Ana içeriğe atla

Salgının Altından Bir Çapanoğlu Çıkacak Ama Ne? *


Yaşadığımız olağanüstü durumu sizlere anlatmaya gerek yok. Zira hepimiz dünyada dolaşımda olan yeni tip koronavirüs hastalığının pençesinde yaşam mücadelesi veriyoruz. Bu durumu, kimimiz ilmel yakin(ilimle bilmek) kimimiz aynel yakin(gözle görerek bilmek) kimimiz de hakkal yakin(her şeyi ile yaşayarak bilmek) bir şekilde yaşıyor, eğer buna yaşama denirse.

Covid-19 adı da verilen bu salgının, daha fazla insanına sirayet etmesin diye devletler mücadele ediyor, yeni tedbirleri devreye sokuyor, sektörlerin çökmemesi için alacağı vergiyi öteliyor, işçi çıkarılmasın diye sektörlere destek veriyor, hastalığın yayılma riski fazla olan işyerlerini geçici olarak kapatıyor. Hastaneler tam kapasite çalışıyor. Çalışmak zorunda olan sektörlerin elemanları dışında herkes evine çekilmiş durumda.

Televizyonlar, virüsün ortaya çıktığı andan itibaren salgın haberleri ile sürekli evlerimize misafir oluyor, virüsten korunma yollarını anlatacak uzmanları ekranlarına çıkarıyor, hastalıktan korunmak için neler yapmamız gerektiğini, maske takıp takmamamız gerektiğini anlatıp duruyorlar. Tüm bunları evimizde seyrederken her akşam saatlerinde yapılan test sayısını, hastalığı pozitif çıkan hasta sayısını, yoğun bakım ve entübe hasta sayısını, iyileşen ve ölen sayıyı öğrenince morallerimiz bir daha bozuluyor. Çünkü onca tedbire rağmen sayılar azalacağı yerde artmaya devam ediyor. Ayrıca konuşmaya ve araştırmaya rağmen ne hastalığın,  hangi hayvandan yayıldığını biliyoruz ne hastalığın tedavisini bulmuş durumdayız ne de bu olağanüstü durumun ne zaman biteceğini biliyoruz. Üstelik bu virüsün doğal yollardan mı yoksa bir laboratuarda üretilip dünyaya servis edildiğini dahi bilmiyoruz. Sonuç olarak devlet/ler aciz, vatandaş aciz, tıp aciz, dünya aciz. Kara kara düşünüyoruz. Herhalde insanlık bu kadar aciz kalmamıştır ömrü boyunca.

Acizlik de olsa salgının yayılmaması için evlerimizde bekleyelim, uzmanların ve sorumluların yaptığı açıklamalara azami riayet edelim. Ölümü gösterip sıtmaya razı edilmiş bir şekilde evlerimizde beklerken bizi koronavirüs sonrası nasıl bir hayat bekliyor, bunu da düşünelim. Çünkü yeni bir dünya düzenine doğru gideceğimizden, devletlerin önemini kaybedeceğinden, dünyanın tek merkezden yönetileceğinden, dijital hayata geçeceğimizden, kullandığımız paraların ortadan kalkacağından; yerine dijital paranın tedavüle sürüleceğinden, eğitim başta olmak üzere hayatın birçok alanında dijital ortama geçeceğimizden bahsediliyor. Tüm bu senaryoları, içimizdeki az sayıda bulunan stratejistler dile getiriyor. Bunlar da her kanala çıkıp düşüncelerini açıkla-ya-mıyor.

Stratejistlerin öngörülerinin ne kadarı gerçek olur ne kadarı hayata geçirilir bilmiyorum. Ama bugüne kadar her olayı kendi lehlerine çevirmeyi bilen, dünyaya yön veren üst akıl, şu anda biz evlerimizde otururken iş başında. Bitmez, tükenmez emellerine ulaşmak için harıl harıl çalışıyor. Salgının bu kadar uzaması, bilinmezliğin hakim olması bana normal gelmiyor. Bu salgın, insanlara ne kadar korku verir ne kadar can alırsa durum üst aklın lehine işleyecek. Çünkü bu iş uzadıkça devletlerin ekonomisi çökecek, piyasayı döndüremeyecek hale gelecek ve devletler kendilerine dayatılacak dünyayı kabule mecbur bırakılacak.

Halihazırdaki dünyanın durumu, bana eski bir sözü hatırlattı. Eskiden yerimize göz dikenler, yerimize oturmak istiyorlarsa hamasete başvurur: “Kalkın ey ehli vatan dediler. Kalktık. Herkes oturdu, biz ayakta kaldık” der; biz kalkar, hedef gösterilen yere bakarken onlar yerimize otururdu. Şimdi de “Evde kal” denilerek “Siz istirahatınızı yapın, Biz her şeyi sizin adınıza düşünür, tedavüle süreriz, sonra görürsünüz gününüzü” deniyor gibi.

*06/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde