16 Temmuz 2019 Salı

Koltuk İhtiyacımı Nasıl Gideriyorum?


Beni takip edenler bilir. İçimde bitmek tükenmez şekilde bir koltuk hırsı var. Olmayınca olmuyor. Var bende bir bahtsızlık. Pekiyi, bu koltuk hevesimi nasıl gideriyorum? Anlatayım efendim!

Ne zaman içimdeki koltuk hırsı depreşse bir koltuğa oturuyor, hevesimi gideriyorum. Mesela saçlarım büyüdüğünde berber koltuğuna oturuyor, tıraş olurken yakışmış mı diye aynaya bakmadan kendimi alamıyorum. Ara ara berberden kendimi kurtarıp sağa sola dönüyorum. Ne de olsa dönerli koltuk. Yine koltukta otururken berberden tüm olup biten gündemi dinliyorum. Burada rahatımı engelleyen tek durum, üzerimde berberin önlüğü olduğundan kollarımı oynatamıyorum. O kadar da olsun. Koltuğa oturdum ya...o yeter bana. Kalkarken koltukta gözüm de kalmıyor. Sürekli gitmiyorum ya. Saçlarım büyüyünce tekrar gelip oturacağım.

Başka derseniz, üç aydan üç aya Kızılay'a kan vermeye gidiyorum. Burada oturmanın da ötesinde uzanıyorum. Hatta yatıyorum. Hemşire rahatın nasıl, istersen koltuğu biraz daha yatırayım diyor. Ara ara bir rahatsızlık duyarsan haber ver de deniyor. İğneyi batırmanın dışında bir acı hissetmiyorum. Hissettiğim acı da bal arısının sokması gibi. Bu şekil kan verirken kanımı da temizlemiş oluyorum. Kurtardığım canların sayısı Kızılay’a göre üç kişi. Doğaya da bir fidan armağan etmiş oluyorum. Buranın ayrıca Doğal Kızılay Maden Suyu ve Çokoprens ikramı da var. Tam doyurmuyor ama açlığını gideriyor.

Gördüğünüz gibi koltuk sıkıntım yok. Koltuk içime damdıkça ihtiyacımı bu şekil gideriyorum. Burada tek dezavantajım koltukların sürekli olmaması. Bana göre bu da sorun değil. Tek ve sürekli koltuğum olsa ne zaman altımdan çekilecek diye gözümü koltuktan ayıramıyorum. Ki bu şekil koltuklarda 11 yıl oturdum. Bu tür koltuğun bana verdiği stresten başka bir şey olmadı.

Bana senin oturduğun berber ve Kızılay'ın koltuğuna herkes oturur. Buna koltuk denmez. Zira sürekli değil, diyebilirsiniz. Niye koltuk denmesin sonra… Koltuk değil mi sonunda. Haydi berber koltuğuna herkes oturur diyelim. Kızılay kan merkezinin koltuğuna kaç kişi oturur? Bunun için yürek ister. Ayrıca bugün sürekli koltuk mu kaldı? Merkez Bankası Müdürü de bir koltukta oturuyordu düne gelinceye kadar. Bugün ne oldu? Oturduğu koltuğun yerinde yeller esiyor. Kazanılmış hak, kazanılmış koltuk yok bugün. 

Size tavsiyem benim gibi koltuk heveslisi biri olup bu hevesiniz hep kursağınızda kaldı ise bu hevesinizi geçici koltuklarla gidermeniz. 





Suriyeliler Olayını Kaşımak ***

2011 yılından beri ülkelerinde çıkan iç savaş dolayısıyla 4 milyon Suriyeli, ülkemizde mülteci durumunda. Kimi kendi işyerini açtı, kimi nerede ne iş bulursa çalışıyor, kimi sınır boyunda devletin hazırladığı yerlerde kalıyor, kimi cami ve sokaklarda dileniyor. İçlerinde suça karışanlar olduğu gibi bizden biri olup uyum sağlayanlar da var. Çoğu Suriyeli çocuk okullarımızda okuyor, Türkçe konuşuyor. İçlerinde başarılı olanlar da var. Çoğu kirada, kalabalık bir şekilde içimizde yaşamaya devam ediyor. Camide, pazarda, yolda, çarşıda, hastanede onlar. Kimi insanımız Suriyelilerle evli. Bazı mahalleler Suriyeli mahallesi olarak anılır oldu. Hasılı 8 yıldır içimizde bizimle bir ve beraberler Suriyeliler.

Suriyelilere toplumun bakışına gelince,
*Kimimiz onları kardeş olarak görüyor. Onlar muhacir, biz ise ensarız diyor. Onların içinde bulunduğu durumu anlamaya çalışıyor, onlara acıyor. Elinden gelen yardımı göstermeye çalışıyor.
*Kimimiz ise onları ülkelerinde savaşmayıp ülkemize kaçıp gelen savaş kaçkını olarak görüyor. Ülkelerine hayır etmeyen bu kişiler bize hiç hayır etmez diyor. Hepsi dolup geldi. Ülkelerine dönüp gitmeli diyor.

Gördüğünüz gibi Suriyelilere bakış açımız bu şekilde. Bu konuda ikiye bölünmemiz yetmediği gibi nice zamandır sosyal medyada Suriyelileri istemiyoruz paylaşımları yapılıyor. Herkes istediğini paylaşabilir ama paylaşımımız ülkeye hizmet etmeli diye düşünüyorum. Bu olayı bu şekilde kaşımayı tehlikeli görüyorum. Bu ülkede yeterince mayın tarlası var zaten. Bir de bu olayı kaşımak ülkeye yarar getirmez. Böyle giderse bu ülkede Türk ve Suriyeli çatışması çıkma ihtimali yüksektir.

Bildiğim kadarıyla Suriyelilerin ülkemizde mülteci durumunda olması bir devlet politikası. Bizim ülkemiz, Avrupa'ya gitmek isteyen Suriyelilerin zorunlu misafir edildiği bir tampon ülke görevi görüyor. Bugün kapılar açılıverse soluğu AB ülkelerinde alacak çok Suriyeli var içimizde. Hatta ölümü göze alarak botlarla Yunanistan üzerinden AB ülkelerine kaçak yollarla gitmek isteyenlerin sayısı da az değil. Zaman zaman boğulup ölenler de oluyor. Yani biz sınırı açıversek soluğu dışarıda alacak çok Suriyeli var. Yine ülkelerinde savaş bitse ülkelerine geri dönecekler olduğu bile içimizden gitmeyecekler de var.

Anlatmak istediğim Suriyelilerin kalmasını veya gitmesini istemek bizim elimizde değil. İsteyerek veya istemeyerek içimizde yaşayan Suriyeli mültecilere yardım ediyorsak bu yaptığımız bir başa kakmadır. Yok yardım etmiyorsak bu kadar yaygara niye? Eğer bunların içinde bizi rahatsız edenler ve suç işleyenler var ise yapacağımız güvenlik kuvvetlerini haberdar etmektir. Şundan emin olalım ki içimizde dilenen Suriyeli mültecilerden, çoğu Suriyeli mülteciler de rahatsız. Hatta geçen gün dilenen bir Suriyeliyi uyaran yine bir Suriyeli idi.

Hasılı biz Suriyelilerden, Suriyeliler mevcut hallerinden memnun değil. İki memnuniyetsizden bir memnuniyet çıkmıyor. Bağırıp çağırmakla da Suriyeliler bugünden yarına gidecek değiller. Onları yardım edilmeye layık görmüyorsak yardım etmeyelim. Onları vatan haini, vatan kaçkını gibi ayıplamayalım. Bugün onların başına gelen yarın bizim ülkemizin başına gelmeyecek değildir. Çünkü ayıpladığımız sünnetullah gereği maazallah başımıza gelebilir.

Son söz, Suriyeliler meselesini kaşımayalım. Bu konuda algı üstüne algı oluşturmayalım. Olur olmaz asparagas haberlerle toplumun tansiyonunu yükseltmeyelim. Çünkü bu gerilimin kimseye faydası olmaz.  

***20/07/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Demokrasi ve Milli Birlik Günü Heba Olmamalı

Bizim kadar birbirine düşman bu kadar insan nasıl aynı bayrak altında yaşıyoruz, anlamış değilim. Birimizin ak dediğine diğerimiz kara diyor. Bu görüntümüzle aynı kazana atsak kaynamayız.

Ne derdimiz ortak ne de düşmanımız, ne bayramlarımız ortak ne de önemli günlerimiz. Bizi biz yapan değerlerimiz konusunda bile ayrışmış durumdayız. Kimimiz milli bayramları öne çıkarırken kimimiz dini bayramları. Darbeler konusunda bile bir birlikteliğimiz yok. Konuşurken amasız, fakatsız konuşmuyoruz. 3.yılını ihya ettiğimiz "Demokrasi ve Milli Birlik Günü" de bunlardan biridir. Darbenin sonrasında sahiplenilen Yenikapı ruhu bugün bir kesimin günü haline dönüşmüş durumda. Çünkü bize göre darbenin iyi veya kötü olması, darbenin kime yapıldığıyla ilgili. Eğer darbe rakipten öte düşman gibi gördüğümüze yapılmışsa bu darbe başarıya ulaşmasa da iyidir. İstediğimiz darbe başarıya ulaşmayınca bu sefer darbeyi sulandırma yoluna gideriz. Tiyatro veya kontrollü darbe deriz. Madem bu darbe kontrollü bir darbe ise o zaman darbenin sonrasında darbeye ve darbecilere karşı hayır denilen mitingde ne işimiz vardı? Öyle ya! İnanmadığımız darbenin telin mitinginde olmamalıydık.

Darbeyi tiyatro olarak görenlere düşen, eğer bu görüşlerinde samimiler ise bu iddialarını ispatlama yoluna gitmeleridir. Yok ispat etmeyip bu işi sadece sulandırma ve kafalarda müphemler oluşturmak niyetiyle yapıyorlarsa yapmasınlar. Çünkü bu yaptıkları 251 şehide ve binlerce yaralımıza saygısızlıktır.

Hükümete de düşen, başta darbeye tiyatro diyenler olmak üzere ülke içinde darbeye inanmayanları ikna etmektir. Ardından FETÖ kaçaklarına kucak açan, onları koruyan devletlere karşı iyi bir diplomasi yürütmektir. Yok böyle yapılmaz sadece darbeye tiyatro diyenleri eleştirmekle kalırsa bunun bu ülkeye faydası olmaz. Gittikçe yalnızlaşır. Çünkü bu ülkede gerçeklerden ziyade algılar üzerine siyaset yapılmaktadır. Kendini anlatabildiğin ve muhataplarını ikna edebildiğin oranda başarılısın.

Kaçan darbeciler bu ülkeye getirilip yargılanmadıkça, örgütün dış bağlantısını kesmedikçe, darbenin bir numaralı sanıkları elini kolunu sallayarak gezdikçe ve darbeyle ilgili kapalı yerler kamuoyuyla paylaşılmadıkça 15 Temmuz darbesi tartışılmaya devam edecektir. Şayet böyle giderse sadece Cumhurbaşkanının iştirak ettiği "Demokrasi ve Milli Birlik Günü" Erdoğan'ın gücü ve iktidarıyla sınırlı kalır. Erdoğan'dan sonra bugün anılmaz. Eğer böyle olmasın, bu Milli Birlik Günü ilanihaye devam etsin, 27 Mayıs gibi olmasın isteniyorsa hükümet, diğer siyasi partileri bu konuda yanına çekmelidir. Darbede bazı siyasi partilerin duruşunu eleştirmemelidir. Dün dünde kaldı deyip bugüne bakmalıdır. Hükümet bugünün sadece kendisine değil tüm topluma mal olduğunu göstermelidir.

3.Yılında 15 Temmuz ***

3.yılını bir dizi etkinliklerle andığımız/kutladığımız 15 Temmuz gecesinde halkımız tıpkı üç yıl öncesinde olduğu gibi meydanları doldurdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan Atatürk Havalimanında toplanmış halka bir konuşma yaptı. Ardından 15 Temmuz Köprüsünde birikmiş topluluğa seslendi. Yapılan konuşmalar canlı yayınla tüm televizyonlardan verilerek gecenin mesajını Türkiye'nin tüm meydanlarındaki insanlar ve evlerinde oturanlar da ekrandan izlemiş oldular.

Ekran başında Sayın Erdoğan'ı dinlerken hitap ettiği kitlenin kalabalık olması göğsümü kabarttı. Çünkü üç yıl öncesinde olduğu gibi devlet ve millet meydanlarda bütünleşmiş. Aynı duygular içerisinde bir araya gelmiş ve dünyaya biz bir ve beraberiz mesajı verilmiştir. Diğer taraftan üzüldüm. Devletin başı meydanlardaydı, halk da hakeza. Fakat yönetime talip irili, ufaklı siyasi parti liderlerini göremedim ve "Erdoğan yine yalnız. Adamın kaderi yalnızlık galiba" dedim. Gerçekten  parti liderlerimiz nerede? Bu günün adı "Demokrasi ve Milli Birlik Günü" olduğuna göre tüm dünyaya "Aramızda farklılıklar olsa da, birbirimize rakip olsak da konu memleket ise gerisi teferruattır" deyip meydanlarda yer almalıydı siyasi partilerimiz. Darbe teşebbüsünde Erdoğan hedef ise de bu menfur darbe bu ülkeye yapılmıştır. Vatanı koruma uğruna 251 şehit ve binlerce yaralı verdiğimiz bu gecenin yıl dönümünde siyasi parti genel başkanları bu günde meydanlara çıkmayacaklar da ne zaman çıkacaklar? Dertleri "Siz ölün, bedel ödeyin, bu ülkeyi başkasına teslim etmeyin. Biz seçim zamanlarında meydanlara çıkar, sizden oy ister, verdiğiniz oylarla ülkeyi yönetiriz" diye düşünüyorlarsa çok beklerler. Külfette yer almayanlar nimetlerden faydalanamazlar. 

İkinci Kurtuluş Savaşımız olan 15 Temmuz devletiyle, milletiyle herkesindir. Tek partiye, tek kişiye ait değildir. Gün tüm küskünlük ve dargınlıkları bir tarafa bırakarak birlik ve beraberlik günüdür. Tıpkı 7 Ağustos 2016 tarihinde yapılan Yenikapı mitinginde nasıl siyasi parti liderlerinin ekseriyeti yer almış ve buna "Yenikapı Ruhu" denmiş ise bugün de aynı duyarlılığı göstermeleri gerekiyordu. Maalesef bunu göremedim.

Burada gördüğümü yazıyorum. Olayın perde gerisini bilmediğim gibi programa katılmayan siyasi liderlerin katılmama nedenlerini de bilmiyorum. Acaba davet gitmemiş olabilir mi? Şayet davet edilmedilerse yanlış yapılmıştır. Diyelim ki davet edilmediler. Bugün sadece halk ile Cumhurbaşkanının günü değil ki... Pekala biz de katılacağız diyebilirlerdi. Haydi yeni seçimden çıkıldı, seçim atmosferinde kırgınlıklara varan sözler söylendi. Bundan dolayı bir arada görünmek istemediler. Bir başka meydanda kendilerini gösterip mikrofondan günün anlam ve önemiyle ilgili birkaç cümle söyleyebilirlerdi. 

Ben de çok şey bekliyorum galiba… Çünkü siyasi partilerden bir kısmı bu hain kalkışmayı hala "Kontrollü darbe" olarak görmeye devam ediyor ise elbette katılmalarının bir anlamı yoktur. 

***18/07/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

15 Temmuz 2019 Pazartesi

Bu Ülke Ne Zaman Normalleşir? *

*Siyaset ülkeyi germe işini bırakır, halkı kutuplaştırmaz ise,
*Bu ülkenin düşmanları ortak olur ve bu düşmanlarla mücadelede birlikte hareket edilir ise,
*Hangi siyasi parti iktidara gelirse gelsin tüm taşları yerinden oynatmaz, yerleşik düzen devam eder, iktidar bir kesimi ihya etmez, diğer kesimi mağdur etmez, görevini bihakkın yerine getiren kimsenin ekmeği ile oynamaz ise,
*Kamuya eleman alımında ve üst yönetici dışında tüm atamalar için ehliyet ve liyakat esasına göre olur ise,
*Tüm kamu kurum ve kuruluşlarda ölçülebilir kriterlere dayalı rutin ve ani denetlemeler olur, görevini savsaklayan kızağa alınır ise,
*Her türlü ihale ve alımlar şeffaf ve İhale Kanununa göre uygun teklif verenlere verilir, bu konuda hiç şüpheye mahal bırakılmaz ise,
*Ülkenin çözüm bekleyen sorunları siyasiler tarafından tespit edilir, birlikte bir öncelik sırası belirlenir, seçimlerde verilecek vaatlerde bu sorunların ne şekilde çözüleceği açıklanır, seçimlerde seçim ekonomisi uygulanmaz ise,
*Seçimler bir yıla yayılmaz, iki üç ay içerisinde yapılır ve seçimler normal hayatı olağanüstü etkilemez ise,
*Seçimlere katılım oranı düşer ise,
*Ülkede istifa mekanizması her kademede yaygınlaşır ise,
*Ülkede eleştiri kültürü gelişir ve bu eleştiriler yetkili ve sorumlu kişiler tarafından sıcak karşılanır ve gereği yapılır ise,
*Her türlü tehlikeyle mücadele etmek için istişareye önem vererek soğukkanlı bir şekilde hareket edilir ise,
*Ülkede Ar-Ge'ye önem verilir ise,
*Beyin göçünün önüne geçilir ise,
*Hayatın her alanında tasarruf tedbirleri uygulanır ise,
*Kendi kendimize yetecek, fazlasını ihraç edecek üretime dayalı bir ekonominin temelleri atılır ise,
*Suç ve terör örgütleri ortaya çıkmadan, neşvünema bulmadan yakasına yapışacak bir mücadele yolu izlenir ise,
*Herhangi bir konuda toptancı yaklaşılmaz ise,
*Hesap sorabilirlik ve hesap verebilirlik her kademede yerleşir ise,
*Siyaset, ekonomi vb alanlarda birbirleriyle rekabet edebileceği alternatifler olur, tekelciliğin ve mecburiyetin önüne geçilir ise,
*Siyaset yapanların yapacağı siyasetin azami sınırı belirlenir, süresini dolduran köşesine çekilir ise,
*Siyaset yapacaklar rakiplerini kötülemekten ziyade kendi yapacaklarını ve sorunları çözme yollarını ortaya koyar ise,
*Partilerde liderden ziyade ekip ön plana çıkarılır ise,
*Partisine hesap soran liderden ziyade liderine hesap soran parti yetkili organları olur ise,
*Partilerde ve devlet yönetiminde bir yönetim kültürü oluşur ise,
*Ülke yönetimi her türlü hamaset ve duygusallıktan arındırılır, olaylara soğukkanlılıkla yaklaşılır ise,
*Az konuşulup çok iş yapılır ise,
*Algılar üzerinden siyaset yapma terk edilir ise,
*Siyasi partiler birbirlerini düşman olarak ilan etmeyip rakip olarak görür, rekabetleri bir fazilet yarışına dönüşür ise,
*Her alanda iletişim kapısı açık tutulur ise,
*Okuyan ve büyümekte olan çocuklarımızda ve bizde gelecek kaygısı olmaz ise...

Bu ülke normalleşmekle kalmaz, gelişir de.

* 29/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





14 Temmuz 2019 Pazar

Bir İstanbul Beyefendisi*

Hiçbir okul hakkında bir ön yargım olmamasına rağmen Robert Koleji, Galatasaray Lisesi gibi okullara soğuk bakarım. Çünkü bu okullarda yetişenlerin çoğunun bizim kültürümüze yabancı olduğunu düşünüyorum. Buralardan mezun olanların içerisinde ürün hatası diyebileceğimiz kişiler çıkmıyor değil. Ama sayıları bir elin parmaklarını geçmez. Mesela 12.07.2019 tarihinde vefat eden merhum Mehmet Şevket Eygi bunlardan birisidir.

Mehmet Şevket Eygi, Galatasaray Lisesinden mezun olmasına rağmen bizden biri idi. Kültürümüze yabancı olmadığı gibi İslami birikimi olan, Müslümanları dert edinen ve Müslümanlara yol gösteren bir düşünce yapısına sahipti. Camiamızın bir insanı, çok yönlü olarak kendisini yetiştirmiş birikimli biriydi. Aydın, mücadeleci, yazar, mütefekkir olmasının yanında sanat ve estetiğe de önem veren ve bunlardan anlayan birisi idi. 

Zaman zaman Eygi ne yazmış diye uzun yıllar yazdığı Milli Gazete'nin internet sayfasına girer, yazılarını okurdum. Gözünü budaktan esirgemeyen bir kalemi vardı. Bir şey hoşuna gitmemişse zülfüyara dokunurdu. Dokundururken belden aşağı vurmaz, derdini beliğ bir şekilde ifade eden bir kelamı kibar erbabıydı. Çünkü nezaket ve zarafet abidesiydi aynı zamanda.

Ekranlarda çok görmediğim Eygi'yi geçmişte bir iki defa bir kanalda izleme imkanı bulmuştum. Söz verilmeden konuşmayan ve kimsenin sözünü kesmeyen bu kişi, konuşmaya başladığı zaman sözünü de uzatmazdı. "Efendim" ile başlayan konuşması yine efendim ile biterdi. Yeterince dolu dolu konuşur, boş konuşmazdı. Tane tane konuşur, kelimeleri yutmaz, harfleri düzgünce çıkarırdı. Ne zaman bir konuşmasını izlesem bir "İstanbul Beyefendisi" derdim onunla ilgili.

Giyimi, duruşu, görüntüsü, nezaketi ve hemen hemen her alandaki bilgi birikimi, kendisinde asil bir duruşun olduğu hissini verirdi bende. Sanat-kültür anlayışına ve estetik zevkine hayran kalırdım. Günümüz mimarisine işaret eder, cami ile minaresi arasında bir uyum ve ahengin olması gerektiğine değinirdi. Camilerin içindeki ses düzenlerinden pek haz almaz, onları gürültü yığını olarak görür, rahatsız etmeyecek şekilde ayarlanması gerektiğine işaret ederdi. Verdiği bu örneklerle sanat ve estetikte sınıfta kaldığımıza işaret etmek isterdi.

Zengin kitaplığını Cumhurbaşkanlığı Külliyesine bağışlayan Eygi, vefat etmeden önce yazdığı bir yazıda kedisini de unutmamış, dostlarından kedisine sahip çıkmalarını istemiştir:   "Vefatımda kedim sağ olursa, dostlarımdan biri ona sahip çıksın, evine götürsün, ölünceye kadar baksın. Öldüğünde cesedini beyaz bir beze sarıp temiz bir yere gömsün. Mütevazı bir hayvandır. Az yer, çok sevgi ister. Gördüğü sevginin on katını verir. Bakan, sevap kazanır. Bu iyiliği yapacak olana şimdiden dua ediyorum, teşekkür ediyorum" demiştir. Eygi'nin kedisiyle ilgili bu vasiyeti hayvanlara eziyet edenlerin kulaklarına küpe olsun. Değil yaşarken hayvana eziyet edilmesini, hayvanın ölünce de bir insan gibi kefenlenmesini istiyor bu vasiyetinde.

Savunduğu dini görüşlerinin bir kısmına katılmasam da samimiyetine ve içtenliğine gıpta ettiğim Mehmet Şevket Eygi, nevi şahsına münhasır yaşayan, örnek bir Müslüman idi. Dolu dolu yaşadı, dağarcığındakileri de yazılarıyla bizimle paylaştı: Müslümanların Müslüman’ca olmasını ve tavır takınmasını isterdi. Hasılı saymakla bitmez Eygi'nin duruşu. Beş vakit namaza verdiği önem, namazların özellikle sabah namazının cemaatle kılınmasını istemesi ayrıca takdire şayan yönlerindendir.

Her fani gibi darı bekaya uğurladığımız Mehmet Şevket Eygi'ye Allah'tan rahmet diliyorum. Mekanı cennet olsun inşallah!

*17/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

13 Temmuz 2019 Cumartesi

Sütre*

Sütre nedir bilirsiniz. Kırda ya da açık yerde namaz kılarken öne konulan küçük set. Burada amaç, namaz kılanın önünden kimse geçmesin. Yani geçişe yasak bölge burası. Çünkü namaz kılanın önünden geçilmez. Geçecek olan da sütrenin önünden geçer, secde mahallinden geçemez. Bu yüzden kırda, bayırda, herkesin gelip geçtiği yere sütre konması gerekir.

Camilerde ne yapacağız? İlmihal kitaplarında büyük camilerde namaz kılanın secde mahallinin ötesinden geçilebilir, küçük camilerde geçilmez deniyor. Burada caminin büyüklüğünü veya küçüklüğünü nasıl ayırt edeceğiz? Çünkü caminin büyüklüğü veya küçüklüğü görecelidir. Bir yerdeki büyük sayılan cami, diğer yerdeki camiye göre küçük sayılabilir.

İçinizden sütre ile işin ne, böyle bir sorun mu var diyebilirsiniz. Cemaatine göre bazı camilerde sütrenin olmaması sorun olabiliyor. Çünkü cemaatten bazıları farz namaz dışında özellikle cumalarda sünnet kılarken öyle bir yer seçiyor ki namazını kılıp çıkmak isteyen kişilerin çıkışını engelliyor. Muhterem sırtını tam duvara veriyor. Çıkmak isteyen ya onun selam vermesini bekleyecek ya da secdeye gidince oluşan boşluktan geçebilecek. Başka alternatif yok. Bu tip kişilerin amacı ne olabilir, çıkışı engelleyecek yerde namaza durmalarının sebebi hikmeti nedir? Çok anlamış değilim. Niyetlerini bilmiyorum ama izin verirseniz beyin jimnastiği yapacağım: (Daha doğrusu zanda bulunacağım. Allah beni affetsin)
1. "Bakın millet! Ben camiye geldim, namaz kılıyorum. Üstelik sizin gibi erkenden çıkmıyorum. Nasıl ki ben çıkmıyorsam siz de çıkmayacaksınız."
2."Namaz kılmak için seçtiğim bu yerde çıkmak için beni bekleyerek sabrın en güzel örneğini göstereceksiniz. Zira ben bu vesileyle size sabrı öğretiyorum."
3."Dışarıda beni görünce göstermediğiniz saygıyı önümden geçmeyerek beni beklemek suretiyle bana camide göstereceksiniz. Yok göstermeyiz diyorsanız buyurun önümden geçin. Günah kazanırsınız haberiniz olsun."
4."Sırtımı duvara vererek kendimi güvene alıyorum. Çünkü ben arkamda kimseye güvenmem."
5.Gelişigüzel durmuş olabilir.

Hangi amaçla olursa olsun camiden çıkışı engelleyen bu gibi durumlarda ne yapılmalı? Camide herkesin önüne sütre konamayacağına göre bu konuda çözüm ne olabilir? Bana göre bugün halıdaki desenler sütre vazifesi yapabilir. Çünkü bugün çoğu camilerdeki halılarda cemaatin saf tutacağı yer belli. Ayaklar nereye konacak, alın nereye değecek belli. Hatta çoğu halılarda seccade, mihrap deseni bile var. Halı desenini özellikle alnın secdeye değdiği yeri veya ayakların konduğu yeri sütre kabul edebilir. Camiden çıkışı engelleyecek şekilde arka tarafta namaz kılanın önünden geçilebilir. Benim ki fetva değil. Zira böyle bir şeye mezun değilim. Ama düşünmeye değer.

*25/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.