3 Kasım 2019 Pazar

Övgü ve Yergi ***


Kişileri eleştirmekten hatta onlara hakaret etmekten fırsat bulup bir türlü öze gelemedik. Aynı şekilde kişileri gece gündüz öve öve bitiremedik. Birini öven varsa aynı zamanda onu yerenler var ya da birini yeren varsa onu zemmeden kişiler de var. Yani varımız yoğumuz kişilerdir. Kişilerle yaşar, kişilerle kendimizi bir yere ait hisseder, kişiler adına kavgamızı yürütür ve kişilerle ölürüz. Bu ülkede yaşıyorsan tutunmak için bu iki zıt grup arasında yer almalısın: Birini ya öveceksin ya da yereceksin. Rakibinin kötülediğini övecek, senin övdüğünü de rakibin kötüleyecek. Ortası yok bu işin. 

İşimizi, fikrimizi, zikrimizi, dava ve idealimizi kişileri övme ve yerme üzerine bağladığımız bu dünyada, dünyaya dair söyleyecek bir şeyimiz olamaz. Zira bu yaptığımızın zarardan başka bir faydası yok. Belki de hep yerinde sayışımızın hatta gerileyişimizin nedenini burada aramak gerekiyor. Maalesef övgü ve yergi aynı amaca hizmet eden ikiz kardeştir. İkisi birbirinden beslenir durur.

Seveni çok, sevmeyeni de bir o kadar çok olan Atatürk'ü ve II. Abdülhamit'i ele alalım. Millet olarak hatta dünyaya kabul ettirerek Atatürk'ü herkese sevdirsek, herkes Atatürk'ü dört dörtlük kabul edip sevse bunun bize faydası var mı? Ya da tersini düşünelim. Herkes Atatürk'ü kötülese bunun bize faydası var mı? II.Abdülhamit'i herkes övse veya kötülese bir kazanımımız olur mu? Biri yıkılmakta olan bir devletin yıkılmaması için uğraşmış, diğeri yıkılan bir devletin üzerine yeni bir devlet kurmuş. Yaptıkları ve yapmadıklarıyla, hataları ve sevaplarıyla her ikisi de tarihe geçmiş ve tarihe mal olmuş kişilerdir. Örnek verdiğim bu iki şahsiyeti veya diğer kişileri sürekli övüp yersek ne kazanırız? Önemli olan bugün biz ne yapıyor, ne üretiyoruz? Yarına ne bırakıyoruz? Övme ve yerme karın doyursaydı veya ilerlememize fayda sağlasaydı bugün dünyada her yönüyle biz bir numara olurduk. Bırakalım herkes istediği kişiyi örnek alsın. Ama kim, kimi örnek alıyorsa örnek aldığı kişiden aldığı ufukla yeni bir şeyler üretsin, söylesin ve sevdiği kişiyi geçsin. Ki öyle olmalıdır. Bugüne dair yeni şeyler söylenmelidir.

Sürekli ve övgü hali yaşamayı ben sağlıklı bir psikoloji olarak görmüyorum. Bu durum aynı zamanda geri kalmışlığımızın bir göstergesidir. Ben üretimde yokum demektir. Geçmişle yaşayıp günümüze gelememektir. Her türlü iyiliği ve kötülüğü geçmişte aramak demektir. Bugün bir kötülük varsa suçu geçmiş şahsiyetlere yüklemektir. Bugüne dair güzel bir husus varsa geçmiş şahsiyetlere borçlu olduğunu bilmek, başka da bir şey yapmamaktır, hazıra konmaktır. Benden bir şey beklemeyin. Zira benim günümüze dair verebileceğim bir şey yoktur. Ben sadece bir taşıyıcıyım, taklitçiyim. Geçmişe dair enkaz edebiyatı ya da övgü dolu sözler söyleyebilirim demektir. Bu arada bir şeyi sahiplenme, tüm kötülükleri birinin üzerine yıkma ya da bir kişiye mal etme gibi bir huydur bu. Egolar da böyle tatmin edilir: Ya över ya da yerer.

Birbirimizi bu övgü ve yergi ile yiyip bitirmeyi artık bırakmamız lazım. Tarihi şahsiyetleri kendi haline bırakalım. Onların leh ve aleyhinde konuşmamızın bugün bir anlamı yok. Onlar yaptıklarının ödül ve cezasını öbür dünyada kat be kat alacaklardır. Biz kendimize bakalım. Günümüze ve geleceğe dair insanımızın faydasına ne yaptık, bunu düşünelim.

***07/11/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.


“Geleceğe Nefes” Kampanyası*


Tarım ve Orman Bakanlığı, ülkemizde vatandaşlara ağaç ve orman sevgisini aşılamak, çevre duyarlılığına katkı sağlamak ve tüm dünyada ortaya çıkan orman yangınları ile zarar gören doğa için yeniden ağaçlandırma çalışması yapmak amacıyla “Geleceğe Nefes” adını verdiği bir proje başlattı. Başlatılan bu kampanya ile 81 ilin 2023 noktasında, 11 Kasım günü saat 11.11’de üç saati bulacak bir çalışma ile Bakanlık, 11 milyon fidanı toprakla buluşturmayı hedefliyor.  

“Geleceğe Nefes” Fidan Dikme Kampanyası için başvurular, projeye özel olarak açılan “gelecegenefes.com” internet sitesinden “Fidan sahiplen” veya “Fidan bağışla” şeklinde iki tür yapılabiliyor. Bir fidan bağışı 10 TL’dir. Fidan sahiplenmede ise ücret yok. Adınıza beş adet fidan, istediğiniz ilde ücretsiz dikiliyor. Bu durumda katılımcıdan istenen adı, soyadı ve e-posta adresidir. Fidan bağışında bulunanlar ödeme yaptıktan sonra adlarına e-sertifika düzenlenip gönderiliyor. Fidan dikme seferberliğine, 11 Kasım günü yediden yetmişe tüm vatandaşlar davetli.

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın başlattığı bu kampanya, büyük bir projedir. Başlatılan kampanyada seçilen sloganlar yerinde. Fidan dikilecek tarih ve saati, fidan dikilecek nokta sayısı, üzerinde düşünülmüş rakamlar. Dikilecek fidan sayısı da az değil. Düşünün ki bu fidanların hepsi toprağa kök salsın ve yeşersin. Karşımızda rahat nefes alabileceğimiz yemyeşil bir Türkiye görmüş oluruz. Çünkü her bir fidan geleceğe yatırımdır.

Ses getirecek bu kampanya ile ilgili kısa bir bilgilendirme ve olumlu kanaatlerimi belirttikten sonra fidan dikme kampanyası ile ilgili bir endişemi ve çözüm önerilerimi de dile getirmek istiyorum. Ülkemizde ağaç dikmede sorun yok. Her yıl kasım-aralık veya mart aylarında belediyeler öncülüğünde şehrin belli noktalarına ağaçlar dikilir, bunun için programlar yapılır, öğrenciler fidan dikimine götürülür. Fidan dikilen alana da bilmem kimin hatıra ormanı adı yazılır ve tören biter. Sonra, bir daha o hatıra ormanının yüzüne bakmayız. Bundandır ki o dikilen güzelim fidanların çoğu tutmaz. Bugün şehir dışına çıkarken bazı yerlerde gördüğümüz hatıra ormanlarının bakımsızlığına her birimiz üzülürüz.

Bakanlığın 81 il ve 2023 noktada dikeceği fidanların bakımsızlık ve korumasızlıktan aynı akıbete uğrasın istemiyorum. Bunun için ne yapılmalı? Üzerinde fazla düşünmeye gerek yok. Çünkü önümüzde, yol kenarlarına diktiği fidanları büyüten bir Torku örneği var. Torku, ağaç dikim alanının önce etrafını tel ile çeviriyor, fidanları diktikten sonra damlama sistemini kuruyor, görevlileri vasıtasıyla belli periyotlarla ağaçlandırma mıntıkasının bakımı yapılıyor. Konya ve havalisinde şehir çıkışlarında gördüğümüz yeşil ağaçların hemen hemen hepsinde Torku’nun imzası var. Konya’nın iyi ki Torku adında bir firması var.

Tarım ve Orman Bakanlığı, “Geleceğe Nefes” adını verdiği bu büyük kampanyadan verim almak istiyorsa Torku’yu örnek almalı. Başka söze gerek yok sanırım. Kampanyanın başarılı olmasını diliyorum.

*04/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


2 Kasım 2019 Cumartesi

Allah Senden Razı Olsun Amca! ***

Genelde hep olumsuz şeyleri görür, bir durum tespiti yapar, eleştirir, onlara dair çözüm önerileri sunarım. Yazdığımız çoğu şeyler içimizi karartır. Bugün niyetim olumsuz şeyler yazmak değil. Gördüğüm güzel bir hareketi aktarmaya çalışacağım size.


Bir mazeretim olmaz ise cumartesi günleri öğleden sonra rutin çarşıya çıkarım.

Kayalı Park’a vardığımda birinin “Çorba-ekmek ikram edeyim” diye seslendiğini duydum. Kafamı kaldırıp baktığımda ikram edilen çorba ve ekmeği alıp banklara oturarak çorbasını içenleri gördüm.  Çorba ikram eden, gelip geçene sesini duyurmaya, bir an evvel ikramını yapmaya çalışıyordu. Önce geçip gittim. Sonra geri gelerek çorba aracını inceledim.

Daha önce görmediğim bir amca Kayalı Park'a postu atmış. Güneş olsa da üşüten bir havada gelen geçene ücretsiz çorba ve ekmek ikramı yapıyor. Kendinde dolmuşunun içine bir düzenek kurmuş. 

Kimdir, necidir; arkasında bir vakıf veya dernek var mı diye aracının sağına soluna baktım. Tek başına kendi için çalışan, reklam kokmayan ve reklamını yapmayan bir olan Allah'ın bir kulundan başkası değildi. 

Bakındığımı görünce "Çorba vereyim mi" dedi. Hayır. Allah razı olsun. Buranın fotoğrafını çeksem olur mu dedim. Olur demedi. Ama olmaz da demedi. Dediyse de ben duymadım. Çektiğimden pek hoşnut olmayıp başını sağa çevirse de "Sükût ikrardandır" deyip üç kare fotoğrafını çektim. 

Allah rızası için yaptığı bu hizmeti, sürekli yapıyor olmalı ki aracının iki camına “Yiyin, için. Allah razı olsun deyin, yeter” yazısını bile yazdırmış. Demek ki çorba-ekmek ikramını bir ihtiyaç görmüş. Bu talihli niye ben olmayayım demiş. Belki de geçmişte yokluğunu çekti, Kayalı Park'ta gezinirken bir param olsa da bir tas çorba içsem özlemini duydu. Bugün elinde imkan var veya imkan oluşturmuş olmalı ki kendisi gibi çorba özlemi duyanlara hizmet ediyor, hem de Allah rızası için. İhtiyaç sahiplerinin ihtiyacını çam sakızı, çoban armağanı misali gidermeye çalışan bu amca, hepimizden daha kazançlı. Rabbinin gönlünü kazanmak için geleceğine/ahiretine yatırım yapıyor. Allah razı olsun kendisinden ebeden.

Birkaç saat sonra aynı yerden geriye dönerken çorba dağıtan amca yoktu. Sanırım ikramlığını bitirdi ve ayrıldı oradan. Etraf da tertemizdi. Sanırım, işini bitirdikten sonra sağa-sola atılan çöp varsa mıntıka temizliğini de yapıp ayrılıyor oradan. Daha önce çarşıya çıktığımda görmediğim bu amca öyle zannediyorum, Konya’nın değişik yerlerini mesken edinmiş. Nerede bir kalabalık var, oraya gidiyor ve gelip geçene çorba-ekmek ikramını yapıyor. Sosyal medyada paylaştığım bu olaya yorum yazan bir arkadaşın “Ben bu amcayı hastanelerin orada da gördüm, orada da çorba dağıtıyordu” demesinden bu amca, kendisine bu işi kendisine meslek edinmiş. Karnını doyurduğu insanlardan tek istediği de “Bir ‘Allah razı olsun’ deyin, yeter.’ sözüdür.


Ne diyelim, Allah soğuk, sıcak demeden insanların karnını meccanen doyurmayı vazife edinen bu tip amcalardan razı olsun, sayılarını çoğaltsın.

Geçmişte ihtiyaç hissedip ama imkansızlıktan dolayı yerine getiremediğimiz bir şeyi, imkana kavuştuktan sonra bugün gidermeye kalksak öyle zannediyorum, çevremizde ne aç kalır ne de susuz. Allah hepimize  duyarlı olmayı nasip etsin.

***05/11/2019 tarihinde  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Zamana Riayet Konusunda Dakik miyiz? *


Görüşlerini tasvip ettiğim ve konuşmalarını dinlediğim bir siyasi vardı. Zaman zaman siyasi yasaklı olsa da 2000'lere kadar adından sıkça söz edilirdi. Şimdilerde yaşamıyor. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. 

Bilgi, birikim, öngörü bakımından zeka fışkıran bu siyasinin dikkat çeken yönlerinden birisi zamana riayet etmemesiydi. Ne mitingine zamanında gelir ne de TBMM'de konuşurken konuşma süresine riayet ederdi. Mitinglerine en az iki saat takar, Meclis konuşmalarında kendisine ayrılan süre bitmesine, Meclis başkanı tarafından kendisine defalarca ek süre verilmesine, mikrofonu kapatıyorum uyarılarına rağmen o, konuşmasına devam ederdi. Hiç unutmam, bir defasında yine konuşmasını uzattığı, kürsüyü terk etmediği, hala konuşmaya devam ettiği sırada zamanın Meclis başkanı "Sayın ...! Size bir soru soracağım. Anlattığınız davanızda zamana da riayet olacak mı" dedi. Bizimki gülerek "Sayın başkanım, bitiriyorum" dedi. Daha bir müddet konuşmasına devam etti. Üzülmüştüm bu duruma.

Anlatmaya çalıştığım bu siyasiyi bilenler hemen tanıyacaktır. Hatta sevenleri bu eleştirime kızacak, şundan dolayı böyle oluyordu deyip savunmaya da geçeceklerdir. Niyetim o kişiyi eleştirmek değildir. Zaten ismini de vermedim. Dikkat çekmek istediğim, zamana riayet etme konusunda iyi bir imaj vermediğimizdir. Bu siyasinin yaptığını zaman zaman başkaları da yapıyor. 

Geçen hafta cuma namazını kılmak için bir senedir gitmediğim bir camiye gittim. Ezan okundu okunacak. Görevli imam vaaz veriyor. Diğer camilerin ezanı bitti, imam hâlâ konuşmaya devam ediyor. Bitirdi, bitirecek, cümlesini bağlayacak derken "Biriniz ezan okusun" dedi. Kaldığı yerden konuşmaya devam etti. Ezan okumaya kalkan olmayınca nice sonra "İçinizde ezan okuyacak yok mu" dedi. Sonra bir defa daha tekrarladı. Sanırım arka taraftan biri kalkmış olmalı ki konuşmasına geri döndü. Ezan okunurken yine konuşmasına devam etti. Ezan bitti, istifini bozmadan konuşmasını sürdürdü. Ne konuşuyor diye sormayın. Çünkü dinlemedim. Sadece haydi hoca bitir artık, bak işime geç kalacağım dedim durdum içimden.

Bulunduğum caminin ezanının okunmasından bir beş dakika daha geçti. Nihayet bir duyuruyla kapattı. Kulak kabarttım hemen. Duyuru nedir derseniz "Kudüs üzerinden umre turları başlamış, imkanı olanlara ve ilgilenenlere duyuruyorum" dedi. Aklımda da burası kaldı. Sonra hep birlikte cumanın ilk sünnetini kılmak için ayağa kalktık. Civarımızdaki camilerden en az bir 10 dakika gecikmeli olarak cuma namazını kılıp çıktık. Mesele on dakika değil, zamana riayet meselesi.

Mübarek! Zaten hutbeyi de sen okuyacaksın. Duyurunu ve irşat görevini hutbede devam ettirsen olmaz mı? Civarın okul ve hastane. Köy yeri değil. Herkes bir an evvel görevimi ifa edip işime döneyim diye düşünürken sen post derdindesin. Ha ezandan önce cümleni bağlasan da herkes huşu içerisinde güzel sesinden bir ezan dinlese ne olur? Senin mesain cumadan sonra ikindiye kadar ara veriyor, milletin mesaisi devam ediyor. Söyleyeceğini süresi içerisinde söylesen olmaz mı? Unutma ki iyi bir hatip zamana riayet edendir. Süresi içerisinde konuşmasını bitiremeyen, daha konuşacaklarım var diyen iyi bir hatip değildir. Bu tür uzatmalar bir faydaya da haiz değildir. Zaten dinleyeni de yoktur.

Başkasının zamanından aşırarak konuşmak samimiyetin bir göstergesi falan değildir. İmam veya bir başkası görevini layıkıyla yapmak istiyorsa lütfen zamana riayet etsin ve dakik olsun...

* 08/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Çocukları Gözüyle Parçalanmış Ailelere *

Anneciğim ve babacığım!
Biliyorum ikiniz de evlenirken bir müddet sonra ayrılırız diye bir araya gelmediniz. Bir yastıkta kocamak için evliliğinizi birleştirdiniz. 

Evlenirken sizi kimse zorlamadı, kimse size nikah masasında imzalayın diye silah dayamadı. Sevinç içerisinde birbirinize evet dediniz. 

Evlendikten sonra ben ve kardeşim dünyaya geldi. Biz doğmadan önce bize doğal olarak "Yavrum! Doğmak istiyor musunuz" diye de sormadınız. 

Şimdi siz kalkmış "Şiddetli geçimsizlik" iddiasıyla ayrılmaya kalkıyorsunuz. Nasıl evlenirken evlenmek hakkınız ise ayrılırken de ayrılma hakkınız var. Buna bir diyeceğim yok. Buna saygı duyuyorum. Zira hayat sizin hayatınız. Zorla güzellik olmaz.

Belli etmesem de size kırgın ve kızgınım. Kolay kolay da affedeceğimi sanmıyorum. Çünkü bireysel kararınızla evlendiniz ve sayenizde ben ve kardeşim de dünyaya teşrif etmiş olduk. Vara gelmez olaydık. Siz olmayınca bizim ağzımızın tadı kalacak mı? Siz birbirinize yabancı olduktan sonra biz ne olacağız? Bizi dünyaya getirirken sormadığınız gibi ayrılırken de bize sormuyorsunuz. 

Velayeti annemin veya babamın alması, bizi yedirip içirmeniz, okutmanız atalık mıdır? Sahi bu mu atalık? Her şey maddiyat mı? Bizim hiç duygularımız yok mu? Bizi boynu bükük bırakmaya ne hakkınız var? Kardeşimle ben, dünyaya gelmeden önce evliliği bitirirsiniz. Buna eyvallah derim. Biz olduktan sonra sizin "anlaşamıyoruz" diye ayrılma gibi bir lüksünüz ve hakkınız olabilir mi? 

Bir aile olmayı bize çok gördünüz. Ben hayatım boyunca anne, bana deyip peşinizden mi koşacağım? Kendi hayatınızı karartırken bizim hayatımızı karartmaya hakkınız var mı? Kendinizi düşündüğünüz kadar bizi niye düşünmüyorsunuz? Siz kendinize mi Müslümansınız? Siz şehvetinizin esiri olurken ben niye bu oyunun kuklası olayım?

Temenni etmiyorum. Zira atamızsınız. Ölseniz öksüz ve yetim kalsak annesizlik ve babasızlık zor olsa da kaderin bir cilvesi, demek ki böyle imtihan olacağız der, hayata tutunmaya çalışırız. Ya şimdi? Birbirinize karşı biriniz Filistin, diğeriniz İsrail iken bizim yüzümüz gülecek mi? 

Çocuğunuz olarak sizi sorgulamak haddim değil, nasihat hiç veremem. Zira ateş düştüğü yeri yakar. Ama bu yaptığınız iş değil. Yol yakınken vazgeçin bu sevdanızdan. Bir ve beraber olun, aile olun aile! Sizden bir ve beraber olmanız dışında başka bir şey istemiyorum.
                                                      Evladınız
* 06/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Öğretmenliğimden Bir Enstantane -2-

Üç hafta önce yeni bir ders programıyla birlikte bir sınıfın haftada iki saat Kur'an derslerine girmeye başladım. İlk dersimizde Kur'an okuyanlarla okumayı bilmeyenleri tespit ettim. Cüz okuyanları yanıma tek tek çağırarak seviyelerini öğrenmeye çalıştım. 

Cüz okuyanların çoğu harfleri dahi tanımazken bir kız öğrenci harfleri tanıyordu. Hafta sonu diğer sınıflardaki cüz okuyacak öğrenci adedince kitapçıdan elif ba cüzü satın alıp pazartesi gibi öğrencilere dağıttım.

Harfleri bilen kızımız ağabeyini tanıyıp tanımadığını sordu. Tanıyorum, iki sene önce 7.ve 7.sınıfta dersine girdim. Ama ağabeyin içine kapanık biri idi. Neredeyse iki yıl boyunca hiç konuşmadı. Sen öyle değilsin. Ağabeyine göre çok sosyalsin dedim.

01.11.2019 günü itibariyle bu kızımız cüzü bitirerek bugün Kur'an'a geçti. Derste okudukça okudu. Zil çaldı, vakit yetmedi. Çocuğa ne yapalım dedim. "Boş dersiniz varsa devam edebiliriz, bugün Kur'an'a geçmek istiyorum” dedi. Ders öğretmeninden izin alarak öğrenciyi öğretmenler odasına aldım. Aradan nereden sordumsa bildi ve Kur'an'a geçti. Çocuğu tebrik ettim. Haftaya Kur'an'dan okuyacağı ödevini verdim. Ardından bu cüzü bana geri  verir misin, biri cüzünü kaybetmiş, ona vereyim dedim. Olur dedi. Parasını geri verdim. Cüzü de falan sınıftaki falan öğrenciye teneffüste verir misin dedim. Ona da olur dedi.

Öğrenci sınıfına geri gittikten sonra içimi bir sevinç kapladı. Nasıl sevinmem. Nice öğrenciler haftada bir veya iki sayfa okurken bu öğrenci, üç haftada gördüğümüz üç derste cüzünü okumak suretiyle Kur'an'a geçti. Azmin elinden ne kurtulabilir ki... Helal olsun bu kıza. Allah sayılarını artırsın. İnşallah arkası gelir. Diğer cüzdeki öğrenciler de bir an evvel Kur'an okumaya başlarlar.

Kız öğrenci sınıfına gittikten sonra iki sene önce okuttuğum ağabeyini gözümün önüne getirdim, bir de bu kızımızı. Taban tabana zıt iki kardeş. Hem başarı hem de huy yönüyle. Beş parmağın beşi bir değil dedikleri böyle bir şey olsa gerek.

Öğretmenliğimden Bir Enstantane -1-

Ortaokul ve liselerde Kur'an-ı Kerim derslerinin seçmeli ders olarak okutulmaya başlanmasından sonra ilk defa 2018-2019 öğretim yılında altı sınıfın Kur'an'ı Kerim derslerine girdim. Çoğunluğu Kur'an'ı Kerim okuyan öğrencilerin okuduğu Kur'an'dan, okumak için ilgi, alaka ve gayret göstermelerinden fazlasıyla memnun kaldım. 

2019-2020 öğretim yılı başında biri 5. diğeri 6.sınıf olmak üzere iki sınıfın Kur'an derslerine giriyorum. 5 Ekim tarihinden itibaren 4 sınıfın daha Kur'an derslerine girmeye başladım. İçlerinde Kur'an okumasını bilenler de var, bilmeyenler de. Kur'an okuyanlara haftalık birer veya ikişer ayet vererek her hafta okutuyorum. Kur'an bilmeyenlere cüz aldırdım. Onlara da haftalık cüz okutuyorum. Cüz okuyanlara "Dersi beklemeden beni nerede bulursanız cüz okuyacaksınız. Her gün, ne kadar okursanız size zaman ayıracağım" dedim. Zaman zaman teneffüslerde "Öğretmenim! Ben cüzümü okumak istiyorum" diyerek gelen öğrencilerim var. Kiminin sınıfına gidiyorum, kimi ile bahçede nöbetçi iken kenara çekilip okuyoruz.

Yan taraftaki fotoğraftaki öğrenci, ekim ayından itibaren dersine girmeye başladığım bir öğrenci idi. İlk derste Kur'an ve cüzcüleri belirlerken Kur'an okuyorum diyenlerden biridir. Ertesi hafta okuttum. Okuyamadı. Öteki öğrencilerden duyduğu bazı kelimeleri söyledi. O kadar. Haftaya da böyle okursan cüze dönersin dedim. Çocuk yine okuyamadı. Yanına varıp kalemle harfleri gösterdim. Okuyamadı. Önüne bir cüz koyup elif ba'yı oku dedim. Harfleri bile bilmiyordu. Haftaya cüz getir, sen Kur'an bilmiyorsun dedim. İşte bu çocuk o çocuktu. 


30 Ekim Çarşamba günü öğrencileri bahçeden içeriye aldıktan sonra bu öğrenci yanıma geldi ve "Ben cüzümü okuyacağım" dedi. Bodrum katta nöbetçiyim. Şimdi derse gireceğim. Diğer teneffüs nöbet yerime gelirsen okuturum" dedim. Çocuk boyun bükünce "Tamam, çıkar cüzünü okuyalım"  dedim.  Yere çömelerek 8 sayfa okumuşuz.

Üçüncü saatim boştu. Arayan soranım var mı diye telefonuma bir baktım. Dersini bitirip giden sabahçı bir öğretmen meslektaşımın bir mesajı vardı. Biz çömelip cüz okurken bizi çekmiş ve bu fotoyu göndermiş. Altına da "Gruba atamadım ama Allah razı olsun hocam. Var olun!" ve "Tam okuldan çıkıyordum, o kadar duygulandım ki görünce bozmak istemediğim için sadece fotoğraflayıp ayrılmak ihtiyacı duydum." şeklinde iki mesaj yazmış. Hem foto hem de yazılanlar beni fazlasıyla mesrur etti. Öğretmenim, sağ olsun, var olsun.

Altıncı dersin teneffüsünde aynı çocuk bodrum kata gelerek aynı gün iki sayfa daha okudu. Bu çocuk bir an evvel Kur'an'a geçerse çok memnun olacağım. Ki azminden Kur’an’a çabuk geçecek görünüyor.