar verilir. Memurun işlediği suçta, adli boyut varsa yargılanması için ilin valisinden yargılanma izni alınır. Hakkında inceleme ve soruşturma yapılan memurun delilleri karartma, yok etme şüphesi olursa ilgili memur, soruşturmanın selameti için geçici olarak açığa alınır. Bunun dışında herhangi bir vatandaş, bir kurum veya kurumda çalışan herhangi bir görevli hakkında CİMER vs aracılığıyla bir şikayette bulunduğu takdirde, şikayete konu olan hususlarda kendisine inceleme başlatılabiliyor. Mevzuatta adı, soyadı ve adresi olmayan şikayetçilerin dilekçeleri işleme alınmaz denmesine rağmen iddialar önemli ise ilgili memur hakkında yine inceleme ve soruşturma başlatılır. Yani memurla ilgili herhangi bir isnat, iddia varsa soruşturulur. 

Anlattıklarımdan, hakkında inceleme ve soruşturma yapılan memur mutlaka ceza alır anlamı çıkmasın. Memurun savunması yeterli görülür veya hakkındaki iddialar sübut bulmaz ise memura ceza verilmez. Tüm bu anlattıklarımı devlet memurları, kamu çalışanları, kamu yararına iş yapanlar bilirler. Çünkü devlet, memurunu korumakla birlikte aynı zamanda hakkındaki iddiaları da araştırır. Hakkında iddia olduğu halde bir devlet memuru hakkında inceleme, araştırma ve soruşturma açılmazsa o memur töhmet altında kalır. Toplum nezdinde o kimse korunuyor, arkası kalın serzenişleri ve dedikoduları alır gider. Bu da şüyuu vukuundan beter bir durumdur. Böyle bir durumla karşılaşmayı hiçbir memur istemez. Çünkü zor bir durumdur. Devlet memuru hakkında ortaya atılan iddialar, iftira bile olsa yetkili makamların inceleme ve soruşturma başlatmasında fayda vardır. Çünkü bu yol ile kendisini temize çıkarma durumu söz konusudur. Bu da memurun elini rahatlatır ve memur bir itibar kaybına uğramadığı gibi zedelenen itibarını yeniden kazanmış olur.

Devlet memurları ve devlet adına amme görevi yapanlar, haklarında iddia edilen herhangi bir şikayet sonucunda, disiplin yönünden bir inceleme ve gerekiyorsa soruşturmadan geçiriliyorsa, adli yönden yargılanabiliyorsa aynı durum siyasiler için de geçerli olması lazım. Çünkü zaman zaman iktidar, ana muhalefet ve muhalefet, mecliste grubu bulunsun veya bulunmasın siyasi partilerde görev yapanlara yönelik basına düşen iddialar söz konusu olabiliyor. Bu iddiaların aslı astarı olmayabilir, iftira olabilir. Birileri, ilgili kişi ya da partisi üzerinde bir algı oluşturmak isteyebilir. Bu gibi durumlarda devletin ilgili kişi ve kurumları harekete geçip soruşturma başlatmalı. Partisi de töhmet altında kalan partilisi için gerekli soruşturmanın ve yargılamanın yapılmasını talep etmeli. “Bizim arkadaşımız bunu yapmaz, bu tamamen bir iftiradır; bu, partimize çekilen bir operasyondur” demek suretiyle korumaya çalışmak ilgili kişi hakkındaki şüpheleri dağıtmaz hatta artırır, dedikodu alır, başını gider. Bu da partileri lekeler ve yıpratır. 

*02/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

26 Mayıs 2021 Çarşamba

Bir İnsanın Kalitesi *

Çoğu zaman kendini olduğundan farklı gösterme maharetine sahip insanoğlu, muamma bir varlıktır. Çöz çözebilirsen. Nasıl biri olduğunu bilmek zor olsa da zaman ve olaylar onu zamanla ele verir. Çünkü zaman her şeyin ilacıdır. Yeter ki tanıyacak veya tanıyacak kadar birlikte bir süre geçirilsin. 

Birbirine benzese de insanoğlu, farklı yaratılış ve tıynettedir. İnsanın tanıma yolları için kişinin paralı-parasız hali, makam öncesi ve makamlı yılları, şöhret, normal zaman ile tehlike ve zorluk anı, gülüşü, üslubu, beden dili ve giyim kuşamı, sakin ve sinirli hali, bir sırrı saklaması veya yayması,  kimlerle arkadaşlık yaptığı ve iş tuttuğu gibi hususlar, kişileri tanıma yollarından bazılarıdır.

Hz Ömer “komşuluk, alışveriş ve yolculuk yapmak” olarak ortaya koyar insanın tanınmasını.

Ayrıca “Kişi, dilinin altında saklıdır, konuştuğu zaman kendini ele verir" denerek tanınmada konuşmanın önemine dikkat çekilir.

“Bir insanın neye güldüğü akıl seviyesini gösterir” şeklinde Celalettin Rumi’ye atfedilen sözle, gülmeye işaret edilir.

“Bana arkadaşını söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim”, “Kişi arkadaşının dini üzeredir”, “Kişi arkadaşından azar” ve “Üzüm üzüme bakarak kararır” denerek kişinin huy ve yaşantısında kimlerin etkisinin olduğuna değinilir.

“Kişiler, kıyafetleriyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanır” denmek suretiyle ilk karşılaşmada dış görüntünün, biraz konuştuktan sonra da içinin nasıl olduğu hakkında kanaate varıldığı belirtilmektedir.

“Laf var, icraat yok”, “Bal yapmaz arı gibi” denilerek kişinin konuşmada iyi ama iş yapmada sınıfta kaldığına dikkat çekilir.

“Falan çok iyi de etrafındakiler/yanındakilerde iş yok” sözünü de çok duyarsınız ve bu söz ile bazı kişilerin çok iyi, kaliteli ve temiz olduğu vurgusu yapılır. Özellikle bu söz siyasi parti başkanları, dini liderler gibi devlet ve amme görevi yürütenler için söylenir. Bu bakış açısı ne derece doğrudur ya da her halükarda bu böyle midir? Bu söz hem doğru hem de yanlıştır.

Bir devlet kurumu düşünelim. Kurumun en üst görevlisi çok iyi, düzgün, iş bitirici ve kurumunu aldığı yerden daha ilerilere taşımak istiyor ama yanındaki çalışanlar kurumun üst amirine ayak uyduramıyor. Bu durumda o kişinin iyi, yanındakiler de ise iş olmadığı sözü doğru olabilir. Çünkü üst yönetici, yanındaki kişileri kendisi seçmiyor ve onları değiştirme durumu da söz konusu değildir. Eğer bir siyasi veya bir dini lider, çalışacağı ekibini tepeden tırnağa kendisi seçiyorsa, bu seçimine rağmen iyi, kaliteli, iş bitirici, düzgün ve dürüst insanlarla çalışmıyorsa, bu durumda bu siyasinin ya da dini liderin kaliteli, yanındakilerin ise kalitesiz olduğu düşüncesi doğru değildir. Çünkü lider, elinde daha iyilerle çalışma imkânı varken tercihini düşük profilli insanlardan yana kullanmıştır. Bu da o kimsenin kalitesini ortaya koymaktadır. Zira bir insanın kalitesi, çalıştığı ve iş tuttuğu insanlardan belli olur. Çünkü Doğu toplumlarında hangi alanda olursa olsun, bir harekete liderlik yapan insanlar çok kalite ve iş bitirici insanlarla kolay kolay çalışmazlar. Burada bu tiplerin, ileride kendisine rakip çıkabilme, yerinde gözü olma ve kendisini gölgede bırakma endişesi yatmaktadır. Bundandır ki siyasi partilerimizde siyasi partilerin mevcut liderlerinin yanında lider özelliği olan kişilere hiç yer verilmez. Kazara verilmiş ise de böyleleri ya o partide barınmaz ya da barındırılmaz. Bu sebeple siyasi partilerin ikinci adamı yoktur. Kazara mevcut liderlerin başına bir şey gelse partinin başına kimin geçeceği belirsizdir. O yüzden bizde partiler lideriyle doğar, lideriyle gelişir ve lideriyle ölür. Bu durumun böyle olmasında en büyük pay da maalesef liderlerin kendisidir.

 *28/05/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

25 Mayıs 2021 Salı

Müruruzaman *

—Müruruzaman ne demek?

—Zamanaşımı demek.

—Bu ne demek?

—Hukuki bir terim.

—Yani?

—Sana kabaca şöyle anlatayım: Biliyorsun; suçlar var, bu suçu işleyen failler var ve işlenen suçların ayrı ayrı cezaları var. Suçu işledikten sonra polis peşine düşmez, hakkında dava açılmaz ya da açıldı ama kanunun belirlediği süre içinde hakkında bir karar verilmez ise sana ceza verilmiyor. Yani yırtıyorsun. Devlet ve kanunlar nezdinde anandan yeni doğmuş gibi pirüpak oluyorsun. İşte buna zamanaşımı deniyor.

—Olur mu öyle şey ama orta yerde işlenen bir suç var.

—Evet, orta yer de suç var, suçlu var. Suçu ve suçluyu herkes biliyor. Bunu kimse inkar etmiyor ama bu suçun cezası yok.

—Ödül gibi bir şey bu.

—Gibisi fazla. Ödülün ta kendisidir.

—Cinayette de mi böyle?

—Evet, böyle.

—Adalet bunun neresinde?

—Adaleti arayan kim?

—Hani yapanın yanına kar kalmazdı?

—İşte böyle kar kalıyor.

—Adam öldürmede de var mı bu zamanaşımı? Ne de olsa öldürülen bir insan.

—Maalesef var.

—Tüm ülkelerde var mı bu zamanaşımı?

—Tüm ülkeleri bilmem ama Türkiye’de var ama KKTC’de yokmuş.

—Zamanaşımının olmadığı suç var mı? Benimki de soru… Adam öldürmede bile varsa herhalde yoktur.

—Devlet kanun çıkarır da bunun istisnaları olmaz mı?

—Mesela?

—Mesela, bir kurumun müdürüsün. Hizmetlin yok, paran da. Güç bela bir hizmetli tutuyorsun. Ona ücretini veriyorsun ama sigorta yaptırmıyorsun. Devlet bunun farkına varınca ya da bir şikayet söz konusu oldu mu SGK yakana yapışır.

—Bunun da bir zamanaşımı vardır herhalde.

—Bilemedin işte. Zira bunun zamanaşımı yoktur. Ölsen bile sigortasız işçi çalıştırdığından dolayı devlet, bunun cezasını vereselerinden tahsil eder.

—Üstüme iyilik sağlık. Adam öldürüyorsun, zamanaşımına uğrarsa ceza almıyorsun ama sigortasız işçi yüzünden ceza alıyorsun.

—Sen sen ol, suç işleme. Zira hiç tavsiye etmem. Eğer işlersen de her türlü suçu işle ama süresi içinde yakalanma. Suçun kanunda belirlenen süresi geçtikten sonra çık piyasaya, elini kolunu sallayarak gez. Bu durumda kim ne diyebilir sana… Ama asla sigortasız birini çalıştırmaya kalkma.

 *29/05/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.