Ana içeriğe atla

Ölenin Arkasından Aleyhte Konuşanlara Saygı Duymuyorum

Ölenin arkasından yazılıp çizilenlerle ilgili kaç defa yazdım çizdim. Ben yazmaktan bıkıp usandım, bizim kırk yıllık kaniler maalesef değişmedi. Tam gaz küfre, hakarete, lanetlemeye devam ediyor. Yeter ki bir kesimin bayraklaştırdığı biri ölmüş olsun. 

Ölünün arkasından küfürler yağdırmak, bunu cümle aleme ilan etmek, nasıl bir psikoloji, nasıl bir kişilik, anlamış değilim. Anlamak için kaç fırın ekmek yiyeceğim bilemiyorum.

Diyelim ki ölen kimse kafa yapımıza göre kötü biri, makbul biri değil. Olabilir. Herkes herkesi sevecek, beğenecek diye bir şey yok. Merak ettiğim niçin bu kişiyle ölmeden önce mücadele etmiyoruz? Ölenin kendisini savunacak bir pozisyonu kalmayınca mı aklımız başımıza geliyor? Bunun kime faydası var? Dirisinden haz almadığımız, fikirlerinden nefret ettiğimiz kişinin vefatının üzerine oturduğumuzun farkında mıyız? Bir insanın zaafından bu şekil yararlanmak yakışıyor mu bize?

Ölen kimse sevmediğimiz birisi ise onun cenazesine katılmamak, hakkında hayır duada bulunmamak, ileri geri konuşmamak yeterli gelmiyor mu bize. İllaki mezarının üzerine mi pisleyeceğiz? Hiç mi ruh yok bizde? Yahu kendisinde ruh ve vicdan olmayan ceza kanunlarımız bile ölenin yargılamasını düşürür, davası düşer. Dirisiyle uğraşır, ölüsüyle değil.

Ölen hangi kesimin adamı olursa olsun ölenin hakkında ileri geri konuşmayı şık ve uygun bulmuyorum. Bunu yapanlara saygı duymuyorum. Bu tip insanların en hafifiyle ahlaki bir zaafiyet yaşadığını düşünüyorum. Bu tiplerin bu ülkeye, bu ülkenin huzuruna zerre katkıları olamaz. 

Ölenin arkasından hiç konuşulmayacak mı? Konuşulur. Eleştirilemez mi? Eleştirilir. Ne zaman yapılır? Cenazenin sıcaklığı gider, sevenlerinin üzüntüsü soğumaya yüz tutar. Sonra fikir bazında eleştirilir, sevilmediği ifade edilir. Ötesi? Çukur işidir. Kendi çapını gösterir. Kinini döker. Basitliğini ve çapını gösterir.

Burada bir kesimi kastetmiyorum. Bu konuda hiçbir kesim masum değildir. Maalesef sağcısıyla, solcusuyla, dindarıyla, ateistiyle hepimiz aynıyız. Böyle derken her kesimin istisnaları olduğunu ifade etmek isterim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde