8 Mayıs 2019 Çarşamba

Bazen Kaybetmekte Hayır Olabilir

Bir yarışa çıkıyorsan yarışa çok iyi hazırlanacaksın. Yarışın kuralları ne ise hepsini en iyi şekilde yapacaksın. Bir taraftan yarışırken diğer taraftan yarışa hakemlik yapanların usulsüz iş ve işlem yapmasının önüne geçmek için tüm tedbiri alacaksın. Yarış günü gelip çattığında rakibinle en iyi şekilde yarışacaksın. Yarış yaparken rakip veya rakiplerine karşı centilmenliği elden bırakmayacaksın.

Yarışı yaptın. Yarışın üç türlü sonucu vardır. Ya kazanır ya kaybeder ya da berabere kalırsın. Sonucuna katlanırsın. Beraberlik halinde yeniden yarışırsın. Kazanırsan yarışın ödülü ne ise onu alırsın. Kaybedersen yarış kurallarına göre usulsüzlük varsa itirazını yapar, hak arayışına girersin. Yetkili kurullar itirazını değerlendirir. Haksızlık yapılmışsa o hak, er veya geç gelir seni bulur. İtirazın uygun görülmemişse yenilgiyi kabul eder, rakibini tebrik eder, yoluna devam edersin. Bil ki dünyanın sonu değildir. Bazen başarı yolunda kayıp sonuçları itibariyle hayır olabilir.

Yarışta sana haksızlık yapılıp yapılmadığını her kesimden halkın içine girince daha iyi anlarsın. Çünkü mağdur olup olmadığın halkın vicdanında makes bulur. Halk en iyi hakemdir: Sana haksızlık yapıldığına inanıyorsa bu yarışı kaybetmiş olmana rağmen kazanmış, halkın gözünde ve gönlünde taht kurmuş olursun. Bu mağduriyetin sana ileride galibiyet olarak dönecektir.

Kaybettiğin yarışı geri almak için kılı kırk yarar, tekeden süt çıkarmaya kalkar, elindeki bütün gücü kullanır, yenilgiyi kabule yanaşmaz isen kaybettiğin bu yarışı  belki tekrar kazanabilirsin. Bu başarı, başarı yolunda bir mağlubiyet olabilir. Burada da hakem yine halktır. Halkın arasına girilirse bu başarının bir galibiyet mi yoksa bir mağlubiyet olduğu ortaya çıkar.

Anlatmak istediğim bazen kaybetmek hatalarla yüzleşmek, bir daha aynı hataları yapmamak, kendini yenilemek ve daha güçlü gelmek için bir fırsat olabilir. Çünkü kayıp, insana kaybettiğinin değerini daha iyi anlamasına sebebiyet verebilir. Bir daha kaybetmemek için yoğurdu üfleyerek yedirir. 


7 Mayıs 2019 Salı

"Elimi Bırakma" Dizisi ve Aile

TRT1'de pazar akşamları yayımlanan bir dizi var. Hiç dizi izlemeyen ve takip etmeyen ben bu diziyi işlediği konu itibariyle izliyorum. Dizinin adı, Elimi Bırakma. Aileyi konu ediniyor.

Burada niyetim dizi reklamı falan değil. Konu aile olunca aileye, aile olmaya verdiğim değerden ötürü bu diziyi önemsiyorum. Dizide iş kadını babaanne rolündeki Feride Hanım'ın torunlar ve gelinden ibaret ailesini bir çatı altında, huzur ve mutluluk içerisinde bir arada tutmaya çalıştığı görülüyor. Aile olur da sorun olmaz mı? Feride Hanım işten ve dışarıdan kaynaklanan sorunların yanında aynı zamanda gelininin ve babaları vefat etmiş torunlarının sorunlarını kırmadan dökmeden suhuletle çözmeye çalışıyor. Sorunları bir bir çözerken para muslukları elinde olmasına rağmen başvurduğu tek yöntem iletişim yoludur. Kimin derdi varsa dinliyor, haberleri olmadan sorunları çözmeye çalışıyor. Baskı yok, cebir yok, ötekileştirme yok. Başa kakma yok. Herkesi anlamaya çalışan bir babaanne var. Cezalandırma ve suçlama yerine affetmeyi ve kazanmayı düşünen bir babaanne... Gücüne rağmen otoriter ve baskıcı değil. Herkese verdiği değerle değer ve saygı gören biri. Aileyi menfaat ve çıkara dayalı bir arada tutmayı değil; sevgiyi, saygıyı, paylaşmayı esas almaktadır. Tüm plan aileyi nasıl bir arada tutarım hesabı üzerine kurulu. Aile bireylerinden her birine gücüne göre sorumluluk verilmektedir. 

Yardımseverliğiyle de ön planda olan babaanne, büyük torununu evlendirmeye hazırlanırken torununa konaktaki bir odayı gelin odası olarak seçiyor. Şimdilerde iyice yabancısı olduğumuz bu durum takdire şayan. Evde herkese yer var. Yeter ki gönüller sığsın. Çekirdek aileyi değil, büyük aileyi hedefliyor. Torun ve müstakbel eşi biz ayrı bir ev istiyoruz demiyor. Bunun lafı bile geçmiyor. Düğün yapılacak, alışveriş için damat-gelin kendi haline bırakılmıyor, alışverişe birlikte çıkılıyor. Düğün için salona bakma yok, biz şunu şunu isteriz diyen yok. İstedikleri şatafatlı bir düğünden ziyade sade bir düğün. Onca zenginliğe rağmen özenti ve gösteriş yok.

Babaanne Feride, dizinin ilk bölümlerine göre dağılmaya yüz tutmuş, isyanlara oynayan aileyi toparlamayı, birbirine kenetlemeyi beceriyor.  Dizinin sonu nasıl olur bilemem ama şu anki görüntüsüyle bu dizi bir aile dizisi, ailecek izlenebilir. Günümüz aile yapısı iyice küçülmeye yüz tutmuş, herkes başına buyruk hareket ediyor. En ufak bir sorunda evlilikler çatırtıyor. Sorunları çözme yoluna gidilmiyor. Bir evde baba, oğul ve torunun oturması çok nadirattandır. Sanki kalmadı gibi. Koca evde karı koca bir başına kalırken çocuklar başka ev tutuyor.

Dizide işlenen aile yapısından bugün uzaklaşılmış olsa da dizi sayesinde gelin kaynana bir arada. Eski gelenekler yaşatılmaya çalışılıyor. Sorun yok mu? Var. Çözülüyor hepsi. Yeter ki çözme iradesi gösterilsin. Ev kalabalık olmasına rağmen herkes huzursuz mu? Değil. Hepsi hayatından memnun. Hasılı dizi doğru yolda. Ya biz?

Ölenin Arkasından Aleyhte Konuşanlara Saygı Duymuyorum

Ölenin arkasından yazılıp çizilenlerle ilgili kaç defa yazdım çizdim. Ben yazmaktan bıkıp usandım, bizim kırk yıllık kaniler maalesef değişmedi. Tam gaz küfre, hakarete, lanetlemeye devam ediyor. Yeter ki bir kesimin bayraklaştırdığı biri ölmüş olsun. 

Ölünün arkasından küfürler yağdırmak, bunu cümle aleme ilan etmek, nasıl bir psikoloji, nasıl bir kişilik, anlamış değilim. Anlamak için kaç fırın ekmek yiyeceğim bilemiyorum.

Diyelim ki ölen kimse kafa yapımıza göre kötü biri, makbul biri değil. Olabilir. Herkes herkesi sevecek, beğenecek diye bir şey yok. Merak ettiğim niçin bu kişiyle ölmeden önce mücadele etmiyoruz? Ölenin kendisini savunacak bir pozisyonu kalmayınca mı aklımız başımıza geliyor? Bunun kime faydası var? Dirisinden haz almadığımız, fikirlerinden nefret ettiğimiz kişinin vefatının üzerine oturduğumuzun farkında mıyız? Bir insanın zaafından bu şekil yararlanmak yakışıyor mu bize?

Ölen kimse sevmediğimiz birisi ise onun cenazesine katılmamak, hakkında hayır duada bulunmamak, ileri geri konuşmamak yeterli gelmiyor mu bize. İllaki mezarının üzerine mi pisleyeceğiz? Hiç mi ruh yok bizde? Yahu kendisinde ruh ve vicdan olmayan ceza kanunlarımız bile ölenin yargılamasını düşürür, davası düşer. Dirisiyle uğraşır, ölüsüyle değil.

Ölen hangi kesimin adamı olursa olsun ölenin hakkında ileri geri konuşmayı şık ve uygun bulmuyorum. Bunu yapanlara saygı duymuyorum. Bu tip insanların en hafifiyle ahlaki bir zaafiyet yaşadığını düşünüyorum. Bu tiplerin bu ülkeye, bu ülkenin huzuruna zerre katkıları olamaz. 

Ölenin arkasından hiç konuşulmayacak mı? Konuşulur. Eleştirilemez mi? Eleştirilir. Ne zaman yapılır? Cenazenin sıcaklığı gider, sevenlerinin üzüntüsü soğumaya yüz tutar. Sonra fikir bazında eleştirilir, sevilmediği ifade edilir. Ötesi? Çukur işidir. Kendi çapını gösterir. Kinini döker. Basitliğini ve çapını gösterir.

Burada bir kesimi kastetmiyorum. Bu konuda hiçbir kesim masum değildir. Maalesef sağcısıyla, solcusuyla, dindarıyla, ateistiyle hepimiz aynıyız. Böyle derken her kesimin istisnaları olduğunu ifade etmek isterim.

Olmadı İbrahim Uğur Altay! ***

Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın İbrahim Uğur Altay, bu ramazan ayında "Rahmet Akşamları" etkinliklerinin yapılmayacağını ve mahalle iftarlarının verilmeyeceğini açıkladı. Yapılmayacak olan bu iki etkinliğin Konya’mıza hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Bu kısa girizgâhtan sonra Başkanımızı biraz eleştirelim. Zira eleştiriyi çoktan hak etti:

Olmadı Sayın Başkan! Gelir gelmez eski köye yeni âdet getirdin. Seni Konya, bir şeyleri yasaklayasın diye mi getirdi? Bu mu olacaktı ramazanda icraatın? Kimin parasını kimden kıskanıyorsun? Orta yerdeki denizden herkes faydalansaydı olmaz mıydı? Bir de adın İbrahim. Biz sandık ki adına yaraşır bize Halilürrahman sofralarını kuracak, gelip geçen yiyecek. Öyle yiyecektik ki bağını sormayacaktık. Yemek firması da paraya para demeyecekti. İsminle bize Uğur getirecek dediğimiz siz, bu hevesimizi maalesef kursağımızda bıraktınız. Hasılı mahalle iftarlarını iptal etmenizi beğenmedim bir Konyalı olarak.

Bir diğer yasağınız yıllardır gelenek haline gelen "Rahmet Akşamları" etkinliklerini kaldırmanız. Bu yaptığınız da olmadı. Tam teravih vakti vatandaşın çoğu ibadetini yapmak için camilere akın ederken teravihe gitmeyenleri eğlendiren bu etkinliği iptal etmenizin hiç bir makul tarafı yok. Şimdi iftardan sonra çarşıya akın edecek diğer vatandaşlar bu gazap akşamlarından pardon "Rahmet Akşamlarından" mahrum kalınca nasıl vakit geçirecek? Ayrıca kaç sanatçının ekmeğine mani oldunuz, hiç düşündünüz mü? 

Yasağınız bunlarla sınırlı kalsa eh diyeceğim. Duydum ki alt geçitlere ekilip dikilen lale veya çiçeklere de son vermişsiniz. Buna ne demeli? Biz bundan sonra alt geçitlerden geçerken lale yerine beton mu izleyeceğiz? Maalesef yeşil düşmanı olacağını hiç hesaba katmadık. Keşke bununla kalsa, aynı zamanda siz tarihimizi yaşatmak istemiyorsunuz. Konya olarak tarihimizde az bir döneme adını vermiş, zevk ve sefaya önem vermiş Lale Devri, Konya’mızda günümüzde de yaşatılsa olmaz mıydı? Bu yaptığınızla kimlerin ekmeğiyle oynadığınızın farkında mısınız?

Bir diğer icraatınız lüks otellerdeki iftar programlarına katılmayıp çat kapı fakirin sofrasına misafir olacakmışsınız. Ah İbrahim Bey! Gördüğüm kadarıyla sizden başkanlığınız döneminde çok çekeceğiz. Ne yiyeceksin ne de yedireceksin. Çekecek çilemiz varmış desene! Biz kendimize yanalım. 

Madem bu seneki icraatınız yasaklama üzerine kurulu. Yasaklarınıza -yetkinizde mi bilmiyorum- sahurda davul çalmayı da ekleseydiniz olmaz mıydı? Oldu olacak elimizde bir bu gelenek kaldı. Onu da kaldırın gitsin.

Son söz: Başkanım! Yasakladığın icraatlara bugüne kadar hiç katılmayan biri olarak bu yasaklarınız ümit ederim bu yıl ile sınırlı değildir. Tüm yılları kapsar. Umarım sürçü lisan etmemiş ve meramımı anlatabilmişimdir. 



***11/05/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

"Ya İstanbul Beni ya Ben İstanbul'u" ***

Almak için kimler kuşatmadı ki İstanbul'u! Gücüne kuvvetine inanan herkes soluğu İstanbul önlerinde aldı. Son kuşatan bıyıkları yeni terlemiş 21 yaşındaki Fatih Sultan Mehmet oldu. Fatih "Ey Konstantiniyye!  Ya sen beni alacaksın ya da ben seni" diyerek İstanbul'u alma azim ve iradesini gösterdi ve İstanbul'u fethetti.

1453 yılından beri İstanbul elimizde. Fakat İstanbul üzerindeki mücadele bir türlü bitmedi. Çok partili hayata geçiş yaptığımız andan itibaren de İstanbul'u yönetme mücadelesi başladı. Her partinin yanında ayrı bir yeri var İstanbul'un. 

31 Mart seçimlerinin üzerinden bir ayı geçmiş olmasına rağmen İstanbul hala kendisini yönetecek başkanını bulamadı. Yapılan seçim iptal edilerek  seçim yenilenecek. İki aday 23 Haziran'da yeniden yarışacak. 

YSK üyeleri, tartışmalı seçim sonuçlarını iptal ve yenileme diyerek belli bir kesimin eleştirilerini üzerine çekti. Çok eleştirilecek biliyorum. YSK mevcut durumu onaylasaydı yine eleştirilecekti. Çünkü orta yerde sakal-bıyık meselesi var. Ama YSK iptal ve yenileme kararıyla tüm yükü üzerinden attı. Buyurun yarışın, kozlarınızı paylaşın. Öyle yarışın ki işi bana bırakmayın. Hanginiz alacaksa farklı kazanın, dedi.

İstanbul'un yeni başkanı kim olur, yarışı kim kazanır, bunu 23 Haziran akşamı göreceğiz. Burada 23 Haziran seçim sonuçları ile ilgili öngörümü ve mevcut durumu paylaşmak istiyorum. Seçimlerin iptali ve yenilenecek olması iyi oldu, kötü oldu demeyeceğim ama söylemeden de edemeyeceğim. Kanaatimce seçimlerin yenilenmesi sonuçları itibariyle hoş olmayacaktır. Türkiye, İstanbul seçimlerine yoğunlaşarak birkaç ay daha kaybedecektir. Seçim maliyetini saymıyorum. İptal edilen bu seçim sonuçları siyasetimizi derinden etkileyecektir. Çünkü bu seçim iptali yıllar yılı konuşulacak, YSK'ya baskı yapıldı denecek. Birileri mağdur edildiklerini bir güzel işleyecek ve bu mağduriyet 23 Haziran seçimlerini farklı kazanmalarını sağlayacak. Bu başarı İstanbul ile sınırlı kalmayacak. 2023 Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerini de etkileyecektir. 31 Mart seçim sonuçlarına göre seçimi kaybeden, yenilenen seçimi kazanabilir ama bu başarı, kendilerini ve kendilerine umut bağlayanları çok mutlu etmeyecektir.

Hasılı 31 Mart İstanbul seçim sonuçlarını iptal edenler, şayet doğruysa iptal ettirenler ve iptal olsun diye baskı yapanlar, seçimler iptal oldu diye sevinenler, bilerek veya bilmeyerek bir başkasına hizmet etmiş olacaklar. Çünkü güçlü bir rakibin doğuşuna zemin hazırlamış olacaklar.

Yenilenecek İstanbul seçimlerinin hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Ülkede barış ve huzur hakim olsun.



***09/05/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

6 Mayıs 2019 Pazartesi

Yeni Bir Parti Kurup İlk Seçimde İktidar Olmayı Düşünenlere Tüyolar

Parti kurup iktidara gelme gibi bir düşüncem yok. Zaten parti kursam da ben kendime oy vermem. Zira siyaset ve ülke yönetimi bana bırakılamayacak kadar önemli bir iştir. Fakat bendeki bu bilgi birikimi boşa mı gitsin? Buna gönlüm razı olmaz. En azından meraklıları için başarının anahtarı olacak ve parti tabanını oluşturacak bazı tüyolar vermek istiyorum. Bu da benden ülkeme bir katkı olsun. Bir diğer istediğim de tüyolarımdan hareketle parti kurup iktidara gelen partinin beni görüp gözetmesi.

Bir partinin başarılı olması için her şeyden önce hitap edeceği bir tabanının olması gerekiyor. Türkiye'de merkez sağ, merkez sol, Türk ve Kürt milliyetçiliği üzerine oturan bir siyasi yelpaze var. Şu ana kadar böyleydi. Şimdi beşinci bir tabandan bahsedeceğim. Bu tabana hitap eden kazanır. Bunlar kimlermiş dediğinizi duyar gibiyim. Bunlara mağdurlar veya mağdur olduğunu iddia edenler de denebilir. Hatta bu yüzden partinin adı da "Mağdurlar Partisi" (MP) olarak belirlenebilir. Buyurun:
*Kamuda görev almak, yönetici olmak ve öğretmen olmak için mülakata girip başarılı olamayanlar (mülakatzede)
*Yöneticilikleri kanunla ellerinden alınan il, ilçe milli eğitim müdürleri ve okul müdür ve yardımcıları (yöneticizede)
*Vekil, belediye başkanı iken partisi tarafından yeniden aday yapılmayanlar  (adayzede)
*Belediye başkanı iken partisi tarafından istifa ettirilen belediye başkanları (koltukzede)
*Etkili ve yetkili bir görevde iken pasif bir göreve veya kızağa çekilenler (görevzede veya kızakzede denebilir)
*FETÖ iltisakı dolayısıyla görevden el çektirilen, el çektirildikten sonra görevine dönenler, kamudan ihraç edilenler ve sonra geri dönenler (FETÖzede)
*Bir gazetede köşe yazarı olarak görev yaparken bir veya birkaç yazısı dolayısıyla gazetesinden ilişiği kesilenler (basınzede)
*İşi varken ekonomik kriz veya başka nedenlerle işini kaybedenler (işzede)
*Göz kırptığı makama gelemeyenler (makamzede)
*Devletten bir türlü ihale alamayan esnaf, tüccar veya firma (ihalezede)
*Devletten ilan alamayan gazete(ilanzede)
*Çocuğu LGS veya üniversite sınavına gireceği yıl sınav sistemindeki belirsizlik ve değişiklikten etkilenen anne ve babalar (sınavzede)
*Çocuğu üniversite olduğu halde iş bulamayıp işsiz kalan çocuk ve ebeveyni (işsizzede)
*Emeklilikte yaşa takılan(EYT) emekçiler (Emeklizede)
*Af çıkmasını bekleyen kader(!) mahkumları(kaderzede)
*Erdoğan düşmanları (Erdoğanzede) Burada bir mağduriyet görünmese de sevenleri kadar nefret edenleri de olduğu için Erdoğan düşmanlığı üzerinden kurulacak bir partinin başarılı olma şansı yüksektir.
*Bir partisi varken ve o partide etkili bir görevde iken herhangi bir nedenle partisinden uzaklaştırılan veya çekip gidenler (trenzede)

Bu saydıklarımı tek kişiden ibaret sanmayalım. Çoğu kalabalık bir ordu gibiler. Gördüğünüz gibi kurulacak bir partinin tabanı hazır. Yeter ki bunları yanlarına çekebilecek bir parti kurulsun ve bunlara hitap edebilsin. İlk seçimde iktidar garantisi veriyorum.


Oruç Adam *


Ben ramazan başlıyor, on beş-on altı saati aşan bu uzun günlerde nasıl oruç tutacağım, acaba zorlanır mıyım psikolojisini yaşadığım bir ortamda Kocaeli Gölcükte 52 yaşında market çalıştıran Osman Ay isimli esnafın gazetelere yansıyan haberi gözüme ilişince kendimden utandım.  Haberi okumayanlar için kısaca değineyim. Osman Bey, oruç tutulması haram olan Ramazan Bayramının birinci ve Kurban Bayramının dört günü hariç yılın 360 gününü oruçlu geçiriyormuş. Önceleri sadece recep, şaban ve ramazan aylarında üç aylar orucunu tutan Osman Bey, sağlığında herhangi bir sıkıntı görmeyince bu ibadeti yılın diğer günlerine de taşımış ve bu kesintisiz orucunu da 31 yıldır devam ettiriyormuş.

Oruç tutarken zaman zaman zorlandığını fakat hiç sağlık problemi yaşamadığını, oruç tutmayı herkese tavsiye ettiğini, orucu Allah için tuttuğunu, uzun ve sıcak günlerde Allah’ın bir kolaylık verdiğini söylüyor Oruç adam. Oruç adam diyorum. Çünkü marketin önünden geçenlerin “Oruç tutan abi sen misin” deyip şaşırıyorlarmış. Kim şaşırmaz ki! Dile kolay 31 yıldır oruç tutuyor. Orucun kendisi olup çıkmış. Bu arada oruç tutan insanlara tavsiyelerde bulunmayı da ihmal etmiyor Osman Bey: “Ben her zaman insanın kendi doktorunun, diyetisyeninin kendisi olacağını söylerim. Çünkü Rabbim insana taşıyamayacağı bir yük yüklemiyor. Peygamber Efendimiz, ‘Oruç tutun, sıhhat bulun’ diyor. İnsanın vücudunun  zekatı da oruçtur. Ben hep insanlara nefsinizi köreltecek kadar yemek yemeyin, aşırıya kaçmayın diyorum.”

Hayatı oruç olan Osman Bey’i burada konu edinmemin sebebi Osman Bey’in örnek alınması değil. Kimseye de tavsiye etmem ama tebrik edemeden de geçemiyorum. Nefsini köreltmiş iyice. Her kişi yapamaz bunu. Hele ramazan orucu dışında oruç tutmak daha bir zor olsa gerek. Kendim böyle tüm yılı oruçlu olarak geçiremediğim gibi başkasının da tutmasını istemem. Zira dinimizde böyle bir uygulama yok. Peygamberimiz bile üç aylarda oruç tutmayı sıklaştırmakla birlikte ramazan orucu dışında bazı günler diğer insanlar gibi yiyip içmiş. Bir diğer uygulama ise Hz Davut peygamberin orucudur ki “Savm-ı Davut” diye geçer. O da gün aşırı oruç tutar; bir gün oruç tutar, diğer gün tutmazmış. Yani yılın altı ayını oruçlu geçirirmiş. Osman Bey maşallah kimseye nasip olmayacak şekilde bir rekora koşuyor. Herhalde kendi rekorunu kendi egale eder. Öyle zannediyorum türünün son örneğidir. Ne diyeyim Allah Osman Bey’e güç-kuvvet, sıhhat versin.


Gelelim bana. Bu yazımda Osman Bey’i konu edinmemin sebebi daha oruç gelmeden nefsimin “Ramazan! Oruç yaklaşıyor, günler de çok uzun, nasıl tutacaksın? Zorlanmayacak mısın” şeklinde bana vesvese vermesi. Osman Bey’i görünce “Toru topu bir ay oruç tutacaksın, daha başlamadan kendini yiyip bitiriyorsun. Bak Osman Bey’e tüm yılı oruca hasretmiş. Üstelik senden de 4 yaş küçük. Büyüklüğünden utan. Bir Osman Bey’e bak, bir de kendine. Senin tuttuğun orucun Osman Bey’in tutuğunun yanında esemesi mi olur” dedim ve kendimi ramazan orucu tutmaya motive ettim. Zaten bendeki psikolojik bir durumdu. Her ramazan geldiğinde memurların pazartesi sendromu yaşadığı gibi oruç başlarken ben de yaşarım. Oruç tutmaya başlayınca nefsimin gözümde büyüttüğü kadar değilmiş diyorum.

Bize daha doğrusu bana oruca başlamak ilk başlarda zor ve güç gibi gelse de Osman Bey’e de herhalde oruç tutmadığı o beş gün zor geliyordur. Nasıl geçecek bu beş gün diye kara kara düşünüyordur. Okuduğum kadarıyla Osman Bey durumundan memnun. Öyle zannediyorum hanımı da bu durumdan çok memnundur. Çünkü kahvaltı ve öğle yemeği derdi yok.



* 11/05/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.