28 Haziran 2019 Cuma

Ak Akçe Kara Gün İçindir ***

İnternethaber sitesinde "Yedek Akçe nedir? Merkez Bankası bu parayı hazineye aktarıyor" başlıklı yazıyı okuyunca ilk aklıma gelen "Ak akçe kara gün içindir" atasözünü yazımın başlığı olarak seçtim. Bu vesileyle devletin Merkez Bankasının yıllık karından yüzde yirmisini kara günler için ayırdığını ve yedekte bekletildiğini öğrenmiş oldum.

Her birimizin imkanımızın olduğu günlerde dişimizden tırnağımızdan artırarak ne olur ne olmaz deyip bir kenara kaldırıp koyduğumuz üç beş kuruşumuz olur. Siz buna ister kefen parası deyin, ister sakla zamanı gelir zamanı deyin, ister yatırım amaçlı deyin. Halktaki bu kenara atma devlette de varmış. Devlet bu parayı yasada değişiklik yapmak suretiyle hazineye aktarmayı düşünüyormuş habere göre. Hükümet bunu yapar mı yapmaz mı, bu yasa değişikliğinin aslı astarı var mı, değişiklik teklifi gelirse Meclisten geçer mi bilmiyorum. Bekleyip göreceğiz. Bildiğim, haberin aslı var ise bunun anlamı kötü günlerin geldiği ve bundan dolayıdır ki kenara atılan paranın kullanılması gerektiğidir. Yine bu haberden anladığım, yaşadığımız ekonomik sıkıntının derin olduğunu gösteriyor. 

Niyetim felaket tellallığı yapmak falan değil. Sanal medyada herkesin okuduğu bu haberi yazı konusu edinmektir. Haberi olmayanlar için söyleyeyim. Yedek paranın tamamı hazineye aktarılmıyor. Önceki paralar hazineye aktarılırken Merkez Bankasının son yılının yüzde altılık kârı yine yedek para olarak bekletilmeye devam edecek. 

Devletin derdi hepimizin derdidir. Umarım hükümet bu parayı hazineye aktarınca ekonomimizde bir rahatlama söz konusu olur. İnşallah bu kötü günler geride kalır. Ekonomimizin yürütülebilir konusunda sunulacak acı reçeteyi -kendi adıma söyleyeyim- içmeye hazırım. Çünkü devlet hepimizin devleti. 

Hükümet yapacağı bu tasarruftan sonra başka neler yapabilir? Her şeyden önce ekonomide bir seferberlik ilan edilebilir. Ekonomistlerin görüşü alınabilir. Alınan kararlar yürürlüğe konabilir. İktidar ve muhalefetin ekonomistleri bir araya gelebilir. Belirlenen yol haritası tavizsiz uygulamaya konabilir. İmkanı olan zenginlerimiz devlete uzun vadeli borç verebilir. Çoğu kimsenin kötü günler için yastık altı yaptığı altın ve mücevherat ekonomiye kazandırılabilir. Devlet, kamu kurum ve kuruluşların harcamalarına sıkı bir denetim getirebilir. İsraf var ise önleyecek tedbirler alabilir. Tasarruf ve kemer sıkma dönemi başlatılabilir. Belediyelerin borçlanmasına azami gayret gösterilebilir. Nereye, niçin harcadın sorulabilir. İktidar ve muhalefet bir araya gelerek bir etik kural hazırlayarak metnin altını imzalayabilir. Bu metinde hiçbir parti oy alma uğruna seçmene vaatlerde bulunamaz, seçimlerden önce asla seçim ekonomisi uygulanamaz, bütçeye  ağır yük getirecek yatırımlar yapılamaz vs karar alınabilir. Daha önce seçim öncesi verilen haklar yeniden gözden geçirilebilir. Gerekirse oportünist bazı uygulamalar kaldırılabilir.

Hülasa orta yerde bir hasta varsa hep birlikte el verip bu haftayı iyileştirelim. Çünkü başka Türkiye yok. Hükümet bu ekonominin altında kalırsa ceremesini hep beraber çekeriz. Allah bu günlerimizi aratmasın.

***06/07/2019 günü Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

27 Haziran 2019 Perşembe

Partilerine En Büyük Zararı Veren Kesim

Yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin grup toplantısında belediye başkanlığını kazanan adayı tebrik ettikten sonra İstanbul seçim sonuçlarıyla ilgili konuşurken "Bizim siyaset anlayışımızda millete küsmek, milleti suçlamak asla ve asla yoktur...Milletimizin verdiği mesajları görmezden gelerek kulağımızın üstüne yatamayız" değerlendirmesini yaptı.

Sayın Erdoğan, kendi partisinden belediyeyi alan rakip partinin tebrik ederken bu adaya oy veren seçmene ne kızıyor ne küsüyor ne de nankörlükle suçluyor. 2002'den beri yapılan her hizmette pay sahibi biri olmasına rağmen kaybettiği bir seçim sonucuna "Sandıktan çıkan başımın tacı" diyor. Ki olması gereken de bu. Nasıl ki kazandığımız zaman sandıktan çıkanı kabul ediyorsak kaybettiğimiz zaman da sandıktan çıkanı kabul etmek zorundayız. Sayın Erdoğan böyle diyor ama sevenlerinin bir kısmı bu durumu nankörlük olarak değerlendiriyor. Değerlendirmekle kalmıyorlar. Durmadan sosyal medya aracılığıyla bu ithamlarını paylaşıyorlar.

Bence Erdoğan ve partisini savunuyorum veya savunacağım diye partilerine en büyük zararı bu kesim veriyor. İşin esas başındaki "Sandıktan çıkan başımın tacı" derken Erdoğan'ı desteklediğini sanan bu zevat kraldan daha fazla kralcılık yapıyor. Bu tiplere şimdilerde trol deniyor sanırım. Bir an düşünelim ki bu tipler partilerini ve liderlerini çok seviyorlar, desteklerini bu şekilde gösteriyorlar. Kusura bakmasınlar ama ben bunların bu yaptığını, efendisini çok seven ayıya benzetiyorum. Bilmeyenler için hikayeyi kısaca anlatayım: 

Efendisini çok seven bir ayı, onun etrafından hiç ayrılmaz. Onu esen rüzgardan bile kıskanmaktadır. Sevgisi  o kadar aşırı ki aşkı, gözünün önünü göremeyecek şekilde kör etmişti. Onun sevgisi efendisinin de hoşuna gidiyordu. Yine bir gün  efendisi, dinlenmek için ağacın altında istirahat etmeye çekilmişken onu rahatsız eden karasineği, ayı eliyle kovalar. Sinek bu. Kovaladıkça tekrar tekrar gelir. Sonunda sinek, gözü gibi koruduğu efendisinin alnına konar. Ayı, efendisini bir daha rahatsız etmesin diye eline koca bir kaya parçasını alır, sineği öldürmek için efendisinin alnındaki sineği hedefler ve taşı atar. Sonuç mu? Tam isabet, sinek ölür. Tabii efendisi de..."

Kıssadan hisse çıkartırsak burada kimse ayının niyetini ve gerçek sevgisini sorgulayamaz. Ayı samimi mi samimi… Fakat gel gör ki bu iyi niyeti, efendisine en büyük zararı vermiş ve onun ölümüne sebebiyet vermiştir. Günümüzde Erdoğan'a destek verdiğini, onu sevdiğini zanneden bu trollerin, bu fanatiklerin bu sevgi ve destekleri, ayının efendisine olan gözleri kör eden sevgisinden başkası değildir maalesef.

Anlatmaya çalıştığım bu durum sadece AK Parti ve Erdoğan için geçerli değildir. Diğer tüm siyasi partilerimiz de zaman zaman aynı durumla karşılaşmaktadır. Öyle zannediyorum her partinin kendi fanatikleriyle başı derttedir. Özellikle CHP'nin ağzı geçmişte çok yanmıştır. Onların da fanatikleri, kendilerine oy vermeyenleri "sıkma baş, bidon kafalı, cahil..." olarak görmüşlerdi. Rakipleri tarafından kullanılan bu durum CHP'yi hep zor durumda bırakmıştır. 

Kendisini AK Partili, CHP'li veya başka partiden gören kim varsa eğer partilerini çok seviyorlarsa bu yaptıkları paylaşımlar iş değildir. Sevdikleri partilerine oy vermeyen seçmen ne bidon kafalıdır ne nankör ne de başka bir şey. Demokrasiye inanıyor ve sandığın çözüm mercii olduğuna inanıyorsak ilk önce vatandaşın tercihine saygı duymayı öğrenmemiz lazım. Bence partilerini savunduğunu sanan bu zevat, kendi partilerine zarar veriyor. Bu tipler partilerini çok seviyorlarsa sandığa gidip oylarını versinler, başka da bir işe karışmasınlar. Çünkü bu tipler iş yapmaktan ziyade çiş yapıyorlar. Bu tipler bizim de partimize bir katkımız olsun diye paylaşım yapıyor ve yazıp çiziyorlarsa en iyisi hiç gölge etmemeleri…

26 Haziran 2019 Çarşamba

Milletimizin Feraset ve Basireti ***


Bizim kadar vatandaşın hakemliğine müracaat eden, erken seçim kararı alıp sandığa giden, siyasetle yatıp siyasetle kalkan ülke -öyle zannediyorum- yoktur.  Son iki yılda yaptığımız seçim sayısı bile bizim sandık konusunda şakamızın olmadığını gösterir.

Niçin çok seçime gidiyoruz? Vatandaş çok istediğinden midir? Hayır. Ne zaman ki ülke siyaseti tıkanır, siyasi kriz çıkar, vatandaşın hakemliğine başvurulur.

Vatandaş siyasi krizi çözebiliyor mu? Hem de en alasından. Seçmen sandıkta bazen daha fazla bölünerek siyasilerimize yeni bir denklem önerir. “Buyurun aranızda anlaşın, uzlaşın. Zira demokrasi bir uzlaşı kültürüdür” der. Siyasi partiler bu denklemi çözemeyince bu millet siyasi partilerin beceremediğini yapar, uzlaşmaya yanaşmayanları ya da millete kendi dediğini dayatanları cezalandırarak tıkanan siyasetin önünü açar. Bazıları bu millete cahil, balık kafalı, ne anlar siyasetten dese de ben bu milletin feraset, basiret ve öngörüsüne daima güvenmişimdir. Asla baskıya gelmez, aba altından sopa gösterilmesine tahammül etmez. Üstelik balık hafızalı falan değildir.  Doğru veya yanlış bir karar verir ama hep mağdurun, dışlananın yanında yer alır. Hoşumuza gitse de gitmese de mutlaka çözer. Bu işi yaparken de partilerini iyi gününde, kötü gününde destekleyen ve siyasi görüşünü değiştirmeyen seçmenlerle yapmaz. Yüzergezer dediğimiz kararsız seçmen ile yapar. Bu seçmen kitlesinin içine tepki oylarını ve her seçimde siyasi düşüncesini değiştiren seçmenleri de dahil edebiliriz. Bu tür seçmen ne tarafa el verirse ülke siyasetinin önü açılır. İyi ki böyle seçmenlerimiz var. Bu tür seçmen kitlesi olmasa biz her seçimde bir önceki oyumuzu oylarız. Üç aşağı, beş yukarı aynı sonuç çıkar ki bu da ülke siyasetinin önünü açmaz, sürekli siyasi bunalım içerisinde olurduk.

Ne demek istediğimi birkaç örnekle açmak istiyorum: 80 ihtilalından sonra yapılan genel seçimlerde vatandaş, Kenan Evren’in yönlendirmesine ve tehdidine boyun eğmemiş ANAP’ı iktidara taşımıştır. 94 ve 96 yıllarında ülkede söz sahibi olanların RP’sini dışladığı ve ötekileştirdiği bir atmosferde bu millet RP’sine önce belediyeleri, ardından koalisyonun büyük ortaklığını tevdi etmiştir. Okuduğu bir şiir yüzünden yoktan bir gerekçe ile belediye başkanlığından indirilip siyasi yasaklı kılınarak cezaevine gönderilen hareketin lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın haksız yere mağdur edilmesine bu millet, 2002’de AK Parti’ye tek başına iktidarı kurma görevi vermiş ve 90’lı yılların koalisyonlu dönemlerini sona erdirmiştir. 7 Haziran 2015 seçimlerinde vatandaş, AK Parti’ye hoşnutsuzluğunu göstermek amacıyla sarı kart göstermiş, en fazla oyu vermesine rağmen iktidarı tek başına kurma görevini elinden almış, hükümeti kurmak için yanına bir ortak bul veya diğer partiler hükümet olsunlar istemiştir. Mecliste grubu bulunan partiler, hükümeti kurmayı beceremeyip 5 ay sonra 1 Kasım’da yeniden vatandaşın hakemliğine gidildiğinde bu millet, yüzde 41’e düşürdüğü AK Parti’nin oyunu yüzde 49,5’a yükseltmiş ve yeniden tek başına iktidar olmasını sağlamıştır.

31 Mart belediye seçimlerine gelindiğinde bu millet, başka nedenlerle birlikte en belirleyici olarak ekonomideki daralmanın faturasını hükümete çıkararak bazı büyükşehirleri Ana Muhalefet Partisine vererek “Hükümet namzedimsin, çalış, kendini göster, becerebilirsen başımın tacısın” demiştir. Ben bu durumu, oynanmakta olan bir futbol maçının sonucunu değiştirebilecek bazı futbolculara teknik direktörün saha kenarında ısınma hareketleri yapma görevi vermesine benzetiyorum. İhtiyaç olduğunda ilk on bire alacaktır.

İptal edilen ve tekrarlanan İstanbul seçimlerine gelince bu millet, seçimin yenilenmesine sıcak bakmamış, tepkisini sandıkta göstererek mağdur edildiğine inandığı Ekrem İmamoğlu’na daha fazla oy vererek yeniden seçilmesinin önünü açmıştır. 

Verdiğim örneklerde görüleceği gibi bu millet, futbol takımı tutar gibi siyasi partilere oy vermiyor. Zira bu millet 80 öncesinin sabit fikirli ve oyunu değiştirmeyen vatandaşı değildir. Hiçbir partiye karşı da bir önyargısı yoktur. ANAP, SHP, DYP, RP, DSP, MHP, AK Parti olacak şekilde 90'lı yıllardan beri iktidar el değiştirmiştir. İşte ben bu iktidar değişimlerine bu milletin feraseti ve basireti diyorum. Kim bu halkı okur, derdi ile dertlenir ve sorunlarını çözebileceğine ikna eder ise bu halk, onu baş tacı yapar. Kendini okuyamayanı ya sıfırlar ya da yedek kulübesine gönderir, orada bekletir.

***29/06/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

23 Haziran 2019 Pazar

Yenilginin Daha Büyüğünü Tatmak ***

Girdiği her yarışta galip gelerek hep kazananlar için en zor gelen ilk mağlubiyeti tatmasıdır. Bu mağlubiyetin daha büyüğü ise mağlubiyetin üzerine ikinci bir mağlubiyeti almaktır. 

Hiç mağlup olmayanların aldıkları ilk yenilgide yapmaları gereken, ilk mağlubiyeti bir yol kazası olarak kabul etmeleri, yanlışlarıyla yüzleşmeleri ve yanlışlarını telafi etmiş bir şekilde sonraki yarışlara hazırlanmalarıydı. Ama böyle yapmayıp ilk yenilgiyi kabul etmemek ve itirazlarla yarışı tekrarlatmak, her halükarda bu yarışı kazanmalıyım diye yarışa asılmak ve yarışı kazanmak için ilke ve prensipleri bir tarafa bırakıp tasvip görmeyecek yollara tevessül etmek ve bunlardan medet ummak tabiatı zorlamak demektir. Böylesi bir durumda galibiyet gelirse ne ala! Hak yerini buldu, yol kazasıydı, telafi edildi denir. Galibiyet değil de net bir mağlubiyet alınırsa ortaya çıkan bu mağlubiyet, yenilgilerin en büyüğü olur. Bu durum mağlubiyeti iyice tescillerken rakibin gücünü de olduğundan daha fazla büyütmüş olur.

İş bittikten sonra akıl vermek gibi olmasın ama bence yapılması gereken;
*İlk yol kazasını kabullenmek ve hazmetmekti. Zira yarışa çıkan hep galibiyeti hedeflerken mağlubiyeti de hesaba katması gerekir. Çünkü yarışın doğasında yenmek kadar yenilgi de vardır. Yenilgi de dünyanın sonu değildir. Bir yenilir, daha sonra yenersin.
*Daha önce nasıl kazanıyordum? Şimdi niçin kaybettim, nerede hatalar yaptım diye kendisiyle yüzleşmekti.
*Ortaya koyduğu hata ve yanlışları gidermeye yoğunlaşmaktı. Somut adım atmadan sadece “Mesajı aldık” demek yeterli değildir.
*Rakibini bir başka yarışta yenmek için kendisini yenilemeliydi.
*Yarışa çıktığı aktörlerden yeterli gelmeyenleri geri plana çekerek oyunu lehine çevirebilecek ekiplere ve yeni yüzlere yer vermeliydi.
*Rakibe tepeden bakılmamalıydı, küçümsenmemeliydi ve acemi olarak görülmemeliydi. Çünkü rakibini küçümseyen hiç kimse bugüne kadar galip gelememiştir.
*Rakibine mağdur olduğu hissi verilmemeliydi.
*Rakiple eşit şartlarda yarışılmalıydı.
*Rakibin karşısına çıkarılan rakibin kendisine saygı duyulmalıydı. Adaylar kendi arasında rekabet edebilmeliydi.
*Rakibe karşı nezaket ve centilmenlik elden bırakılmamalıydı, belden aşağıya vurulmamalıydı.
*Yarışta soğukkanlılık ve sağlıklı düşünmek hiç elden bırakılmamalıydı. Çünkü sağlıklı düşünülmezse yapılan hatalar dağ gibi büyür.

Yapılması gerekenleri çoğaltabiliriz. Yazımızı şu ayetlerle nihayete erdirelim. Bu ayetler sünnetullah adı verilen Allah’ın kanunlarıdır ve değişmez.
"...Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez..." (Rad 11)
"...Allah, bir topluluğa lutfettiği nimetini, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez..." (Enfal 53)
“Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez.” (Maide 105)  

***25/06/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Zaman Sorgulama Zamanı (2)

Bir önceki yazımı zaman sorgulama zamanı diye bitirmiş ve gözlemlerime dayanarak bir sorgulama yapacağım. Bu iş sadece yıpranma ile açıklanamaz demiştim. Bana göre zirvede kalmada zorlanmanın ve seçimleri güç bela kazanmanın nedenlerinden bazıları şu şekildedir:

1. Parti, birlikte yola çıktığı ekip arkadaşlarını kaybetmiştir. Partide neredeyse eski ağır toplardan kimse kalmadı. Aşılamayan ve giderilemeyen ağır bir kırgınlık ve küskünlük söz konusu…
2.Ayrılan küskünlerin yerine ekip olarak monte edilenler eskilerin yerini tutamamış, onların işlevini yerine getirememiştir.
3.FETÖ ve PKK dışında hükümetin mücadele edeceği ve çekineceği hiçbir kurum, kuruluş, STK kalmamıştır. Parti devletin kendisi olmuştur. Bu durum bir şey zıddıyla kaimdir sözü ile çelişmektedir. Rakibin kalmadığı zaman rehavet durumu ortaya çıkar. Çünkü bu partiyi dinç tutan ve ekibi birbirine bağlayan mücadele ruhu idi. Partinin bugün iki terör örgütü dışında mücadele edeceği bir kesim kalmamıştır.
4.Partide istişareye önem verilmediği kanaati hakim. Hem ülke hem de parti, tek kişi tarafından yönetiliyor görüntüsü veriyor.
5.Parti eskisi gibi halkın nabzını tutamıyor. Eski yaptığı hizmetleri anlatıp durmaya başladı.
6.FETÖ ile yapılan mücadelenin toplumun her bir kesimine sıçraması ve çoğu kimsenin canının yanması.
7.Atamalarda sözlü mülakatların belirleyici olması.
8.Eleştiriye gelinmemesi, bunu yapanların kapı dışarı edilmesi veya dışlanması.
9.Eleştirilere eleştiri gözüyle bakıp cevap verme yerine had bildirme yolunun seçilmesi.
10.Sert üslubun kullanılması.
11.Tepeden bakılması.
12.Ekonomideki daralmanın gözlerden kaçırılmak istenmesi. Ekonomik bir krizin olduğunun kabul edilmemesi…
13.Bazı aday ve partilerin küçümsenmesi.
14.Aday belirlemede halkın nabzını tutabilecek aday sayısının azlığı.
15.Yıllardır savunulan ilkelerin göz ardı edilmesi, çelişkilerin ortaya çıkması, (birilerinden medet beklenmesi)
16.Tüm yükün tek kişinin üzerine binmesi.
17.Yorgunluk.
18.Cumhurbaşkanlığı sisteminin tam oturmaması ve ittifakın partiye yaramaması.
19.Enflasyonun çift hanelerde gezmesi, vatandaşın alım gücünün azalması.
20.Genç nüfusta işsizlerin artması.
21.İzlenmekte olan siyasetin halkın derdiyle örtüşmemeye başlanması.
22.Halkın eskisi gibi okunamaması.
23.Devlet kurum ve kuruluşlarının ciddi bir şekilde tasarruf politikası izlememesi, israf ediliyor görüntüsü vermesi.
24.Husumette rakiplerini birleştirme becerisini göstermesi.

Zaman Sorgulama Zamanı (1)

İster belediye başkanlığı seçimi ister vekil seçimi ister referandum ister cumhurbaşkanlığı seçimi olsun bu milletin çoğunluğu, verdikleri destekle hep arkamızda yer aldı. Millet bu desteği verirken kaşımıza, gözümüze heves olduğu için vermedi. Bu zihniyeti, daha önce bazı belediye başkanlıklarını vererek test etti ve başarılı buldu. Sonra belediye başkanlıklarının çoğunu, ardından iktidarı verdi. Bu zihniyet de vatandaşın verdiği desteği kötüye kullanmadı, ibadet aşkı içerisinde çalıştı. Yaptığı hizmetle birlikte aynı zamanda halka dokundu, gönlüne girdi.

Başarıyı yakalamada en büyük pay; iyi bir ekiple yola çıkmaları, istişareye önem vermeleri, birbirlerine makam ve mevkileri gönül rahatlığı içerisinde teslim etmeleri, yani fedakarlıkları; kurum, kuruluş ve belli odaklarla mücadele etmeleri, halkın içerisine girmeleri, halkın hassasiyetlerini gözetmeleri, yaptıkları hizmetlerde ayrımcılık yapmadan halkın kahir ekseriyetini kucaklamaları, kendisi gibi düşünmeyenleri dışlamamaları, kibirlenmemeleri, yönetimde ehliyet ve liyakati esas almaları, eleştiriye ve iletişime açık olmalarıdır. Tüm bunlara hizmet odaklı insan kazanma siyaseti denebilir.

İşte bundandır ki halk hiç desteğini esirgemedi. Kredi verdikçe verdi. Halkın verdiği bu kredi kıl payı bir kredi değil; rakiplerinin toplamından daha fazla bir kredi. Ne zamana kadar? 07 Haziran 2015'e dek. Bu seçimde de en fazla oy almasına rağmen hükümet kuracak yeterli çoğunluğu sağlayamadı. İşte bu tarih, hoşnutsuzluğun resmen ortaya çıktığı tarihtir. (Aslında biraz geriye doğru gidilirse Paralel Devlet Yapılanması ile mücadeleye girildiği tarihe kadar gider.) Her ne kadar 1 Kasım'da yapılan seçimlerde yeniden çoğunluk elde edilse de hiçbir şey eskisi gibi değildi artık. Çünkü yapılan seçimleri kazanmada zorlanıldı. 2019'a gelindiğinde seçimler ya kaybedilmeye başlandı ya da kıl payı kazanılır oldu.

23 Haziran 2019 yenilenen İstanbul seçimlerinde alınan sonuç bir muhasebe yapmayı gerektiriyor. Çünkü zaman sorgulama zamanı. Kendimizle, yaptıklarımızla ve yapamadıklarımızla yüzleşmemiz gerekiyor. En basitinden daha önceki seçimlerde açık ara önde kazanırken Haziran 2015'ten beri niçin zorlanarak kazanıyoruz? 31 Mart mahalli seçimlerinde bazı büyükşehirler niçin kaybedildi? Eskiden ittifaklar yok iken tek başına rahat seçimler kazanılıyor iken bugün yanımızda müttefikimiz olmasına rağmen niçin bazı iller kaybediliyor? Kaybetmesek bile niçin başa baş bir mücadele durumuna geldik? Eskiden prensip ve ilkelerimizden ödün vermeden halkın teveccühünü alabiliyor ve bunun semeresini sandıklarda görebiliyor iken bugün kazanmak için her yolu mubah görme noktasına nasıl geldik? Hani siyasette yeni bir parti çıksa, o parti bize alternatif olsa diyeceğim ki karşımızda alternatif var. Öyle bir durum da yok. Halkın dünkü teveccüh göstermediği parti ile yarışıyoruz. Bu işi, yıprandık sözüyle veya tüm muhalefet bize karşı birleşti; dış güçler, muhalifleri destekliyor gibi gerekçelerle açıklamak yeterli değil. Her seçim sonrasında parti yetkilisinin yaptığı balkon konuşmasında mesajı aldık demesi de yeterli değil. Çünkü sorun ne ise derinlemesine bir sorgulama yok. O zaman, zaman sorgulama zamanı. Ben de gözlemlerime dayanarak bunu yapacağım. (Devam edecek)

Nimetlerin Elimizin Altından Kayıp Gitmesi *


Bugün size iki ayeti kerimeden bahsetmek istiyorum. Biri, "...Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez..." (Rad 11) ayeti, diğeri ise "...Allah, bir topluluğa lutfettiği nimetini, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez..." (Enfal 53) ayetidir.

Bu iki ayetin tefsirinde şu açıklamaya yer verilir: “… burada genel bir kural, ilâhî bir âdet açıklanıyor: Allah’ın kullarına sayısız nimetleri vardır, bunları baştan vermesinin veya esirgemesinin de ilâhî adalet ilkesiyle çelişmeyen hikmet ve sebepleri mevcuttur. Ancak Allah verdiği bir nimeti durup dururken, nimete mazhar olan kulda bir değişiklik meydana gelmeden geri almaz, zıddı ile değiştirmez. Önce insanlar, Allah’ın hoşnut olmadığı bir şekilde değişirler, öz değerlerine yabancılaşırlar, ellerindeki nimetin şükrünü yerine getirmez, onu gerektiği yerde, gerektiği gibi kullanmazlar, şımarırlar, nimetlerin Allah’ın lutfu ile ilişkisini unutur, kerameti kendilerine mal ederler; güç, servet, ilim, iktidar gibi ilâhî nimetleri zulüm için kullanırlar... İşte böyle değişen ve bozulan insanların elinden nimet, onu veren Allah tarafından alınır ve yerine zıddı (felâket, mahrumiyet, sıkıntı) verilir. (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 670)

Yukarıya aldığım iki ayet, Allah’ın belirleyip uyguladığı ve uygulamaya devam ettiği fiziki ve biyolojik yasalardan sonra gelen üçüncü yasasıdır. Buna sünnetullah adı verilir. Allah’ın kanunu demektir ve bu kanun değişmez. Çünkü Allah Fetih süresi 23.ayette “Allah’ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” buyurmaktadır. Ayetler bir ilke ve sistem ortaya koymaktadır. Bu ayetlerden ben şunu anlıyorum: Düzgün bir toplum isteyenler, ilk önce kendileri düzelir ve düzeldikten sonra bozulma olmadan düzgünlük devam ettiği müddetçe Allah, o toplumun düzgünlüğünü devam ettirir. Yine Allah bir topluluğa, insanın faydasına ve faydalanabileceği envaiçeşit nimetler vermiş ise bu nimetlerin devamı, o topluluğun daha önce hak ettiği bu nimetlerin devamı için üzerlerine düşen görevleri yerine getirmeye devam etmeleriyle orantılıdır.  Yani Allah, “Kulum senin sapıklık ve yanlışlıklar üzerinde kaldığın yeter. Artık sen düzgün biri olacaksın deyip kişileri düzeltmez. Verdiği nimetleri de yeter bu kadar, biraz da yokluk çeksinler diye çekip almaz. Her konuda olduğu gibi bu konuda da keyfi davranmaz. Hasılı düzelme de ve bu düzelmenin sonucu olarak verilen nimetlerin devamı da bizim elimizdedir. Gereğini yapmaz isek o nimetler bizde evladiyelik olarak kalmaz, uçup gider.

Allah’ın değişmez kanunu olan bu toplumsal yasalar sadece bize özgü değildir. Nice topluluklar gelip geçmiş, o topluluklar nimetlere kavuşmak için gereğini yapmış ise Allah, onlara nimetlerini vermeye devam etmiş. Ne zaman ki savrulup yozlaşmışlar, verilen nimetleri takdir etmemişler, hoyratça kullanmışlar ve nankörlük yapmışlar ise işte o zaman Allah, o nimetleri alıp bir başka topluluğa vermiştir. Yani hiçbir nimet çantada keklik değildir ve kimseye hiçbir topluluğa torpil geçilmemiştir.

Bundan dolayıdır ki elimizden uçup giden nimetler var ise önce kendimizle yüzleşmemiz gerekiyor.  “Bu nimet niçin kayıp gitti, acaba biz nerede ne hata yaptık” diye kendisini hesaba çekmelidir. Yüzleşen insan veya topluluk, eskisi gibi iyi ve düzgün olmaya başlar ise giden nimetler tekrar geri gelebilir. Çünkü düzelmenin yani kanunun gereği yapılmıştır. Yok bu yapılmaz, elden uçup giden nimetlerin faturası başkalarına çıkarılmaya kalkışılırsa bu, kişinin veya o topluluğun kendini avutmak için gerekçe üretmesinden başka bir işe yaramaz. Bu durumda başkasına değil kendimize bakmamız ve kızmamız gerekiyor. Çünkü Allah “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez.” (Maide 105)   buyurmaktadır.

*24/06/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.