10 Aralık 2019 Salı

"Rica Etsem..."

Genelde mütedeyyin ailelerin kız çocuklarının girdiği merkezi bir sınavda görev aldım. Az sayıda da erkek çocuğunu gördüm sınavda. İçlerinde tek tük de olsa 45 yaşın üstünde kadın ve erkek olanları var. Hepsinin derdi bir lise mezunu olabilmek. 

Bugüne kadar görev aldığım bu açık lise sınavlarında sınava katılım oranının yüzde yüz olduğunu hiç görmedim. İçlerinde üniversitede iyi bir bölüm kazanmak için örgün eğitimden ayrılmış öğrencileri ve “ahdettim, lise mezunu olacağım” diyen az sayıdaki idealisti saymazsak çoğunluk girip çıkıyor. Çoğu cevap anahtarının üzerinde değişik desenler yapıyor. Devlet bu sınavlardan yılda üç defa yapıyor. Bu sınavlara dünyanın parasını harcıyor. Keşke harcanan paraya değse bari... Açık lise konusuna daha önce çok değindim. Daha fazla üzerinde durmayacağım. Yazımın bundan sonraki kısmında sınava giren bir öğrencinin durumundan bahsedeceğim.

Sınava girip çıkanlar ve görev alanlar bilir.  Bilmeyenler için söyleyeyim. Açık lise sınavlarının kuralları da ÖSYM sınavlarınkinden farklı değil. Milli Eğitim sadece kalemini ve silgisini vermiyor, öğrenci kendisi getiriyor. Birden fazla kalemle sınava giren öğrenciler çoğunlukta. Tek tük de olsa silgisiz gelenler de çıkıyor.

Bir öğrenci benden "Rica etsem bir silgi bulabilir misin" dedi. Neden olmasın, rica ne demek? Emriniz olur. Zaten ben bunun için varım, dercesine kalkıp bir başkasından silgi alıp ona verdim. Bir tane yanlış kodlamış, silip verdi ve teşekkür etti.

Sınavın sonlarına doğru vakit geçsin diye sınıfı adımlarken yerde bir silgi ilişti gözüme. Yere düşmüş, kirli demeden alıp silgisi olmayan öğrenciye verdim. Önce pek memnun kullanmasa da silgiyi sonra epey bir kullandı. Demek ki silgisizlikmiş ona yanlış yaptırmayan. Sondan ikinci olarak sınav evrakını teslim ederken verdiğim silgiyi de götürdü gitti. Başkasından bir şey istemenin yasak olduğu böylesi sınavlara silgisiz gelmek büyük cesaret ister.

Gelelim şimdi asıl konumuza... Silgi isterken rica etti bana. Rica güzel bir kelime. Çoğu yeni nesil bir şey isterken hep rica ediyor. Güzel bir kelime olmakla beraber benim hep kulağımı tırmalar bu kelime. Ne zaman bu kelimeyi duysam bu kelimeyi kullanan kişinin statüsü gözümün önüne gelir. Statü ne iş demeyin. Gündelik hayatta pek dikkat edilmese de rica kelimesi üst ve ast veya aynı statüdeki insanlar arasında kullanılan ve resmi yazışmalarda yeri olan ve yazılırken dikkat edilen bir kelimedir. Öğretmenlerimizden “üst rica, alt ise arz eder” ifadesini çok duydum. Aklımda kaldığı kadarıyla üst rica eder. Bu rica emir niteliğindedir.  Aynı statüdeki kişiler birbirlerine rica eder. Bu rica emir niteliğinde değildir. Alt statüdeki kişiler bir üstüyle yazışmalarında yazının bitiminde “arz ederim” ifadesini kullanır.

Arz kelimesini kullanmayı hiç sevmedim. Bana yağcılık ve kişiliğimden ödün vermişim gibi gelir. Resmi yazışmalarda arz ederim şeklinde kullansam da gündelik hayatta üstüm de olsa hiç kullanmadım. Bunun yerine “Sizden bir isteğim, bir talebim olacak” ifadesini kullandım. Ben Resmi yazışma Kurallarındaki bu kurala azami riayet etmeme rağmen başta yeni nesil olmak üzere bu hassasiyete çok özen göstereni görmedim. İşte bu kızımız da bunun tipik bir örneğidir. Belki doğrusu ve olması gereken budur. Ben abartıyorumdur. Hasılı bana rica eden edene. Nedense ben hiç kimseye rica edemedim. Herhalde hep altta statüde olduğumdandır.



8 Aralık 2019 Pazar

Vekillere Geçiş Üstünlüğü ***


Gece 03.30 sularında biz yatağımızda mışıl mışıl uyurken vekillerimiz, dur durak bilmeden harıl harıl çalışarak bir yasa çıkarıyor. Bizim milletimiz "Helal olsun! Vekillerimiz uyumadılar, mesai kavramı demeden yasa çıkardılar" diye takdir edeceği yerde vekilleri eleştiriyor. Anlamadığım, çalışıp didinen insanları neden eleştiriyoruz? Çalışmanın ve yasa çıkarmanın neresi ayıp?

Neymiş efendim, çıkardıkları yasa, vekillere trafikte geçiş üstünlüğü veriyormuş. İtfaiye, ambulans gibi araçlara yasayla verilen geçiş üstünlüğünden, vekiller de faydalanacakmış. Cumhurbaşkanı veto etmez, onaylarsa yasa ile kırmızı ışıkta durmayacaklar, park yasağı onlar için işlemeyecekmiş. Araçlarına çakar takma hakkı da elde etmişler. Vekillerimize yasa ile verilen bu hakkı; onları kıskanan, içi fesat dolu bazı kişiler oturup kalkıp eleştiriyorlar. Tek kelimeyle ayıp diyorum, insaf diyorum. Bizim için çırpınan, gecesini gündüzüne katan vekillerimizin, şu ana kadar bu haktan yararlanmamaları aslında en büyük eksiklik. Elde ettikleri bu hak, denizde bir katre misalidir. Bunun için kanun çıkarmalarına bile gerek yoktu. Bugüne kadar kanuna gerek kalmadan bu haktan yararlanabilmeliydiler. Vekil oldukları gün doğuştan gelen haklar gibi bu hakkı elde edebilmeliydiler. Ama vekillerimiz usulsüz bir hakkı kullanmamışlar bugüne kadar. Bundan sonra kullanacaklar. Analarının ak sütü gibi helal olan bu hakkı kullanmalarında ne sakınca olabilir? Çok anlamış değilim. Üstelik çıkardıkları bu yasa ile kendilerine iyilik mi yaptılar yoksa kötülük mü? Bu da tartışılır. Çünkü kırmızı ışıkta geçmeleri, kelle koltukta gitmeleri demektir. Ne zaman, nereden geleceği belli olmayan kör  bir kurşun gibi kavşakta bir aracın gelip kendilerine maazallah çarpması da söz konusu. Ondan sonra ayıkla pirincin taşını. Sonra vekil dediğin kırmızı ışıkta bekler mi? Onlar sizler gibi mi? Yapacak onca işleri var, katılacakları toplantı ve etkinlikleri var. İnsanımız neden vekillerin, kendileriyle aynı haklara sahip olmasını istiyor? Onların saniyeleri bile kıymetli halbuki.

Vekillere geçiş üstünlüğü veren bu hak, bir yönüyle eksiktir. Vekilin aile ve yakınlarına da bu hak verilmelidir. Niçin derseniz? Diyelim ki vekil, aile ve yakınlarıyla birlikte bir yere gidiyor. Bu kadar kişi bir arabaya sığacak değil ya. Vekile eşlik eden birden fazla araç var. Giderlerken kırmızı ışık yandı. Vekil geçti, yakınları kırmızı ışığa takıldı. Vekil bu durumda ne yapacak? Işığı geçince aracını sağa çekecek, arkadan gelen yakınlarını bekleyecek. Olur mu böyle şey? Bekleyecekse o zaman bu kanunun ne anlamı kaldı? Bence bu yasa, vekil yakınlarını ve kendilerine eşlik eden yol arkadaşlarını da kapsayacak şekilde genişletilmelidir. 

Hasılı ben yol üstünlüğü konusunda vekillerin yanındayım. Hatta trafikte drift yapma hakları da olmalıdır. Yakışır da üstelik. Onları gönülden destekliyorum. Kıskananlar çatlasın.

***12/12/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.


Tir Tir Titriyor Zavallı! *


Pazar günü görevli olduğum sınavdan çıktım, otobüs durağına geçtim, otobüsüm gelmesini bekliyorum. Hava buz gibi. Eksiye yakın bir hava var. Üzerimde kışlık kazak, üstünde ceket, onun da üstünde montum, pantolonumun altında kışlık pijamam var. Boynumu dahi kapattım. Sadece başım açık. Buna rağmen üşüyorum. Çünkü üşüten bir hava var.

Az sonra durağa bir kız çocuğu geldi. Kışa uyumlu bir şekilde üzerinde mont, ayakkabı olarak da çizme giymiş. Duraktaki banka oturdu. Otururken üşümenin de ötesinde tir tir titriyor. Üst ve ayakları mevsime ve hava şartlarına uyumlu bu kızımız, dar bir pantolon giymiş altına. Belli ki pantolonun altında giydiği bir kışlığı yok. Çünkü giydiği pantolonun diz kapakları, avuç içinden daha büyük bir şekilde açık. Moda gereği malum yırtık. Üşümeyip de ne yapsın. Kalktı oturdu, gözü hep otobüste idi. Bir an evvel otobüse binse de otobüsün kliması ve kalabalığın nefesiyle biraz ısınsa... 

Ben ise tüm bu olup bitenleri izledim. Ne de olsa az önce sınavdan çıkmıştım. Sınavda görevim gözetmenlikti. Sınav bitiminde de gözetmenliğim bu şekil devam etti.

Üşüyeceğini bile bile bir insan tüm soğuk ve ayazı içine alacak şekilde diz kapağı açık bir pantolonu niçin, nasıl, neden giyer? Ne üşümeden vazgeçiyor ne de modadan. İnsan moda diye kendisine bu kadar eziyet eder mi? Üşüyüp tir tir titrese de, uğruna hastalansa da değiyor anlaşılan. Çünkü moda giydiği ne de olsa.

Yazın çokça gördüğümüz yırtık pantolon modasına alışamadım. Ama mevsim yaz olsa kızımız emsallerine uydu, böyle giyindi diyeceğim. Bana garip gelse de yırtık yerden rüzgar girer, harareti söndürür. Fakat mevsim kış. Tepeden tırnağa giyinik olduğumuz halde üzerimizdeki giyim kuşam üşütürken, bundan dolayı dışarıya çıkmaya üşenirken kızımız bana bir şey olmaz, ben giyerim dercesine çıkmış dışarıya. Ondan sonra da tir tir titriyor. Üzüldüm zavallının durumuna ama acımadım. Çünkü böylesi bir durumu isteyen kendisi. Kendi düşen ağlamaz.

Otobüse bindikten sonra ben bu konuyu yazmaya başladım. Yanıma oturan gençten biri "Ağabey! Bunlar böyle giyinerek üşümüyorlar mı" deyince başımı kaldırıp gence baktım. Kızı gösterdi. Gencin gösterdiği kıza baktım. Karşımızda ters istikamet oturan kızımız benim durakta gördüğüm kızdan başkası değildi. Benden sonra o da binmiş meğer. Gence, üşümez mi? Az önce durakta gördüm bu kızı. Tir tir titriyordu üstelik. Bak onu yazıyorum ben de dedim. Genç, konuşmak istiyormuş gayri. "Üşüyorsa neden böyle giyiniyor o zaman?" dedi. Gidip kendilerine sormak lazım. Ama başına ne gelir bilemem, dedim. Müsaade isteyip indim otobüsten.

* 11/12/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


"Ya Hayır Konuşun ya da Susun!" ***


*Birlikte iş tutacağınız, yola çıkacağınız kimseleri iyi seçmelisiniz. 
*Bu kimselerle yol arkadaşlığınız pazara kadar değil, mezara kadar sürsün. Öküz ölünce ortaklığınız bozulmasın.
*Bu mümkün değil, bir müddet sonra yollarınız ayrılacaksa sen yoluna, ben yoluma deyip yollarınızı ayıracak, farklı kulvarlarda yolunuza devam edeceksiniz. Gerekirse birbirinize rakip de olabilirsiniz.
*Rekabetinizi fazilet ve erdemlilik üzerine kurun. Rekabetiniz esnasında "Birbirimize rakipliğimiz ayrı, dostluğumuz ve eski hukukumuz ayrı. Biz birbirimize rakibiz, asla düşman değiliz. Geçmiş hukukumuza halel getirmeyiz," deyin. 
*Geçmiş birlikteliğin ardından yollarınızı ayırdıktan sonra birbirinize kırgın da olsanız asla aleyhinde konuşmayın. Birileri sizin yanınızda yer alıp eski dostlarınıza vurmaya kalkar ve size övücü sözler eder ve eski arkadaşlarınızı kötülemeye kalkarsa "Siz kim oluyorsunuz da benim eski dostlarıma laf ediyorsunuz. Lütfen, yerinizi ve haddinizi bilin. Bir daha da benim dostlarımı ağzınıza alırken besmele çekin" diyerek lafı ağızlarına tıkayın. Ki olması gereken de budur.
*Rekabetiniz esnasında birbirinize çelme takmayın. Belden aşağı vurmayın. Hele eski defterleri karıştırmayın. Ki eski defterlerde yazılı olanlar sizin birlikte iken ortaya koyduğunuz eserlerdir. Rakibimi zor durumda bırakacağım diyerek eski defterleri açarsanız, o defterlerin tozlu sayfalarında kaybolur gider, gücünüze de kaybedersiniz. Üstelik izlediğiniz bu yol ve yöntem, sizi de töhmet altında bırakır. Çünkü bir ve beraber iken birbirinize verdiğiniz sorumluluk ve yetki ile yaptınız bunu. Asıl olan, bir tasarruf yanlış ise bir ve beraber iken engellemek ve karşı çıkmaktır. Eğer o gün elinizde yetki var iken sesinizi çıkarmamış iseniz bugün konuşmanızın bir anlamı yok. Adama "Ne iş! Dün neredeydin? Geçti Bor'un pazarı!  Sür eşeğini Niğde'ye." derler. Dün içinize sinmediği halde "Bu yaptığınız içimize sinmedi" dememiş ve ortaklık bittikten sonra sesinizi çıkarıyor, eski dostlarınızı yerden yere vuruyor ve ahlak abidesi kesiliyor, eski arkadaşlarınızı dürüst olmamakla suçlarsanız bunun ne rekabette ne dostlukta ne dinde ne de ahlakta yeri vardır. Bu durumda adama "Madem dürüst değillerdi, onca yıl niçin beraber yol yürüdünüz? Siz insan sarrafı değil misiniz?" demezler mi?

Bugüne kadar bir tarafım oldu ama asla tarafgir olmadım. Kendi bildiğim doğruları söylemeye çalıştım. Yine söylüyorum. Bu gittiğiniz yol, yol değildir. Böyle gitmeye devam ederseniz sözünü ettiğiniz lafların altında kalır, birbirinizi bitirirsiniz. Sizinle beraber savunduğunuz değerler de alta iner. Bir daha da ne siz ne de savunduğunuz değerler zirve yapar. Yol yakınken "Kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa ya hayır konuşsun ya da sussun." Zira hayır konuşmuyorsunuz. Şunu unutmayın ki gittiğiniz yolun düzgün ve yaptıklarınızın doğru olduğundan emin iseniz önünüze rakip olarak kim çıkarsa çıksın, sizi kim tökezletmeye çalışırsa çalışsın, şayet doğru yolda iseniz size kimse engel olamaz. Başkasının sapıklığı size zarar veremez. Yeter ki erdemli hareket edin, ideallerinize ulaşmak için prensipleriniz olsun. Birbirinizle uğraşmayın. Birbirinizi iterek çekerek sadece kendinize zarar verir, sizi sevenleri de üzersiniz.

***10/12/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.


7 Aralık 2019 Cumartesi

Psikopatın Önde Gideni *

Ordu'da cinayete kurban giden yirmili yaşlardaki genç kız, yüreğimizi dağladı. Allah kimseye böyle acılar vermesin. Öldürülen kızın suçu mu var? Yok. Kız caniyi; cani, kızı tanıyor mu? Hayır. Katil kim? Daha önce on üç yaşında bir çocuğu 12 yerinden bıçakla öldürmeye teşebbüsten hapse girmiş ve kapalı cezaevinden açık cezaevine geçtikten sonra hapisten kaçmış biri. Kaçar kaçmaz da ilk cinayetini işliyor.

Katilin, kurban seçtiği kızı nasıl öldürdüğüne dair verdiği ifadeler kan donduran cinsten. Hapisten kadın, çocuk...önüne kim çıkarsa öldürmek için kaçmış. Önce daha kolay öldürürüm düşüncesiyle tabanca aramış. Tabanca bulamayınca bıçak çalmış. Bıçak, yiyecek, içecek, giyim her neye ihtiyacı varsa çalarak elde etmiş. Nasılsa bütün dükkan ve mağazalar onun. Zaten bugüne kadar çalışarak bir şey elde etmemiş. İş olarak çalmayı ve öldürmeyi meslek edinmiş. Bir de takip etmeyi iyi biliyor. Gözüne kestirdiği zayıf kimseleri takip ediyor. Bahtına da bu kız çocuğu çıkıyor. Niçin öldürüyormuş? Kendisinden daha iyi imkanlarla yaşadıkları için insanları kıskanıyormuş. Hapisten çıktıktan sonra da öldürmeye devam edecekmiş. Yaptığından da pişman değilmiş. 

Açık cezaevinden kaçtıktan sonra yakalanma kararı çıkarılan bu kişi, işlediği cinayetten sonra kendisini yakalayan iki polisten birini de polis arabası içinde yine bıçakla yaralıyor.

Kim bu katil? Devlete ait yurtlarda büyümüş. Yetimhaneden çıktıktan sonra ömrünü hırsızlık yaparak geçirmiş biri. Daha doğrusu psikopatın önde gideni. Devlet şimdi onu tekrar cezaevine koydu. Daha önce yetimhanelerde ve cezaevinde nasıl yedirip içirdi ve büyüttü ise şimdi de hapishanede beslemeye devam edecek.

Öldürmek için yaşayan ve tüm planlarını zayıf ve savunmasız gördüğü kişileri öldürme üzerine kuran bu seri katil üzerinde daha fazla durmayacağım. Birçok kişinin dediği gibi idam edilsin de demeyeceğim. Bu katil şu ana kadar yaşamamalıydı, kim vurduya gitmeliydi. Peşine de kimse düşmemeliydi.

Yazımın bundan sonraki kısmında bazı tespitlerde bulunacağım. Katilin bu noktaya gelmesinde bizim daha doğrusu sorumluluk makamında olan kişilerin payı üzerinde duracağım. Bu seri katilin yetişmesinde Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun (SHÇEK) payı olduğunu düşünüyorum. Maalesef SHÇEK'e ait yurtlarda bu şekil yetişen psikopatların sayısı az değil. Kimi şiddet görmüş kimi tacize uğramış, kimi de sevgiden yoksun yetiştiği için hayatla barışık değil. Bereket devlet, bu yetimhanelerin bol psikopat ruhlu insanlar yetiştirdiğinin farkına vardı da kimsesiz çocukları "Sevgi Evleri" adıyla ev ortamlarında yetiştirmeye başladı. Anlatmak istediğim bu kişinin böyle bir psikolojide olmasını çocukluğunda aramak gerek.

Taammüden adam öldürmeye teşebbüsten sonra 20 yıl ceza alan bu kişi, kapalı cezaevinden nasıl açık cezaevine konur? Sanırım ceza kanununda bir sorun var. Haydi kondu diyelim. Bu kişi açık cezaevinin duvarından atlayarak nasıl kaçar? Cezaevinin duvarları atlanıp kaçılacak kadar alçak mı? Cezaevinin güvenliğinden sorumlu güvenlik görevlileri bu kişi kaçarken elleri armut mu topluyordu? Cezaevi yönetiminin büyük ihmali var.

Bir diğer husus, katil, masum bir cana kıydıktan sonra iki polis tarafından yakalanıyor, polis otosuna bindiriliyor. Katile ne kelepçe takılıyor ne de suç aleti kendisinden alınıyor. Merak ettiğim, bu katile kelepçe takılmayacak da kime takılacak? Burada bu polislerin büyük ihmali var.

Sonuç olarak bu olay oldu. İnşallah bir beteri daha olmaz. Bu olayda bir suçlu arayacaksak katilden ziyade kendimizi sorgulamalıyız. Bu katili bu şekil psikopat yapan, çocukluğunun geçtiği yurt hayatı ve oralardaki sorumlu kişilerdir. Caniye iyi halden açık cezaevi  imkanı veren mevzuattır. Caniyi gözlerinin önünden kaçıran ve gerekli güvenlik tertibatını almayan cezaevi yönetimidir. Kimse kusura bakmasın. Bu saydığım kurum ve kişiler bu katilin suç ortağıdır, cinayette pay sahibidir. Laftan, sözden anlamayan bu tipleri, kader mahkumu kabul edip cezalarında indirim düşünen siyasilerimize de bu psikopatın yaptığı kulaklarına küpe olsun.

* 09/12/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

5 Aralık 2019 Perşembe

Yön Özürlü İsen Ne İşin Var Trafikte?

—Nereden geliyorsun?
—Arabaya yakıt aldım.
—Daha geçen almamış mıydın?
—Evet. Depo boşaldı. Doldurdum yeniden. Almayayım mı?
—Ne bileyim, doğru dürüst arabaya binmiyorsun. Çünkü ben seni hep toplu taşıma araçlarını tercih ederken görüyorum ama görüyorum ki yakıt almaktan da geri kalmıyorsun.
—Doğru diyorsun. Arabaya fazla binmiyorum ama bindiğim zaman binmediğim zaman yakmadığım yakıtı yakıp telafi ediyorum.
—Bu nasıl oluyor?
—Gittiğim yeri bulamayınca şura mıydı, bura mıydı dönüp dolaşıyorum. Döndüğüm yeri kaç bir defa turluyorum. 
—Günümüzde Navigasyon diye bir teknoloji var. Adresi girdin mi seni gideceğin yere bırakıyor. Kullansana! Yüklü değil mi telefonunda?
—Yüklü olmaya yüklü. Üstelik gideceğim yere Navigasyonu açıp ona göre gidiyorum. Buna rağmen böyle oluyor.
—Navigasyon yanıltmaz, elinle koymuşsun gibi seni bırakır adrese.
—Beni bırakmıyor işte. Bana yol tarif etmekten yoruluyor. Pes ediyor sonunda.
—Nasıl?
—Baktı olmayacak, ben hala gideceğim yeri bulamadım. Bana "Kuzey doğu yönünde ilerleyiniz" diyor.
—Hah işte! İlerle sen de o yönde.
—İlerleyeceğim ilerlemesine de...ah ilerleyeceğim kuzeydoğu yönünü bulabilsem, daha ne isterim. 
—Nasıl bulamazsın? Demiş ya sana kuzeydoğu yönünde ilerle diye.
—Bulamıyorum işte! Navigasyona rağmen...
—Anladım, sen yön özürlüsün.
—Şükür anladın.
—O zaman bu özrünle ne işin var trafikte? 
—Haklısın, çıkmamam lazım. Buna inat mı dersin yoksa cahil cesareti mi? Çıkıyorum işte. Ama bir iyi yönü var. Çok dolaşsam da, gideceğim yere zamanında varamasam da uzun mesafe gibi bol km yaparak menzilime varıyorum. Çoğu zaman da gittiğim ev sahibi ya telefonla tarif ediyor ya da yola çıkıyor. Yakıt da işte böyle böyle bitiyor.
—Böyle durumlarda psikolojin nasıl?
—Psikolojim iyi. Sinirim tavan yapar, pimi çekilmiş bir bomba olurum. Boşalır da boşalırım. Arabayı deli danalar gibi sürer, bir taraftan da konuşurum.
—Kiminle?
—Kiminle olacak? Kendi kendime elbet. Daha doğrusu kızarım: "Yön özürlüsün. Ne işin var trafikte? Otur oturduğun yerde" der dururum. Yanımda başkası varsa o da nasibini alır. Bugüne kadar hiç es geçmedim.

PISA Sonuçları Yüreğimize Su Serpti ***

Açılımı “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” olan PISA, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üçer yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren bir araştırmadır. Amacı, öğrencilerin okulda öğrendikleri bilgi ve becerileri günlük yaşamda kullanma becerisini ölçmektir. Ayrıca gençlerimizi daha iyi tanımak; onların öğrenme isteklerini, derslerdeki performanslarını ve öğrenme ortamları ile ilgili tercihlerini daha açık bir biçimde ortaya koymaktır.

PISA’da zorunlu eğitimin sonunda örgün eğitime devam eden 15 yaş grubundaki öğrencilerin; Matematik okuryazarlığı, Fen Bilimleri okuryazarlığı ve Okuma Becerileri konu alanlarının dışında, öğrencilerin motivasyonları, kendileri hakkındaki görüşleri, öğrenme biçimleri, okul ortamları ve aileleri ile ilgili veriler toplanmaktadır. (pisa.meb.gov.tr)

Üç yılda bir yapılan ve Türkiye’nin ilk defa 2003 yılında katıldığı 2018 PISA sonuçları açıklandı. 2015 PISA sonuçları ile 2018 sonuçlarına bir göz atalım: Türkiye'nin okuma becerileri alanında 2015 yılında;
*428 olan ortalama puanı, 2018 yılında 38 puanlık artışla 466'ya,
*420 olan ortalama matematik puanı 34 puanlık artışla 454'e,
*425 olan ortalama fen puanı 43 puanlık artışla 468'e yükseldi.
Üç alanda da puanların 2015 yılına göre yükseldiği, en büyük iyileşmenin de fen okuryazarlığında elde edildiği görülmektedir.

79 ülkenin katıldığı PISA sonuçlarına sıralama bazında bakarsak;
* Okuma becerilerinde 50'nci sırada iken 40.
* Matematik okuryazarlığında 50'nci sırada iken 42.
* Fen okuryazarlığında 54'üncü sırada iken 39. sıraya yükseldi.

Bir istatistik daha verelim. SETA’nın (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı) 2018 PISA sonuçlarına dair hazırladığı analize göre “Matematik haricinde fen ve okuma alanlarında kız öğrencilerin performansı, erkek öğrencilere göre daha yüksek” olduğu ortaya çıkmıştır. Bu istatistik de beni yanıltmadı. Kız çocukları biz geliyoruz diyor. Bunu da merkezi sınavlardaki başarılarından ve kamuda görev alan kadın sayısından anlayabiliriz. Eskiden kamuda görev yapan erkek nüfus kadınlara göre daha fazla iken bu oran kadınların lehine hızlı bir şekilde değişmektedir.

2018 PISA sonuçları istediğimiz gibi mi? Değil elbet. Daha iyi olamaz mıydı? Olurdu elbet. Ama 2015 PISA sonuçlarına göre 2018 PISA sonuçları yüreğimize su serpti desek yanlış olmaz. Çünkü 2015 PISA sonuçlarına göre Türkiye puanını artırdı. (2015 sonuçlarının gerisine de düşebilirdik.) Artırdığımız puan istediğimiz gibi olmasa da geleceğimiz adına ümit vericidir.

2018 PISA araştırmalarına katılan ve 2015 değerlendirmesine göre çıtayı yükselten öğrencilerimizi tebrik ediyorum. Bir üç yıl sonra yani 2021 yılında yapılacak olan yeni bir değerlendirmede yeni 15 yaş grubu öğrencilerimizin 2018 PISA sonuçlarını daha yukarılara taşıyacaklarına yürekten inanıyorum. Yeter ki biz bu çocuklarımıza güvenelim. Çünkü güven, başarıyı tetikleyen öğelerin başında gelir.

***07/12/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.