28 Mart 2019 Perşembe

Bir İstikrar Abidesi

—Efendim, kendinizi tanıtır mısınız?
—Bir partinin genel başkanıyım.
—Kaç yıldır bu partinin başındasınız?
—9 yıldır.
—Kaç seçime girdin bu süreçte?
—9
—Kaçını kazandın?
—Hiçbirini.
—Ciddi olamazsın, şaka yapıyor olmalısın.
—Hayır efendim! Hepsini kaybettim.
—Girdiğin tüm seçimleri kaybettin, hala partinin başındasın.
—Seçimleri kaybediyorum ama partimde hep ben kazanıyorum.
—Nasıl?
—Genel başkan olduğumdan itibaren olağan ve olağanüstü olmak üzere 6 mı, 7 mi kongre yaptım. Hepsinden de delegenin teveccühüyle yüzümün akıyla çıktım. Hasılı seçimlerde hep kaybeden bir istikrar abidesi olurken parti kongrelerinde hep kazanan ben oldum.
—Siyasi partinin amacı kazanmak ve iktidar olmaktır. Hiç seçim kazanmamanıza rağmen nasıl beceriyorsunuz bunu?
—İnce işler bunlar. Nasıl olduğunu söyleyemem. Meslek sırrı. Bu işler, ince soyadını taşımakla olmuyor. 
—Delegeniz neye binaen size oy veriyor?
—Delegemiz istikrara oy veriyor.
—Hep kaybettiğinizden bahsediyorsunuz. İstikrar bunun neresinde? 
—Demokraside bir kazanan olacak, bir de kaybeden. Biz kaybedeceğiz ki başkası kazanacak. Başka türlü demokrasi olmaz ki... Bizim payımıza hep kaybetmek düşüyor. Sonra ana muhalefet olmak da bir başarıdır. Seçmen bize hep denetim görevini veriyor. Biz de bu görevi ifa ediyoruz. Ayrıca tamamen başarısız olduğumuz söylenemez. Ben genel başkan seçildiğim andan itibaren Partimin oy oranını hiç düşürmedim. Üstelik oyumuz o kadar bereketli ki bazen bir parti seçime girdin diye vekil gönderiyoruz, bazen başka partiye oy veriyoruz. Buna rağmen oyumuz düşmüyor. Bu da istikrar abidesi olduğumuzu gösteriyor. 
—Durumunuzu istikrar olarak değerlendiriyorsunuz. Bu dediğinize kendiniz inanıyor musunuz?
—Elbette. Ben inanmadığımı söylemem. Ayrıca biz bir tecrübe birikiminin kalesiyiz. Biz girdiğimiz her seçimi kaybede kaybede seçimlerin nasıl kaybedildiğini çok iyi biliriz. Bugün partimiz "Bir seçim nasıl kaybedilir" diye üniversitelerde örnek ders olarak okutulabilir, hatta bu konuda ders verebiliriz.
—Ciddi olamazsınız...
—Efendim, benim şaka yaptığımı nerede gördünüz? Ben hep ciddiyim. Sonra ben bir misyonu temsil ediyorum.
—Ne gibi?
—Benden önceki genel başkanlarımız da her seçimi kaybetmesine rağmen koltuğunu korudu. Ben de aynı pozisyonumu koruyorum.
—Efendim, sizin koltuktan indirilme durumunuz söz konusu mu?
—Mümkün değil. Teşkilat tamamen arkamda. Ben ancak bir şekilde giderim.
—Nedir o efendim?
—Nasıl geldiysem öyle giderim. Çünkü bir insan bir yere nasıl geldiyse öyle gider.
—Yani bir operasyon demek istiyorsun...
—Ta kendisi...


Partilerimizi İsimleriyle Analiz

Bu yazımda siyasi arenamızda boy gösteren siyasi partilerimizi isimleri üzerinden analiz etmeye çalışacağım. Baştan söyleyeyim bu analizim nesnel bir değerlendirme değil, tamamen özneldir.  Niyetim partileri temize çıkarmak ve yerin dibine geçirmek değil. Katılır veya katılmazsınız, bunlar benim doğruluğundan emin olmadığım şahsi görüşüm. 

AK Parti. Açılımı= Adalet ve Kalkınma Partisi: Partinin hakkı teslim ve adaleti tesis  etmede sorunları var. Her şeyden önce kendisinin adalete ihtiyacı vardır. Türkiye'nin adalet sıralamasındaki sonlardaki yerini göz önüne aldığımızda bu durumu daha iyi anlarız. Hukukun Üstünlüğü Endeksine göre Türkiye 113 ülke içerisinde 101.sırada. Kalkınmaya gelince alt yapı, ulaşım ve inşaat sektöründe ülkeyi kalkındırdı. Son iki-üç yıla gelinceye kadar ekonomiyi iyi döndürdü, enflasyonla mücadelede başarılı oldu. Ama bu durumu sürdüremedi. Paramızı döviz karşısında koruyamıyor, ekonomiyi borçla döndürmeye çalışıyor. Sonuç olarak ülkeyi ekonomik yönden aldığı noktaya götürdü. Adı konmasa da bir ekonomik krizle karşı karşıyayız. Hasılı AK Parti ismi gibi ak değil. Uzun iktidar dönemlerinde savruldu. İsmindeki ak'ı koruyamadı. Altında ezildi. Bugün için ne adalet var ne kalkınma ne de aklık. Özündeki akı bilerek veya bilmeyerek kirletti. Bugün çıkmaya ve doğduğu ilk ana dönmeye çalışıyor ama beceremiyor.

CHP. Açılımı: Cumhuriyet Halk Partisi. Bu parti ne cumhuru temsil ediyor ne de halkı. Değerleriyle, savunduklarıyla halka yabancı. Belli bir azınlığı temsil ediyor. Halkın içinden değil, halktan biri hiç değil. Tüm yaptığı halka rağmen halkçılık. Ömrünü halkın değerlerine düşmanlık yaparak geçirdi. Halkın derdiyle bu partinin dertleri hiç örtüşmedi. Bundan dolayıdır ki tek parti iktidarından sonra halk ona tek başına hiç iktidar vermedi, hep ana muhalefet görevi verdi. Cumhur ve halk olmak istiyorsa bu parti, samimi bir şekilde geçmişiyle yüzleşmesi gerekiyor.

HDP. Açılımı: Halkın Demokrasi Partisi. Bu partinin halktan anladığı Kürtlerdir. Kürtlerin hamisi olarak siyaset yapıyor. Aldığı oyunun kahir ekseriyetini Kürtlerden almaktadır. Ama Kürtleri temsil etmiyor. Tavan ile taban düşünce olarak birbirine taban tabana zıt. Buna rağmen Kürtler sayesinde Mecliste temsil ediliyor. Parti CHP'den daha fazla halkından kopuk ve yabancı. Partideki demokrasi yaptıklarıyla tezat teşkil ediyor. Demokrasiden anladıkları ve bize armağan ettikleri kan ve göz yaşıdır. Sırtını kanlı terör örgütü PKK'ya yaslamış, kandan beslenen bir parti. 

İYİ Parti. Açılımı da iyi sanırım. Siyaset arenasında yeni yer aldı. Daha partileşmesini tamamlayamadı. Parti olup olmayacağı belli değil. Çizgisi tam oturmadı. Parti halihazırda yamalı bohça gibi. Görüntüsü uzun soluklu olmayacak gibi. İsmi gibi iyi olup olmayacağını zaman gösterecek.

MHP. Açılımı: Milliyetçi Hareket Partisi. Milliyetçi olmaya milliyetçi. Vatanı sevdiklerini de düşünüyorum. Ülke siyaseten tıkandığı zaman siyasetin önünü açmaktadır. Son yıllarda pek görülmese de ırkçılığı çağrıştıran Türklüğü ön plana çıkarmıştır. Savundukları Türk milliyetçiliği beraberinde Kürt milliyetçiliğini tetiklediğini düşünüyorum. İkisi birbirinin panzehiri gibi. Birbirlerini beslemektedirler. Aldıkları oy oranları da bunu göstermektedir. Irkı çağrıştıran milliyetçilikten uzaklaşıp ülkenin gelişmesi için milliyetçiliği ön plana çıkarırsa kitle partisine dönüşebilir. Bu da daha büyümesi demektir. Halihazırda savundukları milliyetçilik sadece terör ve ülkenin bölünmemesi üzerine kurulu dar ve sığ bir milliyetçiliktir. Ülkenin gelişmesi ve kalkınması için ne tür görüşü olduğu meçhul. Mesela ekonomide nasıl bir sistem öngördüklerini ben bilmiyorum. Partideki hareket kelimesine gelince Partinin çok hareketli olduğu söylenemez. Doğru dürüst miting bile yapmadan partisi ikiye bölünmesine rağmen oy oranını koruyabiliyor.

SP. Açılımı: Saadet Partisi. Saadet mutluluk demektir. Hepimizin bütün uğraşının mutluluk olduğu gibi Saadet de mutluluk arıyor. Ama saadeti kendi çevresinde, kendi değerlerinde arayacağı yerde kendi değerlerine yabancı kişilerle iş tutmak suretiyle başka yerde arıyor. AK Parti ile beraber aynı seçmen kitlesine hitap etmesine rağmen AK Parti kadar pastadan pay alamadı. AK Parti büyüdükçe küçüldü. AK Parti küçülmeye başladı. Bu parti yine cazibe merkezi olmadı. AK Partinin seçmeni partisine kırılınca MHP'ye gidiyor, yine Saadet'e gitmiyor. Bu durum Saadet'i mutlu etmiyor. Kendisini mutlu edemeyen başkasına nasıl saadet dağıtsın. Saadet büyümek ve alternatif olmak istiyorsa her şeyden önce kendisi olması, kiminle oturup kalktığına dikkat etmesi gerekiyor.

BBP. Açılımı: Büyük Birlik Partisi. Partinin büyük birliği sadece ismiyle müsemma. Ötesi yok. Görüntüsüyle büyük bir birliği temsil etmiyor. Kurucu başkan Muhsin'in yaşadığı dönemdeki ağırlığı yok. Saadet Partisi gibi bir ara savruldu. Çabuk toparladı ama bir atılım gösteremedi. Bugünkü haliyle istediği birliği sağlayamasa da durduğu çizgisi, Türkiye'nin çoğunluğu tarafından -oya tahvil edilmese de- sempati beslenmesine sebep olmaktadır.

Parti isimlerine bakarak partiler hakkında bir değerlendirmede bulunmaya çalıştım. Bana göre partiler bugünkü görüntüsüyle isimleriyle müsemma değiller. Yaptıkları, isimleriyle çelişmektedir. Kim, neye ihtiyaç duymuşsa o ismi almış ama yaptıkları ve görüntüleriyle isimlerine tezat bir durum sergiliyorlar. AK Parti adalete, CHP halka, HDP' demokrasiye, MHP' milliyetçiliğe, İYİ Parti iyiliğe, Saadet mutluluğa, BBP birliğe muhtaç ve hasret. Tıpkı kelin merhemi olsa başına süreceği gibi.

Değerlendirmede bulunduğum partiler içerisinde hiç istisnası yok mu? İsmiyle örtüşen yok mu derseniz; bir parça MHP, isminin hakkını veriyor diyebilirim.

Sonuç, öyle zannediyorum, bu değerlendirmelerimden hiçbir parti memnun kalmayacaktır. Hasılı ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranacağım. Hoş, birilerine yaranma gibi bir niyetim yok.

Şimdi Yaraları Sarma Zamanı! *

2018’in tamamını, 2019’un ilk çeyreğini seçim ve seçim atmosferiyle geçirdik. Seçim kararı, ittifak çalışmaları, aday belirlemenin ardından siyasi partilerimiz meydanlara indi. Neredeyse evlerinin yüzünü görmediler. Gündüz meydanlarda, akşam ekranlarda boy gösterdiler.

Seçim çalışması boyunca siyasi parti liderlerimiz birbirlerini döküp kırdılar. Kazanmak için her şeyi mubah gördüler. Halkı kutuplaştırmaktan geri durmadılar. Kendi yapacaklarını anlatacakları yerde genelde rakip gördüklerini kötüleyen bir seçim stratejisi izlediler.

Seçim değildi yaptıkları, silahsız bir savaştı. Hakaret ve ithamlar eksik olmadı bu seçim sürecinde. Sanki bir daha karşı karşıya gelmeyecek gibi birbirlerine saldırdılar. Güzel bir görüntü vermediler. Birbirlerine takındıkları tavır ve konuşma üslupları hoş değildi.

Bir kez daha gerilimi yüksek bir oyun sahneye kondu. Adaylar ve aktörler birbirlerini taklit edercesine rollerini güzelce oynadılar.

Ve film bitti. Çünkü sandık göründü. Seçmen son sözünü sandıkta söyleyecek. Seçmenin söylediği söze göre kimi kazanacak, kimi kaybedecek. Bunu pazar akşamı göreceğiz. Sonuçta bu seçimin kazananı ve kaybedeni olacak. Bu da doğaldır. Umarım seçim sonuçlarını değerlendiren analizler uzun zamanımızı almaz.

Önümüze 4,5 yıl boyunca yeni bir sandık konmayacak. Bizim gibi yılda bir seçim yapan ülke için 4,5 yıl uzun bir süre. Bu uzun sürede ne yapmamız gerekiyor? Her şeyden önce siyasi partilerimiz,
*İki ellerini kafasına koyup seçim çalışmasını bir güzel masaya yatırmalı. Kazanmak için kullandığımız üslup hoş muydu demeli.
*En yakın zamanda siyasi partilerimiz bir araya gelerek sonraki seçimlerde nasıl bir seçim çalışması yapmaları gerektiğinin kriterlerini belirlemeli, adını da “siyasi etiğimiz” koymalı.
*Kazanan nasıl kazandığını, kaybeden niçin kaybettiğini içine kendini de koyarak bir güzel sorgulamalı.
*İktidarı, muhalefeti seçim sonuçlarından çabuk sıyrılarak birikmiş ve ötelenmiş ev ödevlerini yapmak üzere işine yoğunlaşmalı. İktidar öncelikle ekonomiye bir neşter vurmalı. Muhalefet her yapılanı eleştirmekten ziyade yapıcı muhalefet rolü üstlenmeli. Denetim görevini iyi yapmalı.
*Seçimde hiçbir varlık göstermeyen irili-ufaklı partiler ya partilerine kilidi vurmalı ya da kendisini yakın hissettiği parti içine ilhak olmalı. Bir tabanı olan partiler her seçim öncesi, seçim ittifakı yapmayı düşünme yerine birleşme yoluna gitmeli.  Türkiye parti bolluğundan kurtulmalı.
*Birlik ve beraberliğimizi bozan, toplumu yaralayan ve kutuplaştıran, toplumsal barışı bozan etken ve davranışlar masaya yatırılarak gereği yapılmalı, yaralar sarılmalı. Küsen, kırılan, incinen, köşesine çekilen vatandaşlar sosyal hayata yeniden kazandırılmalı.

Hasılı ister iktidar, ister muhalefet, ister seçmen kim isek hepimiz yapmakla yükümlü olduğumuz işimize yoğunlaşmalıyız. Çünkü ülkeyi düzlüğe çıkarmaktan başka çaremiz yok.

Seçimlerin ülkeye hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Kazanan ülke olsun…

*30/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Asıl Şimdi Yandık! ***

24 Haziran 2018 cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra partilerimiz, 2019 Martındaki mahalli seçimlere yoğunlaşmış; hummalı bir çalışma içerisine girmişlerdi. İttifaklarla girilen bu seçimde siyasilerimiz son sözü söyledi. Şimdi sıra seçmende. Pazar günü seçmen son sözünü söyleyecek.

Pazar akşamından itibaren kimi üzülecek, kimi de sevinecek. Yetkili, yetkisiz herkes seçim sonuçları üzerinden analizler yapacak. Niçin kaybettiklerini, niye kazanamadıklarını sorgulayacaklar. Nasıl kazandıklarının sevincini yaşayacaklar. Akşamından itibaren yorumcular "Seçmen bu sonuçlarla ne demek istedi, bize ne mesajı verdi" sorusunu sorarak seçmenin verdiği oyu okumaya çalışacaklar.

Sonra? Seçim sonuçlarını analiz etmeye bir müddet daha devam ederiz. 

Ya sonra? Sonra ne yapacağız? Daha doğrusu ne konuşacağız? Ufukta yeni bir seçim yok ki o seçim hakkında konuşmaya başlasak... Herhangi bir gelişme olmazsa önümüze 4,5 yıl boyunca bir daha sandık konmayacak. 4,5 yıl deyip de geçmeyin. 1642 gün demektir bu.

Kaç yıldır ortalama yılda bir, bir seçim yaparak hep siyaset konuşuyorduk. Bakmayın siz yine mi seçime gidiyoruz dediğimize. Bizim millet seçimsiz yapamaz. Seçim ve siyaset konuşmadan edemez. Bizim içimiz dışımız siyasettir. Muhabbetini, analizlerini pek severiz. Ufukta bir sandık görünmüyorsa hiç heyecanımız kalmaz. 

Sizi bilmem ama ben daha şimdiden kara kara düşünmeye başladım. Sahi biz 1642 gün boyunca ne yapacağız? Gel de çık bu işin içerisinden. Şu fıkrada geçen köylüleri şimdi daha iyi anlıyorum: Çin’de iki şehrin arasına tren hattı döşemek için mühendisler fizibilite çalışması yaparken kalabalığı gören köylüler, merak edip mühendislerin yanına gelirler ve aralarında şu diyalog geçer:
— Ne yapıyorsunuz burada?
—Tren yolu yapılacak. Onun çalışmasını yapıyoruz.
—Ne işe yarayacak bu tren yolu?
—Hayatınız kolaylaşacak, falan şehre gidip gelmek için artık ulaşım sorununuz kalmayacak. Size talih kuşu kondu.
—Nasıl?
—Efendim siz o şehre 40 günde gidip gelmiyor muydunuz?
—Evet.
—Bundan sonra bu tren sayesinde o şehre 4 günde gidip geleceksiniz.
Mühendisin bu açıklamasından sonra kendi aralarında bir müddet konuşan köylüler mühendise:
—İyi de geriye kalan 36 günde biz ne iş yapacağız o zaman, derler.

Sahi seçim bitti. Ufuktan başka seçim görünmüyor. Biz 4,5 yıl boyunca ne yapacağız? Haydi bizi geçelim. Seçim olmayınca biz bağrımıza taş bastırıp sabrederiz. Bir seçimi bitirip tekrar araziye çıkan siyasi parti liderlerimiz ne yapacak? Meydanlara çıkmayınca birikmiş veya ötelenmiş ev ödevleri var hepsinin. Kimi ülke yönetecek, kimi de parti içi muhalefetle uğraşacak. Hepsinin durumu, uzun tatil yapan ve tatil boyunca okul ödevini yapmayan öğrencilerin durumuna benziyor.

Gördüğünüz gibi her birimizin işi zor…

Seçimlerin hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

*** 30/03/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

27 Mart 2019 Çarşamba

Dünya Trump’ın Çiftliği mi? ***

Yazımın başlığında çiftlikten bahsettim. Çünkü ABD Başkanı Trump, dünyayı çiftlik gibi yönetiyor. İsterseniz önce çiftlik kelimesinin anlamına bakalım. Çiftlik, TDK’ya göre “Üzerinde tarım yapılan, hayvan yetiştirilen ve çalışanların oturması, türlü işlerin görülmesi için yapılar bulunan geniş topraktır. Argo da ise çiftlik “Karşılıksız yararlanılan, emek ve para vermeksizin geçinilen yer, çıkar sağlanan yer” anlamına geliyor.

Çiftliğin hangi tanımı Trump’ın ilgi alanına girer? Tabii ki argodaki anlamı… Çünkü Trump’ın normal ile işi olmaz. Onun yaptığı her iş en hafifinden argo. Yani kendisine yakışanı yapmış. İsrail’in 1967’de işgal ettiği Suriye toprağı olan Golan Tepelerini Trump, “Ülkesinin İsrail'in Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini tanıdığını ilan eden deklarasyonu imzaladı.”  Bir kovboydan da bu beklenir. Gerçi bir gayrimenkul uzmanından bu tür arazileri parayla satması beklenir ama mevzubahis olan İsrail olunca akan sular duruyor. Sanki miras dağıtıyor. Babasının mülkü gibi Golan Tepelerini İsrail’e meccanen veriyor. Zaten geldiği andan itibaren İsrail’in gözüne girmek için çırpınıp duruyor. Sanki ABD’nin değil de İsrail’in istilacı emellerini hayata geçirmek için başkan olmuş. 06 Aralık 2017 yılında da Telaviv’deki büyükelçilik binasını Kudüs’e taşıma kararı almıştı. Gerçi Kudüs’ü başkent olarak tanıma kararı, dünyadan beklediği ilgiyi görmedi ama ABD ve Trump’a göre önemli olan dünyaya rağmen İsrail’in memnuniyeti.

Merak ediyorum, dünya barışına hizmet etmeyeceğini bile bile İsrail’in her isteğini yerine getirmekle Trump, İsrail’in gözüne girebilecek mi? Daha doğrusu dünyayı İsrail’in sömürgesine hizmet edecek şekilde İsrail’e verse İsrail’in gözü doyacak mı? Gözü doymadığı gibi memnun da edemez. Ama yerinde tutunmak için herhalde Trump, Ortadoğu’da çıbanbaşı olan İsrail’e hizmet etmeye devam edecek. Niye hizmet etmesin ki? Sonra niye vermesin? Dünya adamın çiftliği… Kime ne? Kim karışacak ona? Toprağın sahibi Suriye mi karşı çıkacak? İç savaşla boğuşuyor. Bu yetmediği gibi ülke Rusya ve ABD tarafından işgal edilmiş. Irak mı karışacak? Irak ABD’nin bir eyaleti bugün… İran zaten kendisine uygulanan ambargo ile boşuyor. İran olmayınca Lübnan ne yapacak? Başta Suud olmak üzere diğer Arap ülkelerinden bir tepki gelir mi? Benimki de laf yani! Gayrimüslimden tepki gelir de bunlardan zerre kadar tepki gelmez. Hatta tüh bile demezler. Onların tek muradı var, ABD’nin sömürgeciliğine finansör olmak. Zaten ABD valilerinden de başkası beklenmez. Hoş ABD eyaletlerinin valileri Ortadoğu’da bulunan Arap devletlerinden daha geniş yetkilere sahip ve daha özgürler. Türkiye’nin de işi başından aşkın. Bir seçimden diğer seçime hazırlanıyor. Bizim işimiz bu.
BM kararlarına rağmen Kudüs başkent ilan edilirken, Golan Tepeleri resmen İsrail’e verilirken dünya ne yapıyor? Beklendiği gibi tepki yağdı. Sonuç, tepkiyle kalıyor. İsrail dünyaya rağmen yayılmacılığına devam ediyor. Dünyanın tepkisine tepki gösteriyorum. Nasıl ki benim tepkimin bir anlamı ve karşılığı yoksa dünyanın Golan Tepeleri hakkında verilen karara da tepki göstermesinin bir anlamı ve karşılığı yok. Çünkü ABD’yi arkasına alan İsrail yavaş yavaş yayılıyor.

Allah göstermesin başıma bir şey gelse kime gidip derdimi anlatayım desem, bir bakarım. Dünya bir tarafta, Trump diğer tarafta. Ben çiftliğin sahibinin yanına giderim. Çünkü yanında dünya kadar etkisiz eleman olacağına keyfine göre hareket eden ve dünyayı bir çiftlik gibi yöneten Trump var. Kınamanın ötesinde bir işe yaramayan sessiz ve pasif dünyayı ben ne yapayım? Tüm dünya kınama ve tepkide yanımızda olacağına Trump’ın karşısında sonuç alan bir aktif iyimiz olsa daha iyi.

Şu dünyanın düştüğü duruma bak! Yazık gerçekten! 

67’den beri işgal ettiği Golan Tepeleri inşallah İsrail’in mezarı olur. Başlarına Semut ve Ad Kavimlerinin başına gelen gelir. Kaçacak delik bulamazlar. Korkularından dizüstü çöke kalırlar.

*** 28/03/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

26 Mart 2019 Salı

Kişi Bir Yere Nasıl Geldiyse Öyle Gider


2014 yılında çıkarılan kanunla dört yıl okul yöneticiliği yapanlar yeni bir değerlendirmeye tabi tutuldular. Yapılan değerlendirmede tabir yerindeyse budandılar. Daha doğrusu kahir ekseriyeti başarısız bulunarak öğretmenliğe döndürüldü. Pek azı yöneticiliğine devam edebildi. Elenen yöneticilerin yerine sözlü mülakat yöntemiyle yeni yöneticiler iş başına getirildi. Bunu yapanlar da kimi, niçin elediklerini bilmeyecek kadar çiçeği burnunda yeni şube müdürü ve ilçe milli eğitim müdürleri idi.

2014 yılı milli eğitim müdürlerinin, milli eğitim müdür yardımcılarının, şube müdürlerinin, ki okul müdürlerinin ve okul müdür yardımcılarının yenilendiği bir dönem oldu. Mevcut milli eğitim müdürleri ve milli eğitim müdür yardımcıları "eğitim uzmanı" oldu. Yöneticiliği uzatılmayan okul müdür ve yardımcıları da öğretmenliğe döndü.

Yeni atama ve görevden eleme süreci çok hoş olmasa da bu süreç maalesef yaşandı. Topyekûn bir bayrak değişimi yaşandı.

Yeni yöneticilerin görevlerine başladığı dönemde ilçeden il merkezine görevlendirilerek göreve başlayan iki kişi ile görüştüm. Biri mi daha önce tanıyordum, diğeri ile yeni tanıştım. Sevinçlerine diyecek yoktu. Yüzlerinden ve konuşmalarından belli idi. "Eskilerin gittikleri çok iyi oldu, sevindik" dediler. Niye böyle konuşursunuz dediğimde "Onlar elenmeseydi biz ilçeden merkeze gelemezdik" dediler. 

Yeni görevlerinde başarılar dilediğim bu iki kişinin gidenlere oh olsun dercesine bir tavır sergilemeleri tıpkı yönetici atama süreci gibi hiç şık değildi. Kurumlar kadıya mülk olmadığı gibi buralar boş duracak da değil, biri giderse yerine öbürü gelecek. Birileri mağdur olurken birilerine fırsat doğacak. Bunda garip bir durum yok. Garip olan içlerinde tutmaları gereken hislerini dışarıya vurmuş olmaları. Birilerinin mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmaları garip olandı.

Yıl 2019. Yani milli eğitim müdürlerinin ve okul müdürlerinin yenilenmesinin üzerinden dört yıl geçti. Duydum ki yerinden edilen müdürlere “oh olsun” diyen müdürümüz çalıştığı kurumdan bir başka yere sürgün gönderilmiş. Yine duydum ki tanımadığı müdürleri önüne gelen listeye göre eleyen bir başka müdür de görev yaptığı yerden el çektirilmiş, yerine bir başkası atanmış. Haklı yere mi alındılar, yoksa haksızlık mı yapıldı bilmiyorum. Kendilerini de sever sayarım. Ama her ne sebeple olursa olsun bu kişilere reva görülen yine hoş olmamıştır. Yani tasvip etmiyorum. İnsanlar bu şekilde harcanmamalı diye düşünüyorum. Görüyorum ki eleme usulümüz ve insanımızın onuruyla oynama kıstasımız yıllar geçmesine rağmen aynen devam ediyor. Burada unutmamamız gereken bir şey var, kişi bir yere ne şekil gelirse o şekil gider. Gelirken adamı sevindirir, giderken üzer. Ben ne yaptım dedirtir insana.

Gelenlerin çoğu, gidenlerin arkasından “oh olsun” derken ben onlar için aynı şeyi söylemiyorum. Keşke böyle olmasaydı…


Siyasetimiz Ümit Vermiyor

Siyasetin içinde değilim ama içinde olmasam da çok da uzağında olmadım.  Çünkü siyasete karşı merakım var. Türkiye gündemini özellikle siyasetimizi, hangi siyasinin ne dediğini uzaktan da olsa takip ettim. Kendi çapımda her vatandaş gibi siyasi değerlendirmeler yapmaya çalıştım. 

Siyasetten ne zamana kadar uzak durmadım? 31 Mart mahalli seçimlerine kadar. Bu seçim sürecinde ne mi4tinge gittim ne TV açık oturumlarını izledim ne hangi adayın diğeri hakkında ne dediğini merak ettim ne aday ve parti liderlerinin konuşmalarını dinledim ne hangi şehri kim kazanır diye kafa yordum ne de partilerin seçim vaatleri beni heyecanlandırdı. Bu seçim sürecinde tam apolitik oldum desem yeridir. Bir şey kaybettim mi? Hayır. Pişman mıyım? Değilim. Mutlu muyum? Hem de nasıl! Apolitik olduğuma hiç bu kadar sevinmemiştim. Üstelik keyfime de diyecek yok.

Bir zamanlar politik davranırken niçin apolitik oldum? Bir zamanlar siyaseti takip ederken her seçimin ülkeyi daha iyiye götüreceğini, ülkeyi düzlüğe çıkaracağını düşündüm. Geldiğim nokta da siyasetten soğudum. Daha doğrusu benim için bir şey ifade etmiyor. Çünkü gördüğüm kadarıyla siyasette bir tükenmişlik var. Ülkede izlenen siyaset, siyasilerin kendilerini tekrarlamaktan öteye geçmiyor. Her biri kendi yerini sağlama almaktan öte bir şey düşünmüyor. Tüm yaptıkları kendi geleceklerini garantiye almak, inisiyatifi elden bırakmamak, gündemden düşmemek, liderliklerini tartışılmaz kılmak. 

Siyasilerimizde sorun mu var, beceremiyorlar mı? Allah var, görevlerini iyi yapıyorlar, güzel konuşuyorlar, ağızlarından bal damlıyor, gece-gündüz durmadan çalışıyorlar, hepsi ülkeyi çok sever görünüyorlar. Ama bu görüntülerinin arkasında benim gördüğüm her şeyden önce kendilerini, koltuklarını daha çok seviyorlar. Bunun için halkı kutuplaştırmaktan, ötekileştirmekten öte bir şey yapmıyorlar. Aday gösterirken bile bu işi en iyi kim yapardan ziyade kendilerine karşı çıkmayacak muti adayları belirliyorlar. Ülke borçluymuş, halk ekonomik dar boğazdaymış, vatandaşın alım gücü azalmış, işsizlik artmış, belediyeler borç batağındaymış gibi bir dertleri yok. Bakmayın bunlardan konuştuklarına. Bu işin edebiyatını yapıyorlar. Hepsinin tuzu kuru. Siz hiç ekonomik sıkıntı çeken bir siyasi gördünüz mü? Yine siz yaptıklarından ve yapmadıklarından dolayı bedel ödemiş, mağdur olmuş bir siyasi gördünüz mü?

Açıkçası ülkemde izlenen politika içime sinmiyor. Böyle bir siyaset bana ümit vermiyor. Politikacılar bana güven vermiyor. Bu atmosferde vereceğim oyun da bir anlamı yok görünüyor.