Ana içeriğe atla

Demedi Demeyin!


Bayram ziyareti için bir ahbabınıza gittiniz. Selam kelâmdan sonra değişmez geleneklerimizden kolonya ve şeker tutuldu. Bir aldın. Ev sahibi "haydi, buyur" dedi, ısrar etti. Bir daha aldın. Ardından "üçleyelim" dedi. Üçüncüyü de aldın. Tabii seçerken de tercihini çikolatalı şekerlerden yana kullandın. 

Ne yapacaksın bu şekerleri? Kadın değilsin ki şekerleri çantana koyasın. Yesen olmaz? Çünkü üç tane aldın. Zaten az bir laflamanın ardından milli yiyeceklerimizden tatlı geldi. Elinde tuttuğun şekerleri sehpanın üzerine koydun. 

Az sonra haber geldi, kalkman gerekiyor. Bize müsaade, daha gidecek çok yer var dedin. Ama gözün şekerlerde... Yemeye de vakit yok. Zaten yemeye vaktin olsa da tatlının üzerine tatlı gitmiyor. Ne yapmalısın? Bence vakit ayırıp o şekerleri yemelisin. Söz dinle.

Yok ben söz dinlemem, burnumun dikine giderim, ayrıca aldığım tüm şekerleri yiyerek görgüsüzlük yapamam, ben bu şekerleri çıkınca eşime veririm; yolcu yolunda gerek, ziyaretin kısası makbul" dedin ve kalktın. İkramlık şekerleri bir eline aldın. Diğer elinde zaten cebinde olması gereken telefonun var. Çıkarken ev sahibi ile vedalaşmak için elini uzatman gerekiyor. Ama iki elin de dolu. Aklına "Şu şekerleri kısa bir süreliğine gömlek, penye veya pantolonun cebine iğreti bir şekilde koymak" geldi. Bence koyma! O aklına gelen iş değil. Bu akıl senin hayrına çalışmıyor, bayramını zehir etme! 

Beni dinlemedin. Zira sakalım yok. Zaten şunun şurasında arabaya kadar fazla mesafe yok dedin ve hayırsız evlat gibi söz dinlemedin, çikolatalı şekerleri cebine koydun. Vücut sıcaklığı, oturduğun ortamın sıcaklığı ve dışarıya çıktığın zaman otuz derecenin üzerinde bir sıcaklık...

Arabaya binip diğer bir dostunun gönlünü almak için arabayı çalıştırdın. Bu arada çikolatayı çıkarıp eşine ver artık. Vermezsen bak sonu kötü olur, bayramın zehir olur. Beni yine dinlemedin. Çünkü aceleden unuttun.

Sonuç, başına geleni sen mi anlatırsın yoksa ben anlatmaya devam edeyim mi?

Senin anlatmaya vaktin yok bir defa. O zaman ben anlatayım. Zaten ben bugünler için varım.

Az sonra o değilden elini cebine soktun. Bir sıcaklık. Olabilir. Zaten hava sıcak. Ama eline bir şeyler bulaştı. Bilmiyormuş gibi "Ne var, benim cebimde" deyip eline bir göz attın. "Ana len bu ne! Çikolata erimiş" dedin. Ne olacaktı ya? Durduğun ilk yerde gözünü cebine kaydırdın. Koyduğun şeker, jelatininden çıkmış. Cebinde ne varsa hepsine sıcaktan eriyen çikolata bulaşmış. Hepsini tek tek çıkarıyorsun. Bulduğun ıslak mendille hepsini tek tek silmeye kalkıyorsun. Sil sil bitmez. Hay aksi gömleği de batırmış. Sildikçe cebine çikolatalı şekerin sıvandığını da görürsün. 

Ne yapacaksın bu durumda? Ziyarete gidiyorsun. Arabanda yedek gömlek/pantolon yok. Olsa da trafikte nerede değiştireceksin. Evinden de epey uzaktasın.

Sahi ne yapabilirsin? Maalesef elinde fazla bir alternatifin yok. Ya ziyaretleri yarıda kesip evin yolunu tutacaksın ya da cebin bayram yaparak ziyaretlere devam edeceksin. Şekerin çikolatası cebin dışına vurmamışsa eh, vaziyeti idare edebilirsin. Ama dışa çıkmışsa yeni ziyaret yerinde bu durumu "Efendim, şöyle şöyle oldu" diye anlatır durursun.

Demiştim demeyi sevmiyorum ama sen çok istedin bunu. Halbuki cebine koyma dedim, yalvardım. Ama bir şey olmaz deyip büyük sözü dinlemedin. Bu durumda kendi düşen ağlamaz. Bu başına gelen de kulağına küpe olsun. Bir daha gittiğin her yerden aldığın şekeri, varsın gök görmedik desinler, yiyeceksin. 

Demek ki ne yapacakmışsın? Bayramlarda aldığın ikramlık şekerleri cebine koymayacakmışsın. Haydi bir de sen söyle: "Bir daha mı...tövbe tövbe!" Hah! Yola gel, şöyle...


Yorumlar

  1. Anlaşılan bu anlattığın olay başından geçmiş. Ne diyelim; Geçmiş olsun. Bir musibet bin nasihatten evladır. Bir daha böyle bir şey asla yapmazsın. Tövbe i nasuhla tövbe etmişsin bir daha unutmaz her zaman aklına gelir.

    YanıtlaSil
  2. Geçmişte başıma geldi elbet. Ama şimdilerde tecrübeliyim. Geleni atıyorum ağzıma. Malum sıcaklar eyyamı bahûr imiş.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde