Ana içeriğe atla

Adalet ve Güven ***


—Bir toplumda yaşayan insanlar, gruplar kesimler birbirlerine güvenmiyor, toplumda güven ortamı kalmamış, herkes  kendisini ve sevenlerini temize çıkarıp başkasını hırsızlıkla suçluyorsa,
—İşimize gelmeyen her iş ve eylemde şaibe var diyorsak,
—Her işte bir Çapanoğlu arıyorsak,
—Kazanmak için her yolu meşru görüyorsak,
—Rakibimize çamur atma başta olmak üzere her türlü hakareti yapabiliyor, iftira atabiliyor, üzerine algılar oluşturuyorsak,
—Her işimiz mahkemelik oluyor, mahkeme sonucundan bir kesim memnun oluyor, diğer kesim vur abalıya mantığıyla yargıyı yerle bir edebiliyor, yargı mensuplarını itibarsızlaştırabiliyorsak,
—Yargı mensupları verdikleri kararlarda kanunu zorlayarak sırtını güçlüden yana dayıyor, yapılan yargılama ve verilen hüküm kamu vicdanını rahatlatmıyor, toplumu yeniden ikiye bölüyor, tartışmayı bitirmiyor, kestiği parmak yarayı dindirmiyor, acıtmaya devam ediyorsa...

Böyle bir toplumda adalet ve güven eksiktir. Kimse diğerine güvenmez, mahkemeler adalet dağıtmaz. Bir toplumda adalet ve güven yoksa yapılacak tek şey oturup ağlamaktır. Ağlamak çözüm mü? Değil elbet.  Ama bu durumda yapılacak başka bir şey yoktur. Böyle bir toplum ahlaken çöküntü içerisindedir. Yaşayan bir ölüdür. Çünkü diğer sorunlar arkasından  sökün eder, hiçbir sorunu çözülmez. Böyle bir toplumun ne kültür ne de medeniyet iddiası olur. Her alanda geridir. Birbiriyle çekişir durur. Düşmanı eksik olmaz. 

Böyle bir toplumun sorumlu bireyleri içtenlikle toplumdaki adalet ve güven eksikliğini dert ediniyorsa yapacakları tek şey tarafların bir araya gelerek sorun ve dertleri masaya yatırmaları gerekiyor. Ardından değişmez ortak etik kuralları belirlemelidirler. Belirlenen bu kurallar kamuoyuna açıklanmalıdır. Her bir taraf kendi kesimine bu etik kuralların önemini izah etmelidir. Etik kurallara uymayan, aykırı hareket eden, kuralları kendi lehine yorumlayıp kullanmaya kalkanlar girdiği her yarışta hükmen mağlup edilmelidir. Taraflar yargı mensuplarının ayağına giderek herhangi bir çözümsüzlükte kararlarını kanun çerçevesinde vicdanlarına göre vermelerinin önünde hiçbir engel olmadığını, bu konuda rahat olmaları gerektiğini, kendilerine asla baskı yapılmayacağını, baskı yapılırsa bunu kamuoyuna açıklamakla yükümlü olduklarını ve verdikleri kararlarda başlarına herhangi bir durum  ve yaptırım gelmeyeceğini bildirmelidirler.

Aramızda güven ve adalet çizgisini oluşturmaz isek bir arpa boyu yol almadan birbirimizle didişir dururuz.  Bize bakarak büyüyen çocuklarımıza iyi bir örnek olmadığımız gibi onlara iyi bir ülke de bırakmayız.



***23/05/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde