Ana içeriğe atla

Yardımlar, Gerçek İhtiyaç Sahiplerini Bulur mu? **


Malumunuz bugünlerde başımıza tebelleş olan bir salgınla boğuşuyoruz. Her geçen gün artan gözle görünmez bu mikrobun bugünden yarına gideceği de yok. Her gün yapılan testlerle bu virüse kapılanların sayısı da bir o kadar artıyor. Aynı şekilde bu amansız hastalığı atlatamayıp ölüme yenik düşenlerin sayısı da artıyor.

Dünyanın aciz kaldığı, birçok ülkenin sağlık sisteminin çöktüğü bu virüsü kapmamak, başkasına bulaştırmamak için yetkililerin uyarılarıyla evlerimize kapandık, ilden ile hatta ilçeden ilçeye çıkışlar bile mülki amirin iznine bağlı hale getirildi. Salgının hızı kesilmez, artmaya devam ederse kısmi sokağa çıkma yasağının sınırları genişletilerek belki de tüm ülkede sokağa çıkma yasağı ilan edilecek. Bakkal, marketler ve fırınlar dışında birçok sektör iş yerini açmayacak şekilde geçici olarak kepenk kapattı. İşin ciddiyetinin farkına varamamış ve “Bize bir şey olmaz” diyen az sayıdaki insan dışında ve işi gereği dışarıya çıkmak zorunda olan insanlarımız dışında herkes evine kapandı.

Eve kapandık ama ne yiyip ne içeceğiz? Haydi diyelim ki kamu sektöründe çalışanlar çalışmadığı halde şimdilik maaşlarını almaya devam ediyorlar. Özel sektörde çalışanlar ne yapacaklar bu durumda? Şimdiden işini kaybeden, evine ekmek götüremeyen ve kazancı, günlük çalışmasına bağlı insanlarımız var. Bunlar ne yiyip ne içecekler, ihtiyaçlarını nasıl giderecekler? Zaten adı konmamış bir ekonomik krizi yaşıyorduk hepimiz. Bu salgınla beraber bu ekonomik kriz derinleşecek. Şu anda hissettiğimizden daha beterini ilerleyen ay ve yıllarda hissedeceğiz. Bu durumu, ekonomisi sıcak para ve borçlanmaya dayalı, gelir ve gider dengesi yeterli olmayan ülkeler daha zor atlatacaktır.

Ne yapacağız bu durumda? Oturup ağlayacak halimiz yok. Bu çark bir şekilde devam etmelidir. Tüm geliri, alacağı vergiye bağlı olan devlet, şu anda vergi de alamadığına göre milyonları bulan ihtiyaç sahiplerine, sosyal hukuk devleti anlayışı gereği, bütçe imkanları çerçevesinde yardım yapması mümkün değildir. Geriye, zaman zaman başvurduğumuz yardım kampanyası kalıyor. Bunu ister yerinde görelim veya eleştirelim, şu anda başka da seçenek görünmüyor.

Başlatılan yardım kampanyası, gönüllülük esasına dayalı bir kampanyadır. İsteyen katılır, isteyen katılmaz. Kampanyaya katılmayanlardan beklenen, vatandaşın kafasını karıştırmamak olmalıdır. Çünkü kampanyaya yapılan eleştirilerin dozu yükseldikçe zihinler karışacaktır. Elden gelen öğün olmaz, o da zamanında gelmese de başlatılan bu hayır köprüsüne, sessiz kalarak destek olma sorumluluğumuz var diye düşünüyorum. Bu aşamada toplanan paraların tek elden toplanması ve tek elden dağıtılmasını, karışıklığı önlemek ve yardımın her ihtiyaç sahibine ulaşmasını sağlaması yönüyle yararlı görüyorum.

Burada toplanan yardımlar tam yerini buluyor mu ve gerçek ihtiyaç sahipleri tespit ediliyor mu sorusu aklımıza gelebilir. Hatta bazıları, toplanan yardım paraları ahbap-çavuş meselesi yapılıp belli kişilere dağıtılacak endişesini da taşıyabilir, o yüzden yardım etmek istemiyorum diyebilir. Gönül ister ki yardımlar herhangi bir ayrım yapılmadan gerçek ihtiyaç sahipleriyle buluşturulsun. Çünkü düşüncesi ne olursa olsun muhtaçlar bizim ortak derdimiz olmalıdır. Yardımlar yerine gitmeyecek endişesini taşıyanlar için sözlerimi bir hikaye ile bitirmek istiyorum:

”Ünlü bir sporcu, alanında dünya şampiyonu olur. Büyük, paha biçilmez ödülünü alıp adamlarıyla birlikte zafer turu atarken yanına yaşlı bir kadın yaklaşır. ”Efendim, çocuğum çok hasta. Ameliyat olacak paramız da yok, yüklü bir paraya ihtiyacım var,” deyince şampiyon, aldığı ödülü kadına verir. Adam yine zafer turu atmaya devam eder.
Ertesi gün, adamları şampiyonun yanına gelirler. ”Efendim! Yardım ettiğiniz kadının çocuğu hasta değilmiş, üstelik çocuğu da yokmuş. Kadın dolandırıcı imiş, onca parayı da boşu boşuna verdiniz, kandırıldınız,” deyince şampiyon: ”Bugün duyduğum en güzel haber bu. Demek kadının çocuğu hasta değil miymiş!” şeklinde cevap verir.

Bu hikaye üzerine başka söze gerek var mı? Bu kampanya ile kanmış ya da kandırılmış olabiliriz. Unutmayalım ki ne verirsek elimizle, o gider bizimle…

**01/04/2020 tarihinde Kahta Söz'de yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde