4 Ağustos 2019 Pazar

Marifet Okul Sıralarını Zımparalatmada Değil *

Yeni eğitim ve öğretim yılı açılmadan, okullarını sezona hazırlamak için okullarımız yaz döneminde hummalı bir çalışma içerisine girerler. Okulları fiziki yönden eğitim ve öğretime hazır hale getirmektir tüm amaç. Okul yönetimi tarafından yıl içerisinde tespit edilen aksayan yönler ödenek durumuna göre sıraya konup yaptırılır. Bazı okullar çatılarını aktarır, bazısı tuvalet, lavabo, kapı, pencere vb. tamiratını yapar, bazısı da boya, badana işini halleder.
Her okul olmasa da hemen hemen tüm okulların yaptığı, yapmak istediği ortak bir ihtiyaç kalemi var: Okul sıralarını zımparalatıp verniklettirmek. Çünkü sıralar yıl boyunca öğrencilerin elinde  şamar oğlanı olmuş, üzerine değişik şekil ve desenler yapılmış, yontulmuş vaziyettedir. Bu sıralar okul yönetimleri tarafından bir marangoz marifetiyle elden geçirilmez ve vernikletilmez ise sene içerisinde bu sıralara kolay kolay kimse oturmak istemez. Sınıfa giren öğrenci -şayet kalmışsa- temiz sıra arayışına girer. (Bu durum piknik yerine giden biz büyüklerin temiz masa arayışına benzer.) Sahi devlet tarafından yüklü paralar verilerek yaptırılıp okullara teslim edilen bu sıraları kim yontup kim karalıyor? Sahibi çıkmasa da maalesef yapan senin, benim çocuğum. Gözünün önünde karalarken “karalama yavrum” dediğin zaman “karalamıyorum” cevabı aldığımız öğrenciler yapıyor. Çocuklar, sıraları bu şekil hoyratça kullanırken “Tüh be! Yazık ettim devlet malına” diyene de pek rastlamadım. Zevkle yapıyorlar bu işi. Karakterlerini tamamen yansıtıyorlar sıralara. “Evinizde ders çalıştığınız masayı bu şekil karalıyor musunuz” dediğinizde sorduğun soruya sessiz kalıp “Ama bu sıraları biz karalamadık ki” cevabı alırsınız.
Burada amacım kimseyi suçlamak, fail aramak değil. Orta yerde bir cenaze var, bu cenaze kaldırılacak. Karşılığında da ne para istenirse verilecek. Okul yönetimleri de bunu yapıyor. Çağırıyor bir marangozu. Anlaşıyor bir fiyata. Zımparalatıp verniklettirmek suretiyle sıralar yenileniyor. Sıraları bu şekil yenilemek sorunu çözüyor mu? Bu sıralar sene sonuna kadar yeniden eski halini alıyor. Yani her yıl aynı sorun.
Biz bu devlet malına zarar vermeyi, yediğimiz kaba pislemeyi nasıl bırakacağız? Ne zamana kadar devam edecek bu sorun? Bu sıraları emanet bilip düzgün bir şekilde kullanmanın farkına ne zaman varacağız? “Çocuktur, yaparlar. Olur böyle şeyler. Bizler de yaptık zamanında” deyip bu bizim kaderimiz mi diyeceğiz? Sıraları koruma konusunda zımpara ve vernik dışında aklımıza başka bir şey gelmiyor mu?
Bence marifet okul sıralarını zımparalatıp vernikletmede değil, o sıraların düzgün bir şekilde kullanılmasını sağlamaktır. Eğitimimizin başat sorunu budur. Ben sınıfımı istediğim şekilde kirleteceğim; hizmetli gelip temizleyecek, ben sıraları karalayarak deşarj olacağım; okul yönetimi ya yeni sıra temin edecek ya da sıraları zımparalatacak. Öncelikle bu kafayı terk etmemiz lazım. Çocuklarımıza okuma ve yazmayı öğretmeden önce sınıfı ve okulu kirletmemeyi, okul sıralarını karalamamayı öğreterek başlamamız lazım bu işe. Bunun için okul yönetimi, öğretmen, veli ve öğrenci bir araya gelip bir yol haritası belirlemeli. Sonra herkes sonucuna katlanmalı. Benim aklıma ilk gelen, öğrenci hangi sırada oturacaksa o sıranın o kimseye zimmetlenmesidir. Okulun ilk iş günü veli okula davet edilerek okul yönetimiyle bir sözleşme yapılır. Sene sonunda sıra verildiği gibi sağlam ve temiz alınırsa sorun yok, değilse bedeli alınır. Aynı sırayı birden fazla öğrenci kullanacaksa aynı yöntemle zimmetleme yapılır. Devlet de bu zimmet işinde okul idarelerinin arkasında durmalı… Gelin bu meseleyi basite almayalım.
*07/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

3 Ağustos 2019 Cumartesi

Haricilere Ne Kadar Mesafedeyiz? ***


İslam tarihinde Hariciler adında siyasi ve itikadi bir mezhep vardı. Biliyor olmalısınız. Vardı diyorum. Zira şimdilerde bu mezhebin müntesibi yok. Tarih oldu gitti. Mezhebin kendisi yok oldu ama fikri, zikri, düşüncesi, bakış açısı, olayları yorumlayıp ve değerlendirme yöntemleri bugün milyonlarımızın beyninde yaşıyor. Birbirinden habersiz bu kişiler bir araya gelip bir mezhep kursalar veya tarih olan Hariciliği tekrar diriltmeye kalksalar öyle zannediyorum, bugünkü yaşayan mezheplerin en büyüğü olurlar. Bu tiplere Hariciler gibi düşünüyorsun desen, hakaret kabul eder, kendilerinin Harici olmadığını bir güzel izah da ederler.

Ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın diye kısaca Haricilerden bahsetmek istiyorum. Hz Ali ile Muaviye, Sıffın denilen yerde karşı karşıya gelmişler, aralarında anlaşamayınca savaşa tutuşmuşlardı. Savaşın ilerleyen safhalarında savaşı kaybedeceğini anlayan Muaviye, yol arkadaşı Amr b. As'ın akıl vermesiyle askerlerine emir vererek mızrakların ucuna Kur'an sayfalarını taktırır. Bu, aramızda "Kur'an hakem olsun" demekti. Hz Ali, "Bu bir hiledir, savaşa devam edin" dese de emrindeki askerlerden bir grup "Ya Ali, Kur'an'la mı savaşacaksın? Durdur şu savaşı, hakemliği kabul et" der. Hz Ali mecburen savaşı durdurur. Hüküm ve karar vermesi için Hz Ali ile Muaviye birer hakem tayin ederler. Hz Ali'nin hakem tayin etmesine az önce "Kur'an'a karşı mı savaşacaksın" diyen grup, bu sefer "Ya Ali! Hüküm Allah'ındır. Hükmü ancak Allah verir. Sen hakem tayin etmekle kafir oldun" diyerek cephedeyken Hz Ali'nin safından ayrılırlar. Kendilerine çıkıp gidenler anlamında Hariciler denmiştir. 

Tarihte "Hakem olayı" diye bilinen bu olaydan (bu grubun yaptığından) sonra cephede kaybetmeyen Hz Ali masada kaybeder, hilafet kendisinden alınıp Ümeyye oğullarına verilir. Bu sonuçların müsebbibi olan Hariciler bu olaydan sonra da rahat durmazlar, sabah namazına giderken Hz Ali'yi de öldürürler.

İslam tarihinde Hariciler denen bu zümre, anladığım kadarıyla olaylara yüzeysel bakan, muhakeme güçleri gelişmemiş, olayın perde gerisini anlamaktan aciz,  sözün maksadını anlamayan, kaba, ham softa kişilerden oluşuyor. Üstelik inandıklarında samimiler. İbadet düşkünüdürler. Birkaç ayetin lafzına takılarak sloganik yaşamışlar ve Müslümanlar arasında kapanmayan yaraların açılmasına sebebiyet vermişlerdir. Arap bedevisi diyebileceğimiz bu tipler için "Akılsız dostun olacağına, akıllı düşmanın olsun" sözü söylenebilir.

Şimdi gelelim tekrar günümüze. Bakın etrafınıza adı ve grubu Harici olmayan nicelerine rastlarsınız. Çoğunluğu da İslam dinini yaşayamaya çalışan bu samimi -görünümlü- kişiler,  tıpkı Hariciler gibi dini duyarlılıkları fazla. Bir kısmı dini yüzeysel bilmekle beraber çoğunun bilgi birikimi vardır. Sosyal medyada etkindirler. Ezmek ve linç etmek istediklerini yerle bir ederler, bir kaşık suda boğarlar. Kamuoyu destekleri de var arkalarında. Çoğu zaman bir konuşmanın özüne yoğunlaşmazlar, kelimelere ve bazı ifadelere takılıp kalırlar, boş plak gibi döndürür dururlar. Çok kolay tekfir ederler. Sözüne, kastetmediğin anlamlar yükleyerek seni elfazı küfürle itham ederler. Yeni görüşlere, inanç ve fikir hürriyetine kapalıdırlar. Farklı fikrinden dolayı hakareti ibadet bilirler. Aynı zamanda iyi birer niyet okuyucusudurlar.

Gördüğünüz gibi Haricilik günümüzde modern bir şekilde yaşıyor. Bence bu zihniyet İslam'ın daha iyi anlaşılmasının ve İslam’ın geniş kitlelere yayılmasının önündeki en büyük engeldir. 

***08/08/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Gazlıgöl'den Ayrılırken-e-

Kaplıcadan Ayrılırken -e- (Bazıları tekrar)

Beş günlüğüne geldiğim kaplıcadan bugün itibariyle ayrılıyorum. Yazdıklarımla -huyumdur- pek pozitif enerji vermesem de giderken hatırda kalanları paylaşmak isterim sizlere. Zaten siz de pek bekliyordunuz. Unutamayacaklarım:

1. El arabasıyla veya kaldırımda köy ekmeği satan kadın ve kız çocuklarını... Erkekler nerede merak ediyorum. Yöre halkı fakir anlaşılan. İnsanı ekmeğini taştan çıkartıyor. Cuma çıkışı kendi yaptığı peynir ve tereyağını satan kadını daha cesur buldum. Bol miktarda köy yumurtası satılıyor kenarlarda.

2.Dükkanının önündeki tezgahının üstüne banyo sabununu koymuş bir bakkaldan aldığım zeytin yağlı sabun hoşuma gidince ertesi günü giderek fazlaca aldım. Güzelce köpüren sabun ikinci kullanımda önceki gibi köpürmeyince geri alırsa diye yatsıdan sonra bakkala götürdüm. Utana sıkıla durumu anlattım. Diğer çeşit sabunlarla değiştirebilir miyim, sizce sakıncası yoksa dedim. "Olur, niye olmasın. Önemli olan sizin memnun olmanız. Sizin memnun kalmadığınız sabunu satınca ben hayrını görmem. Hatta paranızı da geri verebilirim, değiştirmek zorunda değilsin" dedi Afyon şivesiyle. Takdir ettim adamı. Allah bol kazanç versin böylelerine daima. Başka sabunla değiştirerek teşekkür edip ayrıldım. Değiştirdiğim sabun bahtıma artık.

3.Kara ve sivri sineklerle mücadele etmeyi sevmeyen ve haşerelerle mücadelede, oyunu aldığı vatandaşı kendi haline bırakan belde belediyesine inat, halkın kendi bulduğu çözüm takdire şayan. Ağaçlara beyaz poşet içine su doldurarak bağlamak.

4.Apartımda beni zaman zaman yalnız bırakmayan, arada bir yoklayan davetsiz misafirlerim sinekler! Allah sizin hayrınızı versin e mi!

5."Bu camiye gelen çocukların dokunulmazlığı vardır. Cemaatimize duyurulur" yazısını asan ve çocukları camiye çeken, irticalen okuduğu hutbeyle içimizi mest eden cami imamını burada anmadan geçemeyeceğim. İyi ki böyleleri var.

6.Üzerine su sıçramayacak şekilde lavabo görüntüsünde yapılmış caminin şadırvanında abdest alamadan ayrıldım da ona yanarım.

7.Kaplıca kaplıca dediklerinin sabah ve akşam hava almayan, kapalı bir yerde sıcak suyun içine girerek yirmişer dakika suda hareketsiz durmayı, eski dervişlerin çile çekmek için girdikleri çilehane benzettim. Derviş ahlaki eğitim alırken ben de beden eğitimi aldım. Derviş bunu para vermeden yapardı, bense para vererek, o kadar yolu tepip gelerek yaptım. Şimdi bu işin bir de geri dönüşü var.

8.Gördüğüm düğün konvoyu benim için nostaljikti. Gelin ve kadınların traktörün römorkunda gittiği bir konvoy...

9.Hemen hemen her gün aynı saatte grup halinde yukarıdan aşağıya gelen kazlar topluluğundaki füzen ve intizam görülmeye değerdi.

10.Bir buçuk gün boyunca kaplıca suyu diye havuza doldurduğum ve içinde yirmişer dakika kaldığım suyun şebeke suyu olduğunu sular kesilince tesadüfen öğrendim.

11.Afyon Kalesine çıkış maceramı ayrıca kalenin burçlarına kadar çıktıktan sonra unutulmaz aşklarını kayaya yazan Meryem ile Sinan'ı unutamam herhalde.

12.Afyon lokumu almak için içeride çalışan sekiz kişi olmasına rağmen vatandaşın sıra beklediğini ve sıranın dışarıya kadar taştığını görünce kalite tesadüf değil dedim.

13.Her gün vakitli vakitsiz su kesintisi yapan belediye benim gündemimden hiç düşmedi. Belediye binasının önündeki geniş, mezbelelik yeri görünce belediyeye haksızlık yaptığımı düşündüm. Çünkü işi başından aşkın belediyenin. Sahi haşereyle mücadele edemeyen, vatandaşına 24 saat kesintisiz su veremeyen belde ve ilçe belediyelerine ne gerek var? Benimki de merak işte.
14.Eline bardağı alanın sıcak su akan çeşmeden su doldurduktan sonra arka tarafa oturarak yudum yudum su içmesi ve oturanların koyu muhabbete dalmaları... Tüm bunlar şifa bulmak için. Bardak boşaldıkça tekrar doldurup içiyorlar.
15.Sonuç, Gazlıgöl benden, ben Gazlıgöl'den, siz yazı ve fotoğraflarımdan kurtuldunuz. Herkese geçmiş olsun. Elan kürkçü dükkanındayım.

2 Ağustos 2019 Cuma

Afyonkarahisar Ulu Camii

Afyonkarahisar'a gelinir de Ulu Cami ziyaret edilmez mi? 
1.Sarp Afyon Kalesinin eteğinde 1272-1277 yıllarında yapılmış caminin dört tane adına rastladım: 
a-Hoca Camii,
b-Camii Kebir,
c-Kırk Direkli Cami,
d-Ulu Camii.
2.Caminin içindeki sütunları ve tavanı ahşaptan yapılmıştır. Direkleri ahşaptan olan günümüze kadar gelen ender camilerden.
3.Moloz taş malzemeyle yamuk dikdörtgen şeklinde yapılmış caminin içinde 40 sütun bulunmakta. Zaten Selçuklu eseri dendi mi, dikdörtgen şeklinde, içi bol sütunlu, çatısı düz mimari akla gelir.
4.Caminin ortasında camiyi aydınlatması için yapılan aydınlatma feneri 1947'de aklı evveller tarafından kapatılmış.
5.Kaç defa restore edilen cami sağlam bir şekilde ayakta. İnşallah nice yüzyıllar daha sapa sağlam kalır.
6.Caminin içi loş ve serin. Birbirine simetrik sütunlar camiyi sırtlamakla beraber güzel bir seyir zevki veriyor.
7.Öğle namazını kıldığım camide ilk saf bile dolu değildi. Üzüldüm doğrusu. Halbuki burada namaz kılmak daha bir zevk verir insana. Oturup dinlenmek istersen sırtını sütunlara yaslayabilir, kendi halinde namaz kılmak istersen sütunlar birer sütre görevi görür. Ne sen kimseyi rahatsız edersin ne de başkası seni.
8. Ahşaptan olan minberi sanki yeni gibi orijinalliğini koruyor.
9.Ses geçirmez kalın duvarlarıyla ne dışarıdan içeriye ses gelir ne de içeriden dışarıya ses gider.
10.Diz çökerek namaz kılamayanlar için de saf tutarak namaz kalabilecekleri yerler ayarlanmış. (Sonradan)
11 Afyon'a yolunuz düşerse Selçuklu'nın ölmez şaheseri olan bu camiyi ziyaret etmenizi; sanatı, estetiği, ihtişamı, sağlamlığı gözünüzle görmenizi isterim.
12.Caminin etrafı mezbelelik değil, bakımlı. Arka tarafındaki çiçekler camiye ayrı bir güzellik katıyor.
13.Caminin tavanına baktığınız zaman ahşabın üzerine çiçek desenleri işlenmiş, sütunların üst tarafına geometrik şekiller verilmiş. Her bir ağaca ustaların eliyle emek sarf edilmiş.
14.Bu cami, 2019 itibariyle 742 yıllık cami. Bugün beton yoğunlarından ibaret modern binalarımızın hangisi bu kadar dayanabilir? Bence eski insanların samimiyeti var burada. Yaptıklarını evladiyelik olarak yapmışlar.
15.Bu tür camileri yapan, yaptıran Selçuklu medeniyetine, günümüze kadar gelmesini sağlayan ve ecdat yadigarı bu eserleri geleceğe taşıyacaklardan Allah razı olsun.

1 Ağustos 2019 Perşembe

Kaplıca Kaplıca Dedikleri

Eskiden tarikatlarda dervişlerin çile dönemleri olurmuş. Bunlar için yapılmış küçük bir kapısı, penceresiz ve dar odalara çilehane adı verilirmiş. Günümüzde tarikat müntesipleri için böyle yerler ve çile dönemleri yok. Çilehane varsa da eskiden kalma yerlerdir. Bir gezi vesilesiyle Beyşehir Eşrefoğlu Camisinin mahzeninde (bodrumunda) görmüştüm çilehaneyi.  İçeride kalmak cesaret ister. Düşünün ki penceresi yok, ışığı yok, karanlık bir yer. Girdiğin kapıyı da kapatıyorsun. Dur durabilirsen burada. 

Günümüzde eski çilehaneler kalmadı. Ama modern çilehaneler var bugün. Üstelik para vererek gönüllü kalıyorsun buralarda. Biz görmedik, biz de bu ülkede yaşıyoruz diyemezsiniz. Eğer bugüne kadar tatmadıysanız çilehaneleri aratmaz. Hatta işkencehane de denilebilir buralara. Yahu çatlatma, neresi burası dediğinizi duyar gibiyim. Neyse size daha fazla çile çektirmeyeyim. Kaplıcalardan bahsediyorum. Kaplıca kaplıca dedikleri tam bir çilehane, hatta işkencehane. Eğer bugüne kadar bir kaplıcaya uğramadıysanız biliniz ki gelmeniz yakındır. Ne zamanki yaşınız ilerler, ağrı ve sızınır artar, kaplıca arayışına girersiniz. Etrafınızda kaplıcaları tavsiye eden gönüllüler var. Sana faydasını bir anlatırlar. Ağzın açık dinlersin. Ardından bir de internetten kaplıcanın faydalarına girerseniz, her derde deva olduğunu anlamakta pek gecikmezsiniz. Çünkü yazılıp çizilenlere göre sıcak su, senin için biçilmiş kaftandır.

Kısa bir araştırmadan sonra benim gibi soluğu bir kaplıcada alırsınız. Kiraladığınız daireye girer, 2x2 ebatındaki havuzu suyla doldurur, sonra beklemeye koyulursunuz. Çünkü adı üzerinde sıcak su. Günde iki defa girmeniz önerilen havuza girerek hareket etmeden en az yirmi dakika durmalısınız. Kapıyı açamazsınız, havuzun içinde buram buram terlersiniz. Nefes almada zorlanırsınız. İçiniz daralır, çarpıntı başlar. Oksijenin dışında her şeyi soluyorsunuz. Karabasanlar basar. Gidiyor muyum yoksa dersiniz. Olmaz, ben yapamayacağım. Burası tam bir çilehane diye içinden geçirirsiniz. Ama faydaları gözünüzün önüne gelince çekeyim bu çileyi diyorsunuz. Vakit geçirmek için hayal kurayım diyorsunuz. Aklınıza hayal de gelmiyor. Elime bir telefon alayım, oynayayım dersiniz. İyi valla! Suyun içinde telefon olur mu? Halihazırda teknoloji suyun içinde telefon icat etmedi. Epey vakit geçmiştir, belki de yirmi dakikayı doldurmuşumdur diyor, sevinçle ayağa kalkıp saate bir göz atıyorsunuz. Daha beş dakika bile geçmemiştir. Durmuş sanki saat. Dervişler çilehanede çekmemiştir bu çileyi. Ama faydası... Yatarsınız tekrar suyun içine. Gözünüz saatte olarak güç bela yirmi dakikayı tamamlar, duşunu alır, dışarı atarsınız kendinizi. Oh be dünya varmış demeye kalmadan bir terleme bir terleme. Balkona çıkıp hava da alamazsınız. Çünkü üşütüp bir çuval inciri berbat etmek de var balkon sefasında. (Sanki incir çuvalın içine konuyor da!)

Çektiğiniz tüm bu çile bir yirmi dakikalık olsa eh dersiniz. Bu işin akşamı var, ertesi sabah ve yine akşamı var, günleri var... Çünkü kaplıcanın faydasını görmek istiyorsanız en az on ila yirmi gün kaplıcada kalmalısınız diyorlar.  Bitecek gibi değil. Bitse dertleriniz bitecek mi? Bir ihtimal. Faydasını görmeyen de çok. Dervişler, çilehanede ahlaki eğitim alıyor, çektiklerine değiyor. Bizimki, tutarsa bir beden terbiyesi. Haydi bedenimizi terbiye ettik. Bitecek mi? Ertesi yaz yine kaplıca arayışı. Of! Çekilir mi? Sanki çile çekmeye gelmişiz bu dünyaya!

Ben diyeceğimi dedim. Bundan sonrası sizin bileceğiniz iş. Ya benim yolumdan gider, gönüllü çilenizi para vererek çekersiniz ya bir derdiniz varsa doktora gidersiniz ya da çekecek çilem varmış deyip kaderinize razı olur, evin bir köşesinde sıranın kendinize gelmesini beklersiniz. Kaplıca veya doktor bize düşen sebebini işlemek. Ötesi yani şifası Allah'a ait. Buna amenna! 

Burada şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Bana bakarak kaplıcadan vazgeçmeyin. Niyetinizi bozmayın benim gibi. Faydasını gören de çok. Ayrıca kaplıca işletmecileri de Allah Allah diyor. Çünkü bu iş tamamen bir sektöre dönüşmüş. Ama en azından gitmedim demezsiniz. Gidin, görün gününüzü! 

Yeter bu kadar değil mi? Zaten vaktim de kalmadı. Çünkü çile çekme vaktim geldi. Bana müsaade. Bana iyi çile, pardon işkence çekmeler...

Aklı Olan Bu Kaleye Çıkmasın!

Düşmanın bile çıkmaya cesaret edemediği 701 basamaklı Afyonkarahisar Kalesine çıktım. Düşman, orada yaşayabilirseniz aşk olsun size demiş olmalı. 

Kaleye çıkarken az sayıda meraklılar gördüm. Emekleyen bir kadın da vardı. Sere serpe serpilmiş her biri. Beni gören moral buldu. Dede çıkarsa biz hayli hayli çıkarız dediler. Önlü, arkalı çıktık hep birlikte. Bayrağa ulaşan on beş kadar kişiydik. Gelin hep birlikte bir fotoğraf çekinelim. Toplam on beş kişiyiz deriz dedim. Gülmekle yetindiler. Bayrağın dışında kalede kare şeklinde bir su havuzu buldum. Birkaç da gözetleme kulesi. Zaten fazla da gözetleme kulesine ihtiyaç yok burada. Çünkü düşman, varsın burası fethedilmesin der, geri döner gider.

Kaleden ayağımın altında kalan Afyon'u çektim. Dağları delerek aşklarını ilan eden Ferhat ile Şirin misali aralarına kalp resmi yapılmış Meryem ile Sinan'ın aşkını gördüm. Az daha aşağıya geldiğimde "Kemal, seni seviyorum. Sibel" yazısını gördüm. Az daha aşağıya indiğimde "Batsın bu dünya" yazısını nakşetmişler taşa. Sanırım kalede aşklarını ilan edenler inişte dünyayı batırmaya yeltenmiş olmalılar.

İnişim esnasında kalenin zirvesine çıkmaya çalışanlara "Dönülmez bir yola girmişsiniz. Aklınız varsa dönün, Afyonluların bile hepsi çıkmamıştır" dedim. Ama kimseye dinletemedim. Hepsi benim gördüğümü görecek. Zaten insanın başına gelen hep meraktan değil mi?

İnişim esnasında çıkmaya çalışan birine "Kardeş, çıkma! Gel bu sevdadan vazgeç" dedim. Kendinden emin bir şekilde "Çıkacağım. Ben hep çıkarım" dedi. Kaç defa çıktın bugüne kadar dedim. "Yüz olmuştur" dedi. Benim gibi ilk çıkanlarda akıl noksanlığı, bunda akıl fazlalığı var dedim içimden. Kütahya'dan geliyormuş bir de. Aklından zoru var gayri, belli.

Kale deyip de geçmeyin. Dimdik bir kale. Çık çık bitmiyor. Ayaklarına kara sular iniyor. Dile kolay 701 basamak. Bir de her bir basamağın iki adım mesafede olduğu düşünülürse 1402 basamak demektir sadece çıkışı. Bunun bir de inişi var. Merak ediyorum, Hititler'den kalma bu kaleyi düşman kuşatıp çıkmaya yeltenmiş midir? Sanmam. 

Neyse merakımı giderdim. Bir güzel terlemiş oldum. Yarım saatte çıkıp yarım saatte indim. 

Tüm bunları niçin mi yazdım? Kaleyi tanıttım size. Olur ya bir gün yolunuz Afyonkarahisar'a düşer. Burada bir kale varmış deyip tırmanmaya yeltenirsiniz. Ben çektim, siz bari çekmeyin istedim. (Gerçi bu yolculuğuma 17 yaşındaki fidan gibi oğlumu da alet ettim. Çocuğun neredeyse tarihe olan sevgisi de yok olacaktı.) Afyon'a geldim, bir yerleri göreyim diyorsanız hemen karşısında Selçuklulardan kalma Ulu Camii var. Mis gibi. Görülmeye değer. Her yeri ahşap. Camide 40 sütun var. İçi loş ve serin. Gerçi koca cami öğle namazında bir safı dolduramadık ama olsun. Ölmez eser.

Ben devletin yerinde olsam, cezaevlerinde yatan suçlularla ilgili bir proje geliştiririm. Bunları günde üç dört defa bu kaleye çıkarır, indiririm. Bak bakalım, bir daha suç işleyebilirler mi? Başlarına da bu kaleye yüz defa çıkan Kütahyalı'yı koyarım. Suç oranları düşer, hapishaneler boşalır. Buyrun size suçluyla mücadele yolu. Var mı ötesi?

Çoğumuz Birbirimizin Kopyasıyız *

Eskiden bir reklam vardı "Yok aslında birbirimizden farkımız. Ama biz Osmanlı bankasıyız" diye. İnancı ve düşüncesi ne olursa olsun bu ülkede yaşayanlar olarak birbirimizin kopyasıyız. Çünkü üzüm üzüme baka baka kararır. Her kesimde istisnalar vardır. Ama çoğunluk psikolojisi içerisinde yok hükmündedirler. Zaten böylesi istisna kişiler etkili ve yetkili yerlerde tutunamazlar. Çünkü durdurmazlar. 

Bu kısa açıklamadan sonra tıpatıp benzeyen yönlerimizin bir kısmını maddeleştirelim. Göreceksiniz ki sadece Osmanlı Bankası gibi isimlerimiz farklıdır.
*Kibirli değilim deriz ama kendimizden başka kimseyi kolay kolay beğenmeyiz.
*Toptancılıkta üstümüze yoktur. Linç girişiminde hakeza…
*Bütüne bakmayız. Parçadan bütüne gider ve bir çıkarımda bulunuruz.
*İyi birer niyet okuyucusuyuz.
*Çok dürüst olmasak da dürüst geçinmeyi ve görünmeyi çok severiz.
*Nerede bir dürüst varsa sorumlu bir makamda değildir. İmkanı olmayan herkes dürüsttür.
*Pire için yorgan yakarız.
*Sevdiğimizi ölümüne sever, nefret ettiğimizden de ölümüne nefret ederiz.
*Hiçbirimizde eleştiri kültürü gelişmemiştir. Eleştiri başkasına yapıldığı zaman hoşlanırız.
*Ben dobra bir insanım deriz. Fakat çoğu farklı yönlerimizi gizleriz.
*Bir yere getirildiğimiz zaman hak yerini buldu, emanet ehline verildi deriz. Görevden alınınca bana haksızlık yapıldı deriz.
*Hepimiz ülkeyi diğer kesime bırakılmayacak kadar severiz. Ülkeyi onlardan kurtarmaya çalışırız. 
*Yerleşmiş kurum kültürünü sevmeyiz. Her şeyimiz kişilere endekslidir. Varsa yoksa kişi…
*Bir yerin içine etsek de kolay kolay istifa yolunu seçmeyiz. Çünkü suçlu biz değiliz. Hep başkasıdır.
*Fırsatını bulan, gücü ele geçiren her kesimin ilk yaptığı iş kadrolaşmadır. Herkesin ağzından düşürmediği ehliyet ve liyakat birer edebiyattan ibarettir.
*Kadrolaşana kızar, ayıplar, eleştiririz. Elimize imkan geçti mi aynısından biz de geçeriz.
*İncinir, kırılırız. Elimize fırsat geçti mi incitir, kırarız. Bu konuda kısas sahibiyiz.
*Zayıfsak alttan alır, bir uzlaşı ararız. Gücü ele geçirince tepeden bakarız.
*Okumuşsak okul hayatında kopya çekmeyenimiz bir elin parmaklarını geçmez.
*Karşıt kesimlerin birbirine güveni yoktur. İlişkilerimiz güvensizlik üzerine yürür. Herkes kendi kesimine çok güvenir, en büyük darbeyi de kendi kesiminden yer.
*İtiraza mahal yoktur. İtaat kültürüne tabiyiz. Yoksa dışlanırız.
*Partiler yasasını değiştirmeyiz. Çünkü işimize gelmez.
*İstişare acizliktir bizde. Hayalimizde tek adam olma vardır.
*Elin gözündeki çöpü görür, kendi gözümüzdeki merteği görmeyiz.
*Torpil, adam kayırma, adamını bulma tam bizim işimiz. Yaparken de kılıfına uydururuz.
*Her şeye bir mazeret ve kılıfımız hazırdır.
*Güçlüye boynumuz kıldan incedir. Zayıfa aslan kesiliriz.
*Çok konuşur, az iş yaparız.
*Hepimiz iyi bir siyasetçi, iyi bir öğretmen, iyi bir doktoruz. Ülke meselelerini çözmede, eğitim ve öğretim işlerini halletmede, hastalık durumlarını tedavi etmede üstümüze yok. İşi, uzmanına bırakmayız. Çünkü beğenmeyiz. Önerilerimiz pek çoktur.
*Her konuda olur olmaz fikrimizi söyleriz. Sanki soran var gibi!
*Sevgi ve nefretimiz önyargıya dayalı.
*Aynı dili konuşuruz ama anlaşamayız. Sorunlarımızı şiddete başvurarak çözmeye çalışırken sorun üretiriz. Şiddete karşıyız ama sorunlarımızı şiddete başvurarak çözmeye çalışırız.
*Sorun üretmede seri üretim yapan bir fabrika gibiyiz. Belki de sürekli ürettiğimiz tek şey budur.

Yetmez mi bu kadarı? Say say bitmez birbirimize benzerliğimiz. Ne de olsa Osmanlı Bankasıyız.

* 27/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.