3 Şubat 2019 Pazar

Başa Kakma, Olur mu? ***


—Üstat! Büyüyünce hangi işi yapayım?
—Senin önün açık, hangisini yaparsan yap.
—Yuvarlak bir laf oldu. Sahi hangi işi yapayım?
—Kendini verip yapabileceğin, ibadet aşkıyla çalışabileceğin, sevdiğin ve faydalı olabileceğin bir iş!
—Anladım da. Ne işi? Dünya kadar iş ve meslek var biliyorsun.
—Delikanlı, ben ne dediğimi biliyorum. Seni de anlıyorum. Öyle yuvarlak laf falan etmiyorum. Şunu unutma ki bu ülkede halen mevcut işkollarının çoğu, sen büyüdüğün zaman olmayacak. Çoğu yerini başka mesleklere bırakacak. Kafanı çevir, geriye bir bak! Bu ülke eski mesleklerle dolu. Çoğu yok olup gitti. Sadece bir mesleğe odaklanırsan  kendini, ufkunu daraltmış, hayata dar bir pencereden bakmış olursun. Her meslek kutsaldır. Hangi mesleği yaparsan o işi en iyi yapan olmak için çaba sarf edeceksin. Tuvalet bekçisi bile olsan en iyisi olacaksın. Çünkü en büyük hizmet insanlara ve insanlığa hizmettir. Gittiğin her yerde, girdiğin her işte kaliteni konuşturmanı istiyorum. Terini verip yediğini ve içtiğini helal ettireceksin. Her nerede çalışırsan kaliteni konuşturur, bir farkındalık oluşturursan senin için yükselmenin ve yapacağın hizmetin sınırı yoktur. Bu millet seni bulunduğun yerden alır, zirveye taşır. 
—Sizi geç de olsa çok iyi anladım efendim. Bu süreçte olur ya Allah yürü ya kulum der,  çalışa çalışa, hizmet ede ede zirveye çıkarsam neye dikkat edeyim?
—Burası önemli işte! Çünkü zirveye çıkmak önemli ise de esas önemli olan zirvede tutunmaktır. Bir defa zirveye çıktım diye işi yavaşlatmayacaksın, yaptığım hizmet yeter demeyeceksin. Kendini sürekli yenileyerek hizmet yapmaya devam edeceksin. Yani hizmete doymayacaksın. Çünkü bu millet her türlü hizmete layıktır. Seni de bunun için getirmiştir zirveye. Zirvede kendini tekrarlamayacak, bugününle yarının birbirine müsavi olmayacak. 
—Başka neye dikkat edeyim?
—İş ve hizmet yaparken asla şımarmayacak, kibirlenmeyecek ve başa kakmayacaksın. 
—Ama efendim, yaptığım hizmetler takdir edilmezse...
—Merak etme, bu millet yapılan iyiliği unutmaz. Mutlaka takdir eder. Sonra sen bir hizmeti ifa ederken balık bilmez ise Halik bilir felsefesi çerçevesinde yapacaksın. Görsünler, takdir etsinler diye neler yaptığını sürekli anlatmaya kalkarsan bu millet bunu başa kakma olarak değerlendirir. Bu demek değildir ki yaptığın hizmetleri hiç anlatmayacaksın. Anlatacaksın, ama tadında bırakmak şartıyla. Öyle iki lafından biri yaptıklarını anlatmak olursa bu iş Nasrettin Hocanın şemsiye fıkrasına, Ömer Seyfettin'in diyet hikayesine döner. Unutma ki bu millet her şeye tahammül eder ama yapılan hizmetleri sık sık tekrarı kabullenmez. Ayrıca zirvede daha yapacak işin var iken geçmişi anlatmaya, geçmiş yaptıklarını anlatmaya kalktığın an bil ki yapacağın hizmet bitmiş, kendini tekrarlamaya başlamışsın demektir. Bu da yavaş yavaş seni zirveden indirmeye başlar. Çünkü sen geçmişi hatırlattıkça halk, "Yaptıysan yaptın" deme noktasına gelir, soğumaya başlar ve alternatif arayışına koyulur.
—Anladım efendim! Başka neye dikkat edeyim?
—Ekibini iyi seçeceksin. Seçerken ehliyet ve liyakate azami önem ver. Alımlarda ve yargılamalarda hiç adaletten ayrılma.  İş kendi işin ise işinin içine oğlunu, kızını, damadını kat. Çünkü aile şirketi yönetiyorsun. Ama kamu işi yapıyorsan  çok ehil olsalar bile oğlunu, kızını, eşini, damadını, kardeşini işin başına getirme. Onlara kamuda görev verme. Düşman ve rakiplerin bile senden güven duysun. Çünkü bir toplumda adalet ve güven tartışma konusu yapılırsa gidişat toplumsal çöküntüye gider. Bu, Allah'ın değişmez kanunudur.
—Başka efendim?
—Başta rakiplerin olmak üzere kimsenin kalbini kırma, onların onuruyla oynama. Kimseyi küçümseme, hakaret etme. Nezaketi hiç elden bırakma.
—Efendim, çok teşekkür ediyorum.
—Allah yolunu açık etsin.
—Amin.



***12/02/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



Benim Sırtımdan Cömertlik Yapma Devlet! *


MEB'in yaptığı açıklamaya göre 2019-2020 eğitim ve öğretim yılından itibaren temel liseler ve geçmişin dershane görevini ifa eden özel kurs merkezleri olmayacakmış. Yani kapatılacak. Kurslar bitecek mi? Bitmeyecekse yerine ne konacak?

Yerine ne konacak derseniz, başka bir alternatif düşünmez ise lise mezunları için halk eğitim merkezleri, halen devam eden öğrenciler için örgün eğitim kurumları "Takviye ve Yetiştirme" adı altında okullarında kurs açacaklar. Yani önümüzdeki öğretim yılından itibaren HEM ve okullar özel sektör gibi dershanecilik yapacaklar. Tek farkı, özel kurslar ve temel liseler ücretli iken buralar ücretsiz. Okul ve hak eğitimlerde verilecek bu kurslara özel kurslarda derse giren öğretmenler de ücret karşılığı ders verebilecek. 

Öğrencinin para vermeden faydalanacağı bu kursların ücretini kim karşılayacak? Devlet elbet! Devlet bunu nereden karşılayacak? Senin, benim verdiğim vergilerden. Devlet bu masrafı hizmet alanlardan alacağı yerde vatandaşın tümünün sırtına yıkıyor. Yani devlet benim sırtımdan başkasına ağalık, cömertlik yapacak.

MEB'in kurs merkezlerine alternatif olarak sunacağı bu hizmet(!) yeni değil, kaç yıldır okullarda ders bitimi veya hafta sonu ücretsiz kurs açmak suretiyle yerine getiriyor. Daha doğrusu yerine getirir gibi yapıyor, dostlar alışverişte görsün misali. Niçin böyle düşünüyorum? Okullarda açılan bu kurslar faydalı değil mi? Maalesef faydası yok. Aklı başında bir kişi çıkıp bu kurslar faydalı, verimli desin, bin kere özür dilemeye hazırım. Bu kurslarda devlet sadece masraf ediyor. Sonuç, kellim kellim la yenfeu. Bunu öğrenci, öğretmen, veli, çevre, milli eğitim yetkililerinin bildiği gibi devlet de biliyor ama bilmiyormuş gibi davranıyor. Devlet "Kurs merkezlerini kapatıyorsunuz, benim çocuğum nerede sınava hazırlanacak" diyen/diyecek velilere "Aha işte okullar! Çocuğun oraya gitsin, üstelik bedava!" demek için bu kursları açıyor.

Merak ettiğim bu kurslar illaki olmak zorunda mı? Olmazsa olmaz mı? Mademki ihtiyaç, açılacak. Eğer MEB, bu işte samimi ise bu kursları maliyetine ücretli yapar. Bu şekilde nispeten verim alınabilir. Çünkü para birçok işi düzene koyar. Öğrenci devam eder; derse, ders dinlemeye ve ders çalışmaya özen gösterir; veli çocuğunu takip eder, öğretmen anlattığı derse dört elle sarılır. Burada parası olmayan ne yapacak denebilir. Bunu çözmek zor değil. Maddi imkanı olmayan öğrencinin velisi "Çocuğumu kurs bitinceye kadar kursa göndereceğime, göndermediğim takdirde  çocuğumun kurs masrafını karşılayacağıma söz veriyorum" şeklinde bir taahhütname imzalayarak kursa çocuğunu ücretsiz  kayıt yaptırabilir. Bu yol ile en azından "Kursa katılmak istiyorum" diye beyanda bulunanların kurslara devamı sağlanabilir.

Şimdi gelelim bu kursların verimliliğine... Bu kurslardan öğrenci, veli ve öğretmen için bir fayda haiz olur mu? Tecrübeme dayanarak söylüyorum, çok az istisna hariç bu kurslardan verim alınamaz. Niçin demeden ben sebebini size bir soru sorarak söyleyeyim. Hafta içi bir öğrenci -ortaokulda- Fen, İngilizceden dört, Türkçe ve Matematikten 5-6 saat ders görüyor. Hafta sonu açılacak kursta bu derslerden ikişer saat ders görecek öğrenci. Burada soralım, hafta içi 5-6 saatte bir dersten bir şey öğrenemeyen bir öğrenci veya bu kadar ders yükünde bir şey öğretemeyen bir öğretmen, hafta sonunda göreceği/vereceği iki saatlik bir takviyeden ne alabilir/ne verebilir? Sanırım elde var, sıfır olur sonuç.

Yazımı uzattım ama bu kurslara bir de öğrenci gözüyle bakalım. Bir ortaokulda 35, lisede 40 saat ders gören bir öğrencinin üzerine hafta sonu tekrar ders gördürmek suretiyle ilave yük yüklemek hiç pedagojik değildir. Bu, çocuklara eziyetten başka bir şey değildir. Bırakalım çocuklar hafta sonunu doya doya yaşasınlar. Çocukluklarını yok etmeyelim.

*09/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Bir Garip Geldi Geçti Bu Dünyadan!


Bugün 03 Şubat 2019. Bundan 12 yıl önce yıllardır yağmayan beyaz bereketin bol miktarda kirlerimizi örttüğü, yolların kapandığı cumayı cumartesiye bağlayan gece, takvimler 03.02.2007'yi gösterdiği bir tarihte iki göz bir evde hayatı boyunca yüzü gülmemiş, bahtı açık olmamış bir piri faninin sekerat haline aynel yakin şahitlik yaptım. Bu esnada yaptığım tek şey ölmek üzere olan birine telkin vermek ve Kur'an'dan ayetler okumak oldu. 

Gecenin bir karanlığında ruhunu teslim etti. Hiç dökülmeyen gözlerimden yağmur gibi yaşlar döküldü. İçim boşaldı birden. Yaşayan en büyük amcama durumu haber verdim. O gelinceye kadar aşağıya sarkan çenesini başından bir bezle bağladım, açık olan gözlerini kapattım. Mevtanın üzerindeki elbiseleri çıkarmaya çalışan anneme makas marifetiyle elbiseyi keserek yardımcı oldum. Ardından kollarını hazır ol vaziyetinde olacak şekilde vücuduna paralel hale getirdim. Şişmesin diye karnına bir bıçak koydum. 

Yanmakta olan sobayı soğumaya bıraktık, pencereyi açtık. Bu arada amcam geldi. Odayı kapatarak diğer odaya geçtik. Elimden başka da bir şey gelmedi. Zira ondan geldik, yine ona gidecektik.

Amcam, ben ve annem diğer odada beklerken gece gece belediye başkanını aradım, evin önündeki karları bir temizletsin diye. Belediye görevlileri sabah erkenden gelerek karları temizlediler.

Vefat haberini verdiğim kardeşlerim, işten izin alıp Karaman otobüsleri vasıtasıyla geceleyin eve gelebildiler.

Sabah ezanıyla birlikte camiye giderek âdet olduğu üzere salâ verdim. Salanın bitiminde vefat edenin duyurusunu yaptım. Bu iş bana düştü. Çünkü cumartesi, cami görevlisinin izin günüymüş. Gelmek istese de gelemezdi zaten. Çünkü yollar kapalıydı.

Camiden dönüşte geceden yakılan ateşin üzerine konan kazanlar kaynamıştı. Sıra mevtayı yıkamaya gelmişti. Camiden getirilen teneşir tahtasının üzerine mevta uzatıldı. Mevtayı yıkamak üzere Rahmi Hoca geçti, beni de geç karşıma deyip cenazenin soluna geçirtti. Birlikte mevtayı yıkadık. 

Cenaze kefenlenirken cenaze kaldırılacak duyurusu yapmak üzere tekrar sala vermeye gittim. Ardımdan sala konan cenaze, eş-dost ve komşuların omuzları üzerinde defnedilmek üzere taşınmış. Ben mezarlığın önündeki cenaze kılınan yere geldiğimde musalla taşına konan mevtanın cenaze namazı kılınmıştı. Ardından mezarlığa götürerek öğleden önce defnettik. 

Normal şartlarda doğum ve vefat günlerini takip etmediğim gibi çok da sıcak görmem. Bugün duygulanıp hüzünlendim. Bahardan kalma güneşli havayı görünce kardan yolların kapandığı, yağan karın ardından dondurucu ayazın olduğu bir ortamda ölümüne şahitlik yaptığım babam, gözümün önüne geldi. Hüzünlendim yeniden. 

Kimsenin tavuğuna kış demedi. Kendi halinde bir Müslüman idi. Açlığa dayanamamasına rağmen oruç tutmaktan geri kalmadı. Bir manisi olmadıkça tüm namazlarını camide cemaatle ifa etti. Çünkü namaz aşığı bir Müslüman idi. Namaz kılmayanlara "Yiğidin alnı secdeye mi gider" diyerek buğzederdi.

Yedikardeşli kalabalık bir ailenin en büyüğü olarak geride yedi çocuk bıraktı. Sosyal güvencesi ve parası olmadan hayata tutunmaya çalışan ender kişilerden biri idi. Elinden geldiği kadar çalışıp çabaladı. Fakir geldi, fakir gitti. 

Bu dünyada yüzü gülmedi ne para yönünden ne de sağlık yönünden. Çünkü sağ ayak diz kapağının altında avuç içi kadar olan bir tür deri hastalığı var idi. (Bowen adı verilen bir kanser çeşidi.) Önceleri kaşındıran, kabuk bağlayan ve sulanan bu hastalık, her geçen gün sağ ayağını divelendirmeyecek şekilde kütük gibi yaptı. Rahmetli, bu ayağından çok çekti ama inşallah öbür dünyada yüzü güler;  bu ayak, varsa günahlarına keffaret olur inşallah. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun inşallah! 


Havla Köpeğim Havla! *


Bazı canlılar vardır ki 08.00-17.00 arası mesaiye tabi değil. Ne gecesi var ne de gündüzü. 7 gün, 24 saat iş başında. Maşallah! Ne yorulur, soluklanayım; komşular yattı, acaba onları rahatsız ediyor muyum gibi bir dertleri bugüne kadar hiç olmadı ve olmayacak. 

Sakın kesin konuşma, değişmeyen tek şey değişimdir demeyin. Bir şeyler biliyorum da söylüyorum. Çünkü karşımdaki bir köpektir. İşi-gücü hav havdan ibarettir. Acıksa da hav hav hav, biri yanına yaklaşsa da hav hav hav, biri uzağından geçse de hav hav hav. Canı sıkılsa da hav hav hav, keyfe gelse de hav hav hav. İyi ki öğrenmişler bir hav hav. Ne dediğini, ne istediğini bilmiyorum. Türkçeyi 200 kelimeyle güç-bela konuşuyorum, köpekçeden ne anlarım. Bunun dilinden evinin bahçesine veya balkonuna köpeği getirip bağlayan veya salıveren köpeğini gördükçe "oğlum, kızım" diyen köpek sever anlar.

Moda oldu şimdi apartman, site ve müstakil evlerde köpek beslemek. Ne de çok köpek seven varmış bu ülkede. Ne anlarlar ki köpek beslemekten? Ben tatmayınca bilmiyorum bu zevki. Tabi eşek hoş laftan ne anlar! Köpek sahibi -öyle zannediyorum- her hav havın ne anlama geldiğini biliyordur. Köpekten korkmasam köpeği olan bir haneye girip köpek beslemek nasıl bir duygu? Amacın ne? Sormak isterim. Eğer amaçları eve hırsızın girmesini engellemek ise bilsinler ki hırsıza ne kilit dayanır ne de köpek. Madem hırsıza hiçbir şey fayda etmiyorsa o zaman bu köpeği, benim evlerine yaklaşmamı engellemek için yapıyor olmalılar. Eğer öyleyse bu köpek severler bilsinler ki benden ne hırsız olur ne de bir başka şey. Tıpkı köy ve kasaba olamadığım gibi! Zira ben bunu yapmam, yapamam. Bana güvensinler, gerisini merak etmesinler. Bendeki bu güven dürüstlüğümden değil, ödlekliğimdendir. Çünkü ben korkağın biriyim. Evin önünde köpek olmasa bile bir başka eve girmekten ödüm kopar.

Köpek besleme niyetleri, tamamen bir zevkten ibaret ise kendi zevkleri uğruna tüm mahalleyi rahatsız etme uğruna nasıl bir zevk bu? En azından bu köpek severler bu zevki bana da tattırsınlar. Gerçi ben zevkten ne anlarım! Kendimin varlığından bile zevk almıyorum ki her havlayışında olmayan aklımı benden alan bu köpeklerin varlığından zevk alayım.

Şehir merkezinde meskûn mahallerde eksik olmayan köpeklerin havlamasından çok dertli olduğumu sanırım anlatabilmişimdir. Çok dertliyim çok! Bunu ancak yaşayan ve çeken bilir. Bakmayın siz bu derdimi anlatırken sulandırarak yazdığıma.

Bu konuda önerin nedir? Yeter artık sızlandığın derseniz;
*Köpekler insanlara zarar vermesin diye nasıl ki kısırlaştırılıyor ise olur-olmaz havlamalarının önüne geçmek için köpeklerin dillerine bir şey yapılamaz mı? Mesela dilleri, havlayamayacak şekilde veteriner hekim nezaretinde bir operasyon yapılabilir.
*Köpekler için 81 vilayetin üzerine 82. yeni bir şehir kurarak tüm köpeklere bu şehirde serbestçe yaşamalarına imkan verilebilir. Tüm hayvan severler de bu şehirde köpekleriyle birlikte mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşayabilirler. 82.vilayete işi icabı gidemeyen köpek severler tatillerde bu şehre gidip köpeklerle hasretlerini giderebilirler. Böylece turizme de katkı sağlamış olurlar.
*Evlerde beslenecek köpeklerde aranan şart olarak köpeğin dilsiz ve sağır olması belirlenemez mi? İnsanların sağır ve dilsizi olabildiği gibi sahi köpeklerin bu şekil engelli olanı yok mudur?

Şimdilik aklıma gelen öneriler bundan ibaret. Aklıma bir öneri daha geliyor ama ne olur ne olmaz diyerek söylemekten endişe ediyorum. Şöyle ki köpek havlarken hoşt, sus köpek desem bu yaptığım hayvana şiddete girer mi?

* 06.02.2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



2 Şubat 2019 Cumartesi

Var mı Bu Veliyi Eğitecek Olan? (3)

-Devam-
Sorun çözüldü mü? Hayır. Bizim emekli öğretmen pes etti mi? Hayır. Dediği gibi çocuğunun kaydını aldı ve emekli olduğu eski okulu ÇPL'ye götürdü. Çocuğu ÇPL'de OYS'ye girmiş ve sınavdan geçer not almış. Sınav sonucunu öğrenir öğrenmez yaptığı ilk iş, bizim okulu telefonla aramak olur. Telefona müdür yardımcısı çıkar: "Sizin bir verdiğiniz dersten çocuğum burada 4 aldı" der ve telefonu kapatır.

İş bitti mi? Hayır. Velimiz bizi rahat bıraktı mı? Hayır. Okulumuzdan ayarladığı bir kız öğrenci, velisiyle birlikte kaydını aldırmak için geldi. Kızı önüme alıp niçin ayrılmak istediğini sordum. Tüm ısrarıma rağmen bir neden söylemedi. Sebebini söylemeden kaydını vermeyeceğimi söyledim. Sonunda İngilizce öğretmeninden derdinin olduğunu söyledi. Kızım, önümüzdeki yıl dediğin öğretmeni sizin dersinize vermeyeceğim, olur mu dedim. Benden hiç beklemediği cevabı alınca bir şey diyemedi, teşekkür edip gitti. (Söz verdiğim gibi notu kıt olan (öğrenciye göre) öğretmeni mezun oluncaya kadar bu kızın sınıfına vermedim. Mezun olduktan sonra odama gelip "Müdürüm, iyi ki gitmeme izin vermedin. Bu okuldan mezun olduğum için çok mutluyum, size teşekkür ediyorum" dedi.)  Emekli müdürün sözünü dinleyen tek öğrenciyi de bu şekilde vermemiş oldum. Emekli hocamız buradan da bir ekmek bulamadı.

Emekli öğretmen eski velimiz peşimizi bıraktı mı? Asla. Çünkü bu, kendisini inkar etmek demekti. Dediği gibi il milli eğitime de giderek bizden şikayetçi olmuş. Şikayetini ciddi bulmamışlar ki il milli eğitimden bizi arayan olmadı.

Bir zaman yolum il milli eğitime düştü. Emekli öğretmenin arkadaşım dediği şube müdürünün yanına uğradım. Birlikte çayımızı yudumlarken şube müdürüne, "Hocam bizim ilçeden daha önce birlikte çalıştığınız şimdilerde emekli olan F... isimli arkadaşınız bizi şikayete gelecekti, geldi mi" dedim. Şube müdürü, "Ha, o mu? Geldi bir ara. Bir şeyler söyledi, gitti. Ciddiye almadım" dedi.

F... isimli öğretmen velimizin bizimle ilgili elindeki tüm kozları bu şekilde elinde patladı. Biz kurtulduk ama çocuğunu götürdüğü okul, kendisinden çok çekti. Neyse bizden ırak olsun da nere giderse gitsin dedim.
*
Çocuğunu bizden götürdükten üç yıl sonra giden öğrencimiz aklıma geldi. ÇPL müdürünü telefonla aradım. Hocam üç yıl önce bizden size geçen bir öğrencimiz vardı. Bu sene mezun olması lazım, sınav sonucu nasıl dedim. ÖSS'den iyi bir puan alamadığını fakat babasıyla başlarının dertte olduğunu söyledi. Ne yaptı yine dedim. Fizik öğretmenini arıyor durmadan. Çünkü notunu düşük vermiş dedi. (Adam, çocuğum üniversite puanından iyi puan alamadı deyip üzüleceği yerde düşük not veren öğretmenin peşine düşmüş. Ne işe yarayacaksa?)

Huylu, huyundan vazgeçmiyor demek. Size de, bize de geçmiş olsun dedim. Gülüştük. Nasıl gülmeyelim? Bir beladan daha kurtulmuştuk.

1 Şubat 2019 Cuma

Vah Güzel Türkçem Vah!

Bugün cuma namazını kılmak için camiye yöneldim. Girişte cama bantlanmış bir duyuru gözüme çarptı. Zaten görmemem mümkün değil. “Beni oku, zira önemli” der gibiydi. Ama yazıda bir gariplik vardı. Ayakkabılarımı ayakkabılığa koyduktan sonra okudum: "ŞEÇMEN ASKI LİSTESİ" idi başlık. Geri kalan kısmı  okumadım. Hemen telefonuma çektim. Sanırım yazım hatası sizin de dikkatinizi çekmiştir. Zira dikkatinizden kaçması mümkün değil.


Camiye girerken içimden "Vah güzel Türkçem vah! Seni ne hale getirdik biz. Zira  bizim yüzümüzden senin başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi" geçti. Nasıl geçmez ki? Çünkü güzelim Türkçemiz bizden çektiğini kimseden çekmemiştir.

İçinizden "Sende de amma iç varmış, ne var bunda, insan hata yapamaz mı, hangimiz hata yapmıyoruz ki? Öküzün altında buzağı arama ve abartma" dediğinizi hissetmedim sanmayın. Doğrudur, hangimiz hata yapmayız, hele Türkçemize karşı. Ama bu hata, olur böyle şeyler deyip basitçe geçiştirilecek bir hata değil. Burada hatanın da ötesine geçilip dilimize bir katliam yapılmıştır.

Yazı, mahallenin muhtarı tarafından yazılıp/yazdırılıp fotokopi edilmiş ve önemli bir duyuru olarak başta camiler olmak üzere mahallenin görünür yerlerine astırılmış. Merak ettiğim, hata mahallenin sorumluluğunu üstlenmiş muhtarın gözünden kaçtı. Bu duyuru metnini fotokopi edenin de mi gözünden kaçtı bu bariz hata? Haydi bunun da gözünden kaçtı. Hocam bunu asabilir miyiz diye camiye getirdiklerinde  yanlış, cami görevlisinin de mi dikkatini çekmedi? Cemaatten biri de mi "Yahu şu yanlışı düzeltelim" demedi? Gördüğüm kadarıyla ya herkesin gözünden kaçtı, ya olur bu kadar hata dedi, ya da benim gibi hatayı gördükten sonra "Bu aşamadan sonra kime, ne diyeceksin, zaten askı süresi bitti, duyurunun asılı kalmasının bir anlamı yok artık" mı dedi?

Türkçemize karşı yaptığımız hata keşke benim gördüğümle sınırlı kalsa. Yapılmaması gereken hataları camilerde, okullarda, resmi-özel kurumlarda, özel sektörde, gazete köşelerinde vs yığınla görebiliyoruz. Bu tür bariz hataları okumuşu da yapıyor, okumamışı da, benim gibi yarım mürekkep yalayanı da. İşin garibi bu hataları düzeltecek ve denetleyecek bir mekanizmamız da yok. Sahibi olmayan garip bir dil bizim bugün kullandığımız. Kazara "Şu kelime burada yanlış yazılmış" desen, "Bir an kendimi Türkçe dersinde sandım, dersimiz Türkçe mi" eleştirisi alıyorsun. Çünkü bize göre yazım ve imla kuralları sadece Türkçe dersinde dikkate alınır. Bir de "Benim Türkçem/Edebiyatım iyidir" cevabını verenler var. Bu tipler de yanlışını düzeltmeye kalktığın zaman burnundan kıl aldırmayan tiplerdir. Gerçi bu ülkede Türkçesi iyi olmayan yok gibidir. Kime hangi dersin iyi dersen "Benim en iyi dersim Türkçedir" der. Herkesin Türkçesinin iyi olduğu bu ülkede Türkçe yazım ve imla hataları havada uçuşuyor. Tıpkı en fazla kazayı kendisine çok güvenen ve ben iyi şoförüm diyen usta şoförler yaptığı gibi güzelim Türkçemiz de en büyük katliamı Türkçeyi çok iyi bilen bizlerden çekiyor.

Ne diyelim? Çekecek çilemiz varmış. Allah daha fazla çektirmesin. İşe, muhtarlık yapmak için adaylığa soyunan muhtar adaylarına ehli tarafından Türkçe öğrenme kursu vermekle mi başlasak acaba? Bu belgeyi alamayanlar aday olmasın.


Bugünlerde Yolunuz MTF’ye Düştü mü? *

Hastalıkların gittikçe arttığı günümüzde hastaneler çoğumuzun uğrak yerleridir, olmazsa olmazımızdır. Allah ne hastalık verip hastaneye düşürsün, ne de hastaneleri eksik etsin. Yolu hastaneye düşenlere Allah şifa versin. 

Benim duama bakarak hastalık bana uğramaz demeyin, benim merhemim olsa başıma sürerdim. Zira bugün yolum NEÜ Meram Tıp Fakültesi Hastanesine düştü. Ama hastaneye girmek ne mümkün! Çünkü hastaneye giden yol kapalı. Vatandaşın özel mülküymüş. Asfaltı kazmış, molozlarını da araç ve yaya geçmesin diye bölünmüş yolun hem giriş, hem de çıkışına dökmüş. Etrafını da tel ile çevirmiş. Gören, burada ne oluyor demesin diye mülk sahibi bir beze "ÖZEL MÜLK GİRİLMEZ" yazdırarak herkesin göreceği şekilde afişi asmış. Gördüğünüz gibi hizmette sınır yok.

Hastaneye giriş ve çıkış yolunun kapalılık durumu üç-beş günlük değil, bir aydır bu şekildeymiş. Yetkililer bakarlar ki bu iş böyle olmayacak, adam ciddi mi ciddi! Yan taraftan dar bir servis yolu açmış. Bu servis yolundan girebilmek için sadece çarşı tarafından gelmen gerekiyor, diğer yönlerden girmen mümkün değil. Çünkü ters yola girmiş oluyorsun. Girip çıkanlar birbirlerine centilmenlik yapıp yol vermese servis yolu tıkanır, hiç işlemez.


7/24 hastanın giriş-çıkış yaptığı ve çevre illere de hizmet veren bu hastaneye giden yolun, bu şekil nahoş görüntüsüyle ne kadar daha kapalı kalacağı belli değil. Mülk sahibi, yolun trafiğe açılmaması için elinden gelen her şeyi yaptığına göre bu sorun kısa sürede bitecek gibi görünmüyor. Yolun kapatılacak kadar orta yerde ne sorunu var derseniz, mülk sahibinin iddiasına göre "Daha önce yaptıkları protokole Belediye uymamış." Zaten yolun kapatılmasına bugüne kadar polis bir şey denemişse demek ki mülk sahibinin elinde haklı gerekçeler var görünüyor. 

Vatandaş olarak niyetimiz özel mülkün sahibi veya Belediye'yi haklı-haksız bulmak değil. Çünkü mesele haklı-haksız durumunu çoktan geçmiş. İş cebelleşmeye varmış. İstediğimiz, aradaki bu sorunun kısa zamanda çözülerek yolun trafiğe açılmasıdır. Ayakta tedavi gören hastalar için servis yolundan girip çıkmak aksamalara sebebiyet verse de çok önemli görülmeyebilir. Ama günde kaç defa ambulansın acil hasta girişi yaptığı bu yolda meydana gelebilecek birkaç dakikalık aksama, acil hastalar için önem arz eder diye düşünüyorum. Mesele insan sağlığı olunca protokolün ayrıntısı çok da önemli değildir. Üstelik bu görüntü çok hoş görünmüyor.

Yetkililere duyurulur!

Not: Güya şifa bulmak için hastaneye gitmiştim. Ama girişte bu garipliği görünce bu durum benim hastalığımdan daha önemli dedim, bu yolu konu edindim. Bu arada muayenemi de oldum. Meraklıları, "Madem muayene oldun! Nerede muayene olurken çekindiğin foto ve sargılı yerinin fotoğrafı, niçin sosyal medyada paylaşmadın, nereden belli hastaneye gittiğin?" derlerse haklılar elbet! Ama malum yol, aklımı başımdan aldı. Haydi yol beni etkiledi, doktorlar da "Dur amca! Bir fotoğrafını çekelim, malum yerde kullanırsın"  diye niye söylemediler? Alacakları olsun! Bilmiyorlar tabi! Bu işi, hastaya iyi davranıp ilgi-alaka göstermek ve muayene etmekten ibaret sanıyor bu doktorlar! Birileri, özellikle sosyal medyada sargılı fotoğraflarını "üzgün hissediyor" şeklinde paylaşım yapan sosyal medya fenomenleri, bu işin vahametini doktorlara hatırlatmalı. Lütfen bu uyarıyı doktorlar "Bizim görevimiz insan sağlığı" deyip küçümsemesinler. 

*04/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.