Ana içeriğe atla

Dert Ortağım

Bir görüşme nedeniyle evimden en son 16 Mart günü çıkmıştım. (Sanki sordunuz da) O günden bu yana ne çarşı bilirim ne pazar. Ne arayanım var ne de soranım. Ne kimseyi ziyaret ettim ne de evime ziyaretçi geldi. Ekmek biterse fırına, çok zaruri bir ihtiyacım ortaya çıkmışsa, market ayrımı yapmadan en yakın markete gidip geldim.

Eve kapanmamın ilk haftasında gittiğim market de son gidişim oldu. Oğlan ihtiyacımı alıp geliyor, istediklerimi mutfağa koyuyor, bizimle görüşmeden evinin yolunu tutuyor. Hasılı evlendirip baş göz ettiğim çocuklarımı dahi göremiyorum. Evde hapisim anlayacağınız. Tıpkı evde kal uyarısıyla evine kapanan çoğunuz gibi.

Evde otururken şimdi evde hapis cezası almanın tam zamanı diyorum bazen. Nasılsa ben de evdeyim, herkes de evinde. Hazır eve kapanmışken bu vesileyle cezamı çekmiş olurdum. Daha neler aklıma geliyor neler! En normali de verdiğim bu örnek.

Anlayacağınız dertliyim. En büyük dert ortağım, yol arkadaşım ve sırdaşım, günde en az üç kez, içinde çay demlediğim çaydanlıktır. Pek çay içmeyen çocuğum da çaykolik oldu. Dolduruyorum çaydanlığın içini suyla. Koyuyorum ocağın üstüne çaydanlığı. Yakıyorum altını. İşe gidecekmişim, acele işim varmış gibi açıyorum ocağın alevini. Fokur fokur kaynatıyorum suyu. Demliyorum çayımı.

Çayımı biraz dinlenmeye bırakıyorum. İyice demlendikten sonra oturuyorum çaydanlığın yanına. Doldurup doldurup içiyorum. İçtikçe efkarım dağılıyor. Ta ki çaydanlıktaki çay bitinceye kadar. Ne çaydanlığım yaktın, kaynattın, pişirdin beni diyor ne içtiğim çay; yeter artık, bırak içmeyi diyor ne de midem, of! İçim dışım çay oldu diyor. Bugünlerde damarlarımı kesseniz kan yerine, çay akar anlayacağınız.

Görünen o ki evde zorunlu ikamet devam ettiği müddetçe çaydanlık, çay ve ben birbirinden ayrılmaz muhteşem üçlü olmaya devam edecek. En iyi dost zira çay bu aşamada. Umarım bu mecburi olağanüstü hal çok uzun sürmez, ülke selamete çıkar, ben de sağ salim dışarı çıkarım, herkes gibi.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde