19 Temmuz 2019 Cuma

Hırsızlığın da Bir Raconu Olmalı*


Bazı suçlar sezonluktur. Sezonu gelince artış gösterir. Bir suç var ki 7 gün, 24 saat, 365 gün hız kesmeden devam ediyor.  Hırsızlıktan bahsediyorum. Yazın daha bir artan eve hırsız girme işinde başına gelmeyen kalmıyor neredeyse. Yeter ki evde olmadığını bilsin. Hırsızlar daima iş başında. 

Evinin güvenlikli, müstakil, kat veya kamera döşeli, alarm olan bir yer olması fark etmiyor. İstersen evinin her bir yerini demirle ördür. Yeter ki hırsızlar evine girmek istesin. Onlar için çocuk oyuncağı. İhtiyaçtan öte zevkle yapıyorlar bu işi. Hele soyulması zor, muhkem bir yeri soymak,  var bu evde bir şeyler deyip onları tahrik ediyor.

Her soyulan ev veya iş yerinin faili yakalanıyor. Hırsız kendini kamufle etmek için isterse maske taksın. Polisimiz yakalıyor ve hakimin huzuruna çıkarıyor. Çünkü suçlu, mutlaka suç mahallinde bir iz bırakıyor. Polis her bir adi suçun failini, faili meçhul kalmadan ortaya çıkartıyor, zanlı yargılanıyor. Ama hırsızlık işleri bir türlü azalmıyor. Çünkü hırsızların arkasında kendilerine destek veren kanun mevzuatı var. Hırsızlığa soyunan her hırsız aynı zamanda iyi bir avukattır. Yakalandığı takdirde cezasının ne olacağını bilir. Bilir ki "Adli kontrol şartı" ile salıverilecek. Hırsız bu şekilde elini kolunu sallayarak adliye koridorlarından çıkarken evi soyulan mağdurun bundan sonra işi yoksa mesaisini adliye koridorlarında geçirsin. İşi polis ve adliye boyutuna taşıyan mağdurların çoğu bin pişman. 

Evi soyulan hırsızlık kervanına komşum katıldı şimdi de. Evini bana emanet ederek birkaç günlüğüne bir tatil kaçamağı yapmıştı. Tabi güvendiği dağlara karlar yağdı. Komşum evine döndükten ve komşum bize haber verdikten sonra hırsızlıktan haberim oldu. Burada hırsızın alacağı olsun. Madem eve girdin, giderken sana emanet edilen evi soydum, haberin olsun  diye niye söylemedin? En azından komşu gelmeden komşuya haber verirdim.

Hırsızımız, akşamında yağan yağmurun arkasından arka balkon kapısındaki demir kapının kilidini söktükten sonra pvc kapıyı da kolayca açıp içeri girmiş. Ayakkabısı ile birlikte çorabınla basmaya kıyamadığın halıların üzerine yağmurun ıslatıp çamur yaptığı ayakkabılarının desenini çıkarmış. Bir oraya bir buraya basmış. Döküp deşelemiş her yeri. Sonunda aradığı hazineyi bulmuş. 4.sınıf çocuğun harçlığını harcamayıp biriksin diye attığı ve 130 lira biriktirdiği kumbarasını, diğer çocuğun da cüzdanındaki 50 lirayı alıp gitmiş. Giden paranın bir ehemmiyeti yok ama ben buna hazine diyorum. Çünkü çocuk için kumbaraya atılan para bir hazinedir. Kim bilir ne kadar zamandır biriktiriyordu, biriktirip ne alacaktı, hayalinde ne vardı bilmiyorum.

Arkasında tapu gibi kendilerini koruyan TCK'nın ilgili maddeleri oldukça bu hırsızlar alın terletmeden mesleklerini icra etmeye devam edecekler. Allah'tan korkmayan, kuldan utanmayan bu asalaklar çocukların parasını alacak kadar da vicdansızlar. Bunlara bir insanın en güzel kazancı elinin emeğiyle kazandığı demenin de faydası yok. Girilmez denen evlere bile girmeyi kafaya koymuş bu tipler, aldığı paradan ziyade evde ve evin çiçeği olan çocuklarda bırakacağı kalıcı hasarı da hesaba katmazlar. Bundan sonra o çocuklar kilitli ve kapalı bir şekilde o evde kalsınlar da göreyim.

Ne söylesen boş bu hırsızlara. Kızmaya da değmez. Düşünüyorum da bu hırsızların hiç mi prensipleri yok? Madem bu işi yapıyorlar. Bari aralarında bir racon oluştursalar. En azından ayakkabı ile girmediğimiz evlere ayakkabılarını çıkarıp girseler. Haydi aceleleri var. Pekala ayakkabılarını çıkarmadan üzerine galoş giyebilirler.

Benim de beklediğime bak. Aldıkları paradan geçtim, halılara basmasınlar diyorum. Hırsız bunlar. Kriterleri mi olur bunların? Aldığı parayı haydan gelen huya gider misali bir çırpıda harcayacaklar. Anlık keyif sürecekler. Geride bıraktığı maddi ve manevi hasar neyine onların. Başkalarını mutsuz etmek onların en büyük mutluluğu. Umarım mutlu ediyoruzdur hırsızları.

Düşünüyorum da yaptığım işi bırakıp hırsızlık mı yapsam... Gir istediğin eve, dağıt her yeri. Ne bulursam götüreyim. Ben aldığımla keyif çatarken ev sahibi kara kara düşünsün. Ben ne deyip de evi bırakıp tatile gittim diye kafasına vurup dursun. Hem hırsızlıktan sonra hırsızlığı duyan herkes hakkımda konuşur. Taş atıp da elim mi yorulacak? Sanki içeriye mi gireceğim? Alnımda bu adam hırsız mı yazacak? Herkes gibi gündüz gözüyle çarşı pazara çıkar, gece her yer sessizliğe büründüğünde ben de işe çıkarım. Girdiğim evden de boş çıkmam. Hiçbir şey bulamasam bile aldığım kumbara, verdiğim huzursuzluk ve korku yeter de artar bile. Kendimi ikna edebilirsem hırsızlık fena değil. Böylece üç beş kuruşa bir ay boyunca çalışmamış, kendime daha fazla boş zaman ayırmış olurum. Hırsızlığa başlar ve ağzıma yüzüme bulaştırmadan bu işi yaparsam söz, farklı bir hırsız olacağım. En azından halıya ayakkabımla basmam. Evde hiçbir şey bulamasam bile en azından eve üç beş kuruş para bırakır, kumbaraya para atar giderim.

*22/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



17 Temmuz 2019 Çarşamba

Hayal Kırıklığına Uğratmışız!*

ABD Savunma Bakan Vekilinin açıkladığına göre “Türkiye'nin Rusya'dan aldığı S-400'ler, ABD'yi hayal kırıklığına uğratmış, S-400'leri alan F-35'lere sahip olamazmış.” Ne yapsak, hayal kırıklığına uğrattığımız için özür mü dilesek. Acaba özürle ABD’deki hayal kırıklığı ortadan kalkar mı? ABD için hayal kırıklığı zor bir durum. Bu hayal kırıklığı psikolojisinden ne zaman kurtulur, kendine nasıl gelir, kestirmek zor. 

Sözünü dinlemeyen Türkiye olunca hayal kırıklığı bir kat daha artıyor olmalı ABD’nin.  Karşımızda hiç pes etmeyen, tuttuğunu hep koparan, dünyaya daima emirler veren, emirleri kabul edilip pek ikiletilmeyen dünyanın kabadayısı ABD için Türkiye'nin bu yaptığı elbette hayal kırıklığıdır. Höt, otur oturduğun yerde dendiği zaman siz bilirsiniz sözünü çok duymuş bu ABD için böylesi söz dinlemezlik affedilir türden değil. Çünkü alışkın değil. Ama her şeyin bir ilki olacak ve yavaş yavaş alışacak.

Şimdi ABD'ye düşen bir empati yapmaktır. Bu tattığı hayal kırıklığının nicesini bugüne kadar kaç ülkeye, kaç defa tattırdı? Biraz da kendisi tatsın. Ben ne yaptım desin. Desin ama ABD bu... Ne empati yapar ne de kendisiyle yüzleşir. Çirkefleşir ancak.

Merak ettiğim ABD niçin hayal kırıklığına uğrar? ABD bize kendinize savunma sistemi alın diye para verdi de biz gidip Rusya'dan alarak paralarını çarçur mu ettik? Bize Patriot füzeleri verdi de biz almayız mı dedik? Anamız mı, babamız mı ki söz dinlesek? Sonra para bizim, ülke bizim. Aldığımız S-400'ün tasasına ABD niçin düşer? Niçin hayal kırıklığına uğrar? Bize yaptırım uygulayacakmış, F-35'i vermeyecekmiş. Çok da tın! Sen kim oluyorsun, sana bu yetkiyi kim verdi? Sahi sen kimsin, necisin, ne menem bir varlıksın ki paramızla aldığımız savunma sistemine olmaz diyorsun.  Bırak bu ayakları artık!

Karşında eski Türkiye'yi görmek istiyorsan eski çamlar bardak oldu. Karşında eski Türkiye yok artık. Eski teslimiyetçi yönetim tarzı da yok. Çıkar gözü pek, deli dolu biri. Senin çarkına çomak sokar. Sen de böyle otura kalırsın.

Biliyorum bu psikolojiden çıkman zor. İnşallah uğradığın son hayal kırıklığı olmaz, devamı yağmur gibi gelir. Peşi sıra sıkça hayal kırıklığına uğrar ve yakın bir zamanda hayal olur gidersin. Dünya sizi bundan sonra hayalet bir varlık olarak tanır.

ABD'nin hayal kırıklığını artıracak olan halen yüzde yetmişini yapabildiğimiz savunma sanayimizi yüzde yüze çıkarmaktır. Niye olmasın. Yeter ki azmedelim. Bu aşamadan sonra yapılacak olan ABD’nin yaptırımlarına karşı tedbirimizi almak ve bu tehlikeyi en az zararla savuşturmaktır.

S-400’ler ülkemize hayırlı olsun!

*19/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



16 Temmuz 2019 Salı

Koltuk İhtiyacımı Nasıl Gideriyorum?


Beni takip edenler bilir. İçimde bitmek tükenmez şekilde bir koltuk hırsı var. Olmayınca olmuyor. Var bende bir bahtsızlık. Pekiyi, bu koltuk hevesimi nasıl gideriyorum? Anlatayım efendim!

Ne zaman içimdeki koltuk hırsı depreşse bir koltuğa oturuyor, hevesimi gideriyorum. Mesela saçlarım büyüdüğünde berber koltuğuna oturuyor, tıraş olurken yakışmış mı diye aynaya bakmadan kendimi alamıyorum. Ara ara berberden kendimi kurtarıp sağa sola dönüyorum. Ne de olsa dönerli koltuk. Yine koltukta otururken berberden tüm olup biten gündemi dinliyorum. Burada rahatımı engelleyen tek durum, üzerimde berberin önlüğü olduğundan kollarımı oynatamıyorum. O kadar da olsun. Koltuğa oturdum ya...o yeter bana. Kalkarken koltukta gözüm de kalmıyor. Sürekli gitmiyorum ya. Saçlarım büyüyünce tekrar gelip oturacağım.

Başka derseniz, üç aydan üç aya Kızılay'a kan vermeye gidiyorum. Burada oturmanın da ötesinde uzanıyorum. Hatta yatıyorum. Hemşire rahatın nasıl, istersen koltuğu biraz daha yatırayım diyor. Ara ara bir rahatsızlık duyarsan haber ver de deniyor. İğneyi batırmanın dışında bir acı hissetmiyorum. Hissettiğim acı da bal arısının sokması gibi. Bu şekil kan verirken kanımı da temizlemiş oluyorum. Kurtardığım canların sayısı Kızılay’a göre üç kişi. Doğaya da bir fidan armağan etmiş oluyorum. Buranın ayrıca Doğal Kızılay Maden Suyu ve Çokoprens ikramı da var. Tam doyurmuyor ama açlığını gideriyor.

Gördüğünüz gibi koltuk sıkıntım yok. Koltuk içime damdıkça ihtiyacımı bu şekil gideriyorum. Burada tek dezavantajım koltukların sürekli olmaması. Bana göre bu da sorun değil. Tek ve sürekli koltuğum olsa ne zaman altımdan çekilecek diye gözümü koltuktan ayıramıyorum. Ki bu şekil koltuklarda 11 yıl oturdum. Bu tür koltuğun bana verdiği stresten başka bir şey olmadı.

Bana senin oturduğun berber ve Kızılay'ın koltuğuna herkes oturur. Buna koltuk denmez. Zira sürekli değil, diyebilirsiniz. Niye koltuk denmesin sonra… Koltuk değil mi sonunda. Haydi berber koltuğuna herkes oturur diyelim. Kızılay kan merkezinin koltuğuna kaç kişi oturur? Bunun için yürek ister. Ayrıca bugün sürekli koltuk mu kaldı? Merkez Bankası Müdürü de bir koltukta oturuyordu düne gelinceye kadar. Bugün ne oldu? Oturduğu koltuğun yerinde yeller esiyor. Kazanılmış hak, kazanılmış koltuk yok bugün. 

Size tavsiyem benim gibi koltuk heveslisi biri olup bu hevesiniz hep kursağınızda kaldı ise bu hevesinizi geçici koltuklarla gidermeniz. 





Suriyeliler Olayını Kaşımak ***

2011 yılından beri ülkelerinde çıkan iç savaş dolayısıyla 4 milyon Suriyeli, ülkemizde mülteci durumunda. Kimi kendi işyerini açtı, kimi nerede ne iş bulursa çalışıyor, kimi sınır boyunda devletin hazırladığı yerlerde kalıyor, kimi cami ve sokaklarda dileniyor. İçlerinde suça karışanlar olduğu gibi bizden biri olup uyum sağlayanlar da var. Çoğu Suriyeli çocuk okullarımızda okuyor, Türkçe konuşuyor. İçlerinde başarılı olanlar da var. Çoğu kirada, kalabalık bir şekilde içimizde yaşamaya devam ediyor. Camide, pazarda, yolda, çarşıda, hastanede onlar. Kimi insanımız Suriyelilerle evli. Bazı mahalleler Suriyeli mahallesi olarak anılır oldu. Hasılı 8 yıldır içimizde bizimle bir ve beraberler Suriyeliler.

Suriyelilere toplumun bakışına gelince,
*Kimimiz onları kardeş olarak görüyor. Onlar muhacir, biz ise ensarız diyor. Onların içinde bulunduğu durumu anlamaya çalışıyor, onlara acıyor. Elinden gelen yardımı göstermeye çalışıyor.
*Kimimiz ise onları ülkelerinde savaşmayıp ülkemize kaçıp gelen savaş kaçkını olarak görüyor. Ülkelerine hayır etmeyen bu kişiler bize hiç hayır etmez diyor. Hepsi dolup geldi. Ülkelerine dönüp gitmeli diyor.

Gördüğünüz gibi Suriyelilere bakış açımız bu şekilde. Bu konuda ikiye bölünmemiz yetmediği gibi nice zamandır sosyal medyada Suriyelileri istemiyoruz paylaşımları yapılıyor. Herkes istediğini paylaşabilir ama paylaşımımız ülkeye hizmet etmeli diye düşünüyorum. Bu olayı bu şekilde kaşımayı tehlikeli görüyorum. Bu ülkede yeterince mayın tarlası var zaten. Bir de bu olayı kaşımak ülkeye yarar getirmez. Böyle giderse bu ülkede Türk ve Suriyeli çatışması çıkma ihtimali yüksektir.

Bildiğim kadarıyla Suriyelilerin ülkemizde mülteci durumunda olması bir devlet politikası. Bizim ülkemiz, Avrupa'ya gitmek isteyen Suriyelilerin zorunlu misafir edildiği bir tampon ülke görevi görüyor. Bugün kapılar açılıverse soluğu AB ülkelerinde alacak çok Suriyeli var içimizde. Hatta ölümü göze alarak botlarla Yunanistan üzerinden AB ülkelerine kaçak yollarla gitmek isteyenlerin sayısı da az değil. Zaman zaman boğulup ölenler de oluyor. Yani biz sınırı açıversek soluğu dışarıda alacak çok Suriyeli var. Yine ülkelerinde savaş bitse ülkelerine geri dönecekler olduğu bile içimizden gitmeyecekler de var.

Anlatmak istediğim Suriyelilerin kalmasını veya gitmesini istemek bizim elimizde değil. İsteyerek veya istemeyerek içimizde yaşayan Suriyeli mültecilere yardım ediyorsak bu yaptığımız bir başa kakmadır. Yok yardım etmiyorsak bu kadar yaygara niye? Eğer bunların içinde bizi rahatsız edenler ve suç işleyenler var ise yapacağımız güvenlik kuvvetlerini haberdar etmektir. Şundan emin olalım ki içimizde dilenen Suriyeli mültecilerden, çoğu Suriyeli mülteciler de rahatsız. Hatta geçen gün dilenen bir Suriyeliyi uyaran yine bir Suriyeli idi.

Hasılı biz Suriyelilerden, Suriyeliler mevcut hallerinden memnun değil. İki memnuniyetsizden bir memnuniyet çıkmıyor. Bağırıp çağırmakla da Suriyeliler bugünden yarına gidecek değiller. Onları yardım edilmeye layık görmüyorsak yardım etmeyelim. Onları vatan haini, vatan kaçkını gibi ayıplamayalım. Bugün onların başına gelen yarın bizim ülkemizin başına gelmeyecek değildir. Çünkü ayıpladığımız sünnetullah gereği maazallah başımıza gelebilir.

Son söz, Suriyeliler meselesini kaşımayalım. Bu konuda algı üstüne algı oluşturmayalım. Olur olmaz asparagas haberlerle toplumun tansiyonunu yükseltmeyelim. Çünkü bu gerilimin kimseye faydası olmaz.  

***20/07/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Demokrasi ve Milli Birlik Günü Heba Olmamalı

Bizim kadar birbirine düşman bu kadar insan nasıl aynı bayrak altında yaşıyoruz, anlamış değilim. Birimizin ak dediğine diğerimiz kara diyor. Bu görüntümüzle aynı kazana atsak kaynamayız.

Ne derdimiz ortak ne de düşmanımız, ne bayramlarımız ortak ne de önemli günlerimiz. Bizi biz yapan değerlerimiz konusunda bile ayrışmış durumdayız. Kimimiz milli bayramları öne çıkarırken kimimiz dini bayramları. Darbeler konusunda bile bir birlikteliğimiz yok. Konuşurken amasız, fakatsız konuşmuyoruz. 3.yılını ihya ettiğimiz "Demokrasi ve Milli Birlik Günü" de bunlardan biridir. Darbenin sonrasında sahiplenilen Yenikapı ruhu bugün bir kesimin günü haline dönüşmüş durumda. Çünkü bize göre darbenin iyi veya kötü olması, darbenin kime yapıldığıyla ilgili. Eğer darbe rakipten öte düşman gibi gördüğümüze yapılmışsa bu darbe başarıya ulaşmasa da iyidir. İstediğimiz darbe başarıya ulaşmayınca bu sefer darbeyi sulandırma yoluna gideriz. Tiyatro veya kontrollü darbe deriz. Madem bu darbe kontrollü bir darbe ise o zaman darbenin sonrasında darbeye ve darbecilere karşı hayır denilen mitingde ne işimiz vardı? Öyle ya! İnanmadığımız darbenin telin mitinginde olmamalıydık.

Darbeyi tiyatro olarak görenlere düşen, eğer bu görüşlerinde samimiler ise bu iddialarını ispatlama yoluna gitmeleridir. Yok ispat etmeyip bu işi sadece sulandırma ve kafalarda müphemler oluşturmak niyetiyle yapıyorlarsa yapmasınlar. Çünkü bu yaptıkları 251 şehide ve binlerce yaralımıza saygısızlıktır.

Hükümete de düşen, başta darbeye tiyatro diyenler olmak üzere ülke içinde darbeye inanmayanları ikna etmektir. Ardından FETÖ kaçaklarına kucak açan, onları koruyan devletlere karşı iyi bir diplomasi yürütmektir. Yok böyle yapılmaz sadece darbeye tiyatro diyenleri eleştirmekle kalırsa bunun bu ülkeye faydası olmaz. Gittikçe yalnızlaşır. Çünkü bu ülkede gerçeklerden ziyade algılar üzerine siyaset yapılmaktadır. Kendini anlatabildiğin ve muhataplarını ikna edebildiğin oranda başarılısın.

Kaçan darbeciler bu ülkeye getirilip yargılanmadıkça, örgütün dış bağlantısını kesmedikçe, darbenin bir numaralı sanıkları elini kolunu sallayarak gezdikçe ve darbeyle ilgili kapalı yerler kamuoyuyla paylaşılmadıkça 15 Temmuz darbesi tartışılmaya devam edecektir. Şayet böyle giderse sadece Cumhurbaşkanının iştirak ettiği "Demokrasi ve Milli Birlik Günü" Erdoğan'ın gücü ve iktidarıyla sınırlı kalır. Erdoğan'dan sonra bugün anılmaz. Eğer böyle olmasın, bu Milli Birlik Günü ilanihaye devam etsin, 27 Mayıs gibi olmasın isteniyorsa hükümet, diğer siyasi partileri bu konuda yanına çekmelidir. Darbede bazı siyasi partilerin duruşunu eleştirmemelidir. Dün dünde kaldı deyip bugüne bakmalıdır. Hükümet bugünün sadece kendisine değil tüm topluma mal olduğunu göstermelidir.

3.Yılında 15 Temmuz ***

3.yılını bir dizi etkinliklerle andığımız/kutladığımız 15 Temmuz gecesinde halkımız tıpkı üç yıl öncesinde olduğu gibi meydanları doldurdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan Atatürk Havalimanında toplanmış halka bir konuşma yaptı. Ardından 15 Temmuz Köprüsünde birikmiş topluluğa seslendi. Yapılan konuşmalar canlı yayınla tüm televizyonlardan verilerek gecenin mesajını Türkiye'nin tüm meydanlarındaki insanlar ve evlerinde oturanlar da ekrandan izlemiş oldular.

Ekran başında Sayın Erdoğan'ı dinlerken hitap ettiği kitlenin kalabalık olması göğsümü kabarttı. Çünkü üç yıl öncesinde olduğu gibi devlet ve millet meydanlarda bütünleşmiş. Aynı duygular içerisinde bir araya gelmiş ve dünyaya biz bir ve beraberiz mesajı verilmiştir. Diğer taraftan üzüldüm. Devletin başı meydanlardaydı, halk da hakeza. Fakat yönetime talip irili, ufaklı siyasi parti liderlerini göremedim ve "Erdoğan yine yalnız. Adamın kaderi yalnızlık galiba" dedim. Gerçekten  parti liderlerimiz nerede? Bu günün adı "Demokrasi ve Milli Birlik Günü" olduğuna göre tüm dünyaya "Aramızda farklılıklar olsa da, birbirimize rakip olsak da konu memleket ise gerisi teferruattır" deyip meydanlarda yer almalıydı siyasi partilerimiz. Darbe teşebbüsünde Erdoğan hedef ise de bu menfur darbe bu ülkeye yapılmıştır. Vatanı koruma uğruna 251 şehit ve binlerce yaralı verdiğimiz bu gecenin yıl dönümünde siyasi parti genel başkanları bu günde meydanlara çıkmayacaklar da ne zaman çıkacaklar? Dertleri "Siz ölün, bedel ödeyin, bu ülkeyi başkasına teslim etmeyin. Biz seçim zamanlarında meydanlara çıkar, sizden oy ister, verdiğiniz oylarla ülkeyi yönetiriz" diye düşünüyorlarsa çok beklerler. Külfette yer almayanlar nimetlerden faydalanamazlar. 

İkinci Kurtuluş Savaşımız olan 15 Temmuz devletiyle, milletiyle herkesindir. Tek partiye, tek kişiye ait değildir. Gün tüm küskünlük ve dargınlıkları bir tarafa bırakarak birlik ve beraberlik günüdür. Tıpkı 7 Ağustos 2016 tarihinde yapılan Yenikapı mitinginde nasıl siyasi parti liderlerinin ekseriyeti yer almış ve buna "Yenikapı Ruhu" denmiş ise bugün de aynı duyarlılığı göstermeleri gerekiyordu. Maalesef bunu göremedim.

Burada gördüğümü yazıyorum. Olayın perde gerisini bilmediğim gibi programa katılmayan siyasi liderlerin katılmama nedenlerini de bilmiyorum. Acaba davet gitmemiş olabilir mi? Şayet davet edilmedilerse yanlış yapılmıştır. Diyelim ki davet edilmediler. Bugün sadece halk ile Cumhurbaşkanının günü değil ki... Pekala biz de katılacağız diyebilirlerdi. Haydi yeni seçimden çıkıldı, seçim atmosferinde kırgınlıklara varan sözler söylendi. Bundan dolayı bir arada görünmek istemediler. Bir başka meydanda kendilerini gösterip mikrofondan günün anlam ve önemiyle ilgili birkaç cümle söyleyebilirlerdi. 

Ben de çok şey bekliyorum galiba… Çünkü siyasi partilerden bir kısmı bu hain kalkışmayı hala "Kontrollü darbe" olarak görmeye devam ediyor ise elbette katılmalarının bir anlamı yoktur. 

***18/07/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

15 Temmuz 2019 Pazartesi

Bu Ülke Ne Zaman Normalleşir? *

*Siyaset ülkeyi germe işini bırakır, halkı kutuplaştırmaz ise,
*Bu ülkenin düşmanları ortak olur ve bu düşmanlarla mücadelede birlikte hareket edilir ise,
*Hangi siyasi parti iktidara gelirse gelsin tüm taşları yerinden oynatmaz, yerleşik düzen devam eder, iktidar bir kesimi ihya etmez, diğer kesimi mağdur etmez, görevini bihakkın yerine getiren kimsenin ekmeği ile oynamaz ise,
*Kamuya eleman alımında ve üst yönetici dışında tüm atamalar için ehliyet ve liyakat esasına göre olur ise,
*Tüm kamu kurum ve kuruluşlarda ölçülebilir kriterlere dayalı rutin ve ani denetlemeler olur, görevini savsaklayan kızağa alınır ise,
*Her türlü ihale ve alımlar şeffaf ve İhale Kanununa göre uygun teklif verenlere verilir, bu konuda hiç şüpheye mahal bırakılmaz ise,
*Ülkenin çözüm bekleyen sorunları siyasiler tarafından tespit edilir, birlikte bir öncelik sırası belirlenir, seçimlerde verilecek vaatlerde bu sorunların ne şekilde çözüleceği açıklanır, seçimlerde seçim ekonomisi uygulanmaz ise,
*Seçimler bir yıla yayılmaz, iki üç ay içerisinde yapılır ve seçimler normal hayatı olağanüstü etkilemez ise,
*Seçimlere katılım oranı düşer ise,
*Ülkede istifa mekanizması her kademede yaygınlaşır ise,
*Ülkede eleştiri kültürü gelişir ve bu eleştiriler yetkili ve sorumlu kişiler tarafından sıcak karşılanır ve gereği yapılır ise,
*Her türlü tehlikeyle mücadele etmek için istişareye önem vererek soğukkanlı bir şekilde hareket edilir ise,
*Ülkede Ar-Ge'ye önem verilir ise,
*Beyin göçünün önüne geçilir ise,
*Hayatın her alanında tasarruf tedbirleri uygulanır ise,
*Kendi kendimize yetecek, fazlasını ihraç edecek üretime dayalı bir ekonominin temelleri atılır ise,
*Suç ve terör örgütleri ortaya çıkmadan, neşvünema bulmadan yakasına yapışacak bir mücadele yolu izlenir ise,
*Herhangi bir konuda toptancı yaklaşılmaz ise,
*Hesap sorabilirlik ve hesap verebilirlik her kademede yerleşir ise,
*Siyaset, ekonomi vb alanlarda birbirleriyle rekabet edebileceği alternatifler olur, tekelciliğin ve mecburiyetin önüne geçilir ise,
*Siyaset yapanların yapacağı siyasetin azami sınırı belirlenir, süresini dolduran köşesine çekilir ise,
*Siyaset yapacaklar rakiplerini kötülemekten ziyade kendi yapacaklarını ve sorunları çözme yollarını ortaya koyar ise,
*Partilerde liderden ziyade ekip ön plana çıkarılır ise,
*Partisine hesap soran liderden ziyade liderine hesap soran parti yetkili organları olur ise,
*Partilerde ve devlet yönetiminde bir yönetim kültürü oluşur ise,
*Ülke yönetimi her türlü hamaset ve duygusallıktan arındırılır, olaylara soğukkanlılıkla yaklaşılır ise,
*Az konuşulup çok iş yapılır ise,
*Algılar üzerinden siyaset yapma terk edilir ise,
*Siyasi partiler birbirlerini düşman olarak ilan etmeyip rakip olarak görür, rekabetleri bir fazilet yarışına dönüşür ise,
*Her alanda iletişim kapısı açık tutulur ise,
*Okuyan ve büyümekte olan çocuklarımızda ve bizde gelecek kaygısı olmaz ise...

Bu ülke normalleşmekle kalmaz, gelişir de.

* 29/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.