Ana içeriğe atla

Bayramlaşmalarda İzlediğimiz/İzlenmesi Gereken Yol


Ramazan ve Kurban Bayramları eş, dost, yakın akraba ve komşular birbirlerini evlerinde ziyaret ederler. Kısa süreli bu ziyaretlerde daha önce hazırlanan el emeği göz nuru yiyecek ve içecekler ikram edilir. (Şimdi genelde satına döndü ya neyse) Bu ziyaretlerde en büyük sorun tüm ziyaret edileceklerin ziyaret edilememesi. Ya aradığın evinde bulunmaz ya da yetiştiremezsin. Çünkü ziyaret edilecek çok yer var.

Yok mu bunun yolu? Var aslında. Yeter ki herkesi ziyaret etme niyetimiz olsun. Köy yerlerinde ziyaret etmede pek sorun olmaz. Ziyaret edilecek kişilerin evleri yakın olduğu için kişiler yürüyerek bayramın ilk günü herkesi ziyaret edebilir. Hatta bayramın ilk günü öğleye kadar ziyaretini bitirenler bile var.

Sorun şehirde yaşayanlarda. Çünkü kişiler köydekiler gibi küçük bir muhitte yaşamıyor. Ziyaret edilecekler şehrin değişik bölgelerine serpiştirilmiş durumda. Gidip bulamamak var, şehrin trafiğine takılmak var, bir yerde fazla oyalanmak var. Bu sefer ne yapılıyor? Çoğu kimse ziyaret edilemiyor. 

Benim bu ziyaretlerde gördüğüm, ziyaretlerin karşılıklı yapılması. Yani ben sana, sen bana şeklinde. Körler, sağırlar, birbirini ağırlar misali. Bana göre bayramlarda ziyaretler tek taraflı olmalı. Biri sana bayram ziyaretine geldi mi? Ona gereken izzet, ikramı, ilgi ve alakayı göstereceksin fakat ona iadeyi ziyarette bulunmayacaksın. Sen de fırsatını buldun mu, sana gelemeyenlere ziyarete gideceksin. Sana gelen kimseyi ya aklında tutacaksın ya da bir yere not edeceksin. Diğer bayram öncelikli olarak -o sana gelmeden- ona iadeyi ziyarette bulunacaksın. Maksat gönül alma değil mi? Bu yöntemle en güzel şekilde gönüller alınır. Bu şekil yapmakla ziyaret edilen ve gönül alınan hane sayısı daha geniş tutulmuş olur.

Bayram ziyaretlerinde şehir merkezlerinde yapılan bir diğer husus, bayramlarda büyük de geziyor, küçük de. Küçük büyüğün evine, büyük de küçüğün evine gidiyor. Küçüğü anladım da büyük niye geziyor? Büyüğün, bayramda küçüğün evinde ne işi var? Halbuki büyüğe düşen, kendiyle yaşıt ve kendinden büyükleri ziyaret edip sonra evine çekilmek ve evi beklemek olmalı.

Ben böyle diyorum ama ziyaret özellikle bayram ziyaretleri bir tercih meselesidir. İsteyen istediği yere ve kimseye gider. Buna saygı duyarım. Benimki "Ziyaret edilecek o kadar eş-dost vardı, çoğunu ziyaret edemedik. Çünkü zaman kalmadı" diyenler için vakti tasarruflu kullanmaları için bir öneri. İyi bir planlama ile gönül alınan yerler artırılabilir. Çünkü vakit nakittir. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde