Ana içeriğe atla

Devrimin Kendi Çocuklarını Yemesi


Bir toplumda ortak fikir, düşünce, siyasi görüş çerçevesinde bir araya gelip belirledikleri hedefe doğru yürüyenler, sırt sırta verip bir ve beraber oldukları müddetçe dışarıdan gelebilecek tehdit ve tehlikeleri kolayca savuştururlar. Rakipleri bunlara kolay kolay zarar veremezler. Güç kaybetmezler. Azim ve gayretlerinin bir sonucu olarak başarılı da olurlar. Kısa bir müddet sonra bu başarılarını taçlandırırlar. Rakiplerini tek tek diskalifiye ederler. Birbirlerine saygı göstererek herkes görevini layıkıyla yaptığı müddetçe kimse ellerine su dökemez.

Ne zaman ki içlerinden bir veya bir kaçı  tüm başarıyı kendisine mal eder, kendi başına buyruk hareket etmeye başlar, buyurgan bir tavır içerisine girerse birbirlerine karşı güven zedelemesi baş gösterir. Yerinde müdahale edilmez ise kırılganlıklar, incinmişlikler ve küskünlükler ortaya çıkmaya başlar. Dağ dağa küser ama dağın haberi yoktur bunun adı. Sorun yok kabul edilip birbirlerini görmemeye başlarlar ve karşılıklı gönüller alınmazsa bir zamanlar bir ve beraberlikleri düşman çatlatan cinsten olan bu ekip birer birer kopmaya ve birbirinden uzaklaşmaya ve ayrışmaya başlar. Bu durumda tarafların en zoruna giden belki de neyin var denmemesidir. Arkadaşım nereye gidiyorsun denmediği gibi ayrılıp gidene hain, vefasız gözüyle bakılması, arkasından üçüncü şahısların ileri geri konuşması sorunu iyice derinleştirir, yarayı kangrene dönüştürür. Buna sarı ineğin teslim edilmesi, gönderilmesi veya sarı ineğin çekip gitmesi de denebilir. Giden sarı ineğin sayısı arttıkça daha önce ortaya konan güç ve beraberinde gelen başarı önce duraklamaya, ardından gerilemeye başlar. Çünkü gidenin yerine gelenler o boşluğu dolduramamıştır. Eski başarı gelmedikçe birbirlerini eleştirmeye götürürler işi. Birbirlerine bu yaptıkları bir itibarsızlaştırma ve rol kapmadır. Bundan da rakipleri faydalanır. Bir çomak sokarak içeriden kopacak sarı inek sayısını çoğaltmaya çalışırlar. Kopup gelene de ayrı bir saygı duyar ve iltifat ederler. Eski arkadaşlarından görmediği iltifatı rakiplerinden görenler iyice ayrışmaya doğru gider. Görüntü dostu üzen, düşmanı sevindiren bir manzaradır. Bunun adı her devrim kendi çocuklarını yer sözünden başkası değildir. Eski dostların birbirinin ipini aşağıya doğru çekmesidir.

Sonuç, bir zamanlar herkesin gıpta ile baktığı kardeşlik hukuku biter, sarı ineklerin çekip gitmesi veya gönderilmesi sonucunda  daha önce ortaya koydukları sinerji kaybolur, güç kaybı ortaya çıkar, ardından çöküntüye doğru gider. Bu durum ayan beyan görünmesine rağmen ne oluyoruz, uyanalım bu kış uykusundan, ne idik, ne olduk, gelin üzerimizdeki sis perdesini kaldıralım, kırılganlıkları bırakıp yeniden bir araya gelelim diyecekleri yerde birbirlerinin ayağını çekmeye çalışırlar.  Başlarına geleni de birbirlerinden bilirler. Bu aşamadan sonra düşmana ihtiyaçları yoktur. Kendi kendilerine fazlasıyla yeterler.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde