26 Ocak 2020 Pazar

Depremin Ardından *

Yıkıcı, öldürücü ve acımasız yönleriyle birlikte afetlerin en büyük faydası, insanlığımızı ortaya çıkarmasıdır. Bir evren yasası olan, evrenin olmazsa olmazı depremlere karşı tedbirini ve nasıl korunması gerektiğine dair önceden önlem almayanların, yapıp ettiklerini "Alın, eserinize bakın" dercesine yıkıp yerle bir eden ve öldüren depremler; deprem esnasında ve sonrasında herkesin tıraşını ortaya koyuveriyor: Kimlerin insan olduğunu, kimlerin de insanlıktan nasibini almamış ne menem varlıklar olduğunu ortaya döküveriyor.

Kıyametin küçük bir provası olan belki de bu alemin ömrünü uzatmak, geri kalan dünya yaşamının daha sağlıklı yürümesi için elzem olan ve dünyayı bir nevi rektifiye eden depremler,
Daha fazla para kazanmak hırsızla demir ve çimentodan çalan müteahhitlerin gerçek yüzünü,
Yapılan binaları doğru dürüst denetlemeyen ve kaçak binaların yapılmasına göz yuman yerel yönetimlerin yönetim anlayışını,
1948'den beri üç beş oy uğruna gecekondu evlere göz yuman ve imar barışı adı altında sayısız af getiren siyasi iktidarların zaafını ve bütçe gediklerini kapatma hırslarını,
Deprem esnasında yaptıkları paylaşımlarla ırkçılığını gösteren, PKK üzerinden Kürtlere toptancılık yapan, hükümeti zor durumda bırakmak amacıyla başka bir ildeki inşaat halindeki hastanenin fotoğrafını deprem bölgesindeki bir hastanenin fotoğrafı gibi paylaşıp sözüm ona siyaset yaptığını sanan; depremin, olduğu bölgeye göre bölgesel ırkçılık yapan, enkaz altından sağ kurtarmak amacıyla dişini tırnağına takan ve her türlü riski göze alarak zamanla yarışan arama kurtarma görevlilerini yanıltmak amacıyla, enkaz altında kaldığına dair paylaşım yapan, deprem esnasında deprem bölgesindeki insanların vergiden muaf olacaklarını ve şu ana kadar toplanan deprem paralarının nereye gittiğini sorgulayan kişilerin, nasıl bir zihniyet ve kafa yapısına sahip olduklarını ortaya çıkarmıştır. (Deprem parası sorulabilir. Ama bu soru, can pazarının yaşandığı bir ortamda sorulmamalı diye düşünüyorum.)

82 milyona göre küçük bir azınlığı temsil eden bu kesimin dışında depremler,
Paylaşmak için koşuşturan, yardımlaşan,  evini-barkını depremzedelere açabileceğini teklif eden, acı ve kederde bir ve beraber olan insanlarımızı; madden, manen ve bedenen gösterilen fedakarlıkları, özveriyi ve empatiyi ortaya çıkarmıştır. Yine bu depremde tüm Türkiye,
Yaptığı telefon görüşmesiyle enkaz altındaki 8 kişinin kurtulmasına sebep olan Adıyaman UMKE'den Emine Kuştepe'nin kriz yönetim tarzını izlemiştir.
Elinde hiçbir malzeme olmadan deprem bölgesine giden ve yıkılan binalara koşan, enkazın altından duyduğu ve dilini bilmediği sese kulak veren, toprağı tırnaklarıyla kazıyarak enkazdan karı ve kocayı çıkartan yabancı uyruklu Mahmut'un, gönüllü çalışmasını televizyonlar vasıtasıyla görmüştür.

Örneklerini vermeye çalıştığım gibi deprem, denizdeki katre kadar içimizdeki art niyetlileri ortaya çıkarırken büyük çoğunluğun içindeki insanlığı ortaya çıkarmıştır. Kötü ve hasta ruhlu olanları Allah bildiği gibi yapsın. Zira onlar iflah olmayacak derecede hastadır. Depremin olduğu ilk andan itibaren çorbada tuzum olsun misali çalışan, çabalayan, koşuşturan, deprem bölgesindeki insanların acısını derinden hisseden herkesten Allah razı olsun.

*29/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Payitaht "Abdülhamit" ***


TRT1 kanalında cuma akşamları yayımlanan Payitaht "Abdülhamit" dizisini bugünlerde fırsat buldukça izlemeye çalışıyorum. Dizi, ne kadar gerçeği yansıtıyor bilmiyorum ama ümit ediyorum tarihi gerçekleri yansıtmaz. 

Dizi, adı üzerinde Abdülhamit üzerine kurgulanmış. Yurtdışı ve ülke sorunlarını çözmede hiçbir paşanın esamisi okunmuyor. Her bir soruna padişah koşuyor. Etrafında kendisine yardımcı olmak üzere görev verdiği ne kadar paşa varsa hepsi birer zayıf halka: Daha önce muhalifler arasında yer almış kız kardeşinin kocası olan paşa enişte, ciddiyetten ve düşünce üretmekten uzak pastırma hastası bir tip. Bu damat paşanın elinde güç olsa üç beş kilo pastırmaya ülkeyi satar. Diğer paşaların çoğunun, düşmanları tarafından bilinen yumuşak karnı var. Kendisine bir masa verilmiş oğlu muhalif, yeğeni Abdülhamit'i tahttan indirmek isteyen ve Osmanlı'yı yıkmak isteyen hainlerle işbirliği halinde. Kardeşi paşa hakeza düşmanlara bilgi sızdıran ve ikili oynayan bir tiptir. Bir diğer paşa yeğen, sarayın içine kadar sızmış, başkası adına çalışan biriyle evleniyor.

Dış devletlerin "Hasta Adam" dediği Osmanlı'nın iç ve dış düşmanları, sarayın içinde cirit atıyor. Abdülhamit aile sorunlarını gidermek için mi uğraşsın? İstanbul'un her bir köşesinde köşe başlarını kapmış ve gündemi belirleyen, padişahtan görünen hainlerle mi mücadele etsin ya da Osmanlı' ya son vuruşu yapmak için iştah kabartan sömürgeci devletlerle mi uğraşsın? Ekonomisi zayıf olan, borçlu bir devletin başında ülkeye mi hizmet etsin?

Dizide gördüğüm; tüm sorunlarla uğraşan, hainleri dahi sorgulayan, düşman ve hainlerin planlarını boşa çıkarmak için fikir üreten ve hamle yapan, tren güzergahını belirlemeye varıncaya kadar  plan üzerinde çalışan, ekibi sakat bir Abdülhamit var. Merak ettiğim, Abdülhamit 33 yıl ülkeyi tek başına böyle mi yönetti? Eğer dizide anlatıldığı gibiyse bu devlet 33 yıl iyi ayakta kalmış. Kendisinden önceki diğer padişahlar da ülkeyi böyle tek başına yönettilerse Osmanlı, 600 yıl üç kıtada iyi at koşturmuş. Çünkü içeride, özellikle ekibi arasında düşmana çalışan, içeriden dışarıya bilgi sızdıran hiçbir devlet bu kadar uzun ömürlü olamaz.

Tek kişiyle herkese meydan okuyan bir figür rolüyle, Abdülhamit'in bir deha olduğu imajı verilmeye çalışılıyor, senaryo bunun üzerine kurgulanıyor ve günümüze dair bir pay ve haklılık çıkarılmak isteniyorsa böylesi tek başına yönetimler ya hiç olmamıştır ya da kalmamıştır. Ortak aklın hakim olmadığı, ekibinin hainlerden müteşekkil olduğu, her işe bir kişinin koştuğu, sorumluluğun paylaşılmadığı ve yetkilerin verilmediği bir yönetim tarzında hiçbir deha, bu yönetimin altından kalkamaz. Her şeyden önce vücudu buna yenik düşer. Bir yerde iyi bir hamle yaparken diğer taraflarda hata üstüne hata yapar.

Yine dizide gördüğüm, padişah bir suikasta kurban gitse veya vefat etse bayrağı devralacak ve ülkeyi yönetecek, ön plana çıkmış liderlik potansiyeli taşıyan ikinci bir figür yok. Kişiye endeksli, tipik bir Doğu yönetim tarzı… Günümüz siyasi parti yapılanmasına ne kadar da benziyor. Padişah veya siyasi parti liderinden sonrası tufan... Tek kişi üzerine kurgulanan yönetim tarzından, ekip ve kurum kültürünün ortaya çıktığı yönetim tarzı idealimiz olmalı diye düşünüyorum.

***03/02/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Tepki Çeken ve Duygulandıran Deprem Mesajları ***


Bu yazımda merkez üssü Sivrice olan 6,8 şiddetindeki Elazığ depremi olduğu andan itibaren sosyal medyada paylaşılan mesajların bir kısmına yer vereceğim. Paylaşımlarda göreceğiniz gibi depreme sevinen, tiye alan ve kin kusan sözüm ona insanımız olduğu gibi elindeki imkanları depremzedelere sunmaya hazır büyük bir kitle var. Türkiye’de kimlerle beraber yaşadığımızı bilelim istedim.  Önce tepki çeken paylaşımlar:

"Hiç umurumda değil. Çoğu Kürt zaten. Yardım göndermeyin. Hepsi PKK'ya destek veriyor. Şehitlerimizin kanı yerde kalmıyor işte." (Kürt kadar başına taş düşsün emi!)
"Kürde bak. Çok felaket sallanıyor. ...Kürdü" (Kafatasçı bir tipin hezeyanı. Buna hasta ruhlu da diyebiliriz.)
"Enkaz altındayım. Durumum iyi ama sesim duyulmuyor. Herhalde telefon çekmiyor." (Bu paylaşımı yapan enkazın altında kalmış biri değil. Sosyal medyada keyif çatan, arama-kurtarma ekibini uğraştıran ve onlara vakit kaybettiren benmerkezci bir tip)
"Biz her şeyimizi verelim o ayrı, ama neden hala deprem anı ilk akla gelen para toplamak? Onca toplanan deprem vergisine ne oldu?" Aynı kişiden bir başka paylaşım: "Hop güncelleme 6.5... Biliyorsunuz bir dereceden sonra o ilde vergi filan depremden dolayı muafiyet alıyor." (Sözüm ona bir sanatçının paylaşımı. Şeffaflık adına deprem vergisi sorgulansın ama bu, can pazarının yaşandığı deprem esnasında olmamalı değil mi?)
"Elazığ Tr'nin en bağnaz, en cahil, en paranoyak, cinsel saplantılı, maddi ve manevi tecavüz kültürü gelişkin kentidir. Gasp edilmiş emlak üzerine kuruludur, inkar edilmiş kimliklerden örülü bir hapishanedir. İdolü Mehmet Ağar'dır. Çocuklara yazık tabii, onlar suçsuz." (Bölgesel ırkçılığı tüm benliğiyle yaşayan, bölgesinden dolayı insanlara kin kusan bir diğer hasta tipin hezeyanıdır.)
İçimizi karartan, ne oluyoruz, bunlar da kim diyebileceğimiz bu kadar paylaşımdan sonra yardımseverliği en üst seviyede ifade eden ve iyi ki varsınız dedirten, içimizi açan, duygulandıran evini ve gönlünü açan paylaşımlara bakalım:
“İki ailenin kalabileceği kadar dayalı döşeli evimiz var. Deprem bölgesinden geleceklere kapımız açıktır.”
“Diyarbakır’da bir ailenin kalabileceği kadar dayalı, döşeli bir evimiz var. Deprem bölgesinden gelenlere kapımız açıktır.”
“Erzincan’dayım. Boşta bir evim var. İki aile rahatça sığabilir. Buradan iletişim kurabilirsiniz.”
“Memleketim Erzincan’da boş durumda. Eşyalı ve oturmaya hazır durumda 5 konutumuz Elazığlı depremzedelerimizin emrindedir. Yaklaşık 10 ailemizi, istedikleri kadar ağırlamak bizim için onurdur. 92 Erzincan depremzedesi bir aile olarak emrinizdeyiz. DM kutum açıktır.”
“Biz iki kardeş farklı şehirlerde yaşamaktayız. Samsun’da eşyalı bir evimiz var. Elazığ’da oluşan deprem sebebiyle evini kaybetmiş çocuklu bir aile, 1 sene boyunca evimizde kalabilir.”
“Eskişehir Sivrihisar ilçesinde 3+1 kısmen eşyalı, boş bir dairem var. Çocuklu bir aile çok rahat kalabilir. İhtiyaç duyulan eşyaları tamamlayarak istedikleri kadar misafir edebilirim.”
“Elazığ’daki depreme çok üzüldük. Bizleri sarsıntısı bile çok korkuttu. Siz ise yıkım yaşamışsınız. Canınız yanarsa canımız yanar. Keşke orada olup sizlere kendi ellerimizle yardım edebilsek, o zaman belki içimiz daha rahat ederdi. Ama havalar soğuk diye hem battaniye koyduk hem de kardeşliğimizle içiniz ısınsın diye bunu yazmak istedim. Umarım kaybolmaz ve okursunuz. Bizi yanınızda hissedin. Allah sizi çok korusun. Ordu’dan sizler için dua ediyoruz.”

İçimizi karartan kişilerin sayısı bereket bu ülkede azınlıkta. Sadece mide bulandırıyorlar. Ülkenin her bir köşesinde “Ben ne yapabilirim” düşüncesine sahip büyük çoğunluk milyonlarımız var. İyi ki varlar!

***28/01/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

25 Ocak 2020 Cumartesi

Dürüstlük Sınavında İslam Dünyası


Bilim ve teknolojide İslam dünyasının geride kaldığı; başkalarının ürettiği ve icat ettiğini kullanan, çalışmayı sevmeyen, rahatına düşkün insan topluluklarından oluştuğu hepimizin malumudur. Bu durumumuzdan geçtim. Zira bugün çalışmaya ve üretmeye kalksak dünyayı yakalamamız mümkün değil. Zira üretme gibi bir derdimiz ve bunu sorun ettiğimiz de yok zaten. Bu, Allah'ın bir kaderi olmasa da biz bu durumu kader belleyip yolumuza devam ediyoruz. Yolumuza devam ederken kendimizi sorgulayacağımız, haddimizi bileceğimiz ve bu durumdan utanç duyacağımız yerde dürüstlükten, çokbilmişlikten, başkasına akıl vermekten ve kendimizden başka kimseyi beğenmemekten de geri kalmıyoruz.

Ne mi yapıyoruz? Eforumuzu birbirimizi yiyerek bitiriyoruz. Başkası dünyayı bitirip Aya, Marsa çıkıp buralarda yaşanabilir mi üzerine kafa yorarken biz, hadisleri tartışıyoruz. Kimimiz silip atıyor, kimimiz de hadis kitaplarında yer bulmuş her sözü, her haberi sahipleniyor. Sünnetle hadisi birbirine karıştırarak birbirimizi hadis düşmanı veya gelenekçi ilan ediyoruz. Tarikat var mı, yok mu tartışması yapıyoruz. Mehdi gelecek/gelmeyecek üzerine kafa yoruyoruz. Kılık-kıyafet tartışması bizden ayrılmaz bir parça zaten.

Nedense tartışmalarımız arasında ahlak tartışmasına yer yok. Mesela dürüstlüğümüzü masaya yatırmayız. Deprem olur, binalarımız niçin yıkılır, enkaz altında niçin insanımız kalır, bunda bizim payımız yok mu? Ne yapmamız gerekirdi ki yapmadık, malzemeden çalarak ucuza mal ettik, deprem yönetmeliğine göre binalarımızı niçin sağlamlaştırmadık demeyiz. Vatandaş malzemeden kaçırarak binasını yapıyor veya yaptırıyor. Devlet  de 1948'den bu yana kaçak binaları resmiyete dönüştürmek ve bu vesileyle vatandaştan üç-beş kuruş gelir elde etmek için 22 defa imar affı çıkarıyor. Devlete, "Bu binalar kaçak yapılırken sen ne yapıyordun? Şimdi niçin af yolunu seçiyorsun demiyoruz. Biz devletten beteriz, devlet ise bizden besbeter. 

İmal ettiğimiz ürünlerde kalıbımızı konuştururuz ama kalitemizi konuşturmayız. Alaverelerimiz, dalavere üzerine kurulu. Aynı marka ürünün satışında, serbest piyasa ekonomisinden anladığımız, o ürünü tutturabildiğimiz fiyata satmaktır. Fiyatı yüksek tutup pazarlık yapmaktır. Adına da peygamber pazarlığı deriz. Bir şey alacağımızda bu yüzden dükkan dükkan gezerek piyasa araştırması yaparız.

Verdiğim bir iki örnekten çıkarabileceğimiz, dürüstlükten yoksun olduğumuza verebileceğimiz en güzel iki örnektir. Hiçbir şey olamasa da İslam dünyası pekala dürüst olabilir veya dürüst kalabilirdi. Belki dürüst olamadık ama dürüstlüğü kimseye vermedik. Hep dürüst geçindik. Sorarım size: Dürüstlükte sınıf geçemeyen bir İslam dünyası, bu dünyada iflah olur mu? Dünyada dürüst olmayanı ahirette nasıl bir akıbet bekler?

Not: Merkez üssü Elazığ, Sivrice olan 6,8 şiddetindeki deprem dolayısıyla bu yazıyı kaleme aldım. Bu vesileyle depremde vefat eden 35 insanımıza Allah’tan rahmet, 1607 yaralımıza acil şifalar; artçı depremlerin devam etmesi dolayısıyla bu kışta evine giremeyen ve çadırda yaşam mücadelesi veren insanımıza sabırlar ve kolaylıklar diliyorum. Allah beterinden korusun.

Çok Ders Almadığımız Görülüyor *


Cuma akşamı 20.55'de merkez üssü Elazığ Sivrice olan 6.8 şiddetindeki depremde, şu ana kadar vefat edenlerin sayısı 35, yaralıların sayısı 1607, enkaz altından sağ kurtarılanların sayısı 45 kişi olarak açıklandı. Yazıyı kaleme aldığımda AFAD yetkililerinin enkaz altından canlı arama ve kurtarma çalışmalarında sona yaklaşılmıştı. 

Deprem ülkesi olan ülkemizde, geçmişten günümüze bazı dersler çıkardığımız anlaşılmaktadır:
1.Önceki depremlere göre devlet daha bir organize ve daha hızlı. Devletin kurum ve kuruluşları arasında bir koordinasyon söz konusu. Bakan seviyesinde devlet yetkilileri kısa zamanda deprem bölgesine ulaştı. Devlet, vatandaşını yerinde ve zamanında bilgilendirmekte. Deprem bölgesine yapılacak her türlü yardımın AFAD eliyle yürütülmesi sağlandı.
2.TV'lerimiz tam puan aldı. Yetkili ve uzmanları kanallarına misafir ederek vatandaşı bilgilendirdi. Felaket tellallığı yapılmadı. Vatandaşın ne yapması gerektiği konusunda anlık bilgilendirme ve uyarılar yapıldı.
3.Önceki depremlerde çöken GSM operatörleri çökmedi. Bunda yetkililerin zorunlu olmadıkça telefon görüşmesi yapılmaması, bunun yerine internet alt yapısının kullanılması uyarıları etkili oldu. Vatandaş, internet aracılığıyla haberleşti.

Depremin sevindirici ve bizi teselli eden yönü;
1.Depremin kırsalda meydana gelmesi,
2.Depremin akşam saatlerinde olması ve bizi uykuda yakalamaması,
3.Enkaz altında kalan ve ölenlerin sayısının fazla olmaması.

Tüm bunlara rağmen depremlerden çok ders çıkarmadığımız görülmektedir. Çünkü deprem yönetmeliğine rağmen hala yıkılan binalarımız (75) var ve enkaz altında kalan insanlarımız çıkıyor. Hala binalarımız yıkılıyorsa bu bizim ayıbımızdır. Enkaz altında kalmış insanlarımızın olmasının masum ve makul bir tarafı olamaz. Fakat gel gör ki bizim binalarımız çürük. Bırakalım 6.8 şiddetindeki bir depremi, 5-6 şiddetindeki depremlerde bile binalarımız yerle bir oluyor. Çünkü deprem yönetmeliğinden önce yapılan binalarımız, depreme dayanıklı hale getirilmedi. Halen depreme dayanıklı olmayan binalarımız depreme dayanıklı olan binalara oranla daha fazladır. Bu da bizi öldürmeye devam ediyor. Bu kafayla gidersek organize, iletişim, bilgilendirme ve yardımlaşmada  yine sınıfı geçeriz ama sağlam olmayan mevcut binalarımızla sınıfta kalmaya devam ederiz. 

Aslında binalarımızı sağlamlaştırsak depremlerde organizasyona, koşuşturmaya ve yardımlaşmaya ihtiyaç kalmayacak. İnsanlar depremle beraber  beşik gibi sallanmaya devam edecek, ama evlerine ve işyerlerine güvendikleri için evlerini terk etmek zorunda kalmayacaklar. Böyle günleri görebilecek miyiz? Bizden daha yıkıcı depremlere maruz kalan ama sallanırken dahi işine devam eden ve soğukkanlılığını koruyan Japonya vb. ülkeler gibi olabilecek miyiz? Bu hantallığımız ve aymazlığımızla zor görünüyor. Çünkü biz hala kaçak binaların sağlamlığına bakmadan, imar barışından para kazanma yoluna gidiyoruz ve depremlerde ölmemeyi  istemek ve beklemek İslam dünyasına lüks görünüyor.

Bu vesileyle depremde vefat edenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Allah beterinden saklasın.

*27/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Şimdi Yaraları Sarma Zamanı

Cuma akşamı Türkiye, şiddeti birçok ilden hissedilen Elazığ-Sivrice merkezli 6.8 şiddetinde bir depreme maruz kaldı. Yapılan ilk açıklamalara göre Elazığ ve Malatya’da vefat edenlerin sayısı 35 olarak açıklandı. Hastanelere intikal eden yaralı sayısı 1607, enkaz altından sağ çıkarılan sayısı ise 45 olduğu bildirildi. Depremin ikinci (Pazar) günü öğle saatlerine kadar enkaz altında kalanları kurtarma çalışmaları devam etti. Bundan sonra yıkılan binaların enkazını taşıma işine ağırlık verilecek.

Devlet, tüm kurum ve kuruluşlarıyla deprem bölgesine ilk saatlerde seferber oldu. Temennimiz odur ki ölü sayısında bir artış olmaz. Bu yıkıcı depremin ardından tesiri büyük başka deprem olmaz. Kışın etkisini fazlasıyla hissettirdiği bugünlerde evine giremeyen, evi yıkılan insanlarımıza büyük geçmiş olsun derken onlara sabırlar diliyorum. Yaralılara acil şifalar, vefat edenlere Allah'tan rahmet diliyorum. Allah yardımcıları olsun. Bu kışta imtihanları daha büyük olacak. Allah, üstesinden kalkamayacakları yük vermesin. Bölgenin acısı milletçe bizim acımızdır ve acımız büyüktür. 

Büyük depremin verdiği zayiatı, ilerleyen gün ve saatlerde daha net öğrenmiş olacağız. Bu doğal afette bizi teselli eden, devlet ve STK'ların dimdik ayakta olmasıdır. Türkiye'nin her bir köşesinden bölgenin imdadına koşulmuş ve yardımlar ulaştırılmıştır. TV'lerimiz, vatandaşı an be an doğru bir şekilde bilgilendirmiştir. Devletiyle, milletiyle yaralar sarılıyor. İnşallah milletimizin birlik, beraberliği ve dayanışmasıyla bu yıkıcı afeti de atlatacağız. Depremin insanımızı uykuda yakalamaması ölü sayısının artmasının önüne geçtiğini düşünüyorum.

Etkisi 7 kuvvetinde hissedilen 6.8 şiddetindeki depremin sıcaklığını iliklerimize kadar hissettiğimiz bu zaman aralığında, belki zamanı değil ama bizden bir parça olan depremlerimiz üzerine birkaç kelam etmek istiyorum. Bizden bir parça dedim. Çünkü ülkemiz bir deprem bölgesi. Az bedel ödemedik bugüne kadar. Nice insanımızı enkazların altında kaybettik. Bu kadar bedel ödememize rağmen enkaza dönen koca koca binaları görünce çok ibret ve tedbir almadığımız görülüyor. 1999 Marmara depreminden bu yana 20 yıl geçmiş olmasına rağmen hala musibetlerden ders çıkarmadığımız anlaşılıyor. 99 depreminden sonra yeni yapılan binaların depreme dayanıklı olması için gerekli mevzuat çıkarıldı. Yeni binalar buna göre yapıldı ama 99 öncesi yapılan binalar, her depremde yeni canlar almaya devam ediyor.

Deprem sadece bizim ülkemizde değil, başka ülkelerde de oluyor. Çünkü bizim gibi birçok ülke de deprem ülkesi ama o ülkelerde -özellikle İslam dünyası dışındaki ülkelerde- daha şiddetli depremler olmasına rağmen onlarda kimse ölmüyor. Çünkü binaları yıkılmıyor. Haliyle ölen de olmuyor. Deprem öldürmez, binalar öldürür sözünü bir kez daha yaşayarak öğrenmiş olduk.

Kıyametin küçük bir provası olan büyük ve yıkıcı depremlerden Allah milletimizi korusun. Şimdi yaralarımızı sarma zamanı. Hepimize geçmiş olsun.

24 Ocak 2020 Cuma

Terör Örgütünün Siyasi Ayağı *


Terör örgütünün siyasi ayağı var mı, yok mu bilmiyorum. Ama bu konu siyasi parti mensupları tarafından rakiplerini köşeye sıkıştırmak için zaman zaman ısıtılıp ısıtılıp önümüze konur. Ben bu yazımda siyasi ayak üzerinde durmayacağım. Meramımı anlatmak için aşağıda iki hikayeye yer vereceğim. Niyetim bu kıssalardan hisse alınsın.

“Çin’de açlık ve susuzluktan bitkin düşmüş bir ihtiyar, dayanamayıp bir armut çalar. Yakalanıp imparatorun karşısına çıkarılır. Hırsız, ‘Çok aç olduğum için dayanamayıp çaldım ve yedim. Beni affederseniz, size paha biçilmez bir armağanım olacak’ der ve avucunun içindeki armut çekirdeğini uzatır. ‘Bu çekirdeği ekerseniz, bir gün içinde altın meyve veren bir ağacın yeşerdiğini göreceksiniz,’ der. İmparator, ‘Ek o zaman. Şayet altın meyve verdiğini görünce seni affederim’ deyince suçlu, ‘Efendim! Bu tohumu ben ekemem çünkü ben bir hırsızım. Bu tohumu sadece ömründe hiç çalmamış, başkalarına hiç haksızlık yapmamış, yalan söylememiş biri ekebilir. Tohum o zaman gücünü gösterir, aksi takdirde onu ekeni zehirler, tarif edilemez acılarla öldürür. Bu tohumu ancak siz ekebilirsiniz.’ cevabına imparator, irkilir ve suratını asar. ‘Bunu başbakan eksin’ emrini verir. Başbakan da tohumu ekmekten kaçınır, bin bir bahane ile ‘şu eksin’ deyip tohumu hazinedar başına uzatır, hazinedar başı da başka gerekçelerle yardımcısına, yardımcısı diğer devlet erkanına uzatır. Ama her biri tohumu ekmekten kaçınırlar. Bütün bu olup bitenleri izleyen imparator, ‘Hadi bakalım, bu hırsıza tohumun nasıl altın meyve verdiğini hep birlikte gösterip sevindirelim." diyerek cebinden çıkardığı altını suçluya uzatır. Yanındakilerden de birer altın vermelerini emir verir ve hırsıza dönerek ‘Çek git buradan be adam! Bugünlük bu ders hepimize yeter,’ der.”
***
“İsa mabede girince, Yazıcılar ve Ferisiler kendisine zina suçu işlemiş bir kadın getirdiler. Aralarında dediler: ‘Eğer onu kurtarırsa, bu Musa’nın kanununa aykırıdır ve böylece onu suçlarız; eğer mahkûm ederse, bu kendi akidesine aykırıdır, çünkü o merhameti tebliğ etmektedir. Bu şekilde İsa’ya varıp dediler: ‘Muallim! Bu kadını zina ederken bulduk. Musa, böylesinin recmedilmesini emretmişti. Buna sen ne dersin?’
Bunun üzerine İsa eğilip parmağıyla yerde bir ayna yaptı ve içinde herkes kendi kötülüklerini gördü. Cevap için sıkıştırırlarken İsa, doğrulup parmağıyla aynayı gösterdi ve dedi: ‘Aranızda günahsız olan ona ilk taşı atsın.’ Yeniden eğilip aynayı çizdi.
Bunu gören insanlar, en yaşlısından başlayarak bir bir çıktılar, çünkü kirli işlerini görünce utanıyorlardı.
İsa yeniden doğrulup, kadından başka kimseyi göremeyince ‘Kadın! Seni ayıplayanlar nerede?’ dedi.
Kadın ağlayarak ‘Rab! Gittiler. Eğer beni bağışlarsan, Allah sağ ve diridir ki bir daha günah işlemeyeceğim.’ dedi.
O zaman İsa: ‘Allah’ı tespih ederim. Huzurla yoluna git ve bir daha günah işleme. Çünkü Allah beni, seni mahkûm etmek için göndermedi.” (Barnabas, 201)

Bence imparator ve üst düzey adamları masum olmasalar da dürüst imişler. En azından günü kurtarmak için tohumu ekmeye ve adamı suçlamaya kalkmamışlar. İkinci hikayede kadını zina ile suçlayan Yazıcılar ve Ferisiler de çok dürüstlermiş. Çünkü İsa peygamber, en masumunuz taşı atsın deyince hepsi başını öne eğip taşı atmadan çekip gitmişler.

Gerek terör örgütü konusunda gerek diğer alanlarda olsun, kendisini çok masum görüp diğerlerini karalamaya ve sıkıştırmaya çalışanlar! Bir samimiyet sınavına var mısınız? Alın elinize tohumu veya taşı. Hanginiz masumsa meyvenizi görmek için ister tohumu ekin, ister taşı atın. Aranızdaki anlaşmazlıklar ve ithamlar böylece nihayete ersin. Bu işleri yaparken bu konuda sizden tek istenen, dürüst davranmanızdır.

*01/02/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.