17 Şubat 2019 Pazar

Savrulduk, Hem de Ne Savrulma! (1)

Öğrencilik ve iş hayatımda siyasetin içinde olmadım. Çok uzağında da durmadım. Zaten bu ülkede yaşayıp da siyasetten uzak durmak mümkün mü? Savunduğum, miting ve salon toplantılarına katıldığım siyasi görüşümü destekleyen partiye sandık zamanı giderek oyumu verdim. İçinde bulunduğum siyasi görüşün bir gün iktidar olmasını hem destekledim hem de savundum. Çünkü çözüm bizdeydi. Ekonomiye neşter vuracak, ehliyet ve liyakati tesis edecek, haksızlıkları giderecek bilgi ve birikim benim savunduğum siyasi görüşte vardı. Üstelik biz siyaseti ilayı kelimetullah uğruna yapıyorduk. Siyaset, demokrasi, sandık ve seçimler bizi amaca götüren birer araçtı. Erdem ve fazilet yarışıydı bizim mücadelemiz. 

Mücadelemiz için partide görev üstlenenler köy, kent, kasaba her yer dolaşırdı. Biz ise miting varsa koşar, attığımız sloganlardan sesimiz kısılırdı.  Bir konferans varsa dinlemek için saatler öncesinde yerimizi alırdık. Hangi ilde protesto ve destek  yürüyüşü varsa otobüslere binerek yürüyüşlere katılırdık.

Yaptığımız eylemlere büyük kalabalıklar katılmadı, bizi seyretti. Bunlar ne yapıyorlar diye baktı. Halkın bir kısmı teveccüh gösterse de nasılsa kazanamazlar dedi. Büyük çoğunluk bize vebalı gibi baktı bize. Devleti yönetenler ve gücü elinde bulunduranların gözünde biz "gerici, yobaz ve mürteci" idik.

Amblemi anahtar olan partim, 80 öncesinde kilit parti idi. (Evdeki çay bardaklarımızda  anahtar baskılı bardaklar eksik olmazdı) Onsuz hükümet kurulamazdı. 80 ihtilaliyle beraber tüm partiler gibi benim partim de kapatıldı. Partimin lideri ve arkadaşları 10 yıl siyasi yasaklı oldu.

Partileri kapatmak çözüm müydü? Değildi elbet. 80 sonrasında kurulan yeni partilerin yanında 80 öncesi dört eğilimi temsil eden partilerin hepsi değişik adlar altında kurularak siyaset arenamızda yeniden yerini aldı. 1987 yılında siyasi yasaklıların siyaset yasağının kaldırılıp kaldırılmaması halkoyuna sunuldu. Siyasi yasakların kalkmasını savunan muhalefet bloğu, kıl payı referandumu kazandı. “Hayır” bloğunu tek başına yürüten ANAP seçim kararı alarak ülkeyi aynı yıl erken genel seçime götürdü.

1987 yılında yapılan genel seçimde ilk defa oy kullanacak olan ben, hilalin içinde başağı olan partim barajı açsın diye bir oy bir oy diyerek Kayseri’den Konya’ya oy vermek için geldim. Oy verdikten sonra seçim sonuçlarını öğrenmek için TV karşısında sabahladım. Ama partim yüzde 7 oy alarak baraj altı kalmıştı. Üzülmedim mi? Üzüldüm elbet. Çünkü partim barajı aşmalıydı. Çünkü Türkiye’nin bu zihniyete ihtiyacı vardı.

1989 yılında yapılan mahalli genel seçimlerde başak, 1984 yılında kazandığı Van ve Şanlıurfa belediye başkanlıklarının üzerine Konya, Sivas ve Kahramanmaraş’ı da ekledi. İşte bu beş belediye, partiyi tanıtmada yüz akı oldu. Oturduk, kalktık bu beş belediyenin diğer belediyelere göre başarısını anlattık durduk. (Devam edecek)


15 Şubat 2019 Cuma

Haftalık Ders Programları (7)

2,5 yıl önce idareciliği bıraktıktan sonra adıma yapılan son haftalık ders programı önce moralimi biraz bozdu. Çünkü penceresi bol bir programdı bana layık görülen. Alacağı olsun ve canı sağ olsun bu programı bana uygun gören yardımcımızın. Kendisine elimden çekeceğin var, zira seni yazı konusu edineceğim, bunu sen istedin dedim, gülüştük. Onunki keyiften benimki derttendi gayri.

Sonra ders programına bir göz daha attım.  Hayret ki hayret! Nasıl da görememişim. Zira program tamamen bir sanat eseriydi.  Usta, ilmek ilmek sanatını işlemişti benim üzerimde. Çünkü programda bir insicam vardı. Kendi kendime nasıl da göremedim bu inceliği dedim. Tabi sanattan anlamazsam olacağı bu idi. Hal böyle olunca sanatkarın bana özel hazırladığı ders programındaki inceliği de görmem mümkün olamazdı. Bunun için hem görecek göz hem de sanattan anlayan bir seyir zevki olacaktı. Vermeyince Mabut, ne yapsın bizimki. Güya bu yazıyı onu eleştirmek için kaleme almaya karar vermiştim. Ne edersiniz ki ona olan kızgınlığım takdire dönüşüverdi hemen. Programım göründüğü kadar kötü değilmiş dedim. Tıpkı onun da göründüğü kadar kötü olmadığı gibi.

Nedir bu sana özel ustalığın konuşturulduğu ders programı derseniz, anlatayım efendim. Bizim genç yardımcı dede olmuş, mesleğini uzatmalara oynayan bana acımış, bir evladın babasına gösterdiği saygıyı göstermiş. Halden anlayan başka! 

Çatlatma adamı, ağzında geveleyip durma dediğinizi duyar gibiyim. Az sabredin mubarekler! Dokuz ay nasıl durdunuz. Bir program öyle haydi deyince birden hazırlanır mı? Biz evde sıcak odamızda tatilimizi yaparken o garip, tatil günü okulda kendini program yapmaya verdi. Emeğe saygı lütfen!

Efendim! Gelecek vadeden bu genç yardımcı "Bu adam yaşlı, arka arkaya boşluk olmadan ders versem bünyesi kaldırmaz. En iyisi iki ders vereyim, bir oturtayım, dinlensin demiş olmalı ki iki saat derse girdikten sonra bir pencere vererek beni öğretmenler odasında kızağa çekmiş.  Bir kendi verdiği pencere bir de öğretmenler odasındaki havalansın diye açılan pencere arasında oturup hava alsın demiş. (İki pencere arasında cereyana kapılıp hastalanmak da var. Ama neyse) İşin garibi  bu, bir gün değil, iki gün değil, her gün böyle ve tüm pencereler birbirine paralel şekilde dizilmiş. Yani bir insicam, bir düzen ve bir ahenk var. Üzerinde çalışılmış ve emek verilmiş, belli. Bir an için düşünelim, iki ders, bir boş vermese bu yaşta bu vücut bu sıkleti çekecek mi? Arka arkaya derse girsem sandalyeye oturmaya çalışacağım. Bu da hiç etik olmaz. Çünkü o sandalye o sınıfa ben oturayım diye konmadı. Yani anlayacağınız ben üçüncü saat hep öğretmenler odasındayım. İki saat girdikten sonra dersim hangi sınıfa diye düşünüp ders programına bakma gereksinimi duymuyorum. Bunun bir diğer faydası daha var. Onu da düşünmüş kara yağız delikanlı. Malumunuz öğretmenlerden biri her gün ikinci saatin bitiminde açlığı bastırsın, herkes atıştırsın diye nevale getiriyor. Sofrayı bekleyen biri olarak ben de nemalanacağım tabi bahtımıza çıkandan. Yiyeceğim ama bu yaşta dişler çiğnemede zorlanıyor. Yemeden olmaz. Üstelik daha fazla yemeliyim. Çünkü branşım(kendi adıma söylüyorum) yemeye müsait. Öyle atıştırmalık olmaz, doyumluk olmalı benimki. Durum böyle olunca 10 dakikalık teneffüste ne kadar yiyebilirim? İşte tüm bunları benim adıma düşünen müdür yardımcısı bir istikrar abidesi olarak hep üçüncü saatlerimi boşaltmış ki diğerleri derse giderken ben rahatça yiyeyim, silip süpüreyim, sünnetleyeyim istemiş. Tabi kalırsa bir şeyler.

Öyle bir anlatıyorsun ki bu müdür yardımcısının hiç kusuru yok mu derseniz, buna kusur demeyelim -nazarlık olsun- var elbet. Sadece cuma günü boş pencereyi 5.saate koymuş. Sanırım nazar değmesinler diye böyle yapmış olmalı. Yok bu bir kusur derseniz, kusur ondan ziyade ilk iki saatimin cuma saatinden dolayı boşaltılmasındandır. Yani burada da bir plan var.

Şimdi programın bunca faydasından sonra bir endişemi de burada dile getireyim. Diyelim ki üçüncü saatler hep öğretmenler odasında oturdum. Bir müddet sonra  oturmaktan sıkılmaya başlayınca ne yapacağım? Şimdiden bunu kara kara düşünmeye başladım. En iyisi böyle durumlarda programın yapımcısının yanına giderek onun kafasını ütülemek.

Benim bu programdan çıkardığım hikmetler bunlar. Acaba yapımcının maksadını anlayabilmiş miyim? Yoksa yapımcı "Ben bunu okulda ne kadar oyalarsam kar. Çünkü gidip evde eşiyle kavga edecek" diye düşünmüş olabilir mi? Neyse adanın daha fazla niyetini okumayayım?

Allah hayrını versin onun da, benim de, sizin de.

Not: VİP olan bazılarının bir günü yatay boşaltılmış, benimki ise dikey. Görüldüğü gibi aramızda pek fark yok. Herkese yanlamasına bir gün boşaltılsa program yapılamaz. Bazılarınınki de bende olduğu gibi dikey olmalı ki düzgün bir program çıksın ortaya. Yatay programa sahip olanlara çorbada tuz misali bir katkım olmuşsa ne mutlu bana!

14 Şubat 2019 Perşembe

e tanzim'in Ardından e pişirme Dönemi Başlar mı? *


İnternet üzerinden alışveriş yapma günümüzde her geçen gün yaygınlaşmaktadır. Çoğu insanımız oturduğu yerden beğendiği ürünü seçip internet üzerinden satın alıyor, kredi kartı ile ödemesini yapıyor. İlgili firma, ürünü kargo ile eve teslim ediyor.

İnternet üzerinden elektronik eşya, kitap, ayakkabı ve elbise gibi aklımıza gelmeyen ürünlerin alışverişi arttı. Bunlara alıştık. Birkaç yıl öncesinde ileride internet üzerinden sebze ve meyve de satılacak deseler hepimiz güler geçerdik. Bu da gerçek oldu şimdi. e tanzim ile sebze ve meyveni seçiyor, parasını ödüyorsun. PTT Kargo, aldığın ürünü evine kadar getiriyor. Görüyorsunuz hizmette sınır yok. Yeter ki sen iste. Rahmetli dedem ve babam mezarlarından kalkıp gelseler bugün sınır tanımayan bu hizmetleri görseler "Oğlum, biz kötü bir zamanda yaşamışız. Altımızda vesait yoktu. Pazardan yaptığımız alışverişi eve kadar getirmek için anamız ağlar, ayaklarımız yorulur, ellerimiz şişerdi. Siz bizden çok şanslısınız. Oturduğunuz yerden alışverişinizi yapıyor, başka işinize yoğunlaşıyorsunuz. Geri kalan zamanda boş zamanınız çok. Yiyip içip yatıyorsunuz. Ne var size göre? Ananız sizi Kadir gecesi doğurmuş olmalı" der miydi? Bu halimizi görselerdi herhalde derler ve bize gıpta ederlerdi. Hatta kıskanırlardı.

Hizmette sınır tanımayan, ölenlerimizi kıskandıran günümüz hizmetlerine, oldu olacak e pişirme de gelir mi? Niye olmasın! Sebzeyi e tanzim'den alabiliyor, ürün evimize kadar geliyorsa bu ürün çiğ yenecek değil ya. Bir de tencereye girip pişmesi gerekiyor. Bu da başlı başına bir sorun. Her soruna el atan devlet veya özel firmalar, oldu olacak e pişirme adı altında "Yemeğiniz hijyen ortamlarda en güzel şekilde pişirilip evinize teslim edilir" şeklinde bir hizmet başlatsalar fena olmaz. Madem bir hizmet başlattılar, arkasını getirmeleri gerekiyor. Çünkü bu millet her türlü hizmeti hak ediyor. Günümüz insanı çocuğunu kreşe koyarak karı-koca sabahtan akşama çalışıyor. Yani mutfağa girip yemek yapacak zamanları yok. Burada devlete düşen e tanzim'den sonra e pişirme sistemini yürürlüğe koyması yerinde olacaktır. Sadece e tanzim sayfasının altına "Aldığınız sebzeyi akşama pişirmemizi ister misiniz" şeklinde bir buton ekleyebilir, "Evet istiyorum" diyene bir başka buton açılarak “Ne yemeği istiyorsun” sorusu sorularak evine aşçı gönderilebilir. Burada gelen aşçı evde kimse yoksa mutfağa nasıl girebilir diyebilirsiniz, buna da çözüm bulunabilir. Dedik ya hizmette sınır yok diye. Bunu aşmanın yolu da devlet veya özel firma aş evi veya lokanta açabilir, e tanzim'den alınan sebze, PTT Kargo tarafından buraya teslim edilir. Daha önce seçilen yemek burada imam bayıldı, karnı yarık vb. yapılır ve yine PTT Kargo tarafından eve teslim edilir. Burada tek sorun gelen yemek için sofranın hazırlanmasında. Buna da şimdilik hane halkı katlanır.

Görüyorsunuz değil mi hizmeti! Ben hizmet diye buna derim. Burada bana, zaten yiyecek servisi veriliyor, lokantalar verdiğin siparişe göre evine kadar pişmiş yemeği servis yapıyor, diyebilirsiniz. Benim dediğim e pişirme bundan biraz farklı. Aldığın çiğ ürünü kendin pişirtiyorsun. Bu yol çok pahalı ve aksamalara sebebiyet verir, üstelik bu yol ile ancak birkaç çeşit yemek pişer, vatandaş çeşit çeşit yemek ister denirse bunun da alternatifi var bende. Biliyorsunuz, yaptığı hizmetlerle hizmette sınır tanımayan Meclisimiz, 550'den fazla yemek çeşidiyle de lokantasında bir hizmet veriyor. Pekala Meclis lokantası e yemek adı altında bir hizmeti devreye sokabilir. Vatandaşın seçtiği yemeği Meclis, kargo ile tüm Türkiye'ye hizmet verecek şekilde yaygınlaştırabilir.

Bu hizmetin adına ben "e pişirme" dedim ama isim önemli değil, önemli olan yemek pişirme hizmetinin devreye konması. Hatta adı “e yemek” de olabilir.

*16/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Beyin Göçü *


Son yıllarda Türkiye'den başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dış ülkelere giden insanımızın sayısında büyük bir artışın olduğu belirtilmektedir. Gidenlerin okumuş ve yetişmiş eleman olduğu söylenmektedir.

Gidenler işsiz ve yetişmemiş olsa olabilir, çünkü bu ülkede iş bulamamış, rızkını dışarıda arıyor diyeceğim. Ama gidenler, zamanında devletin yetişsinler diye masraf ettiği kişiler. Tam kendilerine yapılan masrafın karşılığında bu ülkeye hizmet etme vakitleri geldi. Devlet ve millet artık bunlardan fayda görsün dediğimiz zaman adamlar bir bakmışsın, ülkeyi terki diyar eylemişler. Giden üç-beş kişi değil, tamı tamına 253 bin kişi.

Niye gider yetişmiş eleman başka ülkeye? Mutlaka her birinin kendince haklı bir sebebi vardır. Kimi yeterince ilgi görmemiş, kimi alanında çalışabileceği iş alanı bulamamış, kimi kendisine verilen maaşı yeterli görmemiş olabilir. Kimi yeterince çalışma ortamı bulamamış, kimi fikrini özgürce ifade edememiş; kimi işini kaybetmiş, görevinden ihraç edilmiş; kimi dışlanmış, fişlenmiş, suça bulanmış olabilir. Kiminin peşine devlet ve kolluk kuvvetleri düşmüş; adliye ve mahkeme arasında mekik dokumaktan bıkmış ve ceza almaktan kurtulmak için kaçmayı tercih etmiş olabilir. Gidenlerin bir kısmı, resmi yollardan giderken bir kısmı da hakkında yurtdışı çıkış yasağı olduğu için kaçak yollardan ülkeyi terk etmiş olabilir. 

Kim ne şekilde çıkarsa çıksın, ister suçlu veya suçsuz olsun, ülkeyi beğensin veya beğenmesin, ülkeden bu kadar kişinin çıkması hayra alamet değil. Çünkü bunun adı bir beyin göçüdür. Beynimiz dışarı akıyor. Bu ülkenin geçmişinde, zamanında değer vermediğimiz, elinden tutmadığımız ve uygun çalışma ortamı sağlayamadığımız yetişmiş insanları yurtdışına kaçırtma gibi bir sicili vardır. Bugün birçoğu yurt dışında yaptığı bilimsel çalışmalarla, ortaya koyduğu icatlarla göğsümüzü kabartmaktadır. Bir taraftan göğsümüz kabarırken diğer taraftan hayıflanıyoruz. Çünkü bir başka ülke adına katma değer üretmektedirler. Bunlar maalesef bizim yitiğimizdir.

Giden yetişmiş elemanları geri çekmek ve bundan sonra başka yetişmişlerin alıp başını gitmemesi için bu ülkeyi yönetenlerin tedbirler almasında fayda vardır. Kimin niçin gittiği üzerine kafa yormalıdırlar. Bu konuda bilimsel bir araştırma yaptırmak ve bu sorunun nereden kaynaklandığının tespitini yapmak suretiyle bu işe başlayabilirler. Eğer tedbir alınmazsa bu ülke durmadan yetişmiş insan gücünü meccanen ihraç etmekle karşı karşıya kalabilir. Bu da memleketin hayrına olmaz. Çünkü yetişmiş insan gücü bir memleketin geleceğidir. Bu ülke ileriye taşınacak, yükselecek ve gelişecekse yetişmiş kalifiye insanlar sayesinde olacaktır. Bu işler; kalan sağlar bizimdir, zorla güzellik olmaz, gidene güle güle demekle olmaz, seyretmekle hiç olmaz. Mutlaka bir şeyler yapılmayı gerekir ve bu beyin göçü durdurulmalıdır.

Hükümet, devlet, TÜBİTAK kim el atacaksa bu ülkeden başka ülkelere akan beyin göçünü durduracak bir politika geliştirmeli. Hatta başka ülkeden işe yarayacak beyinleri bu ülkeye çekecek politikalar üretmelidir.

*18/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Okullarda Bağış Toplamanın Yolu


Milli Eğitim Bakanlığı sık sık okullarda bağış adı altında zorla bağış almanın yasak olduğunu söylese de okullarda bağış toplanıyor. Milli Eğitim okulların her ihtiyacını karşılayamadığına göre okullar giderlerini karşılamak için birlikleri aracılığıyla velilerden bağış talebinde bulunmak zorundalar. Başka çareleri yok. Burada okulların tam ihtiyacını karşılayamayan MEB ikircikli davranıyor. İhtiyaçların için ne para veririm ne de toplatırım. Gönüllülük esasına göre veliden para alabiliyorsan al, bir şikayet olursa da canını yakarım diyor. Yani adını koymuyor. Halbuki adını koysa bağış toplamada hiçbir sorun olmaz.

Okullarda bağış adı altında para toplamakla her ne kadar okul birlikleri yetkili kılınmış, sorumluluk onlara aitse de Türkiye'nin çoğu okulunda birlik adına para toplama işini okul yönetimleri üstlenir. Gerekirse tehditle paralar toplanır. Tehdit olmasa da istene istene öğrenci/veli vereyim de kurtulayım diyerek elini cebine atmak zorunda kalır. 

Okul yönetimleri para toplama işini üstlenir, bunu da sınıf öğretmenleri vasıtasıyla yapar. Ne yönetimin ne de öğretmenin para toplama gibi bir görevi olmamasına rağmen paralar bu şekilde toplanır. Bu işin yürümesi okul idaresinin kararlılığına bağlıdır. Bunun için öncelikle taşın altına yönetim elini koyacak ki öğretmen de gövdesini koyabilsin. Ama okul yönetimi "Bizlik bir şey yok, birlik istiyor, bu iş bizim dışımızda cereyan ediyor" deyip tıpkı Bakanlık yetkilileri gibi ikircikli davranır ve topu taca atarsa öğretmen burada inisiyatif almaktan kaçınır. Madem bu iş birlik vasıtasıyla olacak, yönetimin işi değil ise öğretmen niçin bu işin içine girdiriliyor? İdare her şeyden uzak duracak, kendini tehlikeye atmayacak, sonra da öğretmene şu güne kadar belirlenen miktarın sınıf mevcuduyla çarpımı olan parayı tastamam istiyoruz diyecek. Anasının akıllı oğlu! Ne olacak? Böyle yapılırsa bu para toplanır mı? Bir defa okul yönetimi "Arkadaşlar! Bu iş normalde birliğin görevi. Ama Türkiye'nin bir gerçeği ki bu iş bizim üzerimizde yürüyor. Okulumuzun acilen şu ihtiyaçlarını gidermesi için şu kadar paraya ihtiyacı var. Sizler sınıflarda bizim kolumuz kanadımızsınız. Sizlerden bu konuda fedakarlık istiyoruz. Siz sınıfa duyururken biz de tören alanında çocuklarımıza duyuralım. Bağış yapmak istemeyen veli ve öğrenci ile biz ilgileniriz" diyerek öğretmene açık çek vermelidir. Bu işler öyle istemem, yan cebime koy demekle olmaz. Yine okul idareleri öğretmenleri arkasına almak istiyorsa bazı konuları öğretmenleriyle paylaşmalı, para harcama konusunda, gelir ve giderde şeffaf olmalıdır. İletişim yolunu kapatır, çoğu zaman selam bile vermeye tenezzül edilmez ise bu işler zor yürür, yürüse de bu iş gönüllü yürümez, homurdanma eksik olmaz.

Anlatmak istediğim okul yönetimi sadece nimette en önde değil, risk barındıran konuda da öne atılmalıdır. Osmanlı'da padişahların savaşlara ordunun başında gittiği zamanlarda Yeniçeri zaferden zafere koşmuş, fethetmediği toprak kalmamıştır. Ne zaman ki padişahlar savaşa ordunun başında gitmedi, Yeniçeri savaş kaybetti ve savaşı kaybetmekle de kalmadı. Bir müddet sonra devletin başına bela oldu. Okul yönetimleri iş yapmak ve yaptırmak istiyorsa her şeyden önce öğretmeniyle açık oynamalıdır.

Okul yönetimi başta para toplamak olmak üzere tüm risklerde inisiyatif alıp en önde yer alıyorsa sözüm meclisten dışarıdır.



13 Şubat 2019 Çarşamba

Haftalık Ders Programları (6)

Adana'dan Konya'ya yazılı sınav puanıma göre atandım. Ders Programı yapılacak. Daha önce okulun programını bir öğretmen elle yapıyormuş. Ne müdürlüğü devraldığım eski müdür ne de gelen müdür yardımcılığı yapan müdür yardımcısı biliyor. Hoş maaş ve ek dersi yapmayı da bilmiyor. İşin garibi program yapmayı ben de bilmiyorum. Neyse iş başa düştü. Bu program yapılacak.

Ben Sarayönü ilçesinde görev yapıyorum. Cihanbeyli'de müdürlük yapan bir arkadaşa telefonla öğretmen isimlerini ve girecekleri ders yükünü vererek program yaptırdım. Hafta sonu Konya merkezde buluşarak yapılan ders programını alıp pazartesi günü öğretmenlere verdim. Bir öğretmene salı günü tek ders konmuş. Öğretmene, hocam! Aceleyle bu program yapıldı, başkasına yaptırdım. Bir iki hafta idare edelim. Bu bir saat burada şık durmuyor dedim. Sağ olsun öğretmen anlayış gösterdi.

Birkaç hafta sonra bir firmanın okullara sattığı "Haftalık ders programı" ismini verdikleri programı satın aldım. Nasıl yapıldığını, ne şekilde kullanıldığını bilmediğim programın kullanılışını göstermek ve ders programını yapmak için Konya merkezden bir müdürü pazar günü okula (Sarayönü) götürdüm. Sağ olsun programı gösterdi ve bir program daha yapıverdi.

Her program değişikliğinde bir başkasını getirip program yaptırmak olmazdı. Çünkü taşıma suyla değirmen dönmezdi. Kısa zamanda uğraşa uğraşa kendimin de hoşuna giden ders programları yapmaya başladım. 

Ders programı değişeceği zaman şimdiki gibi whatsapp olmadığı için öğretmenlere imza sirküsü çıkararak "Ders programı yapımında istediklerinizi şu tarihe kadar alt tarafta bıraktığım boş kağıda yazmanızı rica ederim." şeklinde görüş istedim. 

Ders programı yapacağımda öğretmenlerin isteklerini programa komut verdim. Hiç istekte bulunmayan öğretmenleri de istekleri varmış gibi gözeterek sisteme işledim. İstediğim şekilde iyi bir program ortaya çıksın diye "programı yap" komutunu verdim. Saatlerce programın yapılmasını bekledim. Baktım olmayacak, alternatifleri devreye soktum, pencereleri birer artırdım, bazı blog dersleri ayırdım. Program yapılınca kaydetmeden her bir öğretmeni tek tek kontrol ettim. Hepsi güzel derken bir öğretmenin programını beğenmezdim. Programı bozar, yeni program yapardım. Bu şekilde 20-30 defa program yapar bozardım. Ama yorulduğuma değerdi. Çünkü ortaya herkesi memnun eden bir program çıkardı. Herkese göre programı bana göre biraz bozuk olan ders programı olursa öğretmene programını vermeden hocam! Sizin program istediğim şekilde olmadı. Diğer programda size öncelik vereceğim, kusura bakma derdim. İşin garibi benim beğenmediğim programı çoğu zaman öğretmen beğenirdi.

Benim yaptığım ders programlarında nöbetçi olduğu günün dışında hiçbir öğretmenin kolay kolay boş penceresi olmaz. Öğretmene tüm gün ders vermeyeceksem ya sabahı ya da öğleden sonrayı kapatır, araya öğle arası girmemesine özen gösterirdim. 11 yıl okul müdürlüğü yaptım. Bazı konularda bazı öğretmenlerle sorun yaşadım ama hiçbir öğretmen bana veya ardımdan çok kötü program yapardı demedi. Çünkü herkes verdiğim programı tasvip ederdi. Yapamadığım isteği hangi gerekçeyle yapmadığımı da izah ederdim.

Niyetim kendimi övmek değil. İyi idarelik yaptığım iddiasında da değilim. Ders Programı yaparken hassasiyetimi dile getirmeye çalıştım. Çok kötü program yapan idarecilere örnek olsun istedim. Başka bir amacım yok. Çünkü bir ders programı yüzünden insanlardaki adalet duygusunu yok etmemek lazım.


Haftalık Ders Programları (5)

Adana'da kadromun bulunduğu okulda toplam 11 saat olan ders yüküme girmeye devam ederken okulumuzun yakınına o zamanlarki adı düz lise olan yeni bir lise açıldı. Okulun benim branşımdan öğretmene ihtiyacı varmış. Girer misin dediler. Girerim dedim. Okulum perşembe günümü boşaltarak o okulda derse girebileceğimi söyledim.

4 saati maaş karşılığı olmak üzere toplam 7 saat derse girdim kadromun dışındaki okulda. 

Bu okulda programı bir öğretmen yapıyordu. Çünkü program yapmadan anlayan idareci yokmuş. Sağ olsun bu okul bana öyle bir program yapmış ki evlere şenlik. Sabahın yedisinde erkenden başlayan dersim ikili öğretim yapan bu okulda akşam yediye kadar devam etti. Toplam 12-14 saat dersin görüldüğü okulda ben sabahtan akşama bir saat girdim, üç saat boş bekledim. Sonra bir saat daha girdim, ardından tekrar boşa çıktım. Gören de bu adam akşama kadar derse giriyor sanır. Halbuki girdiğim ders toplamı yedi saat. Girdim mecburen. Çünkü girerim sözü ağzımdan çıkmıştı bir kere. Bir dönem boyunca hem beklemekten koruk oldum hem de Çin işkencesi gördüm.

Bir gün ders programını yapan öğretmeni gördüm. Sayın hocam kusura bakmayın. Ama böyle program yapılmaz. Yaptığın programda biraz empati yapmalısınız" dedim. "Olmuyor, ancak bu kadar olabildi" dedi. Sayın hocam, olmayacak olan ne? Nasıl komut verirsen program öyle çıkar.  Senin program nasıl düzgün çıkıyor? Lütfen suçu programa atmayalım. 7 saatlik derse siz 14 saatlik pencere açarsanız program böyle olur. Ama ben bir idareci veya programı yapan biri olsam düşmanıma bile böyle program yapıp vermem. Ayrıca Konya'da bir Anadolu Lisesine müdür olarak gidiyorum. Gittiğim zaman yaptığım programın bir örneğini size göndereyim. Bir program nasıl yapılırmış bir görün dedim. Ne mi dedi? Sessizlik. Başka ne diyecek? Adamın adı Hıdır, elinden gelen budur. Keşke beceremiyorum dese kalkıp sonundan öpecektim. Gerçi ne yaptığını bilmeyen çapsız  birinin neresini öpeceksiniz? Ağzınızı kirlettiğinize değmez. Adamın tek yaptığı yani program yapmadaki amacı kendi ve birkaç yandaşının programını en iyi şekilde yapmak. Ben de kim oluyorum? Yalova Kaymakamı kadar bile değerim yoktu onun nazarında.