23 Mart 2020 Pazartesi

15.Yüzyıl Diliyle, Salgından Korunma Yolları *

15.yüzyılda yaşamış Amasyalı Şerefeddin Sabuncuoğlu, 1468 yılında yazdığı Mücerrebname isimli eserinde, salgın hastalıklardan kurtulmanın yolunu şöyle anlatmış:

"Ellerini onat yu/Ellerini doğru, iyi yıka.
Galebeliğe girme/Kalabalığa girme.
Selâmı uzakça vir/Uzaktan selâm ver.
Eyi yi vü eyi iç/İyi ye ve iyi iç, yani iyi beslen.
Haste isen yativir/Hasta isen yatıver!
Taşrada yüzün ört/Dışarıda yüzünü ört!
Biiznillah nesne dokunmaz/Allahın izniyle, bir şey dokunmaz!" (Yazının tümü için bk. Mehmet Doğan, Karar Gazetesi)

İzin verir, bana kızmazsanız, Şerefeddin Bey'i haklı bir eleştiriye tabi tutmak istiyorum:
1. Şerefeddin Bey'in 15.asırda ortaya koyduğu salgından korunma yollarını 21.asır uzmanları da söylüyor. Bu demektir ki Sabuncuoğlu günümüz akademisyenlerinin dediğinin üzerine bir şey koymamış.
2.Tek fark, günümüz uzmanlarının 14 maddede kurallaştırdığı salgından korunma yollarını Şerefeddin Bey, 7 maddede özetlemiş. Özetlerken günümüz 14 madde kuralına atıfta bulunmamış. Bu durumda kendisine intihalci denebilir.
3.Korunma yolları konusunda Sabuncuoğlu'nun tek eksiği, el yıkamada 20 saniye kuralını bilmemesi. "Ellerini doğru, iyi yıka" demekle yetinmiş. Ayrıca nasıl yıkanması gerektiğini göstermemiş. Belki de saatler günümüzdeki kadar yaygın olmadığından olsa gerek.
4.Yıka yerine "yu" fiilini kullanmış. Halbuki TDK "yu" eylemini halk dilinde kabul ediyor. Maalesef Sabuncuoğlu, eserini yazarken TDK sözlüğünü hesaba katmamış. Bu yüzden eseri bilimsel değil denebilir. Kusura bakmasın, emeğini inkar etmiyorum ama bu yazım yanlışlarıyla yazar, üniversitelerin akademik jürilerinden geçer not alamaz ve kendisine de Doç, Prof unvanı verilemez.
5.Ayrıca TDK'nın kabul ettiği, kalabalık kelimesi yerine "galebeliğe" kelimesini kullanmış. Hangi birini düzeltelim burada. Kelime büyük ses uyumuna da uymuyor bir defa. "K" yerine Gonyalılar gibi "G" kullanmış. (Siz Konyalılar, “k”lara niçin “g” dersiniz diyenlere duyurulur. Gördüğünüz gibi aslı “g” imiş bu tür kelimelerin. Ayıplayacaksanız Gonyalıları değil, Şerefeddin Bey'i ayıplayın. Sizi TDK'cılar sizi!)
6. Yine Sabuncuoğlu "ver" yerine "vir", "iyi" yerine "eyi", "ye" yerine "yi", "yatıver" yerine "yativir" kelimelerini kullanmış. TDK, kelimelerin bu şekilde kullanılmasını yanlış bulsa da Anadolu insanı konuşma dilinde hala böyle konuşur. Kim dilimizi orijinalinden konuşuyor kim kendince değiştirmiş. Takdir sizin.

Şerefeddin Sabuncuoğlu'ndan Allah razı olsun, mekanı cennet olsun.

*25/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Sonumuz İtalyanlara Benzemesin! *

Dünyayı kasıp kavuran salgın virüs gecikmeli de olsa ülkemizi de vurdu. Her gün, gece saatlerinde virüse yakalananların sayısını Sağlık Bakanı açıkladıkça salgının her gün arttığını, test yapıldıkça daha da artacağını göstermektedir.

Dünyada ve Türkiye'de ölenlerin kimliğine bakıldığı zaman virüs, öncelikli olarak yaşlıları ve ilaca bağlı yaşayan kronik hastaları vuruyor. Başta çocuk ve gençler olmak üzere bağışıklık sistemi güçlü olanlar bu virüsü kapsalar bile hastalığı ayakta iken atlatıp iyileşebiliyor.

İnsandan insana sirayet eden bu virüsü az hasarla atlatmak ve birbirimize bulaştırmamak için devlet ve işin uzmanları "Evde kal" seferberliği başlattı ve çoğunluk evlerine kapandı. Sayıları az olsa da söz dinlemeyenlerimiz var. Çarşı-pazar, park demeyip dolaşmaya, sere serpe oturmaya devam ediyorlar. Söz dinlemeyenlerin başını da yaşlılarımız çekiyor. Niye evde değilsiniz dendiğinde "sıkıldım çıktım", “hanımla kavga ettim”, “alışveriş için çıktım”, “şurada oturuyorum, kimseye temas etmiyorum” sözlerini izliyoruz ekranlarda. Bazı belediyeler uyarılara rağmen banklarda oturanlardan kurtulmak ve onları evlerine göndermek için bankları kaldırıyor. Kim sıkılmaz ki günlerdir evde kapanıp kalmaktan…kim zevk alır günlerce evde oturmaktan… İşin garibi, yaşlarıyla orantılı olarak bağışıklık sistemleri zayıf olduğu için virüsten en fazla etkilenen yaş grubu olmalarına rağmen yaşlılarımız söz dinlemiyor.

Diyelim ki yaşlılarımız evlerinde yalnızlara oynuyorlar, yalnızlık ölmekten beterdir. Ha öyle ölmüşler ha böyle deyip dışarı kendilerini atıyorlar. Gençlere ne demeli? Kimi, oltasıyla balık tutuyor, kimi pikniğe gidip mangal yakıyor, kimi eski günlerde olduğu gibi otogarlarda asker uğurlama merasimleri yapıyor, kimi parklarda sosyal mesafeye dikkat etmeden sere serpe oturuyor, kimi yurtdışından gelmiş olmasına, evde 14 gün boyunca çıkmayacağına ve kimseyle görüşmeyeceğine dair imza vermesine rağmen süresini doldurmadan dışarıya çıkıyor… Polis ve zabıta onca işinin arasında bir de bu tiplerle uğraşıyor.

Söz dinlemeyip dışarıya çıkmaya devam edenlerde mantık “Bize bir şey olmaz” sendromudur. Doğrudur. Kötüye bir şey olmaz. Bunların zararı tüm millete olacak. Cahil cesareti ve aymazlıktır bu yaptıkları. Bunlara bir şey olmasa da evlerine gittikleri zaman kaptıkları virüsü ailelerine bulaştırabilirler. Göz ardı ettikleri nokta bu. Bunlar sanıyorlar ki kendileri çok sağlıklı ve virüs taşımıyorlar. Ne biliyorlar? Belki virüsü kaptılar, daha etkisini hissetmiyorlar veya bağışıklık sistemleri güçlü olduğu için hastalığı hissetmeden ayakta geçiriyorlar.

Gencinde, yaşlısında bir söz dinlemezlik... Ne ara böyle söz dinlemez, inatçı bir toplum olduk, anlamadım gitti. Bu aymaz durumumuz İtalyanları andırıyor. Sokaklarda gezen gençler, kaptıkları virüsleri eve gelince büyüklerine bulaştırıyorlar. İtalyanlar, söz dinlememelerinin ceremesini büyük bedeller ödeyerek çekiyorlar. Her gün rekor seviyede ölümler oluyor İtalya’da. Şimdiden ölü sayısı Çin’i geçti. Buna rağmen İtalyanlar eve girmemekte direniyor. İnşallah sonumuz İtalyanlar gibi olmaz.

*27/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



22 Mart 2020 Pazar

Bağışıklık Sistemi Nasıl Güçlenir?

—Üstat! Uzmanlar virüs salgınından korunmak için bağışıklık sistemini güçlendirin, diyor. Nasıl güçlenir bu bağışıklık sistemi?

—Uzmanlar ne yapacağını da söylemiştir.

—Söylediler de o kadar çok şey söylediler ki hiçbiri aklımda kalmadı.

—Vücudunu güçlendireceksin kısaca.

—Yani?

—Yemene, içmene dikkat edeceksin.

—Herkes gibi yiyip içiyorum. Can boğazdan gelir deyip yiyor ve içiyorum. Daha ne yapayım.

—Öyle değil.

—Nasıl?

—Hangi birini sayayım şimdi ben sana? Saysam da yine aklında kalmayacak.

—Ne yapacağım bu durumda?

—Kısaca bugüne kadar yiyip içtiklerini terk edeceksin.

—Eee, ne yiyeceğim ya...

—Bugüne kadar yemediklerini yiyecek, içmediklerini içeceksin.

—Ama benim midem onları götürmez ki...

—Miden götürecek. Yoksa o yemediklerin seni götürecek. Başka türlü bağışıklık sistemin güçlenmez.

Sağlık Çalışanlarına Alkışlı Destek *

Türkiye, birkaç gündür koronavirüs salgını ile mücadele eden sağlık çalışanlarına moral desteği vermek amacıyla akşam 21.00’de alkışlı destek eylemi başlattı. Eylem kısa zamanda tüm Türkiye’ye yayıldı. Başta hekimler olmak üzere tüm sağlık çalışanlarının görevlerini yaparken bu morale ve alkışlanmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaçları var. Çünkü herkesin salgın dolayısıyla birbirinden kaçtığı olağanüstü bir durumdan geçiyoruz. Biz virüs kaparız diye birbirimizle temastan kaçıp sosyal mesafeyi korurken önlerine gelen hastaya teşhis koymak ve tedavi etmek amacıyla sağlık çalışanları, hasta ile yakın temas ediyorlar. Bu da kendi canlarını ve ailelerini riske atmak demektir.

Sağlık çalışanlarına verilen bu moral alkışını destekliyorum. Ama isterdim ki bu destek salgınla yüz yüze geldiğimiz ve ölümü soluduğumuz zaman dilimiyle sınırlı olmamalıydı. Her daim olmalıydı. Yazımdan, sağlık çalışanlarına her akşam saat 9.00’da alkış yapalım anlaşılmasın. Sair zamanlarda da sağlık çalışanlarının görevlerini iç huzuru içinde yapmalarına imkân vermeliydik diyorum. Maalesef başta hekimler olmak üzere sağlık çalışanlarına, görevleri esnasında uyguladığımız şiddet yönünden sicilimiz iyi değil, hayli kabarıktır. Uğradıkları şiddetten dolayı hekimler çok eylem yaptı geçmişte. Sağır sultan duydu bunu. Hastane koridorlarına gittiğimiz zaman hastanelerin görünür yerlerinde “Şiddete hayır” afişlerini hepimiz görürüz. Bu salgını atlatırsak hekimlere uyguladığımız şiddet, kaldığı yerden devam eder. Çünkü bundan önce “Efendim! İlgilenmedi, al dayak. Yanlış teşhis koydu, vur. İyi davranmadı, al gününü.” dedik durmadan. Sözlü tacizi, tehdidi ve en ufak bir şeyde şikâyeti saymıyorum bile.

Temennim odur ki bugün, her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz sağlık çalışanlarına, bundan önce uyguladığımız şiddetlere bir son veririz. Başta sağlık çalışanları olmak üzere tüm meslek gruplarına umarım gereken önemi veririz. Kamu çalışanlarına emir erimiz muamelesi yapmaktan vazgeçeriz.

Canlarını tehlikeye atarcasına her türlü riski göze alarak virüse yakalanan kişileri, tespit/teşhis ve tedavi etmek için gecesini gündüzüne katan sağlık çalışanlarının bugünkü durumunu görünce bugün kaçımız sağlıkçı olmak ister? Evet, hekimlerin aldığı ücret sair meslek gruplarına göre daha dolgun. Çoğumuzun gönlünde hekim olmak yatar, oğlumuz-kızımız hekim olsun ister. Bu yüzden her yıl üniversite yerleştirmelerinde bu ülkenin başarılı çocuklarının çoğu tıp fakültelerini tercih eder. Ama bugün kaçımız tıp fakültesini tercih etmek ve hekimlerin aldıkları bu para için bu mesleği ifa etmek ister? Öyle zannediyorum, şimdi yapılacak bir araştırmada tıp fakültesini tercih etmek isteyenlerde büyük düşüş olur. 2020 YKS’si yapılırsa bu yılki tıp tercihlerindeki azalmayı daha iyi görürüz. Çünkü şu anda hekim ve sağlık çalışanı olmak ve bu görevi yapmak büyük fedakarlık ister. Her babayiğidin de harcı değildir bu.

Ezcümle, sağlık çalışanlarına verdiğimiz moral alkışı mevsimlik olmasın. Bugün ve her daim onların vazifelerini daha iyi koşullarda yapmalarına biz vatandaş olarak destek olalım, destek olmasak da köstek olmayalım. Bugünleri unutup gitmeyelim. Herhangi bir mağduriyetimizde hakkımızı medenice arayalım, kaba kuvvete asla başvurmayalım. Başta sağlık çalışanları olmak üzere bu salgından Allah hepimizi korusun. İnşallah en az hasarla atlatırız. Allah yar ve yardımcımız olsun.

*23/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

21 Mart 2020 Cumartesi

Yaşlılarımızın İtibarını Korumanın Yolu ***

Ekmek almak için mahallemdeki fırına gidiyordum. Caddeden geçen tek tük araçların dışında kimsecikler yoktu. Yayaya da rastlamadım. Az yürüdükten sonra otobüs durağında yaşı epeyce ilerlemiş bir amcayı gördüm. Durakta oturduğuna göre otobüs bekliyor olmalı. Hava buz gibi. Etrafında kimsecikler yoktu. Selam verip geçtim. Dönüşte beni görünce ayağa kalktı. “Otobüsler geçmiyor mu, ne zamandır bekliyorum, gelmedi” dedi. Amca, gelmeye gelir ama otobüse binen yolcularda bir azalma olduğu için tarife değişikliğine gidilmiş ve seferler seyreltilmiş olabilir, dedim. Sonra beklemek için tekrar oturağa oturdu. Yürüyüp evime geçtim. Amca soğukta ne kadar oturdu, otobüs ne zaman geldi bilmiyorum. Geçip giden minibüslere binmediğine göre ya cebinde parası yoktu ya acelesi yok ya da parası var, ücretsiz nasılsa diye otobüsü bekliyordu. Yaşlıların sokağa çıkmaması sık sık uyarılmasına ve salgın virüsün kol gezdiği, virüse yakalananların sayısında her gün artışın olduğu ve ölenlerin hepsinin yaşlılardan oluşmasına rağmen sanki normal bir günmüş gibi bu amcanın buz gibi havada çarşıya gidiyor olmasını garipsedim doğrusu.

Aynı gün öğleden sonra “65 yaş üstü kişilerin, belediyeye ait toplu taşıma araçlarından ücretsiz yararlanma uygulamasını, tedbir amaçlı geçici olarak durdurulması haberini alınca sevindim doğrusu. Yerinde ve olması gereken, aynı zamanda gecikmiş bir karar. Aldıkları bu karardan dolayı Konya İl Hıfzıssıhha Kuruluna tebrik ve teşekkürlerimi iletiyorum. Konya'yı emsal gösteren bazı illerimiz de aynı kararı almaya başladılar. Bu karar, onca uyarıya rağmen evlerinde kalmamak için direnen birçok yaşlıyı evlerinde tutacaktır.

Bu kararı her ilin il hıfzıssıhha kurulları tek tek alıncaya kadar tüm Türkiye'yi kapsayacak şekilde hükümet, böyle bir karar almalıdır. Çünkü yaşlılara bu hakkı veren hükümettir. Öncelikli olarak durdurmak da ona düşer. Üstelik alınacak bu karar, geçici bir süreliğine durdurma şeklinde değil, bir daha uygulanmayacak şekilde kaldırılmalıdır.

Hükümet, zamanında yaşlılara bu hakkı verirken yaşlıları korumayı, onlara destek olmayı ve onlara değerli olduklarını murat etmiş olabilir. Bu kararın ardından, yaşlılarımız kamuya ait toplu taşıma araçlarından ücretsiz yararlandı ama hükümetin muradı gerçekleşmedi. Başta otobüs şoförleri olmak üzere kamuoyu, ücretsiz binenlere bilendi. Onlara bedavacı dedi, onları yük olarak gördü. Bazı yaşlılarımız da bedava diye evine girmez oldu. O otobüs, bu otobüs akşama kadar bir duraklık mesafeye bile bindi durdu. Ücretsiz binmenin yükü, belediyelerin sırtında bir kambur olarak kaldı.

Bence otobüsleri ücretsiz kullanma iradesi, yaşlıları koruyup kollama, onlara değer verildiğini gösterme ve onlara yardım etme değildir. Büyüklerimizi toplumun önüne atmaktır. Çünkü bu uygulama, büyüklerimizin saygınlığını yok etmiştir. İnsan onurunu korumanın yolu, onların ücretli binmelerini sağlamaktır. Eğer yaşlılara ulaşım yardımına devam edilecekse bu haktan yararlananların hesaplarına ulaşım gideri adı altında bir ücret yatırılabilir, ücretsiz yararlanma günün belli saatleri ile sınırlı tutulabilir. Mesela 10.00 ila 15.00 arası gibi. Günlük iki binişi geçmeyecek şekilde sınırlandırma getirilebilir.

Hasılı Konya'nın başını çektiği ücretsiz yararlanma hakkının bir daha uygulanmayacak şekilde tüm Türkiye'den kaldırılması, yaşlılarımızın saygınlığı açısından elzemdir.

***24/03/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Sizi Makarnacılar Sizi!

Bakın hele! Şu makarnaları hanginiz stok ettiyse -gözüm yok, varsın sizin olsun- bir paketini bana versin. Oğlan dayattı makarna da makarna diye.

Gittim markete. Yok, olmuş makarnalar. İnsan bir pakette mi bırakmaz. Hasılı bir paket makarnam bile yok.

Şimdi ne diyeceğim oğlana? Hayatımda bir makarna istedim, onu bile almadın. Ben sana zamanında makarna alalım demedim mi, ha bir söz dinleseydin, derse ben ne diyeceğim? Benim durumum küçüklerin, "Dışarı çıkma, evde kal" sözüne uymayan büyüklere benzedi. Devir değişti. Eskiden büyüklerin sözünü küçükler dinlemezdi. Şimdi küçüklerin sözünü büyükler dinlemez oldu.

Neyse bana "Evde kal" dendi, kaldım. Ben evde kalırken birileri malı yani makarnayı götürmüş. Alacağınız olsun. Bu aşamadan sonra çocuğunun bir isteğini bile yerine getirememiş bir baba olarak evde bir başıma, bağrıma taş bastırıp oturacağım.

Eee, evde can sıkıntısından makarna pişirip pişirip yiyor musunuz artık... Sizi makarnacılar sizi! Nasıl tadı güzel mi bari... Afiyet olsun!

Bu arada makarna bulmak niyetiyle bir güzel giyindim. Virüsten korunmak için uzmanların uyarısına uyarak maskeyi taktım. Düştüm yola. Gözlük buharlandı durdu. Buharlanınca haliyle önümü göremedim. Gözlüğü çıkardım. Yine önümü göremedim. Öyle maske tak demek kolay. Gözlüklü iseniz maske takın da göreyim. Sahi niçin gözlüklüler için gözlüğün camını buharlatmayan maske üretmezler ki…

Ayrıca maskeli durmak da zormuş. Nefes almakta zorlanıyorsun. Zorlandığıma değseydi bari. Bir makarna bile bulamadım.

Bu arada markette benden başka maskeli yoktu. Beni görenler, biz ölelim de bu bey amca(dayı diyen de çıkar, enişte diyen de eksik olmaz) dünyaya kazık çaksın demiş olmalı.

Not: 1. Yazıda, makarna makarna diye tutturan çocuk, 18'ine girmiş biridir.
2. Makarna vardır da sen görememişsin, zira gözün görmüyor diyeniniz olursa ödeme yaparken kasiyere sordum. Kalmadı dedi.
3.Bu arada çocuk, makarna yoksa ders çalışmak da yok deyip YKS'ye girmez ya da girer, başarılı olamazsa sorumluluk makarna stokçularındadır. Vebali boynunuza! (ya da Konyalı deyimiyle bobal boynuna!)
4. Kandil mesajı gönderenler, mesajın yanında birer paket de makarna gönderseler epey bir öğün savar, çocuğun da gönlünü böylece almış olurdum.

20 Mart 2020 Cuma

Bir Fırsatçılık da Ben Yaptım

Malum dışarıya çıkamıyoruz. Neredeyse esnafın dışında birçoğumuz evlerimize kapandık. Kendi adıma ekmek ve birkaç zaruri ihtiyaç dışında alışverişe gitmiyorum. Hiç olmadığı kadar toplumdan kendimi izole ettim. Aldığım her nefese şükrediyorum. Sıkılıyor muyum? Hayır. Kendimce bir meşgale buluyorum evde. Ev işlerinde hane halkına elimden geldiği kadar yardım ediyorum.

Zaruri ihtiyaçlarımı öteliyorum. Dişimde sorun var, tedavi için dişçiye gitmem lazım. Gidemiyorum. İyi-kötü yiyip içiyorum şimdilik. Buna da şükür. İnşallah ortam düzelinceye kadar daha fazla sıkıntı vermez. 

Bu arada saçım da büyüdü. Kesilmesi lazım. Berbere gitmeye cesaret edemedim. Ne yapayım, ne edeyim derken bıyıkları kesmek ve düzeltmek için aldığım şarjlı tıraş makinesi aklıma geldi. Olur mu olur, niye olmasın. Verdim hane halkının eline makineyi, oturdum berber koltuğu gibi sehpanın üzerine. Saç olarak kafamda ne varsa alın dedim. Zaten saçlarımı kesmem için özel bir isteğim yoktu. Hani küçük çocukların saçını berberler tıraş ederler(kırkarlar) ya, işte benim istediğim de öyle bir şey. Siz buna geçmişe yani çocukluğa özlem de diyebilirsiniz. Uzun bir aradan sonra saç tıraşım bitti. Bu tıraşımda macera, heyecan, acemilik, ne ararsanız vardı. Ne de olsa acemi berberin önündeydim. Tıraşımı uzatan, şarzın sık sık bitmesiydi. Zamanında tam doldurmazsam olacağı buydu. 

Zor ve meşakkatli ve uzun bir beklemenin ardından nihayet son rütuşlar yapıldı ve saç tıraşım bitti. Başımın üzerinde bir baş daha varmış meğer. Kafam küçülüverdi. Buna da şükür. 

Saçı büyüsün de gelsin, biraz da biz nasiplenelim diyen berberim kusura bakmasın. Elinin ekmeğini alarak fırsatçılık yapmış oldum. Bu defalık böyle olsun. Malum olağanüstü bir durumdan geçiyoruz.

Bu arada berbere gitmeyip saç tıraşımı evde amatör berberler eliyle halledince berbere vereceğim berber parası da cebimde kaldı. Kısa günün kârı. Beni memnun eden de işin bu yanı. 

Bir dahaki saçlarım büyüyünce kadar Allah kerim. Bu olağanüstü hal devam ederse saç tıraş ihtiyacımı aynı yol ve yöntemle halletmek istiyorum, şayet amatör berberim yan çizmez ise... Şu an tek derdim diş sorunu. Acaba malum berberlerim buna da bir çözüm yolu bulabilirler mi?