14 Ağustos 2019 Çarşamba

Yardım Kuruluşlarımız *

Halkımızın yardımseverliği takdire şayan. Hem ülke içinde hem de ülke dışında ihtiyaç sahiplerini görüp gözetmektedir. İnsanımızda var olan bu hayırseverlik duygusuna paralel olarak organize olmuş yardım ve hayır kuruluşlarımız var. Doğal adetlerde adlarını sıkça duyduğumuz bu hayır kuruluşları kurban bayramında adlarını daha fazla duyurmaktadır.

Kızılay ve Diyanet Vakfı dışında o kadar hayır kuruluşumuz var ki say say bitmez. Nerede bir vakıf, dernek, sivil toplum kuruluşu varsa aşağı yukarı hepsi aynı iş üzere çalışmaktadır. Çoğunun kendilerine ait öğrenci yurtları var, kiminin evleri var, kimi öğrencilere burs veriyor, hemen hemen hepsi yurt içinde ve yurt dışında kurban kesiyor. Değişik ülkelerde aynı işi yapan farklı vakıf ve dernekleri görmek mümkün. Vatandaşımız veriyor, hayır kuruluşları da bu hayrı yerine ulaştırmada köprü görevi görüyor. Anlattıkları gibi amaçları doğrultusunda çalışanlardan Allah razı olsun.

Burada değinmek istediğim hayır ve iyiliklere köprü olan bu hayır kuruluşları tek çatı altında bir araya gelemez mi veya bu yardım kuruluşlarımız bir üst kurul marifetiyle aralarında bir iş bölümü yapılamaz mı? Böyle bir şeye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Çünkü çoğu vakıf ve derneğimiz aynı işleri yapmaktadır. Toplanan yardımlar tek elden, daha fazla kişiye, daha düzenli, daha hızlı ulaştırılır. Böylece organizasyonlarda masraflar minimum seviyeye iner.

Bunun için;
1.Hayır kuruluşları kendi aralarında bir çatı kurul oluşturabilir. Bu kurulda her vakıf ve dernekten bir temsilci görev yapar. Kararlar oy birliği veya oy çokluğu ile alınır. 
2.Hizmet edilecek alanlar belirlenir: Kimi kurban işine bakar, kimi yurt çalıştırır, kimi öğrencilere burs verir, kimi irşat görevinde bulunur, kimi ihtiyaç sahiplerine yardım ulaştırır.
3.Vakıf ve dernekler arasında görev ve yer taksimi yapılır. Her vakıf ve derneğe hangi yer ve görev çıkmışsa ilgili vakıf oraya yoğunlaşır.
4.Yurt içi ve yurt dışı faaliyetlerde çatı kurulu ve Türkiye ön planda olmalıdır.
5.Toplanan yardımların yerine ulaşıp ulaşmadığı bağımsız kurullarımız tarafından incelenir ve denetlenir.
6.Hayır kuruluşları yaptıkları faaliyetlerini, gelir-gider durumlarını kamuoyuna yıllık ibra eder.
7.Yardım kuruluşları birbirlerine destek olacak şekilde bir hizmet anlayışını benimser, birbirlerini rakip gibi görmez. Birinin bir ülkede yapacağı yardımı diğeri üstlenebilir.

*23/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yola Çıkma!

*Usul, adap, yol, yöntem bilmiyorsan,
*İyi bir ekibin yok ise,
*İstişareye önem vermiyorsan,
*Makam, mevki ve şöhret hırsın var ise,
*Ufkun geniş değilse,
*Eleştiriye açık değilsen,
*Kızıp sinirleniyor; en sonda söyleyeceğini en başta söylüyorsan,
*Kendini sürekli geliştirmiyor ve yenileyemiyorsan,
*Uzun vadeli bir plan ve programın yok, olanı da yerinde ve zamanında revize edemiyorsan,
*İletişime çok açık değilsen,
*Ehliyet ve liyakate önem vermeyeceksen,
*Bütün işleri kendi üzerinde toplayacaksan,
*Dinlenmek için kendine yerinde ve zamanında yeterince zaman ayırmayacaksan,
*Yanındakilere güvenmeyeceksen,
*Herkese ayar vereceksen,
*Kucaklayıcı değil, kutuplaştırıcı olacak ve bütün okları üzerine çekeceksen,
*Zamanla prensiplerini çiğneyip zikzaklar çizeceksen,
*Çok konuşarak yüzünü eskiteceksen,
*Kendini anlatmayıp hep rakiplerini kötüleyeceksen,
*Seninle yolunu ayıranlara nankör diyeceksen,
*Kendini yenilemeyip hep eskiyi hatırlatacaksan,
*Yenilgiyi hazmedemeyeceksen,
*Eşini, dostunu, oğlunu, kızını, damadını işinden uzak tutamayacaksan,
*Dünyanın merkezini hep kendin olarak görecek ve benden sonrası tufan diyeceksen,
*Hata yaptığın zaman hatanla yüzleşmeyeceksen,
*Öneri ve yol gösterenleri düşman bileceksen,
*Ömrünü rakip ve alternatifleri yok etmek üzere harcayacaksan,
*İnsanlarla konuşmayı değil, kavgayı tercih edeceksen,
*Kendi tutturduğun yoldan başka doğru bir yolun daha olacağını kabul etmeyeceksen,
*Sen herkesi eleştirip kimse seni eleştiremeyecekse,
*Ben çok şey yaptım, herkes bana mahkum diyeceksen,
*Her şeyi en iyi ben bilir, ben yaparım havasına gireceksen,
*Başkasını hep küçümseyip tepeden bakacaksan,
*Ayakların yere basmadan hep vatan, millet, Sakarya, din, iman diyeceksen,
*Her gördüğün mikrofona konuşmak zorunda hissedeceksen,
*Olan her iyi şeyi kendinden, kötülükleri başkasından bileceksen,
*Gücü ele geçirdikçe değişeceksen,
*Dostlarını hep kıracak, beklentilerine cevap veremeyeceksen…

Bence hiç yola çıkma!


Demedi Demeyin!


Bayram ziyareti için bir ahbabınıza gittiniz. Selam kelâmdan sonra değişmez geleneklerimizden kolonya ve şeker tutuldu. Bir aldın. Ev sahibi "haydi, buyur" dedi, ısrar etti. Bir daha aldın. Ardından "üçleyelim" dedi. Üçüncüyü de aldın. Tabii seçerken de tercihini çikolatalı şekerlerden yana kullandın. 

Ne yapacaksın bu şekerleri? Kadın değilsin ki şekerleri çantana koyasın. Yesen olmaz? Çünkü üç tane aldın. Zaten az bir laflamanın ardından milli yiyeceklerimizden tatlı geldi. Elinde tuttuğun şekerleri sehpanın üzerine koydun. 

Az sonra haber geldi, kalkman gerekiyor. Bize müsaade, daha gidecek çok yer var dedin. Ama gözün şekerlerde... Yemeye de vakit yok. Zaten yemeye vaktin olsa da tatlının üzerine tatlı gitmiyor. Ne yapmalısın? Bence vakit ayırıp o şekerleri yemelisin. Söz dinle.

Yok ben söz dinlemem, burnumun dikine giderim, ayrıca aldığım tüm şekerleri yiyerek görgüsüzlük yapamam, ben bu şekerleri çıkınca eşime veririm; yolcu yolunda gerek, ziyaretin kısası makbul" dedin ve kalktın. İkramlık şekerleri bir eline aldın. Diğer elinde zaten cebinde olması gereken telefonun var. Çıkarken ev sahibi ile vedalaşmak için elini uzatman gerekiyor. Ama iki elin de dolu. Aklına "Şu şekerleri kısa bir süreliğine gömlek, penye veya pantolonun cebine iğreti bir şekilde koymak" geldi. Bence koyma! O aklına gelen iş değil. Bu akıl senin hayrına çalışmıyor, bayramını zehir etme! 

Beni dinlemedin. Zira sakalım yok. Zaten şunun şurasında arabaya kadar fazla mesafe yok dedin ve hayırsız evlat gibi söz dinlemedin, çikolatalı şekerleri cebine koydun. Vücut sıcaklığı, oturduğun ortamın sıcaklığı ve dışarıya çıktığın zaman otuz derecenin üzerinde bir sıcaklık...

Arabaya binip diğer bir dostunun gönlünü almak için arabayı çalıştırdın. Bu arada çikolatayı çıkarıp eşine ver artık. Vermezsen bak sonu kötü olur, bayramın zehir olur. Beni yine dinlemedin. Çünkü aceleden unuttun.

Sonuç, başına geleni sen mi anlatırsın yoksa ben anlatmaya devam edeyim mi?

Senin anlatmaya vaktin yok bir defa. O zaman ben anlatayım. Zaten ben bugünler için varım.

Az sonra o değilden elini cebine soktun. Bir sıcaklık. Olabilir. Zaten hava sıcak. Ama eline bir şeyler bulaştı. Bilmiyormuş gibi "Ne var, benim cebimde" deyip eline bir göz attın. "Ana len bu ne! Çikolata erimiş" dedin. Ne olacaktı ya? Durduğun ilk yerde gözünü cebine kaydırdın. Koyduğun şeker, jelatininden çıkmış. Cebinde ne varsa hepsine sıcaktan eriyen çikolata bulaşmış. Hepsini tek tek çıkarıyorsun. Bulduğun ıslak mendille hepsini tek tek silmeye kalkıyorsun. Sil sil bitmez. Hay aksi gömleği de batırmış. Sildikçe cebine çikolatalı şekerin sıvandığını da görürsün. 

Ne yapacaksın bu durumda? Ziyarete gidiyorsun. Arabanda yedek gömlek/pantolon yok. Olsa da trafikte nerede değiştireceksin. Evinden de epey uzaktasın.

Sahi ne yapabilirsin? Maalesef elinde fazla bir alternatifin yok. Ya ziyaretleri yarıda kesip evin yolunu tutacaksın ya da cebin bayram yaparak ziyaretlere devam edeceksin. Şekerin çikolatası cebin dışına vurmamışsa eh, vaziyeti idare edebilirsin. Ama dışa çıkmışsa yeni ziyaret yerinde bu durumu "Efendim, şöyle şöyle oldu" diye anlatır durursun.

Demiştim demeyi sevmiyorum ama sen çok istedin bunu. Halbuki cebine koyma dedim, yalvardım. Ama bir şey olmaz deyip büyük sözü dinlemedin. Bu durumda kendi düşen ağlamaz. Bu başına gelen de kulağına küpe olsun. Bir daha gittiğin her yerden aldığın şekeri, varsın gök görmedik desinler, yiyeceksin. 

Demek ki ne yapacakmışsın? Bayramlarda aldığın ikramlık şekerleri cebine koymayacakmışsın. Haydi bir de sen söyle: "Bir daha mı...tövbe tövbe!" Hah! Yola gel, şöyle...


13 Ağustos 2019 Salı

Araya Araya Buldum Sonunda


Bilin ki belamı değil bulduğum. Ekmeği buldum. Ekmek deyip de geçmeyin. Bayramda ekmek bulmak bir mesele. Şurada vardır, belki burada olabilir derken birbirine mesafeli iki fırın bir market dolaştıktan sonra ikinci markette bulabildim ancak. Kuru, sert, ağzı yüzü düzgün değildi ama ekmek ekmektir. Sofrada bulunacak bir defa. Güneşin altında o kadar yol gittiğime, ayaklarıma kara sular indiğine(ne demekse) buram buram terlediğime de değdi. Dört alana bir tanesi bedava idi üstelik!

İçinizden elleme olsun, bayramda fırınlar kapalı olduğunu biliyor olmalısın. Arife günü alaydın dediğinizi duyar gibiyim. Aldım ama daha fazla almam gerekiyormuş demek ki. Daha fazla alsam ne olacaktı? Aldığım da çillenmeye durmuş zaten. Dolaba koymayı akıl edemediniz mi dediniz. Akıl ettim etmesine. Tam dolaba koyacaktım ki sosyal medyada "Aman ekmeğinizi dolaba koymayın" haberiyle karşılaştım. Hem de kaç paylaşım birden okudum. Dertleri ne idi bilmiyorum. Haberin içeriğini de okumadım. 

Bayramın üçüncü günü dolaba ekmek koyma diyenlerin derdini anladım. Dertleri benmişim meğer. Bana ekmek aratmakmış dertleri. 

Amma o fırıncıların da alacağı olsun. Bayramı ben mi yapıyorum yoksa onlar mı diyeceğim ama benim yapmadığım belli. Fırıncılar yapıyor gayri. Görün gününüzü! Anlayın kıymetimizi. Biz olmazsak ekmeksizlikten ne yapacaktınız dediler bize.

Aslında fırıncıların bu bayramına karşılık milletçe ekmek yemeyi bırakıp fırıncılara tümden bayram yaptırmak var ama biz ekmeksiz yapamayız ki. Ekmeği ekmeğin içine katık yapıp yeriz. Düğünlerde gelen pilavı kaşıklarken bile ekmekten ödün vermeyiz. Ye babam ye!

Hasılı elimiz mahkum fırıncılara.  O yüzden bulduğumuz ekmeği bayat, yanık, kuru demeden yiyeceğiz, ta ki bayram bitene kadar. O güzelim yemekleri yerken bayatlığından boğazımızdan geçmeyen ekmeği gördükçe, ucuz diye bayat ekmek alıp yiyenleri düşüneceğiz bu arada. Aslında bayat ekmek yemek hazmı kolaylaştırıyor ve mideyi zorlamıyormuş.

Bu arada ekmek ararken yürüyen, buram buram terleyen ben, size ekmeği bulduğum esnada bir -hatta iki- fotoğraf çekip burada paylaşmak isterdim. Ama burnumdan nefes alırken hiç aklıma gelmedi.

Neyse…Heyhat ki heyhat!





Bayramlaşmalarda İzlediğimiz/İzlenmesi Gereken Yol


Ramazan ve Kurban Bayramları eş, dost, yakın akraba ve komşular birbirlerini evlerinde ziyaret ederler. Kısa süreli bu ziyaretlerde daha önce hazırlanan el emeği göz nuru yiyecek ve içecekler ikram edilir. (Şimdi genelde satına döndü ya neyse) Bu ziyaretlerde en büyük sorun tüm ziyaret edileceklerin ziyaret edilememesi. Ya aradığın evinde bulunmaz ya da yetiştiremezsin. Çünkü ziyaret edilecek çok yer var.

Yok mu bunun yolu? Var aslında. Yeter ki herkesi ziyaret etme niyetimiz olsun. Köy yerlerinde ziyaret etmede pek sorun olmaz. Ziyaret edilecek kişilerin evleri yakın olduğu için kişiler yürüyerek bayramın ilk günü herkesi ziyaret edebilir. Hatta bayramın ilk günü öğleye kadar ziyaretini bitirenler bile var.

Sorun şehirde yaşayanlarda. Çünkü kişiler köydekiler gibi küçük bir muhitte yaşamıyor. Ziyaret edilecekler şehrin değişik bölgelerine serpiştirilmiş durumda. Gidip bulamamak var, şehrin trafiğine takılmak var, bir yerde fazla oyalanmak var. Bu sefer ne yapılıyor? Çoğu kimse ziyaret edilemiyor. 

Benim bu ziyaretlerde gördüğüm, ziyaretlerin karşılıklı yapılması. Yani ben sana, sen bana şeklinde. Körler, sağırlar, birbirini ağırlar misali. Bana göre bayramlarda ziyaretler tek taraflı olmalı. Biri sana bayram ziyaretine geldi mi? Ona gereken izzet, ikramı, ilgi ve alakayı göstereceksin fakat ona iadeyi ziyarette bulunmayacaksın. Sen de fırsatını buldun mu, sana gelemeyenlere ziyarete gideceksin. Sana gelen kimseyi ya aklında tutacaksın ya da bir yere not edeceksin. Diğer bayram öncelikli olarak -o sana gelmeden- ona iadeyi ziyarette bulunacaksın. Maksat gönül alma değil mi? Bu yöntemle en güzel şekilde gönüller alınır. Bu şekil yapmakla ziyaret edilen ve gönül alınan hane sayısı daha geniş tutulmuş olur.

Bayram ziyaretlerinde şehir merkezlerinde yapılan bir diğer husus, bayramlarda büyük de geziyor, küçük de. Küçük büyüğün evine, büyük de küçüğün evine gidiyor. Küçüğü anladım da büyük niye geziyor? Büyüğün, bayramda küçüğün evinde ne işi var? Halbuki büyüğe düşen, kendiyle yaşıt ve kendinden büyükleri ziyaret edip sonra evine çekilmek ve evi beklemek olmalı.

Ben böyle diyorum ama ziyaret özellikle bayram ziyaretleri bir tercih meselesidir. İsteyen istediği yere ve kimseye gider. Buna saygı duyarım. Benimki "Ziyaret edilecek o kadar eş-dost vardı, çoğunu ziyaret edemedik. Çünkü zaman kalmadı" diyenler için vakti tasarruflu kullanmaları için bir öneri. İyi bir planlama ile gönül alınan yerler artırılabilir. Çünkü vakit nakittir. 


11 Ağustos 2019 Pazar

Yönetim ve Dedikodu *

Özel bir hastanede çalışan doktorların oluşturduğu whatsapp grubunda "Maaş ve ücretlerini zamanında yatırmadıklarından dolayı hastanenin sahibini eleştiri konusu yaptığı için iş akdi feshedilen göz doktoru, haksız yere işine son verildiği iddiasıyla idari mahkemeye başvurur. Mahkeme ‘davacının kapalı grup içerisinde yapmış olduğu paylaşımlar kişisel verilerin korunması kapsamında olup gizli kalması gereken bilgiler olduğunu, doktorun haksız yere işten çıkarıldığına ve işine dönmesi gerektiğine’ karar verir." 

Bu haberde üzerinde durmak istediğim husus hastane sahibinin bulunmadığı whatsapp grubundaki yazışmalardan hastane sahibinin nasıl haberdar olduğudur? Demek ki grupta olanlardan biri veya birileri doktorun hastane sahibine yönelik yaptığı eleştirileri noktasına, virgülüne patronuna taşımış. Hoş bir durum mu bu? Değil elbet. Bunun adı düpedüz laf taşımadır. Bir laf taşıma, kişinin işinden olmasına sebep olmuştur. Her ne kadar mahkeme, kişinin görevine iadesi şeklinde bir karar verse de o doktorun o hastanede bu aşamadan sonra çalışabilmesi zordur. Hastane sahibi zorunlu olarak geri işe alsa bile kısa bir süre sonra tazminatını vererek doktorla yollarını ayırır.

Doktorların arasında cereyan eden bu laf taşıma işi, maalesef diğer kurum ve kuruluşlarda da var. Merak ettiğim hem ahlak hem de dinimizde yeri olmayan laf taşımayı insanlar niçin yapar? Gerçekten insanlar niçin laf taşır? Sanırım laf taşımak suretiyle patronun veya amirin gözüne girme düşünceleri olsa gerek. Ahlaki olmayan bu durumun bir ucunda laf taşıyan var, diğer ucunda laf getireni dinleyen var. Laf getiren razı bu durumdan, lafı dinleyen de. Allah muhabbetlerini artırsın böylelerinin. Haydi biri meslek edindi, amirine yalakalık yapacak. Amir niçin dinler böylelerini? Amirler şunu bilmeli ki laf getiren iki taraflı çalışır. Sana laf getiren, senden de bir başkasına laf götürür. Çünkü mesleği budur. Kişisel bir tercih olan bu laf getirip götürme ve dinleme işi, tamamen bir karakter ve kişilik bozukluğudur. Tedavisi var mı? Sanmıyorum. Bu tipleri ancak teneşir tahtası paklar.

Şunu kimse unutmasın ki amme hizmeti yapılan yerlerde eleştirilere açık olmayan yönetimler, çalışanlar tarafından zaman zaman eleştirilir. Bu da doğaldır. Çünkü yönetenle yönetilen arasında mağduriyet veya memnuniyetsizlik olabilir. Bu durum çalışanlar tarafından değişik platform ve ortamlarda dile getirilebilir. Burada doğal olmayan, bir sohbet ortamında dile getirilen bu tür eleştirilerin yukarıya taşınmasıdır. Her yerde olan bu tipler senden gibi görünüp başkasına çalışan kişilerdir. Bunlara pirincin içindeki beyaz taş da denebilir.

Patron veya işçi, amir ya da memur şunu unutmasın ki dedikodu çalışma ortamını bozar. Amaçları bu ise bunu en güzel şekilde yerine getirmektedirler. Burada garip olan, yönettiği kurumda huzurun bozulacağını bile bile patron veya amirlerin bu kovucuları dinlemesi. Laf getirip götürenle kurumunu yönetmeye kalkanlar şunu bilsinler ki bir kurum dedikodu kültürü ile yönetilmez. Yöneticilik bu değildir bir defa. Bu tipler gerçekten iyi bir yönetici ise kurumundan kimse kendisine laf getirip götüremez. Kazara biri şirin görünmek için böyle bir yola girmeye kalkarsa yöneticiye düşen, laf getiren kimsenin ağzına lafını tıkamasıdır.

*26/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yemin Törenleri *

Son yıllarda törenlere katılım daha bir arttı. Bunların başında okul mezuniyet törenleri ile askerlik yemin törenleri gelmektedir. Okul mezuniyet törenlerinin yapıldığı tarihler okuldan okula, fakülteden fakülteye göre değişmektedir. Ya hafta içi gündüz ya hafta sonu ya da akşam saatlerinde yapılmaktadır. 

Günü değişmeyen törenler, askeriyelerde yapılan yemin törenleridir. Bu törenlerin hepsi bila kaydu şartın cuma günü öğleden önce yapılmaktadır. Niçin cuma günü? Çok anlamış değilim. Biliyorum askerlik demek tertip, düzen ve kural demektir. Bu, değiştirilemez bir askeri kural mıdır ki hep cuma günleri olmaktadır. Burada tek akla gelen yemin töreninden sonra izne çıkacak veya yeni yerine gidecek askerin ya bulunduğu yerde ya da memleketinde hafta sonunu ailesiyle birlikte geçirme düşüncesi olabilir.

Oğlunun/yeğeninin/kardeşinin/kayınının yemin törenine katılmak için Türkiye'nin her bir yerinden aileler törenin yapılacağı ile akın ediyor. Evlattır, yeğendir, kardeştir, kayındır; gidilecek. Hele evlat bekliyorsa, arkadaşlarının ailesi de gelecekse gitmezlik olmaz. Yemin törenine katılacak ailenin bu durumda ne zaman yola çıkması gerekiyor? Uzaklığa göre değişse de perşembeden yola çıkanlar var, yakın mesafedekiler akşamdan yola çıkarak geceyi yolda geçiriyor, kimi de cuma sabahı erkenden yollara düşüyor.

O zaman mesele nedir derseniz? Ben bu yemin törenlerinin gününe taktım. Bu törenler niçin cumartesi veya pazar günü yapılmaz? Ne fark eder? Ha cuma ha ertesi ya da pazar demeyin. Her ailenin eli boş değil ki istediği zaman törene katılsın. Memuru var, esnafı var, işçisi var. Memur ve işçi cuma günleri yapılan bu yemin törenleri için her halükarda en az bir veya iki gün izin alması gerekiyor. İşini tek başına yürüten küçük esnaf ise ya yerine dükkanı açacak birini koyacak ya da kapatıp gidecek. Burada iş, zaman ve mesai kaybı söz konusu…Büyüklerin yemin törenine katılmasından geçtim. Aile boyu gidenler var. Çocuğu okuyorsa izin alınıyor. Çocuğun sınavı varsa çocuk sınava girmiyor. Yani bu mesele çok ciddi. Düğünlerimiz bile eş-dost, herkes katılabilsin diye cumartesi ve ağırlıklı olarak pazar günleri yapılırken aynı durumu yemin törenleri için de düşünmek lazım.

Aslında bana kalırsa yemin törenlerinin bir anlamı yok. Çünkü izlemek için gittiği törende çoğu aileler çocuklarını tören bitinceye kadar göremiyor. Çünkü aynı elbise giymiş eratın içinde çocuklarını bulmak ve görmek mesele. Bir sektör oldu gidilecek. Herkesin ailesi, çocuğum orada kendini garip hissetmesin deyip katılıyor.

Umarım bu önerim dikkate alınır. Ki bu önerim dikkate alınırsa birçok aile rahatlayacaktır. Kimsenin işi-gücü aksamayacaktır.

*27/09/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.