22 Temmuz 2019 Pazartesi

Hayır Gelmez!

Bir ülkede;
*Eleştiri kültürü gelişmez, en ufak bir eleştiriye tahammül edilmez, eleştiri yapan kimse düşman ilan edilirse,
*Üretime dayalı bir ekonomik model geliştirilmez, stratejik öneme sahip şeylerde dahi dışa bağımlı yaşanmaya devam edilir ve tedbir alınmazsa,
*Kaç seçim kaybetmesine rağmen bir genel başkan  istifa etmeyi düşünmez, delegeleri sesini çıkarmaz ve yerinde kalmaya devam ederse,
*Her türlü başarısızlıkta başarısızlık nedenlerinin üzerine gidilmez, mazeret ve bahanelerin arkasına sığınılır, suç başkasına atılırsa,
*Siyasette bir ortak kültür, diyalog ortamı geliştirilmez, istişare geri plana atılır, milli meseleleri çözmek için birlikte hareket edilmez ise,
*Bir makama gelenler makamdan aldığı gücü halka hizmet etmek olarak kullanacağı yerde makamını kendisine hizmet edecek şekilde kullanırsa,
*Siyasete girenler yapacağını yapar, tadında bırakıp köşesine çekilmez, ölümü siyasetle olur ise,
*Sorumlu bir makamda oturanlar yaptıkları icraatların yanlış olduğu, halkta mağduriyet oluşturduğu, devleti zarara uğrattığı ortaya çıkmasına rağmen bir bedel ödemez, hesap vermez ve kendisine bir hesap sorulmaz, yapanın yaptığı yanına kar kalır ise,
*Suçlularımız ortak olmaz, bir kesimin suçladığını diğer kesim korumaya devam eder, bugün suçlu görülenler yarın suçsuz, suçsuz görülenler yarın suçlu olur ise,
*Yargılamalar adil yapılmaz veya adil olmadığına dair algılar devam ederise,
*Her türlü alımlarda ehliyet ve liyakat göz ardı edilir, atamalar ahbap çavuş ilişkisine göre yürür, torpil ve kayırmacılık alır başını gider ise,
*Kimse birbirine güvenmez, herkes birbirine suçlu piyade gibi görür, her kesim ülkeyi birbirinden kurtarmaya kalkar ise,
*Kamu malı yetim malı bilinmez, har vurur, harman savrulur ise,
*Her türlü denetimler kriterine uygun sıkı ve ciddi bir şekilde denetlenmez, hesap verebilirlilik ve hesap sorabilirlilik yerleşmez ise,
*Haksızlık kime karşı yapılırsa yapılsın, haksızlıkla topyekûn mücadele edilmez ve sessiz kalınır ise,
*Merkezi sınavlarda çocuklarımız tel tel döküldüğü halde eğitime neşter vurulmaz, pansuman tedbirlerle yola devam edilir ise,
*İnsanımız iş bulamaz, işe giremez, iş beğenmez ve geleceğe güvenle bakamaz ve yeni istihdam alanları yaratılmaz ise,
*Halkın ekserisi ekonomik darboğaz içerisinde sıkıntı çeker iken mutlu azınlık Lale Devri yaşamaya devam eder ise,
*Suçluyla mücadele etmek için suç ortaya çıkmadan mücadele edilmez, suç ortaya çıktıktan sonra mücadeleye kalkılır ve bu işte toptancı davranılır, benzer suçların ortaya çıkmasına karşın tedbir alınmaz ise,
*Okullara rağmen ilave ders alınan yerler mantar gibi bitmeye devam eder ise...

Böyle bir ülke gelişmez, ilerlemez, gelecek nesillere yaşanabilir bir ülke bırakılmaz ve böyle bir ülkeden hayır gelmez.

21 Temmuz 2019 Pazar

Maarifte Hali Pürmelâlimiz*

2019 YKS istatistikleri yayımlandı. Rakamlara boğmadan kısaca bilgi vereyim: Temel Yeterlilik Testi (TYT) ile sayısal, sözel ve eşit ağırlık puan türlerinden birer, yabancı dilden ise 5 aday 500 tam puan alarak birinci oldu.

2 milyon 390 bin 491 kişinin girdiği TYT (Temel Yeterlilik Sınavı) sınavında adaylardan yüzde 74,16’ı barajı geçerek 150 ve üzeri puan aldı. Kadın adayların yüzde 77,21'i 150 ve üzerinde puan alırken, erkeklerin yüzde 71,24'ü barajı geçti.
TYT'de sınavı geçerli olan 2 milyon 390 bin 188 adayın testlerdeki ortalama net sayıları şöyle: (Küsuratlar yuvarlanmıştır.)
"Türkçe 40 soruda 15 ortalama,
Sosyal bilimler 20 soruda 7 ortalama,
Temel matematik 40 soruda 6 ortalama,
Fen bilimleri 20 soruda 2 ortalama."
AYT'ye (Alan Yeterlilik Testi) girip sınavı geçerli kabul edilen 1 milyon 880 bin 711 adayın ortalama net sayıları ise şu şekilde: (Küsuratlar yuvarlanmıştır.)
"Türk dili ve edebiyatı 24 soruda 5 ortalama,
Tarih-1 10 soruda 2 ortalama,
Coğrafya-1 6 soruda 2 ortalama,
Tarih-2 11 soruda 2 ortalama,
Coğrafya-2 11 soruda 2 ortalama,
Felsefe grubu testinde 12 soruda 2 ortalama,
Din kültürü ve ahlak bilgisi veya ek felsefe grubu testinde 6 soruda ortalama 1,
Matematik 40 soruda ortalama 5,
Fizik 14 soruda 1 ortalama,
Kimya 13 soruda 0,963 ortalama, (yuvarlanmamıştır)
Biyoloji 13 soruda 1 ortalama."
Yukarıdaki tablo sadece bu yıla ait bir tablo değil, önceki yıllarda yapılan sınavlara da baktığımız zaman tablo üç aşağı, beş yukarı böyledir. Bu tablo; düzelsin, çocuklarımız en iyi eğitimi alsın diye ömrümüzü verdiğimiz maarifimizin bir üst sınıfa geçemeyecek şekilde hep sınıf tekrarına kaldığının bir resmidir. Hiç kendimizi kandırmayalım, bu tablo eğitip öğreteceğiz diye saçımızı süpürge ettiğimiz çocuklarımızı maarif yolunda heba ettiğimizin resmidir.

Sınava giren bu çocukların ekseriyeti okul dışında okullarda ücretsiz açılan DYK’ya, (Destekleme ve Yetiştirme Kursları) özel kurs ve etüt merkezlerine giderek ekstra efor sarf etmişlerdir. Bir kısmı da özel ders almıştır. Tablo ortada.

Öyle zannediyorum okuryazar olmanın dışında hiç okula gitmeyen kişileri bu sınavlara alsak tablodaki durumdan daha aşağı ortalama almazlar. Sıfır çekelim diye uğraşsalar bile beceremezler. Hatta daha yüksek bir ortalama bile tutturabilirler. Bu uğurda her yolu denedik, her bir sınav sistemini uygulamaya koyduk. Sonuç ortada. Bir de okulsuz sınav sistemini deneyelim. Bu deneme tahtasında nasılsa kaybedeceğimiz bir şey yok.

O zaman bu okullar niçin var? Merak ediyorum, bu sonuçları almak için çocuklarımızın 12 yıl okumasına gerek var mı? MEB diye bir Bakanlığımız niçin var? Anne babalar çocuklarını niçin okullara gönderiyorlar? Devlet niçin herkesi okutacağım diye bunca masrafı yapıyor? Nerede yanlış yapıyoruz? Bu durumdan eğitimin iç ve dış paydaşlarının her biri kendilerine pay çıkarmalıdır.

*24/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Savunma Sanayimiz ***


Cumhurbaşkanı mı Erdoğan'ın dediğine göre savunma sanayimizin yüzde yetmişi yerli. Geçmişe oranla büyük bir mesafe kat edilmiş. İnşallah kısa zamanda yüzde yüzünü de yapar hale geliriz.

Aslında yerli savunma sanayide yüzde yetmişini yapar hale gelmemiz sevindirici olmakla beraber çok gecikmiş bir yatırımdır. Biz ki Selçuklu ve Osmanlı'ya dayanan köklü bir devletiz. Atalarımızın ömrü cephede geçmiş asker bir milletiz. Ama bunca yıldır kendi savunma sanayimizi oluşturamamış. Bu asırda hala savunma sanayinde maalesef dışa bağımlıyız. Savunma ihtiyacımızı gidermek için paramızı vererek Patriot almak istiyoruz. ABD olmaz diyor. Rusya'dan S-400 almaya yöneliyoruz. Bize Patriot satmayı kabul etmeyen stratejik ortağımız cıs, alamazsın, alırsan yaptırımlar uygularım, sonucuna katlanırsın diyor. Alırsın, alamazsın derken S-400'leri Rusya'dan alıyoruz. S-400'ler gelmeye başlayınca ABD, ilk iş olarak ortağı olduğumuz F-35'lerin yapımından bizi çıkarıyor ve F-35'leri vermeyeceğini söylüyor. Nasıl ortaklıksa? Şimdi ABD, Türkiye'ye başka ne yaptırımlar yapabilirim diye düşünüyor. Bu nasıl iş, anlayabilen var mı? Bu yapılanların mantıklı bir izahı var mı? Anlamakta zorlanıyorum. Sanki bize ulufe dağıtıyorlar. 

Paramızı bastırıp istediğimiz savunma aracını alsak bile bize şartlı veriyorlar: Efendim! Bunu bana karşı doğrultamazsın, benim müttefikime kullanamazsın. Yeri geliyor parçasını vermiyor. Ne zaman zor durumda kalsak verdikleri işe yaramıyor. Ambargo ile tehdit ediyorlar. Kıbrıs Harekatında bunu yaptılar. Almanya ile gerilim ortaya çıkınca Almanya  tank modernizasyon işini durdurdu. Ama bu işlerde suç, ne ABD'de ne Rusya'da ne de başka bir ülkede. Suç tamamen bizde… Büyük devletler durmadan bizimle oynuyor ama biz tüm bunlara rağmen savunma sanayinde dışa bağımlı olmaya devam ettik. Kıbrıs Harekatından bugüne 45 yıl geçmiş. Etrafımız düşmanla çevrili olduğunu bildiğimiz halde, ülke güvenliğini sağlamak baş görevimiz olmasına rağmen dışa bağımlılıktan kurtulamamışız. Merak ediyorum, bu ülkeyi geçmişten günümüze yönetenler bu iş için ne yaptı? Elleri armut mu topladı? 

Ne iş yaptıklarını ben söyleyeyim. 1993 yılında askerim. Ankara'dan gelen üst rütbeli bir subay (sanırım albaydı) bize çok hoş bir konferans verdi. Komutanın konuşması gururumuzu okşadı. Soru-cevap kısmında bir asker "Komutanım! Güçlü bir ordumuz var. Niçin kendi milli savunma sanayimizi kurmuyoruz" dedi. Komutan ne dese beğenirsiniz? "Arkadaşlar! Kendimizin yapmasına gerek yok. İleri devletler savunma ve saldırı amaçlı her türlü savaş malzemesini yapıyorlar. Bastırır parayı alırsın, yeter ki sen paradan haber ver" dedi. Sanırım bugüne kadar (bu hükümete kadar) savunma sanayimizin niçin dışa bağımlı olduğu verilen bu cevapta gizli. O komutan hala yaşıyor mu bilmiyorum ama o komutana ve onun gibi düşünen asker ve siyasi sorumlulara "Bakın! Paramız, istediğimiz silahı almaya yetmiyor, günaydın" diye seslenmek istiyorum.

Savunma sanayimizi kurmada ve yüzde yüze ulaştırmada gecikmiş olsak da zararın neresinden dönersek kardır. S-400, Patriot, F-35'ler bizim kulağımıza küpe olsun. Kötü ülke/ortak bizi mal sahibi yapsın. Bu konuda bu hükümetin yaptıkları yadsınamaz, takdir ediyorum. İster savunma, ister saldırı amaçlı olsun her türlü savunma ihtiyacımızın yerli olması birinci vazifemiz olsun. Marş marş! Unutmayalım ki başkasının yaptığı ile ne ülke savunulur ne de savaş yapılır. Savunma sanayimiz her şeyiyle yerli ve milli olmalıdır. 

***25/07/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.


20 Temmuz 2019 Cumartesi

Neredeyse Baltayı Taşa Vuracaktım

18.05 YHT ile Ankara'dan Konya'ya seyahat ederken yanıma benimle yaşıt bir çiftçi kardeşimiz oturdu. Selamlaşmanın ardından aramızda değişik konuların açıldığı bir sohbet ortamı oluştu. İki saat süren yolculuğumuzun nasıl geçtiğini bilemedik. Eğitimden tarıma, işsizliğe çözüm gibi memleket meselelerine girdik. Ben konuştum o dinledi; o konuştu, ben dinledim. Bir bakmışız ki Konya Garındayız. Benim yolculuğum bitti, onun yolculuğu Karaman'a kadar devam edecek. Evime davet ettim, misafirim ol dedim. Teşekkür etti. Vedalaşıp ayrıldık.

Yol arkadaşımın konuşmasından ilginç bulduğum, işsizliğe çözüm önerisini sosyal medyada paylaştım. Neydi çözümü derseniz basit bir çözümü vardı: "Kadın ve kızların işine son verip işe erkekleri almak" şeklinde.

Paylaşımımın ardından sanal izleyicilerimden beğenenler oldu. Aynı zaman da yorum yazanlar da. Yorum yazanlar ikiye bölündü. Kimi çözümü yerinde buldu, kimi de çözümü eleştirdi. Bereket yorum yazanlar birbirlerine cevap verme yolunu izlemediler. Herkes medenice görüşünü yazdı. Olan bana oldu tabi. Kadın çalışmalı diyenlerle, çalışmamalı diyenlerin arasında kaldım. İki farklı görüşün bireylerini kırmadan dökmeden idare etmem gerekiyordu. Hangi kelimeleri seçeyim de kimseyi kırmayayım diye hayatında takla atmayı bilmeyen ben, kırk takla attım.

Her birini memnun edecek şekilde nabza göre şerbet verdikten sonra kendi kendime "Mübarek! Ne işin var, böyle netameli bir konuda, paylaşacak başka konu bulamadın mı” dedim. Neredeyse baltayı taşa vuracaktım. Öyle ya, kadın çalışmalı desem "modern" biri, çalışmamalı desem "yobaz" biri olacaktım. İsteyen kadın çalışsın, istemeyen çalışmasın. Bu devirde kime ne diyebilirsin? Adamla trende yaptığım konuşma orada kalsın. Sonra bize, çalışma bakanıyız da işsizliği nasıl önleyeceksin diye bir soru mu soruldu? Vazifemiz sanki! Paylaşım yapmak için konu eksikliği mi çekiyorum sonra?
*Fotoğraf paylaşsam,
*Bulunduğum yerin bildirimini yapsam,
*Hacı Bayram Camiinden bir görüntü paylaşsam,
*Aile büyüklerinden vefat edenlerin vefat yıldönümlerini yüklesem,
*Yıllardır görüşmediğim arkadaşımla buluştum desem,
*ABD, İsrail gibi ülkelere kızsam,
*PKK, FETÖ gibi örgütlere köpürsem,
*Çocukluk ve gençlik fotoğraflarımı albümden çıkarıp bir zamanlar ben neydim desem... hem de çok iyi olurdu.

Ne diyeyim? Alacağım olsun. Bu yaptığım da benim kulağıma küpe olsun...

Konumuz Cuma Hutbesi ***

19.07.2019 günü haftanın cuma hutbesi "Cuma namazı ve adabı üzerineydi. Hutbede hatip cuma gününün öneminden, namaz ve hutbenin lüzumundan, camiye ne şekil gelinmesi gerektiği şeklinde adabından bahsetti.

Hutbede hocamız cuma gününün önemine işaret etmek için Müslim'de geçen bir rivayete yer verdi: "Üzerine güneş doğan en hayırlı gün cuma günüdür. Âdem o gün yaratıldı, o gün cennete konuldu ve o gün cennetten çıkarıldı. Kıyamet de ancak cuma günü kopacaktır." Bu rivayette dikkatimi çeken birkaç yön var. İzninizle değineceğim. Kimse kızmasın! Niyetim sorgulayarak anlamaya çalışmak.

1.Cumanın mübarekliğini biliyorum ama güneşin doğduğu en hayırlı gün niçin Kur'an'ın indiği bin aydan daha hayırlı gece olan Kadir gecesinin gündüzü değil de cuma günüdür?

2.Cumanın önemine işaret etmek için verilen "Hz Adem'in cuma günü doğması, o gün cennete konması, o gün cennetten çıkarılması, kıyametin cuma günü kopacak olması" örneklerine bakıldığı zaman burada iki olumlu, iki olumsuz (istenmeyen) örnek göze çarpmakta: Atamızın cennetten bugün çıkarılması ve bugün kıyametin kopması… Gerçekten kim cennetten çıkmak ister, kim kıyametin kopmasını ister?

3.Hz Adem, öneminden dolayı cuma günü doğmuşsa Allah'ın içimizden seçerek gönderdiği diğer peygamberler niçin cuma günü doğmadı? Mesela peygamberimiz Hz Muhammed niçin pazartesi doğdu? 

4.Hz Adem cennetten o gün çıkarıldı derken burada geçen cennet gerçek cennet midir? Eğer gerçek cennet ise Hz Adem'in çıkarılışından itibaren cennet hala boş bekletiliyor mu? Eğer boş bekletiliyorsa halihazırda kullanılmayan bu cennet israf değil mi? Cennet elan var ve içinde cenneti hak kazanmışlar yaşıyorsa o zaman ikinci sura üfürüldükten sonra hesap vermek için mahşerde toplanmayı nasıl izah edeceğiz? 
5.Hz Adem'in konduğu, ağacın meyvesiyle imtihan edildiği ve ardından çıkarıldığı cennet, öbür aleme ait bir cennet ise,
a-Cennette imtihan var mı?
b-Yapılan imtihanı kaybetmesinde İblis'in iğvası etkin olduğuna göre İblis'in cennette Hz Adem'in yanında ne işi var? Kovulmuş Şeytan cennete nasıl girebilmiştir?
c-Cennete giren çıkabilecek mi?

6.Kıyametin kopması olayı gaybi bir olay değil midir? Gelecekten haber vermektedir. Peygamber gaybı biliyor muydu? Şayet biliyorsa ayette peygamber "Ben gaybı bilmem" diye niçin söylemiştir? Gerçekten peygamber gaybı bilebilir mi? Burada "Allah bildirirse bilemez mi" derseniz o zaman hiç soru sormayalım. Bu konu üzerinde kafa yormayalım. Diyelim ki Allah bildirdi ve peygamber bu bilgiyi arkadaşlarıyla paylaştı. Peki bu paylaşım, Cibril hadisi diye bilinen hadisin son bölümüyle çelişmiyor mu? Hatırlarsanız orada Cibril, peygamberimize "Kıyamet ne zaman kopacak" diye soru sorduğunda peygamberimiz "Kendisine soru sorulan, soruyu sorandan daha iyi bilen değildir" dememiş miydi? Yine "Beş bilinmeyen" diye bildiğimiz Lokman süresi son ayette Allah kıyametle ilgili "Onun bilgisi şüphesiz Allah katındadır" buyurmuyor mu? Başka ayetlerde kıyamet saati sizi aniden yakalayacak demiyor mu? Olaya bu çerçeveden bakınca kıyametin cuma günü kopacak denmesini nasıl açıklayacağız?

Soruları uzatabilirim. Ama böyle bir niyetim yok. Doğrusunu söylemek gerekirse bu hutbeyle birlikte kafam karıştı. Kafamda çelişkiler oluştu. Bize doğru ve sahih İslam'ı anlatmakla yükümlü olan Diyanet İşleri Başkanlığı, kaynaklara dayanarak bu hutbeyi tüm Türkiye'de okuttuğuna göre bir bildiği olmalı. Ama dediğim gibi bu bilgi benim kafamı iyice karıştırdı. Belki de DİB, kafalarımızın karışmasını istedi. Zira düşünmek, araştırmak ve doğruya ulaşmak için kafa karışıklığı iyidir. Diyanet şimdi bir iyilik daha yapsın. Kafamda beliren kafa karışıklığını giderecek şekilde sorduğum sorulara cevap versin, bizi aydınlatsın.

Sorduğum sorulara bakarak kimse öküz altında buzağı aramasın. Niyetim İbrahim peygamber gibi ikna olmak ve kalbimin mutmain olmasıdır. Allah ile İbrahim'in muhaveresine bir bakalım:
—Ölüyü nasıl dirilteceğini bana göster. 
—Yoksa inanmadın mı?
—İnandım. Fakat kalbimin mutmain olması için (istiyorum.)
Sonra Allah İbrahim'den parçalanmış ve değişik yerlere konmuş dört kuşu yanına çağırmasını isteyerek İbrahim peygamberi bir güzel ikna eder.

Siz bu meseleyi dert edindiniz mi bilmiyorum. Hutbeden dolayı benim dert edindiğim mesele bu. Haydi Diyanet! Bu sorularıma vereceğin cevaplarla aydınlat beni...

***23/07/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

19 Temmuz 2019 Cuma

Hırsızlığın da Bir Raconu Olmalı*

Bazı suçlar sezonluktur. Sezonu gelince artış gösterir. Bir suç var ki 7 gün, 24 saat, 365 gün hız kesmeden devam ediyor.  Hırsızlıktan bahsediyorum. Yazın daha bir artan eve hırsız girme işinde başına gelmeyen kalmıyor neredeyse. Yeter ki evde olmadığını bilsin. Hırsızlar daima iş başında. 

Evinin güvenlikli, müstakil, kat veya kamera döşeli, alarm olan bir yer olması fark etmiyor. İstersen evinin her bir yerini demirle ördür. Yeter ki hırsızlar evine girmek istesin. Onlar için çocuk oyuncağı. İhtiyaçtan öte zevkle yapıyorlar bu işi. Hele soyulması zor, muhkem bir yeri soymak,  var bu evde bir şeyler deyip onları tahrik ediyor.

Her soyulan ev veya iş yerinin faili yakalanıyor. Hırsız kendini kamufle etmek için isterse maske taksın. Polisimiz yakalıyor ve hakimin huzuruna çıkarıyor. Çünkü suçlu, mutlaka suç mahallinde bir iz bırakıyor. Polis her bir adi suçun failini, faili meçhul kalmadan ortaya çıkartıyor, zanlı yargılanıyor. Ama hırsızlık işleri bir türlü azalmıyor. Çünkü hırsızların arkasında kendilerine destek veren kanun mevzuatı var. Hırsızlığa soyunan her hırsız aynı zamanda iyi bir avukattır. Yakalandığı takdirde cezasının ne olacağını bilir. Bilir ki "Adli kontrol şartı" ile salıverilecek. Hırsız bu şekilde elini kolunu sallayarak adliye koridorlarından çıkarken evi soyulan mağdurun bundan sonra işi yoksa mesaisini adliye koridorlarında geçirsin. İşi polis ve adliye boyutuna taşıyan mağdurların çoğu bin pişman. 

Evi soyulan hırsızlık kervanına komşum katıldı şimdi de. Evini bana emanet ederek birkaç günlüğüne bir tatil kaçamağı yapmıştı. Tabi güvendiği dağlara karlar yağdı. Komşum evine döndükten ve komşum bize haber verdikten sonra hırsızlıktan haberim oldu. Burada hırsızın alacağı olsun. Madem eve girdin, giderken sana emanet edilen evi soydum, haberin olsun  diye niye söylemedin? En azından komşu gelmeden komşuya haber verirdim.

Hırsızımız, akşamında yağan yağmurun arkasından arka balkon kapısındaki demir kapının kilidini söktükten sonra pvc kapıyı da kolayca açıp içeri girmiş. Ayakkabısı ile birlikte çorabınla basmaya kıyamadığın halıların üzerine yağmurun ıslatıp çamur yaptığı ayakkabılarının desenini çıkarmış. Bir oraya bir buraya basmış. Döküp deşelemiş her yeri. Sonunda aradığı hazineyi bulmuş. 4.sınıf çocuğun harçlığını harcamayıp biriksin diye attığı ve 130 lira biriktirdiği kumbarasını, diğer çocuğun da cüzdanındaki 50 lirayı alıp gitmiş. Giden paranın bir ehemmiyeti yok ama ben buna hazine diyorum. Çünkü çocuk için kumbaraya atılan para bir hazinedir. Kim bilir ne kadar zamandır biriktiriyordu, biriktirip ne alacaktı, hayalinde ne vardı bilmiyorum.

Arkasında tapu gibi kendilerini koruyan TCK'nın ilgili maddeleri oldukça bu hırsızlar alın terletmeden mesleklerini icra etmeye devam edecekler. Allah'tan korkmayan, kuldan utanmayan bu asalaklar çocukların parasını alacak kadar da vicdansızlar. Bunlara bir insanın en güzel kazancı elinin emeğiyle kazandığı demenin de faydası yok. Girilmez denen evlere bile girmeyi kafaya koymuş bu tipler, aldığı paradan ziyade evde ve evin çiçeği olan çocuklarda bırakacağı kalıcı hasarı da hesaba katmazlar. Bundan sonra o çocuklar kilitli ve kapalı bir şekilde o evde kalsınlar da göreyim.

Ne söylesen boş bu hırsızlara. Kızmaya da değmez. Düşünüyorum da bu hırsızların hiç mi prensipleri yok? Madem bu işi yapıyorlar. Bari aralarında bir racon oluştursalar. En azından ayakkabı ile girmediğimiz evlere ayakkabılarını çıkarıp girseler. Haydi aceleleri var. Pekala ayakkabılarını çıkarmadan üzerine galoş giyebilirler.

Benim de beklediğime bak. Aldıkları paradan geçtim, halılara basmasınlar diyorum. Hırsız bunlar. Kriterleri mi olur bunların? Aldığı parayı haydan gelen huya gider misali bir çırpıda harcayacaklar. Anlık keyif sürecekler. Geride bıraktığı maddi ve manevi hasar neyine onların. Başkalarını mutsuz etmek onların en büyük mutluluğu. Umarım mutlu ediyoruzdur hırsızları.

Düşünüyorum da yaptığım işi bırakıp hırsızlık mı yapsam... Gir istediğin eve, dağıt her yeri. Ne bulursam götüreyim. Ben aldığımla keyif çatarken ev sahibi kara kara düşünsün. Ben ne deyip de evi bırakıp tatile gittim diye kafasına vurup dursun. Hem hırsızlıktan sonra hırsızlığı duyan herkes hakkımda konuşur. Taş atıp da elim mi yorulacak? Sanki içeriye mi gireceğim? Alnımda bu adam hırsız mı yazacak? Herkes gibi gündüz gözüyle çarşı pazara çıkar, gece her yer sessizliğe büründüğünde ben de işe çıkarım. Girdiğim evden de boş çıkmam. Hiçbir şey bulamasam bile aldığım kumbara, verdiğim huzursuzluk ve korku yeter de artar bile. Kendimi ikna edebilirsem hırsızlık fena değil. Böylece üç beş kuruşa bir ay boyunca çalışmamış, kendime daha fazla boş zaman ayırmış olurum. Hırsızlığa başlar ve ağzıma yüzüme bulaştırmadan bu işi yaparsam söz, farklı bir hırsız olacağım. En azından halıya ayakkabımla basmam. Evde hiçbir şey bulamasam bile en azından eve üç beş kuruş para bırakır, kumbaraya para atar giderim.

*22/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

17 Temmuz 2019 Çarşamba

Hayal Kırıklığına Uğratmışız!*

ABD Savunma Bakan Vekilinin açıkladığına göre “Türkiye'nin Rusya'dan aldığı S-400'ler, ABD'yi hayal kırıklığına uğratmış, S-400'leri alan F-35'lere sahip olamazmış.” Ne yapsak, hayal kırıklığına uğrattığımız için özür mü dilesek. Acaba özürle ABD’deki hayal kırıklığı ortadan kalkar mı? ABD için hayal kırıklığı zor bir durum. Bu hayal kırıklığı psikolojisinden ne zaman kurtulur, kendine nasıl gelir, kestirmek zor. 

Sözünü dinlemeyen Türkiye olunca hayal kırıklığı bir kat daha artıyor olmalı ABD’nin.  Karşımızda hiç pes etmeyen, tuttuğunu hep koparan, dünyaya daima emirler veren, emirleri kabul edilip pek ikiletilmeyen dünyanın kabadayısı ABD için Türkiye'nin bu yaptığı elbette hayal kırıklığıdır. Höt, otur oturduğun yerde dendiği zaman siz bilirsiniz sözünü çok duymuş bu ABD için böylesi söz dinlemezlik affedilir türden değil. Çünkü alışkın değil. Ama her şeyin bir ilki olacak ve yavaş yavaş alışacak.

Şimdi ABD'ye düşen bir empati yapmaktır. Bu tattığı hayal kırıklığının nicesini bugüne kadar kaç ülkeye, kaç defa tattırdı? Biraz da kendisi tatsın. Ben ne yaptım desin. Desin ama ABD bu... Ne empati yapar ne de kendisiyle yüzleşir. Çirkefleşir ancak.

Merak ettiğim ABD niçin hayal kırıklığına uğrar? ABD bize kendinize savunma sistemi alın diye para verdi de biz gidip Rusya'dan alarak paralarını çarçur mu ettik? Bize Patriot füzeleri verdi de biz almayız mı dedik? Anamız mı, babamız mı ki söz dinlesek? Sonra para bizim, ülke bizim. Aldığımız S-400'ün tasasına ABD niçin düşer? Niçin hayal kırıklığına uğrar? Bize yaptırım uygulayacakmış, F-35'i vermeyecekmiş. Çok da tın! Sen kim oluyorsun, sana bu yetkiyi kim verdi? Sahi sen kimsin, necisin, ne menem bir varlıksın ki paramızla aldığımız savunma sistemine olmaz diyorsun.  Bırak bu ayakları artık!

Karşında eski Türkiye'yi görmek istiyorsan eski çamlar bardak oldu. Karşında eski Türkiye yok artık. Eski teslimiyetçi yönetim tarzı da yok. Çıkar gözü pek, deli dolu biri. Senin çarkına çomak sokar. Sen de böyle otura kalırsın.

Biliyorum bu psikolojiden çıkman zor. İnşallah uğradığın son hayal kırıklığı olmaz, devamı yağmur gibi gelir. Peşi sıra sıkça hayal kırıklığına uğrar ve yakın bir zamanda hayal olur gidersin. Dünya sizi bundan sonra hayalet bir varlık olarak tanır.

ABD'nin hayal kırıklığını artıracak olan halen yüzde yetmişini yapabildiğimiz savunma sanayimizi yüzde yüze çıkarmaktır. Niye olmasın. Yeter ki azmedelim. Bu aşamadan sonra yapılacak olan ABD’nin yaptırımlarına karşı tedbirimizi almak ve bu tehlikeyi en az zararla savuşturmaktır.

S-400’ler ülkemize hayırlı olsun!

*19/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.