17 Haziran 2019 Pazartesi

"Nankör Olma" Oğlum!


—Baba, biraz harçlık verir misin? Çarşıya çıkacağım.
—Vereyim evlat ama cebimde nakit yok. Bugün günlerden ne?
—Cumartesi.
—İyi o zaman. Bugün ayın 15'i. Maaş yatmıştır. Sen şu kartı al. Parkın oradaki bankamatikten maaşımı çek gel. Bu arada senin de harçlığını vereyim.
—Tamam baba!
*
—Baba al kartını.
—Maaş?
—Çekemedim.
—Niye? Bankamatik mi bozuk?
—Hayır, 8-10 kadar sıra var.
—Sıraya girip bekleseydin.
—Kim bekleyecek baba bu sıcağın altında. Nereden baksan bana yarım saat sonra sıra gelir.
—Ne yapacağız ya şimdi?
—Gitmeyiveririm çarşıya.
—Seni anlamıyorum. Daha doğrusu bu yeni nesli.
—Niyeymiş o? Ne yaptı yeni nesil?
—Sıkıntıya gelmiyor, beklemeye gelmiyor. Armut pişecek, ağzınıza düşecek.
—Şimdi biz mi suçlu olduk? Banka, yakınına bir ATM daha koysaydı olmaz mıydı? Bu çağda sıra mı beklenir?
—Ah oğlum ah!
—Ne oldu yine, bu ah neyin nesi?
—Hiç, eskiye gittim.
—Eski nasıldı?
—Eskiden ATM'ler yoktu. Maaşımızı mutemetten alırdık. Maaş günü cumartesi, pazar veya resmi tatil gününe denk geldiğinde maaşımızı ilk iş gününde alırdık. Yani hafta sonuna denk gelince maaşımız iki gün sonra ancak elimize geçerdi. Şimdi ne var! Hafta sonu, resmi tatil demeden maaşımız hemen yatıyor ve gidip çekiyoruz. Maaşımızı bankadan almaya başladığımız zamanlarda da yine maaşımız tatillerde yapmaz, ilk iş gününü beklerdik. Fazla ATM olmadığı için maaşı çekeceğimizde uzun kuyruklar oluşur, üşenmeden, bıkmadan bekler, sıramız gelince çekerdik. Hatta bazen tam bana sıra geldiğinde ATM ya arızalanır ya da makinede para biterdi.
—Eee...?
—O zamanlar böyleydi işte.
—İyi de bana niye anlattın şimdi bunu?
—Hiç, aklıma geldi nedense...
—İyi de baba, şimdi hangi çağda yaşıyoruz? Bir de ben ne zaman bir şeyden dert yansam geçmişten örnek veriyor, günümüzle kıyaslıyorsun hep. Günümüze gelmek lazım.
—Gelelim gelmeye de…dünü de unutmamak lazım.
—Tamam baba unutmayalım. Ama eleştirdiğim için niye nankör oluyorum? Bizim eleştirimizi eleştirebilir, hatta geçmişle kıyaslayabilirsin. Ama nankörlükle itham edilmeyi kabul etmiyorum. Çağın imkanlardan daha fazlayı istemek niye nankörlük olsun? Beni öldür ama asla nankör deme.
—Ama görmüyorsunuz oğlum!
—Görüyoruz baba. Daha fazlasını istemek niye nankörlük olsun.



16 Haziran 2019 Pazar

“Dur Bakalım Pişmanlar mı?”


Hepimiz faniyiz bu dünyada. Bize biçilen zaman kadar oyalanıp gideceğiz. Bu zaman diliminde esas imtihan için yapmamız gerekenlerle mükellefiz. Çoğumuz bunun bilincinde olmamız gerektiğine inandığımız halde çoğu zaman bize biçilen hayatın içinde isteyerek veya istemeyerek ama büyük ama küçük ama affedilir ama affedilmez hata ve yanlışlar yaptık, yapıyoruz, yapacağız. Kimimiz bir müddet sonra nedamet duyarak bu gayya kuyusundan kurtulmaya çalışır, kimimiz hatasıyla yüzleşmek istemez, burnunun dikine gider.

Kimseyi ayıplamaya gelmez bu dünya. Bu dünya öyle bir dünya ki yaptıklarımızdan dolayı hem kendimize zarar verirken hem de başkalarına hayatı dar ediyoruz. Bu durum dostu üzerken düşmanı sevindiren bir durumdur. Ama ne edersin ki dünyanın cilvesi bu. Madem bu dünyaya geldik, bu hamamda terleyeceğiz.

Bu dünyadan kimler gelip geçmedi... Kimler hata yapmadı kimler... İçlerinde peygamber de var, ins-ü cinni de var. Başta Adem olmak üzere yaptığı hata ile yüzleşti, gönülden özür diledi. Allah'ın affı daha geniş geldi. Adem, affedildiği gibi üstüne üstlük peygamber oldu. Diğer birçok peygamber hakeza… Allah, yarattığı ilk insanın bu yönüne işaret eder. Çünkü insan demek zelle, hata, yanlış, suç, kabahat demektir. Yani nefis taşır. Nefsi de kötülüğü emreder. Nefsinden dolayı suça belenip ardından tövbe edip özür dileyen eşrefi mahlukat olmaya devam ediyor. Allah meleklerin özelliklerini anlatır ama melek olmamızı istemez. Hatanızdan dolayı hatanızla yüzleşip makamıma yönünüzü çevirirseniz kabulümdür der. Bu arada Adem ve eşini suça iten cinnilerin başı İblis'i de örnek verir. İblis'e gittiğin yol, yol değil, gel tövbe et, kibrinden dolayı burnunun dikine gitme der. Ama İblis, tövbe edeceği yerde savunmaya ve saldırıya geçerek suç makinesi olmaya ve insanları yolunda gitmeye uğraştı hep. İblis, seçtiği bu yol ile şeytanlaşırken iflah olmaz bir yola girdi ve Allah'ın lanetine uğradı. İlk hatayı yaparak suça bulaşan Hz Adem ise insanlığın yolunda kaldı.

Dünyanın daha başlangıcında bu işler olup biterken Allah kimseyi dışlamadı. Git ne halin varsa gör, sen samimisin veya değilsin demedi. Kapısına geleni geri çevirmedi. Bilmesine rağmen kimsenin niyetini sorgulamadı. Bir daha bir daha şans verdi.

Ya bugün biz neredeyiz? İnsan olup da hata işlemeyen yok mu? Olmaz olur mu? Hem de hepimiz birden. Kimimizin hatası insanlar nezdinde göründü, kimimizin ki Rab katında gizli kaldı. Bazılarının işlediği suç yüzünden devlet peşine düştü, yakasına yapıştı. Bazıları ise bu dünyada yırttı. Suç işleyenlerden bazıları tövbe dedi, suçunu itiraf etti. Bu durumda biz ne yaptık? İtiraf ve pişmanlığıyla kendisini bırakmadık ve hatasıyla yüzleşmek bir erdemliliktir demedik. Bu tür suça katılanları bu aşamadan sonra yaptığı ve konuştuğuyla değerlendiriyoruz. Niyetlerini sorguluyoruz. Dur bakalım, pişman mı diyoruz. Böyle bir hakkımız var mı bizim? Sahi suça karışanlar başka ne yapmalı ki bize güven verebilsinler veya biz onlara güvenelim? Allah, bir daha şans vermeseydi Adem, peygamber olabilecek miydi veya diğer zelle diyebileceğimiz hataları yapan peygamberler, peygamber olabilecekler miydi?

Bilelim ki Allah suça karışan hiçbir insanı ölüme, yokluğa terk etmedi. Tekrar tekrar şans verdi. Ki böyle de olması lazım. Çünkü her hata yapanı yok etseydi, yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı. Hasılı Allah bize melek olun demiyor. Çünkü meleklerin nefsi yok. Melekler gibi olun diyor. İblis olmayın demiyor, onun yolunu takip etmeyin, şeytanlaşmayın, onun gibi olmayın diyor. Sonuç olarak biz bu dünyada suç işleyenlere ne yaparsak yapalım. İstersek yok edelim. Ama Allah herkese tekrar tekrar imkan veriyor, bilesiniz. Umarım suçundan dolayı pişman olanların nedametlerine inanmadığımız için bir gün pişmanlık duymayız.


Babalar Günü Anısına

Babalar Günü dolayısıyla bugün babam için bir mesaj yayımlayarak yılda bir defa da olsa hasret ve özlem gidermek istedim. Daha doğrusu içimden geçirdim. Babam gözümün önüne geldi ve şöyle der gibiydi:
*"Oğlum, oturduğun yerden beni özlediğini, hiç aklından çıkarmadığını söylüyorsun. Hala bıraktığım gibisin. Üşengeçsin. İşin kolayına kaçıyorsun. 
*Benim yerim belli, eğer unutmadıysan... 
Özlediysen gel yanıma. Hem bu ortamı görmüş olursun. Buradan kaçış yok. Zira bir gün sen de geleceksin buraya. Şimdiden alıştır hiç olmazsa. Ayağın toprak görsün, paçalarına buturak bulaşsın. Hoş, ben yaşarken işini, gücünü bahane ederek yanıma doğru dürüst gelmedin ki şimdi gelesin.
*Eğer beni sosyal medyadan anacaksan bil ki benim bundan haberim olmaz. Çünkü burada telefon yok, telefon olsa bile elektrik yok. Her yer kapkaranlık. Burada sanal değil, gerçek hayat var.
*Sen iyisi mi, iyi bir şey yapacaksan şu mesajımı o dediğiniz alemde bir paylaş: Baylar! Öldükten sonra bizi badem gözlü bilmeyin. Biz gittik artık. Siz yaşarken babalığınızı en iyi şekilde yapın. Evlatlarınız da evlatlarına en iyi şekilde babalık yapsınlar. Aile olun aile..."

ÖSYM, Bize de Öğretmeye Devam Ediyor *


Korkarım pirsing kelimesinin anlamını ve ne işe yaradığını bilmiyorsunuz. Korkmanıza gerek yok. Maalesef ben de bilmiyordum. Ta ki 2019 YKS sınavının cumartesi günkü TYT oturumunda sınava kulağındaki pirsingi yüzünden sınava giremeyen öğrencinin haberini okuyuncaya kadar. Habere bakalım birlikte: “Sınava annesi ile gelen genç bir kız, kulaklarındaki piercingler nedeniyle bir süre bekletildi. Genç kız kulaklarındaki piercing'leri bir türlü çıkaramayınca salona alınmadı. Sınava giremeyen genç kız gözyaşlarını tutamayarak okuldan ayrıldı.

Sanırım, haberi okuyunca pirsing hakkında biraz bilgi sahibi oldunuz. Bunu erkekler için söylüyorum. Öyle zannediyorum, erkeklerin çoğu da bu kelimeyi bilmiyordur benim gibi. Ama aynı şeyi kadınlar için söyleyemiyorum. Çünkü haberde geçen pirsing, kadınların kullandığı bir takı çeşidi imiş. İsterseniz fazla gevelemeden pirsing ne demekmiş ona bakalım. Pirsing: “Hızma gibi bir takı türü” imiş. “Cildin ve altındaki yağ tabakasının ya da kıkırdağın delinmesi ve takı ya da iğne takılması yolu ile gerçekleştirilen vücut süsleme sanatı. İşte bu şekilde takılan takılara da pirsing denir” imiş. Umarım bana hızma nedir diye sormazsınız. Hızmayı da geçen yıl öğrendim. Yani ben sizden daha cahilim bu konuda. Bazı kadınlarda bu süslenme sevdası olduğu müddetçe dağarcığımıza daha ne kelimeler girecek…bekleyip göreceğiz. Süslenme meraklısı kızlarımız ve her şeyden nem kapan ve bu bir kopya aleti olabilir mi kuşkusu yaşayan bir ÖSYM’miz olduğu müddetçe iki, üç yüz kelime ile konuşan bizlerin kelime hazinesi bu sayede gelişecek. Kızımız yasak kapsamına giren bu takı ile gelmeseydi biz bu kelimeyi öğrenemeyecektik. Sağ olsun ve eksik olmasınlar. Buradan hem ÖSYM’ye hem de süs=kızlarımıza teşekkür ediyorum. Çünkü 2,5 milyon öğrenci, sınavda ecel terleri dökerken dışarıdaki milyonlara da aynı zamanda öğretmeye devam ediyorlar.

Yazımda pirsingi konu edinirken elbette başka nedenlerle sınava giremeyen diğer öğrencilerin durumuna üzüldüğüm gibi bu adayın da kulağına taktığı pirsingi yüzünden sınava girememesine üzüldüm. Çünkü bu sınavların telafisi ancak bir yıl sonradır. Kişinin bir yılına mal oluyor. Merak ettiğim bir insan çıkaramayacağı takıyı niçin takar? Ayrıca benim yıllardan beri kadının ziynet eşyası diye bildiğim küpe, yüzük, bilezik, saat, kolye gibi takılar nelerine yetmiyor? Sınava alınmayacağını bilmesine rağmen -demek ki çıkarılması zor olan- pirsingi ile sınav merkezine niçin gelir? Niçin daha önce çıkarmaz? Kadınımız ve kızımız kusura bakmasınlar! Anlamadığım için soruyorum.  Bir insan küpe dışında diğer süs ve takılar için yüzünü ve kulağını niçin deldirir? Allah hayırlarını versin.

Şimdi gelelim kızın pirsingini kafasına takan ÖSYM’ye… İşin yok mu be kardeşim senin? Derdin sınav mı yoksa sıkıntı çıkarmak mı? Ne zaman vazgeçeceksin insanımızın üzerinde olan her şeyden nem kapma illetinden? Tamam anladık, tecrübelisin. Yoğurdu üfleyerek yiyorsun. Yaptığın sınavlarda ne kopya türleri ile karşılaştın. Pirsing de bir kopya aleti olarak kullanılabilir, bunu da biliyoruz. Eskiye oranla birçok yasak olan sınav kurallarını da esnettin. Ama gel gör ki sınava giremeyen mağdur yine çıkıyor.

Burada ÖSYM’ye de saydırdım, kusura bakmasın. Sınav güvenliği için elbette tedbirler alacak. Çünkü kopya dolayısıyla başı yıllardır çok ağrıdı. Çözümü de yasaklarda buldu. Maalesef durumumuz bu. Tüm bunlar birbirimize güvensizliğimizin bir sonucudur. Bence hayat-memat meselesi olan sınavlardan önce bu birbirimize güvensizliğimize nasıl çözüm bulacağız? Bunu düşünelim.

*17/06/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

15 Haziran 2019 Cumartesi

Öğretmenler Ne İş Yapıyor ki Diyenlere Gelsin!

Çoğu zaman toplumda bazı kişilerden "Bu öğretmenler ne yapıyor ki...fedakarlık yok bir defa...son hafta zaten ders işlemiyorlar...nerede o eski öğretmenler...şimdikilerin işleri-güçleri para..." şeklinde serzenişlerini duyarız. Gerçekten denildiği gibi mi öğretmenler ya da her öğretmen aynı mı? Sözü fazla uzatmadan biri Türkçeci, diğeri Matematikçi olan iki öğretmenin karne haftası, ders boşluğunda neler yaptığını, gördüklerime dayanarak size anlatmak isterim. 

Üzerinde "Yeşermek isteyen bir kalemin var" sloganı yazılı ve kalem logosu olan, yan tarafta gördüğünüz özenle hazırlanmış; içinde öğrencinin kullanacağı bir kurşun kalem var. Ucu açılmış kalemin açılmamış öbür ucunda toprakla buluşturulmayı bekleyen bir fidan tohumu var. Öğrenci kalemi kullandıktan sonra tohumu toprağa ekecek ve bu tohum sulana sulana ağaç olacak. Rulo haline getirilmiş bu kalemin yanında, altına öğretmenin ismi açılmış, öğrencisine hitaben yazılmış bir not göze çarpıyor. Bu sözü de buraya almak isterim:


"Dünyaya gelen her çocuk 
Filizlenen bir candır...
Adının değdiği her yer çiçek açsın.
Başarı ve tüm güzellikler seninle olsun..."
Notun altında Sevgi Öğretmen'den Öğrencilerine" yazılmış. Diğer kalemde de "Güldeniz Öğretmen'den Öğrencilerine" yazılı. Notun en altında da bir uğur böceği resmi var.

"Eee ne olacak bunlar" dediğinizi duyar gibiyim. Az sabredin. Sizin ve benim sabrımdan fazlasını bu iki öğretmen fazlasıyla gösterdi. Aldılar önlerine öğrencilerinin karnelerini. Önce her bir karnenin üzerine teşekkür ve takdir belgelerini tek tek zımbaladılar. Ardından yanlarında getirdikleri şeffaf naylon poşetlerin içerisine karneleri birer birer yerleştirdiler. Her bir poşetin içerisine yanda resimde görüldüğü gibi "Yeşeren Kalem"den birer tane koydular. Her ikisi de mevcudu 43 olan sınıfın her bir öğrencisinin karnesini bu şekil özene bezene hazırladı. Bu işi yaparken ne ofladılar ne de pufladılar. Severek yaptılar bu işi. Bitirdikleri zaman sevinçlerine diyecek yoktu, görülmeye değerdi.

Şimdi sorarım size... Nerede "Bu öğretmenler ne yapıyor ki..." diyenler? Sahi neredesiniz? Öğretmenlerin bu yaptığını ne var bunda deyip basite almayın. Burada özen ve itina var, bir plan ve hazırlık var,  bir emek var, bir fedakarlık var. Her şeyden önce sevgi var: Bu kalemlerden daha önce öğrenci adedince sipariş vermişler. Her bir kaleme 2,5'den ödeme yapmışlar ve kargo bedelini ödemişler. Yani anlayacağınız karne ve ödül belgesi dışında yaptıkları az veya çok her masraf ceplerinden. Masrafı ne öğrencinin ne de okul idaresinin sırtına yüklemişler. Tüm bu işleri yaparken pekala iki öğrenci çağırıp yaptırabilirlerdi. Üstelik şu öğrenci hak etti, bu hak etmedi hesabı yapmadan ve öğrenciler arasında bir ayrım yapmadan tüm öğrencilerini sevindirdiler. 

Bitti mi? Nerde... O öğretmenlerden birini, yanında iki öğrenciyle birlikte karne dağıtımı öncesi marketten gelirken gördüm:  Öğrenciler bir koli içerisine öğrenci adedinde alınmış dondurma taşıyordu. İkramı da es geçmemiş gördüğünüz gibi... Öğrencilerine hizmette sınır yok. Birinci dönem yine bu öğretmen karne günü öğrencilerine çiğ köfte ikram etmişti.

Ne dersiniz bu duruma? Ben kendi adıma helal olsun derim ancak. Öğrencileri olup hediyeyi kapmayı ve bu sıcakta o güzelim dondurmadan yemeyi isterdim. Öğrenciler bu öğretmenler elinde çok şanslı. Takdir sizin... 

Şimdi gelelim, bu öğretmenler ne yapıyor diyenlere... Alın size iki öğretmenden güzel bir örnek. Peki öğretmeni eleştiren siz ne yapıyorsunuz bu arada? Eleştiri zamanı değil, iş zamanı. Çünkü laf ile peynir gemisi yürümüyor. Bu öğretmenler işlerinin üzerinde kendi canından sevgisini veriyor, yüreğini ortaya koyuyor, ellerini de ceplerine atıyorlar. Bana bu arada sen ne yaptın, dediğinizi duyar gibiyim. Gördüğünüz gibi benim payıma da onların yaptığı "Eğitimde güzel örneklere" şahitlik etmek ve bunu size aktarmak düştü. Bu yazıyı cep telefonu marifetiyle yazarken elim yoruldu en azından. Umarım becerebilmişimdir. Bir daha da öğretmenleri eleştirmek için ağzınıza alırken bir kere daha düşünün derim. Herkes kendine baksın ve kendi işini en iyi şekilde yapsın.

Emeklerinize sağlık öğretmenlerim! İnşallah bir karşılık beklemeden severek yaptığınız bu güzel davranışınızın karşılığını hem bu dünyada hem de ahirette alırsınız. 






Nerede Kaldı O Eski Karneler?

Eskiden karnelerin bir anlamı, daha doğrusu aile ve öğrencilerde bir karne günü heyecanı vardı. Şimdilerde o karnelerin bir heyecanı kalmadı. Sadece âdet yerini bulsun türünden karne veriliyor ve karne alınıyor. 

Neden böyle? Çünkü e-okul çıktı, karnelerin gizemi ortadan kalktı. Zaten her şeyde böyle değil mi? Hangi şeyin gizemi kalkmışsa o şeyin bir anlamı kalmadı.

Eskiden öğrenci, karne heyecanı yaşardı. Şu dersten acaba kaç aldım? Acaba öğretmen sözlüme ne verdi? Notlarımın toplamı teşekkür ya da takdir almaya yeter mi? Karneme zayıf düşer mi? Zayıf düşerse evde ailem ne der? Babamın elinden çekeceğim. Of! Ne yapmalıyım?" beklentisi içerisine girerdi.  Özellikle onluk not sisteminin uygulandığı ve karnelerin el ile  yazıldığı yıllarda notları zayıf olan bazı öğrenciler, rakamlar üzerinde oynama yapardı. Mesela 3'leri 8'e, 1'leri 10'a dönüştürürdü. Bazı okul idareleri bunun önüne geçmek için notların yazıldığı rakamların üzerini şeffaf izole bant ile yapıştırırdı ve öğrencilere verilen bu karneler veliye imzalatıldıktan sonra birinci dönem tekrar toplanırdı. 

Karnesi kırık olarak evinin yolunu tutan bazı çocuklar, bazı babalar tarafından şiddete maruz kalırdı. Bundan dolayıdır ki bugün böyle bir durum kalmamasına rağmen eğitimciler, karne günü verdikleri mesajlarda "Zayıfı yüzünden çocuğunuzu üzmeyin" açıklaması yaparlar hala. 

Günümüzde ne el ile karne yazma kaldı ne karnede notlarla oynanır oldu ne de verilen karneler geri toplanır oldu. Veli ve öğrenci karneyi görmeden hangi dersten hangi puan alınmış, öğretmen performans ve proje ödevinden kaç vermiş hepsini an be an e-okul'dan takip ediyor. Teşekkür ve takdir alıp almayacağını biliyor. Teşekkür veya takdir almaya biraz eksiği olan öğrenci, öğretmenleri dolaşarak eksiğini kapatıyor. Hoş öğrenci gelmeden okul idaresi ve öğretmenler bu eksikliği gideriyor. Hasılı veli ve öğrenci karneyi alınca şok geçirmiyor. Karne gününe kadar varsa zayıflar aile ve çocuk tarafından özümseniyor. 

Bu konuda değinmek istediğim bir diğer husus, zayıfı olan öğrenciyi ara ki bulasın. Zayıf almak için öğrencinin çok uğraşması gerekiyor. Öğrencilerin çoğu takdir, pek az kısmı teşekkür alıyor. Zayıfı olan veya ödül belgesi almayan öğrenci, bir elin parmaklarını geçmez. Böylesi durum öğretmenden mi, yoks öğrenciden mi kaynaklanıyor? Öğretmenler mi bol not veriyor yoksa öğrenciler eskiye oranla daha mı başarılı? Takdir kamuoyunun. Ama burada size bir kopya vereyim. Öğretmenlerin verdiği notlar maalesef hormonlu. Haberiniz olsun...

Hasılı karnelerin eski heyecanı ve gizemi yok. Sadece âdet yerini buluyor, eski bir gelenek devam ettiriliyor. Eski verilen veya alınan not veya puanlar, alınan karneler ve alınan teşekkür ve takdir belgeleri takdire şayan; gizemi ve heyecanlı bir bekleyişi içerisinde barındırıyordu. Sahi nerede kaldı o eski karneler!

14 Haziran 2019 Cuma

Sağlık Olsun!

Üç yıl öncesinde tanıdım kendisini. Büyükle büyük, küçükle küçük olmasını bilen, herkese değer verdiği gibi mukabilinde değer gören biri. Görevine bağlı, vazifesini layıkıyla yapar, işten kaçmaz. Emekliliğim geldi nasılsa, işin ucundan öylesine tutayım demez. Herkesin işi ve derdiyle dertlenir.

Çok zengin olmamasına rağmen yedirmeyi ve ikramı seven, cebi ve gönlü zengin, cömert ve sehavet ehli olmada üstüne yoktur. Eşini-dostunu, beraber yiyip beraber içtiklerini, birlikte oturup kalktıklarını satmaz, vefanın en güzel örneklerini bünyesinde barındırır. Uyumlu fakat koyun gibi çekilmeye gelmez. İyinin, doğrunun ve güzelin yanında yer alır. Gelene ağam, gidene paşam diyen biri değil. Güçlünün değil, mağdur ve zayıfın yanında yer tutar. Sonu ne olur, ucu bana dokunur demez, haklının yanında durur.

Hiç derdi yok mu bunun? Olmaz olur mu? Allah onu evladıyla imtihan etmiş, evlat acısı görmüş; ondan geldik, ona gideceğiz" ayetini düstur edinerek acısını içine gömmüş bir babadır aynı zamanda. İçimize dışarıdan gelmiş, Konya'yı mesken edinmiş, eşinin ailesini ata bilmiş, saygıda kusur etmemiş, aynı zamanda doğup büyüdüğü yer ile bağını koparmamış, sılayı rahmin en güzel örneklerini uygulayarak yerine getirmede yine üstüne yoktur.

Kendi kişiliğinden ve kimliğinden ödün vermeden haklıya haklı, haksıza haksız diyebilecek kadar bir erdem sahibi olan bu kişi her kesimin insanıyla dialog içerisindedir. Çünkü iletişime, selam sabaha önem veren biridir. Selam verir, selam alır. Bulunduğu yere pozitif enerji verir. Uyumludur fakat uysal koyun değildir. Zira çekmeye gelmez boynu. Prensipleriyle çelişen bir durum gördü mü aslan kesilir, en ön safta yer tutar. Kimsenin kuyusunu kazmaz, herkes hakkında olumlu kanaate sahiptir.

Yıllardır aynı okulda çalışan zümresinin efsane başkanı olan bu kişi hiç istemediği halde çalıştığı ve memnun olduğu kurumdan ayrılıyor şimdi. Kırgın ayrılıyor hem de. Çünkü değer verdiklerinin selamı sabahı kesmesine asla tahammülü yoktur. Bu durumu kaldıramamıştır. Çünkü bir hiç uğruna Allah'ın selamı esirgenmiştir kendisinden. Dur, kal, yapma dememize pabuç bırakmadı. Kubbede hoş bir seda bırakarak ayrılıyor aramızdan; başı dimdik, vakur bir şekilde... Ne diyelim? Sağlık olsun... Değer görenlerden eylesin... Hakkım varsa helal olsun, hakkı varsa -ki vardır- helal etsin...

Not: Kalsaydı hiç üzmeyecektim onu.