13 Mayıs 2019 Pazartesi

Kucaklayıcı Dil Olmazsa Olmazımız Olmalı


Kucaklayıcı dili bırakalı çok oldu. Herkese kızıp bağırıyor, ayar veriyor, had bildiriyoruz. Adam alınır, kırılırmış, bu insanların da onuru varmış diye bir düşüncemiz kalmadı. 

Bir iyi yönümüz var, belki de en adil yönümüz bu. Kızıp bağırma konusunda kimseye ayrım yapmadık. Kim bizden kopup gitmişse, kim bize küsmüşse, kim bize itaat etmemişse, kim bizi eleştirmişse daha doğrusu kim suyumuzu bulandırmışsa nasibini aldı. Bu adam döner dolaşır, yarın bize geri gelir ya da biz onlara muhtaç oluruz diye bir derdimiz hiç olmadı. Niye olsun ki sevenimiz çok nasılsa. Elimizi sallasak ellisi birden gelir. Bazısı çekip gitse ne kaybederiz ki? Sonra kimin, ne haddine bizi eleştirmek! Biz her şeyin en doğrusunu ve en iyisini yaparız. Biz daha önce kimsenin yapmadıklarını yaptık. Biz olmazsak memleketi bilmem ne götürür, millet açlıktan ölürdü. Kadir kıymet bilmeyenlerin kafasına vura vura anlatmak lazım yaptıklarımızı. Baktık anlamıyorlar mı? Gerekirse nankör ilan ederiz. Daha önce bizimle iş tutup çekip gitmiş mi? Böylelerini de hain ilan ederiz. Sonra bizim yanımızda olmaya milletin eli mahkum. Sanki bizim başka alternatifimiz mi var? Karşımızdakilerin hepsini toplasak bir biz etmiyorlar. 

Böyle düşündük ve düşündüğümüzü fiiliyata dönüştürdük. Hasılı sevenlerimizden çok karşımızda, sevmeyen ve nefret eden koca bir blok oluşturduk. Dün ellerimizle herkesi kucaklayan biz, herkesi yanımızdan kaçırmaya başladık. Bu gidişle fanatik az sayıda sevenimizin dışında yanımızda kimse kalmayacak. O sevenlerin de kırıp dökmede üstlerine yok maalesef. Sonuç ilk çıktığımız ana döneceğiz. Sen, ben, bizim oğlan kalacağız.

Durumumuz bu iken yapacağımız tek şey yeniden kucaklayıcı bir dil kullanarak yeniden gönül ve kalpleri kazanmak deyip üzerimizdeki ölü toprağını silkelemek gerekirken kızgın sirke küpüne zarar verir misali yine kırıp dökmeye devam ediyoruz. Üstelik herkese, her kesime korku dağları salıyoruz. Hala insanlara tepeden bakmaya devam ediyoruz. İblisin burnunu sürten kibrin her türlüsünü üzerimizde taşıyoruz.

Eğer aklımızı başımıza almazsak başladığımız noktayı mumla arayacağız. Çünkü başlangıçta yalnızdık ama bir itibarımız vardı. Bugün gücümüz var, itibarımız yok. Tekrar başa dönerken itibarı da geride bırakarak döneceğiz. 

Bugün bu durumdan kurtulmak daha da geriye gitmemek istiyorsak bunun reçetesi kucaklayıcı dildir, herkese zeytin dalı uzatmaktır, insanları olduğu gibi kabul etmektir, insanlara değer vermektir, dilimizi düzeltmektir. Biz şu konularda hata ettik, insan onurunu hiçe saydık, herkesten şüphelendik, herkese suçlu muamelesi yapıp sakıncalı piyade ilan ettik, tevazuun önüne kibri koyduk, ehliyet ve liyakati rafa kaldırdık, demektir. Böyle yaparsak erimeyi durdurup yeniden büyümek için elimize bir fırsat daha geçebilir. Yoksa elimize bir daha fırsat geçmeyecek şekilde durumumuz vahimdir: Yok oluştur.


12 Mayıs 2019 Pazar

Onlar Şimdi Asker!

Bundan 28 yıl önce aynı batında dünyaya geldiler. Aynı ev ve aynı ortamları soludular. Beraber oynayıp koştular. Dağın yamacından beraber yuvarlandılar. Birer hafta ara ile düşerek biri sağ, diğeri sol kaşını yaraladı. Yine bir hafta ara ile hastalanıp hastanede tedavi gördüler. Aynı günde sünnet oldular.

6 yaşına geldiklerinde okullu oldular. Anasınıf, ilkokul ve ortaokulu aynı okul, aynı sınıfta okudular. 

Lise ve üniversitede yolları ayrıldı. Ayrı liseleri okudular. Farklı üniversitenin aynı bölümlerini bitirdiler.

Göreve başlayıp aynı işi yapıyorlar. Düğün paralarını biriktirdiler. (Babalarına verecek değiller ya...)

Mürüvvetlerini görme zamanı gelince "Düğünümüz ayrı olsun" dedi biri. Öbürü tamam dedi. 40 gün arayla düğünleri yapıldı. 

Bu düğünü ayrı zamanda yapma âdeti de nereden çıktı? Halbuki ne de alışmıştık her şeylerini anca beraber kanca beraber yapmaya. Toptan olunca hem tatlı telaşe bir çırpıda halledilebiliyor hem de daha hesaplı oluyordu. Hesap ve maliyeti hele toptan olmayı yabana atmayın.  Küçüklüklerinde ağabeyleriyle birlikte  sünnetlerini yaptırmış, üçünün sünnetini tek yemek vermek suretiyle tek masraf ve tek telaşta halletmiştik. Hatta sünnetçi, sünneti eski parayla 2,5 milyona yaptığını söylemişti. Kendisine toptan olunca kaça yaparsın dediğimde 2 milyondan yaparım demişti. Böylece üçünü bir arada sünnet yaptırarak aynı zamanda 1,5 milyon tasarruf edebilmiştik. Hasılı babanın hesap ve kitap yaparak  iki düğünü bir arada yaparız hayali böylece suya düştü. Halbuki düğün pilâvından tasarruf etme idi babanın tüm düşüncesi. Neyse olan oldu artık. Senin hesap tutmamış demeyin. Evet tutmadı ama olan bana değil kendilerine oldu. Benim param cebimde kaldı. Pamuk ellerini ceplerine atarak düğün yemeklerinin parasını da kendileri verdiler. 

Farklı günde düğün yapma, birinin babaya açtığı ilk isyan bayrağıydı. Öbürü üniversite yıllarında kullanmıştı bu hakkını. Gençlik böyle bir şey olsa gerek. Ne ana dinler ne  de baba. Hele bir de işin içerisinde gönül olunca ferman dinler mi?

Hâlâ isyanları devam ediyor mu derseniz... Nerede? Evlilik sonrası daha bir uysal oldular. 

Şimdi ne mi yapıyorlar? Ayrı düğün yapmak suretiyle ayrılan yolları tekrar kesişti. Ne de olsa göbekleri beraber kesildi. Bu gece askere gidiyorlar. Onlar şimdi asker. Yine anca beraber kanca beraber askere gidiyorlar. Aynı gün gidip aynı gün gelecekler inşallah! 

Hayırlı tezkereler! Güle güle gidip güle güle gelin inşallah!

Hoşgörünün Son Demlerini mi Yaşıyoruz?

Orta birinci sınıf öğrencisi iken günlük gazete takip etmeye Milli gazete ile gözlerimi açtım. Köşe yazılarını bir nefeste okur, ufkum açılırdı. Çoğu zaman yayın yasağı konduğu için Milli Gazete bayilere gelmezdi. Bunun yerine gazete okuma ihtiyacımı Yeni Devir gazetesi ile gidermeye çalışırdım. Yeni Devir seviyemin üzerinde edebi bir gazeteydi. Yine de alır, okur, anlamaya çalışırdım. Sonraları Zaman gazetesi çıktı. Onu takip etmeye başladım. Bir müddet sonra Zaman gazetesinden de hevesimi aldım. 90’lı yıllardan sonra yayın hayatına başlayan Yeni Şafak gazetesini okumaya başladım. Kısa zamanda gazetenin gediklisi oldum. Zaman zaman abone de oldum.

Yeni Şafak, kartel medyasının karşısında benim gözüm kulağımdı. Fazla bir tirajı yoktu, sayfa sayısı fazla değildi ama tam bana hitap ediyordu. Köşe yazılarını bir çırpıda okurdum. Yayın politikasına aykırı yazılarından dolayı gazetesi ile ilişiği kesilen, gazetesinden kovulan her düşüncedeki yazarın yazısını rahatça yazabildiği bir gazete idi Yeni Şafak. Kimler yoktu ki köşe yazısı yazanlar arasında. Bugünden geriye bakıyorum kimler gelip geçmiş. Bir kısmına burada yer vermek istiyorum: İsmet Özel, Mustafa İslamoğlu, Kürşat Bumin, Koray Düzgören, Nazlı Ilıcak, Ahmet Taşgetiren, Fehmi Koru, Dücane Cündioğlu, Cengiz Çandar, Mehmet Barlas, Hakan Albayrak, Hüseyin Hatemi, Atilla Yayla, Aydın Ünal gibi. Gördüğünüz gibi Yeni Şafak fikir, düşünce ve siyasi duruş bakımından farklı iklimlerden beslenen insanlara kucak açmış. Kimi gözlerini bu gazetede açmış kimi de gazetesi tarafından akredite edilince soluğu burada almış. Kendisine kucak açılan herkesin düşüncesini okurlarına aktarmasında bu gazete aracılık etmiş. “Fırtınalı günlerde sığınılacak bir liman olduk” diyor gazete bu duruma.

Çıktığı andan itibaren uzun yıllar hoşgörünün en güzel örneklerini vererek kendi çizgisini değiştirmeden bir kesimin sesi olmuş fakat her kesimin insanına kucak açmış bu gazete bugün nerede? Gördüğüm kadarıyla köşe yazarları yönünden gazete, farklı sesleri bir arada barındırma ve “fırtınalı günlerde sığınılacak liman olma” özelliğinden uzak görünüyor bugün. Bırakın farklı sesi, kendisiyle aynı düşünce yapısına sahip yazar ve çizerler kendi hür düşüncesini yazamaz oldu artık. Hangi yazar gazetenin yayın politikası ile ayrışmaya başlayınca ilk önce yazarın yazısı yayımlanmıyor, ardından yazarla yollar ayrılıyor.

Gazeteciyi kapı dışarı etmenin en kolay ve kibar yolu, yazısını köşesinde yayımlamamaktır. Bu, “Bu düşünce yapın ile burada yazamazsın” demektir. Gazetenin yayın politikasına uymayan bir yazısından dolayı gazeteden ayrılanlar kervanına en son Kemal Öztürk katıldı. Üzüldüm doğrusu. Kemal Öztürk ve benzer niceleri düşünce olarak Yeni Şafak gazetesinin yayın politikasına uygun insanlar. Maalesef bazı konulara özellikle siyasi konulara biraz eleştirel yaklaşılınca genel düşüncene bakılmadan kapı dışarı ediliveriyorsun. Yetişmiş değerlerimizi bu şekilde harcamamak gerekirdi diye düşünüyorum.

Bugünden düne bakıyorum da dün, her sese kucağını açan, hoşgörünün en güzel örneklerini veren biz maalesef bugün bırakın farklı sesi, içimizde bizim gibi düşünen insanların bazı konularda farklı düşünmelerine bile tahammül edemez olmuşuz. Yazık gerçekten. Böyle olmamalıydık. Niçin bu noktaya geldik? Öyle zannediyorum, bir şeyleri iyi ve düzgün bir şekilde yapmıyoruz. Bu durumumuzdan kendimiz de memnun değiliz ama bunun yazı konusu edilmesine ve eleştirilmesine rıza göstermiyoruz. Yazımın başlığını “Hoşgörünün Son Demlerini mi Yaşıyoruz?” koymuştum. Sanırım çok iyimser bir başlık olmuş. Maalesef “hoşgörünün son demi” de kalmamış. Ne siyaseten ne fikir bazında farklı düşünceye tahammülümüz kalmış. 




11 Mayıs 2019 Cumartesi

Dostlarınızın Sessiz Kalmasına Sessiz Kalın *


Bugünlerde rahmetli Aliya İzzetbegoviç'e ait “...Ve her şey bittiğinde; hatırlayacağımız düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacak" sözünü kimse dilinden düşürmüyor. Çoğu söz uçar, yazı kalır misali bu sözü söylemekle de kalmayıp yazı konusu ediniyor. Bilge cumhurbaşkanının sözüne diyecek bir şey yok. Zira doğru bir söz. Hepimiz altına imzamızı atarız.

Hepimiz başımıza bir sıkıntı, bir felaket geldiğinde, zor durumda kaldığımızda yanımızda ilk önce dostlarımızı görmek isteriz. Dostlarımızın sessizliği bizi yaralar ve üzüntülere gark eder.

Dostun başına bir şey geldiğinde yanında olup destek vermesi gereken dostları niçin sessiz kalır, niçin destek olmaz? Bazen menfaatine dokunduğu, bazen dostun yanında onunla aynı fotoğraf karesinde yer alırsam başım tehlikeye girer şeklinde düşünen dostlar olur. Aslında bu tiplere dost bile denmez. Sadece dost sanılandır bunlar. Sıkıntı anında hepsi sessiz kalır veya çeker gider. Kişi bunların sahte bir dost olduğunu bu vesileyle öğrenmiş olur.

Burada dostun sessiz kalması derken kastedilen gerçek dost olmalı. İlişkileri çıkar ilişkisine dayalı değildir. Böylelerinin başına bir şey geldiğinde dostların kenetlenmemesi neyle izah edilebilir? Niçin bir araya gelemezler? Burada sorun büyük olmalı. Birbirlerine kırılmışlardır. Sorun kimdedir? Bir yerde sorun varsa sorun tek taraflı olmaz. Her bir tarafın az veya çok payı vardır bu sorunda. Böylesi durumda dostlara düşen, araya üçüncü şahısları katmadan bir araya gelip aralarındaki sorun veya kırgınlıkları gidermeleridir. Bunlar bir araya gelemiyorsa bunların dost kalmasını isteyen üçüncü şahısların yapması gereken birine sırtını dayayarak diğerine saldırması değildir. Bunları bir araya getirmeye çalışmak,  anlaşmaya zorlamak ve arabuluculuk rolü üstlenmektir. Zaman tarafgir olma zamanı değildir. Çünkü tarafgirlik dostların arasında oluşan mesafeyi daha da açar. Maalesef nice yazar ve çizer, yazdıklarıyla değil dostları bir araya getirmek ayrılığı körüklüyor. Çoğunun kaleminden mürekkepten ziyade kan damlamaktadır. Bu tipler birilerinin değirmenine su taşıyor sadece. Ateşe odun atmakla meşguller. Keşke böyleleri yangına körükle gideceklerine hiçbir şey yapamıyorlarsa susmayı deneseler çok hayırlı bir iş yapmış olurlar. 

İşin bir başka yönü, sorunu veya kırılganlığı artıran; kırgın dostların, dostlarına yapılan saldırılara sessiz kalması. Bu da dostları fazlasıyla yaralar. Halbuki kendileri lehine tarafgirlik yapanlara "Hey! Siz de kim oluyorsunuz? Siz kime laf sokuşturuyorsunuz? Yerinizi, yetkinizi ve haddinizi bilin. Bugün benden görünerek eleştirdiğiniz kişi benim kadim dostumdur. Kadim dosttan düşman olmaz. Bakmayın şu aralar bizim birbirimizden uzak kaldığımıza. Biz bir araya gelemesek bile eski dostun aleyhinde olmayız. Onun kuyusunu kazmayız. Evet kırgınız birbirimize. Ben onu kırdım, o da beni. Bir gün gelir biz o kırgınlığımızı izale ederiz. Bir iş yapacaksanız yapıcı olun. Kızacaksanız ikimize birden kızın. Bunu beceremiyorsanız bizim adımıza racon kesmeyin. Bu sizin haddiniz değil" demeyişleridir. Halbuki böyle deseler yeniden birbirlerinin gönlünü kazanabilirler. Ama yapmıyorlar ve sessiz kalıyorlar. Demek ki bu tarafgirlikten memnunlar o zaman. Kusura bakmayın ama bu yaptığınız kendinizi bitirir. Biriniz biterken diğeri ayakta kalmaz.

Son söz, mademki sıkıntılarında dostlar birbirlerine destek olma yerine sessiz kalmayı tercih ediyor. Bırakın sessiz kalsınlar. Zaman her şeyin ilacıdır. Bu durumda kırgınların her birinin etrafında saf tutmuş kişiler de sussun. İnanın bu sessizlik yazıp çizmenizden ve konuşmanızdan daha iyidir. Yazıp çizecekseniz tarafgir olmayın. Gerekirse her ikisine birden tavır alın. Bu durumdan hoşnut olmadığınızı belli edin. Yani dostların sessizliğinde sessiz kalarak sessizliğe ortak olun. Sessiz kalmayacaksanız gölge etmeyin.


* 20.05.2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Devrimin Kendi Çocuklarını Yemesi


Bir toplumda ortak fikir, düşünce, siyasi görüş çerçevesinde bir araya gelip belirledikleri hedefe doğru yürüyenler, sırt sırta verip bir ve beraber oldukları müddetçe dışarıdan gelebilecek tehdit ve tehlikeleri kolayca savuştururlar. Rakipleri bunlara kolay kolay zarar veremezler. Güç kaybetmezler. Azim ve gayretlerinin bir sonucu olarak başarılı da olurlar. Kısa bir müddet sonra bu başarılarını taçlandırırlar. Rakiplerini tek tek diskalifiye ederler. Birbirlerine saygı göstererek herkes görevini layıkıyla yaptığı müddetçe kimse ellerine su dökemez.

Ne zaman ki içlerinden bir veya bir kaçı  tüm başarıyı kendisine mal eder, kendi başına buyruk hareket etmeye başlar, buyurgan bir tavır içerisine girerse birbirlerine karşı güven zedelemesi baş gösterir. Yerinde müdahale edilmez ise kırılganlıklar, incinmişlikler ve küskünlükler ortaya çıkmaya başlar. Dağ dağa küser ama dağın haberi yoktur bunun adı. Sorun yok kabul edilip birbirlerini görmemeye başlarlar ve karşılıklı gönüller alınmazsa bir zamanlar bir ve beraberlikleri düşman çatlatan cinsten olan bu ekip birer birer kopmaya ve birbirinden uzaklaşmaya ve ayrışmaya başlar. Bu durumda tarafların en zoruna giden belki de neyin var denmemesidir. Arkadaşım nereye gidiyorsun denmediği gibi ayrılıp gidene hain, vefasız gözüyle bakılması, arkasından üçüncü şahısların ileri geri konuşması sorunu iyice derinleştirir, yarayı kangrene dönüştürür. Buna sarı ineğin teslim edilmesi, gönderilmesi veya sarı ineğin çekip gitmesi de denebilir. Giden sarı ineğin sayısı arttıkça daha önce ortaya konan güç ve beraberinde gelen başarı önce duraklamaya, ardından gerilemeye başlar. Çünkü gidenin yerine gelenler o boşluğu dolduramamıştır. Eski başarı gelmedikçe birbirlerini eleştirmeye götürürler işi. Birbirlerine bu yaptıkları bir itibarsızlaştırma ve rol kapmadır. Bundan da rakipleri faydalanır. Bir çomak sokarak içeriden kopacak sarı inek sayısını çoğaltmaya çalışırlar. Kopup gelene de ayrı bir saygı duyar ve iltifat ederler. Eski arkadaşlarından görmediği iltifatı rakiplerinden görenler iyice ayrışmaya doğru gider. Görüntü dostu üzen, düşmanı sevindiren bir manzaradır. Bunun adı her devrim kendi çocuklarını yer sözünden başkası değildir. Eski dostların birbirinin ipini aşağıya doğru çekmesidir.

Sonuç, bir zamanlar herkesin gıpta ile baktığı kardeşlik hukuku biter, sarı ineklerin çekip gitmesi veya gönderilmesi sonucunda  daha önce ortaya koydukları sinerji kaybolur, güç kaybı ortaya çıkar, ardından çöküntüye doğru gider. Bu durum ayan beyan görünmesine rağmen ne oluyoruz, uyanalım bu kış uykusundan, ne idik, ne olduk, gelin üzerimizdeki sis perdesini kaldıralım, kırılganlıkları bırakıp yeniden bir araya gelelim diyecekleri yerde birbirlerinin ayağını çekmeye çalışırlar.  Başlarına geleni de birbirlerinden bilirler. Bu aşamadan sonra düşmana ihtiyaçları yoktur. Kendi kendilerine fazlasıyla yeterler.


9 Mayıs 2019 Perşembe

İptal Edilen İstanbul Seçimleri


Kaç ramazandır sayısını unuttum, seçim yapıyoruz. Maalesef ramazan ayının manevi ikliminde biz seçim çalışması yaptık. Bu sefer ramazandan önce seçimi 31 Mart'ta yaptık. Fakat İstanbul seçim sonuçlarına yapılan itiraz YSK tarafından 06 Mayıs'ta karara bağlanarak dörde karşı yedi oyla yenilenmek üzere iptal edildi. Seçimler 23 Haziran'da yenilenecek.

Seçim sadece İstanbul merkezinde büyükşehir başkanıyla sınırlı yapılacak olmasına rağmen konu İstanbul olunca tüm Türkiye bu seçimlere odaklandı. Kur'an ayı ramazan içerisinde seçim, orucun ve Kur'an'ın önüne geçti.

YSK'nın verdiği iptal kararı her konuda olduğu gibi toplumu yine ikiye böldü. Bir kesim karara karşı çıkarken diğer kesim kararın yerinde olduğunu savunmaktadır. Gözlemlerime göre iptal kararı toplum vicdanını kanatmıştır. Toplum şu sorulara cevap aramaktadır:
1.Seçim sandık kurulunda görev yapan başkan ve memur üye, kamu görevlisi olmadığı için seçim iptal ediliyorsa niçin bu iptal sadece büyükşehir belediye başkanıyla sınırlı kalmıştır? Aynı zarfa konan ilçe belediye başkanları, belediye meclisi üyeleri ve muhtarlar niçin iptal edilmemiştir? Madem iptal çıktı, İstanbul'un tüm seçimleri iptal edilmeliydi. Hasılı bu iptal kararından halkın ekseriyeti ikna olmamıştır.
2.İptal kararı ile YSK tartışılır hale gelmiştir. Çünkü YSK, verdiği iptal kararıyla önceki içtihatlarıyla çelişmiştir.
3.Kamuoyunda YSK'ya baskı yapıldığına dair bir kanaat vardır.

Kanaatime göre İstanbul seçimleri iptal edilirken İstanbul seçimleri tümüyle iptal edilip yeniden seçim yapılmasıydı. İptal gerekçesi belirtilirken seçim kanununa göre "Sandık kurulları usule uygun kurulmamıştır" gerekçesi yerine iptal edilen oylar yeniden sayılırken bir adayın lehine oy farkının 28 binden 13 bine düşmesi manidardır, sayılan bu oylar tüm oyların yüzde onunu teşkil etmektedir. Tüm oylar yeniden sayıldığı takdirde oy farkının kapanacağı görülmektedir, şeklinde bir gerekçe ile seçimleri iptal etse daha iyi olabilirdi. Halk bu gerekçeyi daha makul bulabilirdi. Fakat seçim kurulları, bu gerekçe için belge istedi. Halbuki hırsızlığın belgesi olur mu? YSK seçimi yenileme yerine 31 Mart'taki sandıkların yeniden sayılması kararını da verebilirdi. 

Burada değinmem gereken bir başka husus sandık kurullarının teşkilinde başkan ya da memur üyenin kamu görevlisi olmaması. Tamam burada kanuna aykırı hareket edilmiş ama burada suç YSK ve YSK'ya bağlı ilçe seçim kurullarınındır. Bu suç tüm İstanbul'un üzerine yıkılmamalıydı. Seçimin iptalinde kamu görevlisi olmama gerekçesi aynı zamanda kamu görevlisi olmayan sandık kurullarını töhmet altında bırakmıştır. Elbette kamu görevlisi olmayanlar içerisinde görevini layıkıyla yapanlar olabileceği gibi kamu görevlisi olduğu halde işini ve görevini savsaklayan kamu görevlileri de olabilir. Burada bizim düşünmemiz gereken nerede, hangi görevi yaparsa yapsın dürüst insan yetiştiremeyişimiz. Seçim iptalinden ziyade bunun üzerinde dursak iyi olacak.

Cümlemi bitirirken iptal  gerekçesi, yeniden sayılan oylardaki değişkenliğin çok fazla olması dense en azından ben ikna olurdum.


Adalet ve Güven ***


—Bir toplumda yaşayan insanlar, gruplar kesimler birbirlerine güvenmiyor, toplumda güven ortamı kalmamış, herkes  kendisini ve sevenlerini temize çıkarıp başkasını hırsızlıkla suçluyorsa,
—İşimize gelmeyen her iş ve eylemde şaibe var diyorsak,
—Her işte bir Çapanoğlu arıyorsak,
—Kazanmak için her yolu meşru görüyorsak,
—Rakibimize çamur atma başta olmak üzere her türlü hakareti yapabiliyor, iftira atabiliyor, üzerine algılar oluşturuyorsak,
—Her işimiz mahkemelik oluyor, mahkeme sonucundan bir kesim memnun oluyor, diğer kesim vur abalıya mantığıyla yargıyı yerle bir edebiliyor, yargı mensuplarını itibarsızlaştırabiliyorsak,
—Yargı mensupları verdikleri kararlarda kanunu zorlayarak sırtını güçlüden yana dayıyor, yapılan yargılama ve verilen hüküm kamu vicdanını rahatlatmıyor, toplumu yeniden ikiye bölüyor, tartışmayı bitirmiyor, kestiği parmak yarayı dindirmiyor, acıtmaya devam ediyorsa...

Böyle bir toplumda adalet ve güven eksiktir. Kimse diğerine güvenmez, mahkemeler adalet dağıtmaz. Bir toplumda adalet ve güven yoksa yapılacak tek şey oturup ağlamaktır. Ağlamak çözüm mü? Değil elbet.  Ama bu durumda yapılacak başka bir şey yoktur. Böyle bir toplum ahlaken çöküntü içerisindedir. Yaşayan bir ölüdür. Çünkü diğer sorunlar arkasından  sökün eder, hiçbir sorunu çözülmez. Böyle bir toplumun ne kültür ne de medeniyet iddiası olur. Her alanda geridir. Birbiriyle çekişir durur. Düşmanı eksik olmaz. 

Böyle bir toplumun sorumlu bireyleri içtenlikle toplumdaki adalet ve güven eksikliğini dert ediniyorsa yapacakları tek şey tarafların bir araya gelerek sorun ve dertleri masaya yatırmaları gerekiyor. Ardından değişmez ortak etik kuralları belirlemelidirler. Belirlenen bu kurallar kamuoyuna açıklanmalıdır. Her bir taraf kendi kesimine bu etik kuralların önemini izah etmelidir. Etik kurallara uymayan, aykırı hareket eden, kuralları kendi lehine yorumlayıp kullanmaya kalkanlar girdiği her yarışta hükmen mağlup edilmelidir. Taraflar yargı mensuplarının ayağına giderek herhangi bir çözümsüzlükte kararlarını kanun çerçevesinde vicdanlarına göre vermelerinin önünde hiçbir engel olmadığını, bu konuda rahat olmaları gerektiğini, kendilerine asla baskı yapılmayacağını, baskı yapılırsa bunu kamuoyuna açıklamakla yükümlü olduklarını ve verdikleri kararlarda başlarına herhangi bir durum  ve yaptırım gelmeyeceğini bildirmelidirler.

Aramızda güven ve adalet çizgisini oluşturmaz isek bir arpa boyu yol almadan birbirimizle didişir dururuz.  Bize bakarak büyüyen çocuklarımıza iyi bir örnek olmadığımız gibi onlara iyi bir ülke de bırakmayız.



***23/05/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.