Yaşadığımız olağanüstü
durumu sizlere anlatmaya gerek yok. Zira hepimiz dünyada dolaşımda olan yeni
tip koronavirüs hastalığının pençesinde yaşam mücadelesi veriyoruz. Bu durumu,
kimimiz ilmel yakin(ilimle bilmek) kimimiz aynel yakin(gözle görerek bilmek)
kimimiz de hakkal yakin(her şeyi ile yaşayarak bilmek) bir şekilde yaşıyor,
eğer buna yaşama denirse.
Covid-19 adı da verilen
bu salgının, daha fazla insanına sirayet etmesin diye devletler mücadele
ediyor, yeni tedbirleri devreye sokuyor, sektörlerin çökmemesi için alacağı
vergiyi öteliyor, işçi çıkarılmasın diye sektörlere destek veriyor, hastalığın
yayılma riski fazla olan işyerlerini geçici olarak kapatıyor. Hastaneler tam
kapasite çalışıyor. Çalışmak zorunda olan sektörlerin elemanları dışında herkes
evine çekilmiş durumda.
Televizyonlar, virüsün
ortaya çıktığı andan itibaren salgın haberleri ile sürekli evlerimize misafir
oluyor, virüsten korunma yollarını anlatacak uzmanları ekranlarına çıkarıyor,
hastalıktan korunmak için neler yapmamız gerektiğini, maske takıp takmamamız
gerektiğini anlatıp duruyorlar. Tüm bunları evimizde seyrederken her akşam saatlerinde
yapılan test sayısını, hastalığı pozitif çıkan hasta sayısını, yoğun bakım ve
entübe hasta sayısını, iyileşen ve ölen sayıyı öğrenince morallerimiz bir daha
bozuluyor. Çünkü onca tedbire rağmen sayılar azalacağı yerde artmaya devam
ediyor. Ayrıca konuşmaya ve araştırmaya rağmen ne hastalığın, hangi hayvandan yayıldığını biliyoruz ne
hastalığın tedavisini bulmuş durumdayız ne de bu olağanüstü durumun ne zaman
biteceğini biliyoruz. Üstelik bu virüsün doğal yollardan mı yoksa bir laboratuarda
üretilip dünyaya servis edildiğini dahi bilmiyoruz. Sonuç olarak devlet/ler
aciz, vatandaş aciz, tıp aciz, dünya aciz. Kara kara düşünüyoruz. Herhalde
insanlık bu kadar aciz kalmamıştır ömrü boyunca.
Acizlik de olsa salgının
yayılmaması için evlerimizde bekleyelim, uzmanların ve sorumluların yaptığı
açıklamalara azami riayet edelim. Ölümü gösterip sıtmaya razı edilmiş bir
şekilde evlerimizde beklerken bizi koronavirüs sonrası nasıl bir hayat
bekliyor, bunu da düşünelim. Çünkü yeni bir dünya düzenine doğru
gideceğimizden, devletlerin önemini kaybedeceğinden, dünyanın tek merkezden
yönetileceğinden, dijital hayata geçeceğimizden, kullandığımız paraların
ortadan kalkacağından; yerine dijital paranın tedavüle sürüleceğinden, eğitim
başta olmak üzere hayatın birçok alanında dijital ortama geçeceğimizden
bahsediliyor. Tüm bu senaryoları, içimizdeki az sayıda bulunan stratejistler
dile getiriyor. Bunlar da her kanala çıkıp düşüncelerini açıkla-ya-mıyor.
Stratejistlerin öngörülerinin
ne kadarı gerçek olur ne kadarı hayata geçirilir bilmiyorum. Ama bugüne kadar her
olayı kendi lehlerine çevirmeyi bilen, dünyaya yön veren üst akıl, şu anda biz
evlerimizde otururken iş başında. Bitmez, tükenmez emellerine ulaşmak için
harıl harıl çalışıyor. Salgının bu kadar uzaması, bilinmezliğin hakim olması
bana normal gelmiyor. Bu salgın, insanlara ne kadar korku verir ne kadar can
alırsa durum üst aklın lehine işleyecek. Çünkü bu iş uzadıkça devletlerin
ekonomisi çökecek, piyasayı döndüremeyecek hale gelecek ve devletler
kendilerine dayatılacak dünyayı kabule mecbur bırakılacak.
Halihazırdaki dünyanın
durumu, bana eski bir sözü hatırlattı. Eskiden yerimize göz dikenler, yerimize
oturmak istiyorlarsa hamasete başvurur: “Kalkın ey ehli vatan dediler. Kalktık.
Herkes oturdu, biz ayakta kaldık” der; biz kalkar, hedef gösterilen yere
bakarken onlar yerimize otururdu. Şimdi de “Evde kal” denilerek “Siz
istirahatınızı yapın, Biz her şeyi sizin adınıza düşünür, tedavüle süreriz,
sonra görürsünüz gününüzü” deniyor gibi.
*06/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
*06/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.