13 Ağustos 2019 Salı

Araya Araya Buldum Sonunda


Bilin ki belamı değil bulduğum. Ekmeği buldum. Ekmek deyip de geçmeyin. Bayramda ekmek bulmak bir mesele. Şurada vardır, belki burada olabilir derken birbirine mesafeli iki fırın bir market dolaştıktan sonra ikinci markette bulabildim ancak. Kuru, sert, ağzı yüzü düzgün değildi ama ekmek ekmektir. Sofrada bulunacak bir defa. Güneşin altında o kadar yol gittiğime, ayaklarıma kara sular indiğine(ne demekse) buram buram terlediğime de değdi. Dört alana bir tanesi bedava idi üstelik!

İçinizden elleme olsun, bayramda fırınlar kapalı olduğunu biliyor olmalısın. Arife günü alaydın dediğinizi duyar gibiyim. Aldım ama daha fazla almam gerekiyormuş demek ki. Daha fazla alsam ne olacaktı? Aldığım da çillenmeye durmuş zaten. Dolaba koymayı akıl edemediniz mi dediniz. Akıl ettim etmesine. Tam dolaba koyacaktım ki sosyal medyada "Aman ekmeğinizi dolaba koymayın" haberiyle karşılaştım. Hem de kaç paylaşım birden okudum. Dertleri ne idi bilmiyorum. Haberin içeriğini de okumadım. 

Bayramın üçüncü günü dolaba ekmek koyma diyenlerin derdini anladım. Dertleri benmişim meğer. Bana ekmek aratmakmış dertleri. 

Amma o fırıncıların da alacağı olsun. Bayramı ben mi yapıyorum yoksa onlar mı diyeceğim ama benim yapmadığım belli. Fırıncılar yapıyor gayri. Görün gününüzü! Anlayın kıymetimizi. Biz olmazsak ekmeksizlikten ne yapacaktınız dediler bize.

Aslında fırıncıların bu bayramına karşılık milletçe ekmek yemeyi bırakıp fırıncılara tümden bayram yaptırmak var ama biz ekmeksiz yapamayız ki. Ekmeği ekmeğin içine katık yapıp yeriz. Düğünlerde gelen pilavı kaşıklarken bile ekmekten ödün vermeyiz. Ye babam ye!

Hasılı elimiz mahkum fırıncılara.  O yüzden bulduğumuz ekmeği bayat, yanık, kuru demeden yiyeceğiz, ta ki bayram bitene kadar. O güzelim yemekleri yerken bayatlığından boğazımızdan geçmeyen ekmeği gördükçe, ucuz diye bayat ekmek alıp yiyenleri düşüneceğiz bu arada. Aslında bayat ekmek yemek hazmı kolaylaştırıyor ve mideyi zorlamıyormuş.

Bu arada ekmek ararken yürüyen, buram buram terleyen ben, size ekmeği bulduğum esnada bir -hatta iki- fotoğraf çekip burada paylaşmak isterdim. Ama burnumdan nefes alırken hiç aklıma gelmedi.

Neyse…Heyhat ki heyhat!





Bayramlaşmalarda İzlediğimiz/İzlenmesi Gereken Yol


Ramazan ve Kurban Bayramları eş, dost, yakın akraba ve komşular birbirlerini evlerinde ziyaret ederler. Kısa süreli bu ziyaretlerde daha önce hazırlanan el emeği göz nuru yiyecek ve içecekler ikram edilir. (Şimdi genelde satına döndü ya neyse) Bu ziyaretlerde en büyük sorun tüm ziyaret edileceklerin ziyaret edilememesi. Ya aradığın evinde bulunmaz ya da yetiştiremezsin. Çünkü ziyaret edilecek çok yer var.

Yok mu bunun yolu? Var aslında. Yeter ki herkesi ziyaret etme niyetimiz olsun. Köy yerlerinde ziyaret etmede pek sorun olmaz. Ziyaret edilecek kişilerin evleri yakın olduğu için kişiler yürüyerek bayramın ilk günü herkesi ziyaret edebilir. Hatta bayramın ilk günü öğleye kadar ziyaretini bitirenler bile var.

Sorun şehirde yaşayanlarda. Çünkü kişiler köydekiler gibi küçük bir muhitte yaşamıyor. Ziyaret edilecekler şehrin değişik bölgelerine serpiştirilmiş durumda. Gidip bulamamak var, şehrin trafiğine takılmak var, bir yerde fazla oyalanmak var. Bu sefer ne yapılıyor? Çoğu kimse ziyaret edilemiyor. 

Benim bu ziyaretlerde gördüğüm, ziyaretlerin karşılıklı yapılması. Yani ben sana, sen bana şeklinde. Körler, sağırlar, birbirini ağırlar misali. Bana göre bayramlarda ziyaretler tek taraflı olmalı. Biri sana bayram ziyaretine geldi mi? Ona gereken izzet, ikramı, ilgi ve alakayı göstereceksin fakat ona iadeyi ziyarette bulunmayacaksın. Sen de fırsatını buldun mu, sana gelemeyenlere ziyarete gideceksin. Sana gelen kimseyi ya aklında tutacaksın ya da bir yere not edeceksin. Diğer bayram öncelikli olarak -o sana gelmeden- ona iadeyi ziyarette bulunacaksın. Maksat gönül alma değil mi? Bu yöntemle en güzel şekilde gönüller alınır. Bu şekil yapmakla ziyaret edilen ve gönül alınan hane sayısı daha geniş tutulmuş olur.

Bayram ziyaretlerinde şehir merkezlerinde yapılan bir diğer husus, bayramlarda büyük de geziyor, küçük de. Küçük büyüğün evine, büyük de küçüğün evine gidiyor. Küçüğü anladım da büyük niye geziyor? Büyüğün, bayramda küçüğün evinde ne işi var? Halbuki büyüğe düşen, kendiyle yaşıt ve kendinden büyükleri ziyaret edip sonra evine çekilmek ve evi beklemek olmalı.

Ben böyle diyorum ama ziyaret özellikle bayram ziyaretleri bir tercih meselesidir. İsteyen istediği yere ve kimseye gider. Buna saygı duyarım. Benimki "Ziyaret edilecek o kadar eş-dost vardı, çoğunu ziyaret edemedik. Çünkü zaman kalmadı" diyenler için vakti tasarruflu kullanmaları için bir öneri. İyi bir planlama ile gönül alınan yerler artırılabilir. Çünkü vakit nakittir. 


11 Ağustos 2019 Pazar

Yönetim ve Dedikodu *

Özel bir hastanede çalışan doktorların oluşturduğu whatsapp grubunda "Maaş ve ücretlerini zamanında yatırmadıklarından dolayı hastanenin sahibini eleştiri konusu yaptığı için iş akdi feshedilen göz doktoru, haksız yere işine son verildiği iddiasıyla idari mahkemeye başvurur. Mahkeme ‘davacının kapalı grup içerisinde yapmış olduğu paylaşımlar kişisel verilerin korunması kapsamında olup gizli kalması gereken bilgiler olduğunu, doktorun haksız yere işten çıkarıldığına ve işine dönmesi gerektiğine’ karar verir." 

Bu haberde üzerinde durmak istediğim husus hastane sahibinin bulunmadığı whatsapp grubundaki yazışmalardan hastane sahibinin nasıl haberdar olduğudur? Demek ki grupta olanlardan biri veya birileri doktorun hastane sahibine yönelik yaptığı eleştirileri noktasına, virgülüne patronuna taşımış. Hoş bir durum mu bu? Değil elbet. Bunun adı düpedüz laf taşımadır. Bir laf taşıma, kişinin işinden olmasına sebep olmuştur. Her ne kadar mahkeme, kişinin görevine iadesi şeklinde bir karar verse de o doktorun o hastanede bu aşamadan sonra çalışabilmesi zordur. Hastane sahibi zorunlu olarak geri işe alsa bile kısa bir süre sonra tazminatını vererek doktorla yollarını ayırır.

Doktorların arasında cereyan eden bu laf taşıma işi, maalesef diğer kurum ve kuruluşlarda da var. Merak ettiğim hem ahlak hem de dinimizde yeri olmayan laf taşımayı insanlar niçin yapar? Gerçekten insanlar niçin laf taşır? Sanırım laf taşımak suretiyle patronun veya amirin gözüne girme düşünceleri olsa gerek. Ahlaki olmayan bu durumun bir ucunda laf taşıyan var, diğer ucunda laf getireni dinleyen var. Laf getiren razı bu durumdan, lafı dinleyen de. Allah muhabbetlerini artırsın böylelerinin. Haydi biri meslek edindi, amirine yalakalık yapacak. Amir niçin dinler böylelerini? Amirler şunu bilmeli ki laf getiren iki taraflı çalışır. Sana laf getiren, senden de bir başkasına laf götürür. Çünkü mesleği budur. Kişisel bir tercih olan bu laf getirip götürme ve dinleme işi, tamamen bir karakter ve kişilik bozukluğudur. Tedavisi var mı? Sanmıyorum. Bu tipleri ancak teneşir tahtası paklar.

Şunu kimse unutmasın ki amme hizmeti yapılan yerlerde eleştirilere açık olmayan yönetimler, çalışanlar tarafından zaman zaman eleştirilir. Bu da doğaldır. Çünkü yönetenle yönetilen arasında mağduriyet veya memnuniyetsizlik olabilir. Bu durum çalışanlar tarafından değişik platform ve ortamlarda dile getirilebilir. Burada doğal olmayan, bir sohbet ortamında dile getirilen bu tür eleştirilerin yukarıya taşınmasıdır. Her yerde olan bu tipler senden gibi görünüp başkasına çalışan kişilerdir. Bunlara pirincin içindeki beyaz taş da denebilir.

Patron veya işçi, amir ya da memur şunu unutmasın ki dedikodu çalışma ortamını bozar. Amaçları bu ise bunu en güzel şekilde yerine getirmektedirler. Burada garip olan, yönettiği kurumda huzurun bozulacağını bile bile patron veya amirlerin bu kovucuları dinlemesi. Laf getirip götürenle kurumunu yönetmeye kalkanlar şunu bilsinler ki bir kurum dedikodu kültürü ile yönetilmez. Yöneticilik bu değildir bir defa. Bu tipler gerçekten iyi bir yönetici ise kurumundan kimse kendisine laf getirip götüremez. Kazara biri şirin görünmek için böyle bir yola girmeye kalkarsa yöneticiye düşen, laf getiren kimsenin ağzına lafını tıkamasıdır.

*26/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yemin Törenleri *

Son yıllarda törenlere katılım daha bir arttı. Bunların başında okul mezuniyet törenleri ile askerlik yemin törenleri gelmektedir. Okul mezuniyet törenlerinin yapıldığı tarihler okuldan okula, fakülteden fakülteye göre değişmektedir. Ya hafta içi gündüz ya hafta sonu ya da akşam saatlerinde yapılmaktadır. 

Günü değişmeyen törenler, askeriyelerde yapılan yemin törenleridir. Bu törenlerin hepsi bila kaydu şartın cuma günü öğleden önce yapılmaktadır. Niçin cuma günü? Çok anlamış değilim. Biliyorum askerlik demek tertip, düzen ve kural demektir. Bu, değiştirilemez bir askeri kural mıdır ki hep cuma günleri olmaktadır. Burada tek akla gelen yemin töreninden sonra izne çıkacak veya yeni yerine gidecek askerin ya bulunduğu yerde ya da memleketinde hafta sonunu ailesiyle birlikte geçirme düşüncesi olabilir.

Oğlunun/yeğeninin/kardeşinin/kayınının yemin törenine katılmak için Türkiye'nin her bir yerinden aileler törenin yapılacağı ile akın ediyor. Evlattır, yeğendir, kardeştir, kayındır; gidilecek. Hele evlat bekliyorsa, arkadaşlarının ailesi de gelecekse gitmezlik olmaz. Yemin törenine katılacak ailenin bu durumda ne zaman yola çıkması gerekiyor? Uzaklığa göre değişse de perşembeden yola çıkanlar var, yakın mesafedekiler akşamdan yola çıkarak geceyi yolda geçiriyor, kimi de cuma sabahı erkenden yollara düşüyor.

O zaman mesele nedir derseniz? Ben bu yemin törenlerinin gününe taktım. Bu törenler niçin cumartesi veya pazar günü yapılmaz? Ne fark eder? Ha cuma ha ertesi ya da pazar demeyin. Her ailenin eli boş değil ki istediği zaman törene katılsın. Memuru var, esnafı var, işçisi var. Memur ve işçi cuma günleri yapılan bu yemin törenleri için her halükarda en az bir veya iki gün izin alması gerekiyor. İşini tek başına yürüten küçük esnaf ise ya yerine dükkanı açacak birini koyacak ya da kapatıp gidecek. Burada iş, zaman ve mesai kaybı söz konusu…Büyüklerin yemin törenine katılmasından geçtim. Aile boyu gidenler var. Çocuğu okuyorsa izin alınıyor. Çocuğun sınavı varsa çocuk sınava girmiyor. Yani bu mesele çok ciddi. Düğünlerimiz bile eş-dost, herkes katılabilsin diye cumartesi ve ağırlıklı olarak pazar günleri yapılırken aynı durumu yemin törenleri için de düşünmek lazım.

Aslında bana kalırsa yemin törenlerinin bir anlamı yok. Çünkü izlemek için gittiği törende çoğu aileler çocuklarını tören bitinceye kadar göremiyor. Çünkü aynı elbise giymiş eratın içinde çocuklarını bulmak ve görmek mesele. Bir sektör oldu gidilecek. Herkesin ailesi, çocuğum orada kendini garip hissetmesin deyip katılıyor.

Umarım bu önerim dikkate alınır. Ki bu önerim dikkate alınırsa birçok aile rahatlayacaktır. Kimsenin işi-gücü aksamayacaktır.

*27/09/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Nasıl Aramazsın Hırsızı?

Her zaman açılan balkon kapısı bir sabah açılmadı. Anahtarla bir sağa, bir sola denedim durdum. İçeriden ve öbür balkon kapısından geçerek tornavida ile ittim. Yine olmadı. Takım taklavadı getirdim. Kapının içinden ve dışından kapı kollarını söktüm. Nafile. Anahtarı yağladım. Olmadı. Sonunda kilidi daha iyi çevirsin diye anahtarın arkasından pense ile tutup açmak için zorladım. Bu sefer anahtar kırıldı. Bu kadar iş kaç saatimi aldı bilmiyorum. Olmayacak yarın bir anahtarcı alıp geleyim, sabah ola, hayır ola dedim.

Akşamında hırdavat işi ile uğraşan bir arkadaşı aradım, bu kapı nasıl açılacak diye. Benim uyguladığım her yolu söyledi. Denedim hepsini dedim. Bir anahtarcı al gel, açıversin, kilidini de değiştiriversin dedi.

Ertesi sabah arkadaşın tavsiye ettiği anahtarcıya gitmeden son çırpınış, bir kere daha deneyeyim dedim. Elime tornavidayı alıp dilin geçtiği yeri tahmin ederek ittim ve kapı açıldı. Bir sevinç bir sevinç. Zafer kazanmış bir komutan gibiydim. Ne anahtarcıya gidecektim ne de masraf edecektim. 

Kilidi söktüm, eskiden kalma bir kilit buldum evde. Benim eski kilidi yorulan yere girdirdim. Yeni kilidimin anahtar deliği ile kapı kolunun gireceği delik uyum sağlamadı. Elime bıçağı alıp biraz yonttum. Kilidi takıp vidalarını iyice sıktım. Kapının açılıp kapanmasını ve kilitlenip açılmasını test ettim. Oldu bu iş. Bir sevinç bir sevinç daha. Anahtarcıya ve marongoza ihtiyaç hissetmeden kapıyı açma, kilidi değiştirme işini halletmiştim. Eskisinden de iyi oldu üstelik. Ama ne kadar uğraştığımı söylemeyeceğim.

Yapılan iş basit bir iş olsa da işe yaradığını hissetmek ayrı bir mutluluk veriyor insana. Oturdum, kalktım, eserime baktım. Vay be! Ben neymişim böyle dedim. Anlatılmaz, ancak yaşanır. Bunun duygusu bir başka.

Ama sevincim fazla uzun sürmedi. İçimi bir hüzün kapladı. Neydi bunun sebebi derken sonunda buldum. İçimden bir ses "Senin saatlerce süren bu kapı açma işini hırsız birkaç saniye içinde yapardı" dedi. Tüh be! Nasıl Aramazsın böyle zamanlarda hırsızı dedim içimden. Gerçekten ne zaman gelip kapıyı açtıkları ve evi soyup gitmeleri fazla bir zamanlarını almıyor. Elleri ve akılları hayra çalışmasa da elleri pratik. Kendi kendime "Oğlum Ramazan! İyi ki bir mesleğin var, o işi yapıyorsun. Hırsız olsan kapıyı açmak için uğraşırken kaç defa ev sahiplerine yakalanır, evi soyamadığın gibi bir araba sopa yerdin. Ardından polise teslim ederlerdi seni. Sen iyisi mi mesleğine iyi sahip çık, bu durumda hırsızlık neyine senin" dedim. 

Her şey gelirdi aklıma. Ama açılmayan kapımı açmak için bir hırsızı arayacağım hiç aklıma gelmezdi. Şakası bile kötü! Allah evlerden ırak eylesin. Soy sopları kesilsin.

10 Ağustos 2019 Cumartesi

Parmağa Bakmak

Hepimiz okurken öğretmenlerimiz bir okuma parçası okutur, ardından "Bu parçanın ana fikri nedir" sorusunu sorardı. Sınavlara girmişseniz Türkçe sorularından bazıları parçadaki temel düşünceyi veya kastedilen fikri bizden ister. Bunun için parçayı bir güzel okur, ana fikrini bulmaya çalışırız. En kolay sorulardan biridir metindeki verilmek istenen mesajı bulmak. 

Günlük hayatta da boşa konuşmuyorsak her konuşmanın bir anlamı vardır. Yeter ki ister okurken kendimizi vererek okuyalım, dinlerken muhatabımızı can kulağıyla dinleyelim. Zaten yazmadaki, okumadaki ve dinlemedeki amaç da bu değil mi? 

Hikaye, roman, deneme vb. anlatımlarda yazanın, anlatanın ve paylaşanın olayları hikayeleştirirken mutlaka bir ana fikri vardır. Okuyan kıssadan hisse alsın diye parmağını gizlice gösterir. Olayları anlayan maksadı anlar. Çünkü parmağın işaret ettiği yöne bakmıştır. Verilmek istenen mesajı anlamayanlar da olur mu? Oluyor maalesef. Bunlar parmakla gösterilen yere değil, parmağa bakarlar. Doğaldır ki parmağa bakanlar anlayamazlar. Çünkü gördüğü sadece parmaktır. Halbuki öteye baksa meseleyi anlayacak. 

Bazıları niçin parmağın gösterdiği yere değil de parmağa bakar? Çünkü maksadı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. Bağcıyla derdi nedir böylelerinin? Kim yapar bunu? Yani parmağa kim bakar? Ancak ön yargılı ve peşin hükümlü olanlar böyle yapar. Dinlerken ve okurken nasıl hata bulabilir, bunu kullanabilirim şeklinde dinler ve okur. İçerikte bir şey bulamazsa kullandığın kelimelerden bir şeyler çıkarmaya çalışır. Kazara bir yerde birden fazla manaya gelebilecek, başka taraflara çekilebilecek bir kelime, bir ifade veya bir cümle buldu mu? Dünya onundur artık. Kedi olalı bir fare tutmuştur. Değerlendirecek elbet bunu.

Gündelik hayatta sözün özüne değil de şekline takılıp kalan ve gürültü koparan insanlara bakınca sayılarının azımsanamayacak kadar çok olduklarını görüyorum. Kocaman bir ordular. Aynı anda harekete geçerler. Bu tipleri ben parmağın gösterdiği yere değil, parmağa bakanlar olarak değerlendiriyorum.

Sahi, parmağa kimler bakar? Haydi onu da siz bulun...

9 Ağustos 2019 Cuma

Kadir-Kıymet Bilmezlik Böyle Bir Şey!

Kendi halinde okullarda formatörlük, müdür yardımcılığı, geçici okul ve şube müdürlüğü yapıp evinin ekmeğini kazanırken siz alın onu, getirin yüksek bir mevkiye. Daha önceden hazırmış gibi ertesi günü selefi ayrılmadan sabah 08.00'da koltuğuna oturup işine yoğunlaşmak istesin. Selefinin ricası üzerine koltuğuna birkaç saat gecikmeli otursun.

İşe başladığının birkaç ayında ilçesinde ne kadar müdür ve yardımcısı varsa kahir ekseriyetinin kellesini, önüne gelen listeye göre bir güzel alsın. Herkesin düşmanlığını üzerine çeksin. Bunların hiçbirine aldırmasın. Kelle koltukta herkesle mücadele etsin.

Ardından yeni müdür ve yardımcılarıyla eğitim ve öğretimi düzeltmeye koyulsun, ilçesini, ilini ve Türkiye'yi hale yola koyduktan sonra yeter dinleneyim biraz demeden, ilçesini Afrika'ya açsın. O kadar işinin gücünün arasında herkes Avrupa'ya giderken o Afrika'ya gitsin, buradan götürdüklerini yetimlere dağıtsın, onların başını okşasın. 

Bugüne kadar bir dediğinizi iki etmesin. Size hiç saygıda kusur etmesin. Böyle birini daha yukarılarda değerlendireceğinize, siz onu beş yıl sonra "Yeter bu kadar" deyip alın bir kenara koyun. Bu olmaz işte. Nedir suçu? Ne yaptı size?  Kadir kıymet bilmezliktir bu yaptığınız. Bunu hak etmedi bir defa. O bir değer olmuştu halbuki. Daha ilk geldiğinde nice kelleleri alacağım demişti. Kimsenin gözünün yaşına bakmadı, aldı. İlçemi dünyaya açacağım demişti, açtı. Neyi eksik yaptı söyler misiniz? Bu haliyle de size yaranamadıysa pes doğrusu! Sizin bu yaptığınız tam bir nankörlük. 

Adam ne yapsın şimdi? Neyi araştırsın bir başına? Sonra ondaki donanım yüz de yüz. Daha neyi araştırsın? Tek başına evde ne yapsın? Çocukları sormayacak mı "Baba sen ne yaptın, niye evdesin, seni niye aldılar" diye. Hangi birine ne desin? Evde otur otur sıkılmayacak mı? Dışarıya çıksa nere gitsin, kim ona bir bardak çay söyler, kim yüzüne bakar? Az mı cesedi var arkasında? Çünkü nereye baksa kendi katil izini görür. 

Of, çekilir mi daha bu yaşta bu? Allah kimseyi bu duruma düşürmesin. Nasıl geldiyse öyle gider elbet. Dün kendisi koltuk uğruna her şeyi yapmış ve koltuğuna pislemiş biri olarak yapacağı tek şey var: Eşekten düşenlerin yanına gitmek ve onlarla dertleşmek. Aralarındaki tek fark, bazılarının geçmişinde tertemiz bir sayfa varken bununki kirli. Nasıl temizlenir bilmem? Bir dost nasihati, bir hacca gitse iyi olur. Belki oradan temizlenir gelir. Ama bunun bir şartı var, kalemiyle kanını damlattığı herkesten hacca gitmeden önce helallik almak. Değilse bin hac bile paklamaz onu.