Ana içeriğe atla

Tir Tir Titriyor Zavallı! *


Pazar günü görevli olduğum sınavdan çıktım, otobüs durağına geçtim, otobüsüm gelmesini bekliyorum. Hava buz gibi. Eksiye yakın bir hava var. Üzerimde kışlık kazak, üstünde ceket, onun da üstünde montum, pantolonumun altında kışlık pijamam var. Boynumu dahi kapattım. Sadece başım açık. Buna rağmen üşüyorum. Çünkü üşüten bir hava var.

Az sonra durağa bir kız çocuğu geldi. Kışa uyumlu bir şekilde üzerinde mont, ayakkabı olarak da çizme giymiş. Duraktaki banka oturdu. Otururken üşümenin de ötesinde tir tir titriyor. Üst ve ayakları mevsime ve hava şartlarına uyumlu bu kızımız, dar bir pantolon giymiş altına. Belli ki pantolonun altında giydiği bir kışlığı yok. Çünkü giydiği pantolonun diz kapakları, avuç içinden daha büyük bir şekilde açık. Moda gereği malum yırtık. Üşümeyip de ne yapsın. Kalktı oturdu, gözü hep otobüste idi. Bir an evvel otobüse binse de otobüsün kliması ve kalabalığın nefesiyle biraz ısınsa... 

Ben ise tüm bu olup bitenleri izledim. Ne de olsa az önce sınavdan çıkmıştım. Sınavda görevim gözetmenlikti. Sınav bitiminde de gözetmenliğim bu şekil devam etti.

Üşüyeceğini bile bile bir insan tüm soğuk ve ayazı içine alacak şekilde diz kapağı açık bir pantolonu niçin, nasıl, neden giyer? Ne üşümeden vazgeçiyor ne de modadan. İnsan moda diye kendisine bu kadar eziyet eder mi? Üşüyüp tir tir titrese de, uğruna hastalansa da değiyor anlaşılan. Çünkü moda giydiği ne de olsa.

Yazın çokça gördüğümüz yırtık pantolon modasına alışamadım. Ama mevsim yaz olsa kızımız emsallerine uydu, böyle giyindi diyeceğim. Bana garip gelse de yırtık yerden rüzgar girer, harareti söndürür. Fakat mevsim kış. Tepeden tırnağa giyinik olduğumuz halde üzerimizdeki giyim kuşam üşütürken, bundan dolayı dışarıya çıkmaya üşenirken kızımız bana bir şey olmaz, ben giyerim dercesine çıkmış dışarıya. Ondan sonra da tir tir titriyor. Üzüldüm zavallının durumuna ama acımadım. Çünkü böylesi bir durumu isteyen kendisi. Kendi düşen ağlamaz.

Otobüse bindikten sonra ben bu konuyu yazmaya başladım. Yanıma oturan gençten biri "Ağabey! Bunlar böyle giyinerek üşümüyorlar mı" deyince başımı kaldırıp gence baktım. Kızı gösterdi. Gencin gösterdiği kıza baktım. Karşımızda ters istikamet oturan kızımız benim durakta gördüğüm kızdan başkası değildi. Benden sonra o da binmiş meğer. Gence, üşümez mi? Az önce durakta gördüm bu kızı. Tir tir titriyordu üstelik. Bak onu yazıyorum ben de dedim. Genç, konuşmak istiyormuş gayri. "Üşüyorsa neden böyle giyiniyor o zaman?" dedi. Gidip kendilerine sormak lazım. Ama başına ne gelir bilemem, dedim. Müsaade isteyip indim otobüsten.

* 11/12/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde