Ana içeriğe atla

Dostlarınızın Sessiz Kalmasına Sessiz Kalın *


Bugünlerde rahmetli Aliya İzzetbegoviç'e ait “...Ve her şey bittiğinde; hatırlayacağımız düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacak" sözünü kimse dilinden düşürmüyor. Çoğu söz uçar, yazı kalır misali bu sözü söylemekle de kalmayıp yazı konusu ediniyor. Bilge cumhurbaşkanının sözüne diyecek bir şey yok. Zira doğru bir söz. Hepimiz altına imzamızı atarız.

Hepimiz başımıza bir sıkıntı, bir felaket geldiğinde, zor durumda kaldığımızda yanımızda ilk önce dostlarımızı görmek isteriz. Dostlarımızın sessizliği bizi yaralar ve üzüntülere gark eder.

Dostun başına bir şey geldiğinde yanında olup destek vermesi gereken dostları niçin sessiz kalır, niçin destek olmaz? Bazen menfaatine dokunduğu, bazen dostun yanında onunla aynı fotoğraf karesinde yer alırsam başım tehlikeye girer şeklinde düşünen dostlar olur. Aslında bu tiplere dost bile denmez. Sadece dost sanılandır bunlar. Sıkıntı anında hepsi sessiz kalır veya çeker gider. Kişi bunların sahte bir dost olduğunu bu vesileyle öğrenmiş olur.

Burada dostun sessiz kalması derken kastedilen gerçek dost olmalı. İlişkileri çıkar ilişkisine dayalı değildir. Böylelerinin başına bir şey geldiğinde dostların kenetlenmemesi neyle izah edilebilir? Niçin bir araya gelemezler? Burada sorun büyük olmalı. Birbirlerine kırılmışlardır. Sorun kimdedir? Bir yerde sorun varsa sorun tek taraflı olmaz. Her bir tarafın az veya çok payı vardır bu sorunda. Böylesi durumda dostlara düşen, araya üçüncü şahısları katmadan bir araya gelip aralarındaki sorun veya kırgınlıkları gidermeleridir. Bunlar bir araya gelemiyorsa bunların dost kalmasını isteyen üçüncü şahısların yapması gereken birine sırtını dayayarak diğerine saldırması değildir. Bunları bir araya getirmeye çalışmak,  anlaşmaya zorlamak ve arabuluculuk rolü üstlenmektir. Zaman tarafgir olma zamanı değildir. Çünkü tarafgirlik dostların arasında oluşan mesafeyi daha da açar. Maalesef nice yazar ve çizer, yazdıklarıyla değil dostları bir araya getirmek ayrılığı körüklüyor. Çoğunun kaleminden mürekkepten ziyade kan damlamaktadır. Bu tipler birilerinin değirmenine su taşıyor sadece. Ateşe odun atmakla meşguller. Keşke böyleleri yangına körükle gideceklerine hiçbir şey yapamıyorlarsa susmayı deneseler çok hayırlı bir iş yapmış olurlar. 

İşin bir başka yönü, sorunu veya kırılganlığı artıran; kırgın dostların, dostlarına yapılan saldırılara sessiz kalması. Bu da dostları fazlasıyla yaralar. Halbuki kendileri lehine tarafgirlik yapanlara "Hey! Siz de kim oluyorsunuz? Siz kime laf sokuşturuyorsunuz? Yerinizi, yetkinizi ve haddinizi bilin. Bugün benden görünerek eleştirdiğiniz kişi benim kadim dostumdur. Kadim dosttan düşman olmaz. Bakmayın şu aralar bizim birbirimizden uzak kaldığımıza. Biz bir araya gelemesek bile eski dostun aleyhinde olmayız. Onun kuyusunu kazmayız. Evet kırgınız birbirimize. Ben onu kırdım, o da beni. Bir gün gelir biz o kırgınlığımızı izale ederiz. Bir iş yapacaksanız yapıcı olun. Kızacaksanız ikimize birden kızın. Bunu beceremiyorsanız bizim adımıza racon kesmeyin. Bu sizin haddiniz değil" demeyişleridir. Halbuki böyle deseler yeniden birbirlerinin gönlünü kazanabilirler. Ama yapmıyorlar ve sessiz kalıyorlar. Demek ki bu tarafgirlikten memnunlar o zaman. Kusura bakmayın ama bu yaptığınız kendinizi bitirir. Biriniz biterken diğeri ayakta kalmaz.

Son söz, mademki sıkıntılarında dostlar birbirlerine destek olma yerine sessiz kalmayı tercih ediyor. Bırakın sessiz kalsınlar. Zaman her şeyin ilacıdır. Bu durumda kırgınların her birinin etrafında saf tutmuş kişiler de sussun. İnanın bu sessizlik yazıp çizmenizden ve konuşmanızdan daha iyidir. Yazıp çizecekseniz tarafgir olmayın. Gerekirse her ikisine birden tavır alın. Bu durumdan hoşnut olmadığınızı belli edin. Yani dostların sessizliğinde sessiz kalarak sessizliğe ortak olun. Sessiz kalmayacaksanız gölge etmeyin.


* 20.05.2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde