Ana içeriğe atla

Hırsızlığın da Bir Raconu Olmalı*


Bazı suçlar sezonluktur. Sezonu gelince artış gösterir. Bir suç var ki 7 gün, 24 saat, 365 gün hız kesmeden devam ediyor.  Hırsızlıktan bahsediyorum. Yazın daha bir artan eve hırsız girme işinde başına gelmeyen kalmıyor neredeyse. Yeter ki evde olmadığını bilsin. Hırsızlar daima iş başında. 

Evinin güvenlikli, müstakil, kat veya kamera döşeli, alarm olan bir yer olması fark etmiyor. İstersen evinin her bir yerini demirle ördür. Yeter ki hırsızlar evine girmek istesin. Onlar için çocuk oyuncağı. İhtiyaçtan öte zevkle yapıyorlar bu işi. Hele soyulması zor, muhkem bir yeri soymak,  var bu evde bir şeyler deyip onları tahrik ediyor.

Her soyulan ev veya iş yerinin faili yakalanıyor. Hırsız kendini kamufle etmek için isterse maske taksın. Polisimiz yakalıyor ve hakimin huzuruna çıkarıyor. Çünkü suçlu, mutlaka suç mahallinde bir iz bırakıyor. Polis her bir adi suçun failini, faili meçhul kalmadan ortaya çıkartıyor, zanlı yargılanıyor. Ama hırsızlık işleri bir türlü azalmıyor. Çünkü hırsızların arkasında kendilerine destek veren kanun mevzuatı var. Hırsızlığa soyunan her hırsız aynı zamanda iyi bir avukattır. Yakalandığı takdirde cezasının ne olacağını bilir. Bilir ki "Adli kontrol şartı" ile salıverilecek. Hırsız bu şekilde elini kolunu sallayarak adliye koridorlarından çıkarken evi soyulan mağdurun bundan sonra işi yoksa mesaisini adliye koridorlarında geçirsin. İşi polis ve adliye boyutuna taşıyan mağdurların çoğu bin pişman. 

Evi soyulan hırsızlık kervanına komşum katıldı şimdi de. Evini bana emanet ederek birkaç günlüğüne bir tatil kaçamağı yapmıştı. Tabi güvendiği dağlara karlar yağdı. Komşum evine döndükten ve komşum bize haber verdikten sonra hırsızlıktan haberim oldu. Burada hırsızın alacağı olsun. Madem eve girdin, giderken sana emanet edilen evi soydum, haberin olsun  diye niye söylemedin? En azından komşu gelmeden komşuya haber verirdim.

Hırsızımız, akşamında yağan yağmurun arkasından arka balkon kapısındaki demir kapının kilidini söktükten sonra pvc kapıyı da kolayca açıp içeri girmiş. Ayakkabısı ile birlikte çorabınla basmaya kıyamadığın halıların üzerine yağmurun ıslatıp çamur yaptığı ayakkabılarının desenini çıkarmış. Bir oraya bir buraya basmış. Döküp deşelemiş her yeri. Sonunda aradığı hazineyi bulmuş. 4.sınıf çocuğun harçlığını harcamayıp biriksin diye attığı ve 130 lira biriktirdiği kumbarasını, diğer çocuğun da cüzdanındaki 50 lirayı alıp gitmiş. Giden paranın bir ehemmiyeti yok ama ben buna hazine diyorum. Çünkü çocuk için kumbaraya atılan para bir hazinedir. Kim bilir ne kadar zamandır biriktiriyordu, biriktirip ne alacaktı, hayalinde ne vardı bilmiyorum.

Arkasında tapu gibi kendilerini koruyan TCK'nın ilgili maddeleri oldukça bu hırsızlar alın terletmeden mesleklerini icra etmeye devam edecekler. Allah'tan korkmayan, kuldan utanmayan bu asalaklar çocukların parasını alacak kadar da vicdansızlar. Bunlara bir insanın en güzel kazancı elinin emeğiyle kazandığı demenin de faydası yok. Girilmez denen evlere bile girmeyi kafaya koymuş bu tipler, aldığı paradan ziyade evde ve evin çiçeği olan çocuklarda bırakacağı kalıcı hasarı da hesaba katmazlar. Bundan sonra o çocuklar kilitli ve kapalı bir şekilde o evde kalsınlar da göreyim.

Ne söylesen boş bu hırsızlara. Kızmaya da değmez. Düşünüyorum da bu hırsızların hiç mi prensipleri yok? Madem bu işi yapıyorlar. Bari aralarında bir racon oluştursalar. En azından ayakkabı ile girmediğimiz evlere ayakkabılarını çıkarıp girseler. Haydi aceleleri var. Pekala ayakkabılarını çıkarmadan üzerine galoş giyebilirler.

Benim de beklediğime bak. Aldıkları paradan geçtim, halılara basmasınlar diyorum. Hırsız bunlar. Kriterleri mi olur bunların? Aldığı parayı haydan gelen huya gider misali bir çırpıda harcayacaklar. Anlık keyif sürecekler. Geride bıraktığı maddi ve manevi hasar neyine onların. Başkalarını mutsuz etmek onların en büyük mutluluğu. Umarım mutlu ediyoruzdur hırsızları.

Düşünüyorum da yaptığım işi bırakıp hırsızlık mı yapsam... Gir istediğin eve, dağıt her yeri. Ne bulursam götüreyim. Ben aldığımla keyif çatarken ev sahibi kara kara düşünsün. Ben ne deyip de evi bırakıp tatile gittim diye kafasına vurup dursun. Hem hırsızlıktan sonra hırsızlığı duyan herkes hakkımda konuşur. Taş atıp da elim mi yorulacak? Sanki içeriye mi gireceğim? Alnımda bu adam hırsız mı yazacak? Herkes gibi gündüz gözüyle çarşı pazara çıkar, gece her yer sessizliğe büründüğünde ben de işe çıkarım. Girdiğim evden de boş çıkmam. Hiçbir şey bulamasam bile aldığım kumbara, verdiğim huzursuzluk ve korku yeter de artar bile. Kendimi ikna edebilirsem hırsızlık fena değil. Böylece üç beş kuruşa bir ay boyunca çalışmamış, kendime daha fazla boş zaman ayırmış olurum. Hırsızlığa başlar ve ağzıma yüzüme bulaştırmadan bu işi yaparsam söz, farklı bir hırsız olacağım. En azından halıya ayakkabımla basmam. Evde hiçbir şey bulamasam bile en azından eve üç beş kuruş para bırakır, kumbaraya para atar giderim.

*22/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

  1. TCK acil bu konulara el atmalı. Cezalarını ağırlaştırmalı. Bir daha kimse o işi yapmaya yönelmemeli. Caydırıcılığı olmalı. Böyle devam ederse daha çok sızlanırız. Bunları yetkililer bilmiyor mu? Neden düzenleme yapmazlar anlamış değilim.

    YanıtlaSil
  2. Bilirler bilmez olur mu Hocam. Hapishaneler dolu. İçeri koyacak yer yok. Sanırım 4 yılın altında cezayı gerektiren durumlarda içeri almıyorlar. Adli kontrol şartı ile yolun açık olsun diye salıveriyorlar. Beni böyle küçük suçlarla uğraştırma. Sen de kabiliyet var, daha büyük suçla gel demektir bunun adı. Yani suçluyu koruma kanunu.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde