18 Ocak 2019 Cuma

Sakın Bugünlerde Ispanak Almaya Kalkmayın! *


Bugün mahallenizde semt pazarı var. Eşiniz "Bunlar bunlar alınacak" dedi, elinize bir liste tutuşturdu. Listeye şöyle bir göz atıyorsun. Genelde haftalık alınacaklar. Gitmelisin. Yoksa bir hafta boyunca ne yiyeceksin? 

Pazara gidiyorsun. Sebze ve meyve artık ne istendiyse alışverişe başlıyorsun. Listeye tekrar göz atıyorsun. Ispanak da var listede. Kaç para diye soracaksın. Çünkü Konya semt pazarında isen kolay kolay fiyat yazılmaz. Ancak sattığı, diğer tezgahlardan daha ucuza ise işte o zaman fiyat yazar. 

Sormuş bulundum ıspanağı. Fiyatını duyar duymaz kilodan feragat ederek yarım kilo ver dedim. Ardından niçin bu kadar ucuz dedim. Normal. Çünkü bugünlerde ıspanak gelmiyor dedi. Sormuş bulundum, almadan geri dönsem olmaz. Parayı uzattım. Poşeti alır almaz arkama bakmadan uzaklaştım.

Nasıl uzaklaşmam? Çünkü ödediğim para dokundu bana, hatta ok gibi saplandı. Yürüsem falan tadı yok. Sonra nasıl yiyeceğim? Söyle şunun fiyatını artık dediğinizi duyar gibiyim. Sıkı durun. Bir kilo ıspanağın kilosu 10 lira. Bereket yarım kilo alarak kar ettim. Poşete de para vermedim. Çünkü pazarın poşeti çevreye zarar vermiyor. Belki de tek karım bu. O da 25 kuruşluk bir kar.

Biz kaç aydır soğanın fiyatına bakarken  esas vurgun ıspanaktaymış da haberim yokmuş. 

Tüm bunları niye yazıyorum. Ben yandım, siz yanmayın diye. Siz siz olun, bugünlerde sakın ıspanak falan almaya kalkmayın. Eşiniz illa ıspanak olacak derse önce ikna etmeye çalışın. Bu hafta ıspanak yemezsek ölmeyiz. Pazarcıyla ortak mısın, beni mi tutuyorsun, yoksa pazarcıyı mı deyin. Baktınız hala ıspanak da ıspanak diye tutturursa dinlemeyin. Suratınızı asın, biraz yüzünüzü gösterin. Yani sert olun. Baktınız, huzurunuz bozulacak. Gerekirse birkaç gün konuşmayın. Hâlâ alacaksın o ıspanağı derse olmazsa -hiç tavsiye etmem- iki vurun. Eşiniz polise gidip eşim bana şiddet uyguladı "beyanı" vermeden önce siz savcılığa giderek eşime şiddet uyguladım deyin. Yani "beyanı" siz verin. Hakim ne yapacak size? 6 ay eve ve eşinize yaklaşma yasağı koyar. Hatta hakim pişman mısın derse değilim, bugün olsa yine yaparım deyin. Eve girme yasağınız olduğu için ıspanak almaktan da böylece kurtulmuş olursunuz.

Biliyorum, garip karşıladınız fikrimi. Bence ıspanağa o kadar parayı vermektense tüm bunları yapmaya ve çekmeye değer.

* 23/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




17 Ocak 2019 Perşembe

Gözünü Sevdiğimin DEAŞ'ı! ***


Yıllardır Suriye ve Irak'a çöreklenmiş, sömürdükçe sömürmeye devam eden ABD, “maliyetli oluyor, hem de askerimize daha fazla zarar gelmesin” diye Suriye'deki askerini çekeceğim dedi ya. Bizim DEAŞ "Ortak, nereye gidiyorsun, daha buradaki görevin sona ermedi, sen gidersen bize kim bakacak, bizim durumumuz ne olacak, biz senin sayende buradayız" dercesine ABD askerlerine bombalı eylem düzenledi hemen. Gözünü sevsinler hiç yanıltmadılar beni.

PYD/YPG sayesinde Suriye'nin 1/3'ünü işgal eden ABD, burada bulunmasını DEAŞ ile mücadele etmeyi gerekçe göstermişti. Bunun için tüm senaryolar hazırlandı. Önce DEAŞ, Irak'ı da kapsayacak şekilde Suriye'nin hemen hemen tamamında boy gösterdi. Bu vesileyle Suriye'ye giren ABD, kendi ürettiği made in USA terör örgütüyle mücadeleye başladı. DEAŞ'ı çıkarmak için bir diğer ortağı YPG/PYD'yi gönderdi. Doğru dürüst çatışma olmadan DEAŞ, işgal ettikleri yerleri bir bir PYD'ye teslim etti. İşgal ettiği yerden güle oynaya çıkarılan DEAŞ'ın nereye gittiği, ABD'ce malum olmasına rağmen bizce meçhul. Yıllardır Suriye'de terörle mücadele ediyorum görünen ABD askerinin doğru dürüst burnu kanamadı. Niye kanasın ki? Nasılsa ürettiği DEAŞ kendisine çalışıyor, YPG emrinde. Oyun bu şekilde devam ederken ABD, işgal ettiği yerleri işbirlikçileri aracılığıyla bu oyuna devam etmek istedi. Orta yerde DEAŞ diye bir örgüt kalmadı diyenlere "Bak hala DEAŞ Suriye'de aktif, bizim askerlerimize bombalı eylem gerçekleştirdi" dercesine varlık sebebini meşrulaştırmak istiyor. Bombalama eylemini de hemen DEAŞ üstleniyor. 2011'den beri Suriye'de devam eden bu kirli oyunun devamını isteyenler DEAŞ'a bombanın pimini çektirdi.

DEAŞ'ın bu durumu -teşbihte hata olmasın. Zira taban tabana zıt- nedense bana Osmanlı'daki Akıncı kuvvetlerini aklıma getirdi. Akıncılar, Osmanlı'nın askeri teşkilatında sınır bölgelerinde düşman ülkelere akınlar düzenleyerek yıpratma harekâtında bulunan hafif süvari birliklerine verilen addır. Bu birlikler fetihlerde Osmanlı'ya büyük katkı sağlamışlardır. ABD de bir yeri işgal etmek istediği zaman öncü kuvvet olarak DEAŞ'ı gönderiyor. DEAŞ girdiği yeri yakıp yıkıyor, sivil vatandaşı öldürüyor. Ortam hazırlanınca ABD gelip çöküyor.

Burada yanlış anlaşılmasın, Akıncılar ile DEAŞ aynı işlevi görüyor demek istemiyorum. Akıncılar Osmanlı'nın bir askeri birliği iken DEAŞ, bizden yani Müslüman. Akıncılar masum halkı öldürmezken DEAŞ, Müslüman kanı akıtıyor. Akıncılar, bir yere adalet götürmeyi hedeflerden DEAŞ, gittiği yere zulüm götürüyor, gittiği yeri yaşanmaz kılıyor, İslam diyarlarını ABD’ye peşkeş çekiyor.

Bakmayın siz üstlendiği bombalı eyleminde  DEAŞ'ın 4-5 ABD askerini öldürdüğüne. Kızsak da, nefret etsek de, bunlar nasıl Müslüman böyle desek de DEAŞ, kendisine verilen görevi harfiyen yerine getiriyor. Bu görev bilincinden dolayı bize düşen DEAŞ'ı tebrik etmektir.

*** 22/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Onca Aday Arasında Aday Kıtlığı Çekmek ***


Bir parti, ilçe teşkilatının başına birini ilçe başkanı yapsın. Ardından bu kişi belediye başkanlığına soyunsun. Sen bunu aday yap. 

Bir beş yıl partinde belediye başkanlığı yaptıktan sonra ikinci döneminde belediye başkan adaylığı için mevcut belediye başkanını değil de bir başkasını tercih et. 

Adam senin bu tercihine saygı duymayıp gitsin, bir başka partiden aday olarak karşına rakip çıksın ve kazanamasın.

Olur mu böyle şey? Olur. Zira bizim siyasetimiz her zaman bu tür adaylara gebe. Buna alışkınız. Ama bundan sonra başka şeylere de alışmamız gerekecek. Buyurun okuyalım:

Bir beş yıl sonra yeni bir seçimde adam tekrar kapına gelip aday adayı olsun ve sen bunu tekrar aday olarak seç.

Adaylık için başka müracaat mı yok? Partide aday kıtlığı mı çekiliyor? Niçin eski başkanda karar kılınıyor? Bu aday çok mu ehil?

Bildiğim kadarıyla iki elin parmağı kadar aday, aday adaylığı müracaatında bulundu. Üstelik adaylar arasında birbirinden değerli kişiler var. Burada sebep ne ola? Anlayabilen varsa beri gelsin.

Ben yeniden aday yapılan adayın kalitesini, iş bitiriciliğini, liyakatini ve ehliyetini sorgulamıyorum. Bütün özellikler kendisinde olabilir. Ama parti, bu adayı yeniden aday yapmadan önce "Arkadaş! Sen geçen dönem seni aday yapmadığımız için çekip giden, çekip gitmekle kalmayıp başka bir partiden aday olarak bizim karşımıza çıkan değil misin? Bugün ne değişti de tekrar bize geldin? Dün gitmekle hata yaptığına mı kanaat getirdin" demeli değil miydi? Ama gördüğüm kadarıyla böyle demediği gibi yeniden aday gösterdiğine göre sanırım geçmişte hata yaptığını parti, kabul etmiş görünüyor. 

Siyasi parti dediğin biraz omurgalı olmalıydı. Küçük bir tercihinde vurup kapıyı gideni yeniden aday yapmamalıydı. Aslında bırakıp gideni şu ana kadar üstünü çizen parti, dün dündür deyip hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorsa bu parti sapla samanı karıştırmaya ve kendi prensipleriyle çelişmeye başlamış demektir. Demek ki prensibini kişiye göre değiştirir olmuş bir parti var karşımızda.

Nasılsa oy deposu! Ha Ali olmuş, ha Veli! Nasılsa partisi kazanacak, bıçak sırtı bir yer değil. Diğer adaylar kırılırmış, küsermiş, önemli değil. Buna dense dense akıl tutulması denir.

Hayırlısı! Ne diyelim? Demek ki siyaset denilen böyle bir şeymiş...



***24/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


16 Ocak 2019 Çarşamba

"Bedava Dakikalarınızı, Lütfen Başka Yerde HARCAYINIZ!" *


Sabah dolmuşa bindim. Dolmuş parasını vermek için şoförün yanına yaklaşınca "Bedava dakikalarınızı, lütfen Başka Yerde HARCAYINIZ!" yazısı dikkatimi çekti. Dolmuşa binip de görmemek mümkün değil. Şoför, yolcuların göreceği şekilde büyükçe yazarak asmış.

Sabahın erken saatinden akşamın geç vakitlerine kadar direksiyon başında git-gel yapan şoförün, yapılan telefon görüşmeleri canına tak etmiş olmalı ki böyle bir yazıyı asma gereksinimi duymuş. Yorgunluğun üzerine müşterilerin in-bini, içeridekilerin konuşmalarının üzerine bir de uzun telefon görüşmeleri eklenince illallah demiş olmalı. Çünkü mecburen konuşmaları dinlemek zorundasın. Dolmuş dediğin küçük bir araç.

Dolmuşta telefon görüşmesi yapılmayacak mı? Elbette yapılacak. Ama bu görüşme en fazla bir iki dakikayı geçmemeli, değil mi? Ama biz ne yapıyoruz? İncir çekirdeğini doldurmayan geyik muhabbeti yapıyoruz, karşımızdakine telefon marifetiyle -mahrem falan dinlemeden- içimizi boşaltıyoruz. Bazen de laf olsun diye konuşuyoruz. Merak ediyorum millet dolmuşa binince dertleniyor da telefonla içini dökme ihtiyacı mı hissediyor? Haydi dertliyiz, canımız sıkılıyor diyelim. Dolmuştakilerin duyduğunu ve onları rahatsız ettiğimizi bile bile konuşmayı niçin uzattıkça uzatıyoruz? 

Burada adap ve nezaket kurallarından bahsedecek değilim. “Edep ya Hu!” demeyeceğim. Zira o aşamayı aşmış durumda bu tip konuşanlar. Belki de ar damarları çatlamış. Aslında sorunun nerede olduğunu biliyorum. Sorun, GSM operatörlerinin kampanya üzerine kampanya düzenleyip sınırsıza varan görüşme imkanı sunmalarıdır. Yani telefon görüşmesinin kişinin cebine dokunacak bir maliyeti yok. Telefon müşterisi bir veya iki yılın sonunda 3-4 operatör arasında gidip geliyor. Her geçtiği yeni operatör bir öncekine göre ekstra avantajlar sunuyor. Çoğu telefon sahibi de bedava haklarım boşa gidecek diye konuştukça konuşuyor. Bizim millete bedavaya yakın bir imkan sununca kullanmaz mı? Çenesi yoruluyormuş! Ne yorulması? Adam veya kadın konuştukça açılıyor. Çünkü dinleyen ve düşünen bir toplum değiliz. Durmadan konuşuruz.

Toplu taşımalar başta olmak üzere uzun telefon görüşmelerinin önüne geçmenin veya azaltmanın yolu, GSM hatlarının maliyetlerini artırmaktan geçiyor. Cebimize dokunulursa çenemize hakim oluruz gibi geliyor bana. Cep telefonlarının ilk çıktığı anları bir düşünelim. Çoğumuzda bu hatlar yoktu. Olan da fazla kontör gitmesin diye hızlı hızlı ihtiyacı kadar konuşurdu. Hatta çoğu zaman kontör veya lira gitmesin diye çaldırır, kapatırdı. Bu şekilde konuşmadan anlaşma yoluna giderlerdi.

“Bedava dakikalarını” toplu taşıma araçlarında tüketmeyi alışkanlık haline getirenleri bir günlüğüne şoför koltuğuna oturtsak nasıl olur? Bence fena olmaz. Hatta çok iyi olur. Yorgunluğun üzerine bir de dert dinlemiş olurlar. Bu vesileyle belki empati yaparlar.

Dolmuş ve otobüs gibi toplu taşıma araçlarında “bedava dakikaları” dinlemek zorunda kalan şoförlere Allah yardım etsin!

* 19.01.2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Sömestr Tatiline Giren Öğrencilere... *


Sevgili öğrenciler! 2018-2019 öğretim yılı on beş tatiline bugün itibariyle girmiş bulunmaktasınız. Öncelikle geçmiş olsun diyorum. Kar kış, sıcak soğuk demeden dört ay boyunca okuduğunuz okuldan 15 gün boyunca uzak kalacaksınız. Yani dinleneceksiniz. Hakkınız da.

Dönem puanlarınız iyiydi veya kötüydü. Takdir veya teşekkür aldınız veya puanınız yetmedi, alamadınız. Belki de zayıflarınız var, olabilir. Her öğrencinin başına gelebilir bunlar. Üzülmeyin. Zira geçmişe üzülmenin bir faydası yok. Kafanıza takmayın. 

Ne yapalım bu arada derseniz? Ağırlığınız tatil yapmak ve dinlenmek üzerine olsun. Ama bu işi yaparken hedefleriniz ve bir planınız da olsun. Bunlar neler olabilir? Siz bunları kendiniz bulabilirsiniz. Çünkü en iyi plan kişinin kendisinin bulduğu plandır. Gelin ABD'yi yeniden keşfetme yerine planlarımızda nelere yer verebiliriz? Birlikte fikir yürütelim. Rüzgarın sürüklediği bir yaprak misali olmayalım. Günlük ne yapacağımızın planını kafamızda oluşturalım.

1.Gezmeye, ziyaret yapmaya zaman ayıralım.
2.Az-çok demeden roman, hikaye vb. sevdiğimiz kitapları okumak için bir planımız olsun.
3.Bulmaca çözelim. Ki bu, kelime hazinenizi geliştirecektir.
4.Sudoku çözelim. Bu da zekamızı çalıştıracaktır.
5.Satranç oynayalım. Bu oyunla birkaç hamle sonrasını düşünmek için yine zekamızı kullanacağız. Bu oyun gündelik hayatta zihnimizde birden fazla alternatifli plan yapmayı öğrenmemize katkıda bulunacaktır. 
6.Film izleyelim, gerekirse sinemaya gidelim. Bu boşlukta kendimizi dizilere vermeyelim. Çünkü bağımlılık yapar. Okul hayatınız bitinceye kadar uzak durun dizilerden. En iyisinin yanına besmeleyle pardon eûzü ile yaklaşın. Çünkü diziler öğrenci ve okul düşmanıdır. Haftalık sizi ekrana mahkum eder. İzleyemediğiniz bu diziler yaz boyunca gece gündüz tekraren yayına girer.
7.Müzik dinleyin. Zira ruhun gıdasıdır. Sizi rahatlatır. Fakat gıda diye kulağınızda kulaklık akşam sabah müzik dinlemeye kalkmayın, tadında bırakın.
8. Zaman zaman annenize, babanıza işlerinde yardımcı olun. Sofrayı hazırlamada, kaldırmada özellikle annenize destek olun.
9.Kendinizi sabahtan akşama odanıza hapsetmeyin. Bilgisayar oyunlarına kendinizi kaptırıp odanızda kendinize gönüllü hapis vermeyin. Bilgisayar oyununu da kıvamında oynayın, tadında bırakın. Kafa dinlendirmek için odanızı havalandırın, yatağınızı da düzeltin, bu işi annenize bırakmayın. Günün belli bir saatinde çıkın dolaşın, hava alın. Hiç gidecek yeriniz yoksa ekmek almaya gidin.
10.Dışarıda hava alırken başarılı olamadığınız veya başarmakta zorlandığınız ders veya konuları düşünün. Niçin başaramadığınızı sorgulayın. Dönüşte o konuyu açın, tekrar anlamaya çalışın. Ders çalışma yönteminizi değiştirin gerekirse. Günlük eski konuları gözden geçirmeye çalışın. Hala başaramadıysanız pes etmeyin. Dersin üstüne üstüne gidin. Sizin azminizi gören ders pes edecektir. Bunu sizin azim ve kararlılığınız belirleyecektir.
11.Uykunuzu iyi alın. Okul zamanından biraz fazla uyuyun. Ama uykumuzu alacağız diye gece gündüz uzun oturmayın. Çünkü normalinden fazla uyumanın sizi sersem yapmanın dışında size bir faydası olmaz.
12.Her şeyi yapın ama yaptığınız tadında ve kıvamında olsun. Ders çalışma dahil hiçbirinde aşırıya kaçmayın.
13.Şiir yazmaya çalışın. Bu konuda beceriniz olmasa bile deneyin.

Dediklerimi veya kendi bulduğunuz planlarınızı uygularsanız tatilinizi en güzel şekilde değerlendirmiş olur ve 15 günün sonunda kendinizi geliştirdiğiniz gibi okula da hazır hissedersiniz.

İyi tatiller!

* 18/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Olması Gerekeni Söylediğimden Kimse Memnun Kalmadı (1)


Kardeşler arasında mal paylaşımı olmuş, kızlara bağdan bir pay düşmemiş. Kız kardeşlerinin talebi üzerine iki kardeş, kendilerine düşen bağı kız kardeşlerine hibe ederler. Gel zaman git zaman iki erkek kardeş kız kardeşlerine verdikleri bağın kuruyan ağaçlarının bir kısmını keserek kışlık odun ihtiyaçlarını giderme yoluna giderler. Kız kardeşleri bu durumu öğrenince "Ağa! Hani bu bağı bize vermiştiniz, ağaçlarını niye kestiniz" derler. Bu şekilde aralarına kırgınlık girer.

Bu durumu bana anlatan kimse kız kardeşlerine veryansın ediyordu. Dinledikten sonra "Keşke aranıza kırgınlık girmeseydi. Ayrıca bağın odunlarını da kardeşlerinize haber vermeden kesmeniz uygun düşmemiş" dedim. Bana "O bağ zaten bizimdi" dedi. Tamam sizindi. Ama siz o bağı kardeşlerinize bağışlamıştınız. Bağışlarken "Kardeşlerim, bağı size veriyoruz ama bağın etrafında bulunan ağaçların kurumuşlarını kesip odun yapacağız" dediniz mi dedim. Hayır dedi. O zaman bu yaptığınız doğru olmamış, kız kardeşleriniz itiraz etmede haklı deyince "Sen kimi tutuyorsun, onları mı yoksa beni mi" diyerek kızdı bana.
*
Gurbette görev yaparken birlikte oturup kalktığımız, muhabbet ettiğimiz iki arkadaşın arasına yok yere bir kırgınlık girdi. Daha doğrusu bir tanesi diğerine ait mahrem kalması gereken bir konuyu geldi bana açtı. "Bu durumu ona söyleyelim" dedi. Kendisine, asla! Bu, ailevi bir meseledir. Kimse ailesiyle ilgili bir konunun başka ortamlarda konuşulmasından hoşlanmaz. Bu konuştuğumuz da burada kalsın, hiç konuşmamış olalım dedim. Bana tamam dedikten sonra bu arkadaş gider, diğer arkadaşa: "Biz Ramazan ile konuştuk. Mesele böyle böyle! Eşinize şu konuda bizim eşlerimiz yardımcı olacak" der. Ailevi meselesi gündeme gelen arkadaş haklı olarak üzülmüş, bana da konuşmuşsunuz aranızda diyerek üzüntüsünü dile getirdi. Kendisine durumu izah ettim. Mesele böyle böyle oldu dedim.

Ardından ailevi meseleyi eşinden habersiz benim yanımda açan arkadaşın yanına gittim. Çünkü araları açılmış ve küsmüşlerdi. İki küsün arasında ben kalmıştım. Aralarını düzeltmeye çalışmak da bana kaldı. Zira üzerime vazife olmasa da, ne halleri varsa görsünler demem, kendimce arabuluculuğa soyunurum. Çünkü adı üzerinde arkadaşız. Arkadaşlar arasında kırgınlık olmuşsa bunları tanıyan üçüncü şahıslara kendiliğinden vazife düşer. En azından ben böyle bilirim. Arkadaşa, falan arkadaşla ilgili bana  açtığın konuda sana "Bu mesele ailevi bir konu. Asla açılmaz. Yanlış yaparsın. Beni de bu işe karıştırma. Bu mesele de burada kapansın" demedim mi dedim. Evet dedin dedi arkadaşım. O halde niye gidip konuyu açtın dedim. İnsaniyet namına yaptım dedi. Madem bir insanlık yaptın, bu insanlığına niçin beni alet ettin, bu konuda yanlış yaptın. Elan arkadaş bana kırgın, sana da kızgın ve küs. Sizi bir araya getireyim, o arkadaşın gönlünü almalısın dedim. Hata ettim, özür dilemeliyim, konunun bu noktaya gelebileceğini düşünemedim diyeceği yerde "Sen niçin o arkadaşı tutuyorsun" demez mi? Onca iyi niyetime ve olabileceği daha önceden kestirmeme /hatırlatmama ve arabulucu rolüme rağmen "Sen niçin onu tutuyorsun" sözü beni yedi, bitirdi. Zira sözün bittiği yerdi. Küsmedim ama hemen kendisine mesafe koydum.
*
28 Şubat süreci yaşanmış, eğitim ve öğretimde en büyük darbeyi İHL'ler nezdinde meslek liseleri yemişti. Çünkü katsayı denen bir ucube hemen uygulamaya konmuştu. Çalıştığım İHL ve diğer İHL'lerde öğrenci kaçışı başlamış, yeni öğrenci akışı da minimuma inecekti. Böyle bir ortamda okul müdürü bizi topladı: "Arkadaşlar! Bayram sabahı camilere dağılalım, vaaz ve hutbe verelim. Halk bizi ve İHL'leri seviyor, okulumuza yardım talebinde bulunalım. Halen eğitim gördüğümüz binanın diğer katlarının da inşaatına başlayalım" dedi. 20 kadar meslektaşımdan birkaç kişi konuştu, iyi olur, çıkalım, yardım toplayalım dedi. Diğerleri sükut ikrardandır sadedinde sessiz kaldı. Bunun üzerine söz aldım: Sayın hocam! İyi, güzel düşünmüşsünüz de bize bundan sonra öğrenci akışı duracak, mevcut potansiyelimizi korusak iyi. Bu seneden başlayacak şekilde nakil gidenlerle birlikte önümüzdeki öğretim yılında ikili öğretimden normal öğretime geçeriz. Hatta boş sınıflarımız bile olur. Biz bu binanın üstünü tamamlarsak karşımızda bizim binamıza göz diken okullar var, yarın gelir, diğer binamıza çökerler. Böyle bir durumda inşaata kalkışmayı ve bunun için para toplamayı uygun görmüyorum dedim. Bu sözlerim üzerine yardım toplamayla ilgili oluşan olumlu hava olumsuza dönüştü. Yardım ve inşaat işi kaldı. Müdür, siz sıcak bakmasanız da ben müftü ile görüşüp okulumuzla ilgili yardımı toplatırım" dedi, toplantı soğuk havayla sona erdi.

Müdür bey, yaptığım konuşma üzerine bazı meslektaşlarıma "Bu Ramazan Hoca, niçin böyle konuştu, ne oldu buna? Kendisine hiç yakıştıramadım" demiş. Keşke bunu yüzüme karşı söyleseydi. Sonraki günlerde bana mesafeli oldu müdürümüz.

Yaz tatilini bitirip okula dönüş yaptığımızda eski binadaki İHL tabelasının kaldırılıp yerine Anadolu Lisesinin tabelasının çakıldığını gördüm. Aynı bahçe içinde iki okul eğitim ve öğretim yapmaya başladı.

Size başımdan geçen sadece üç anekdot anlattım. Daha niceleri var bu şekil. Sonucu ne olursa olsun, samimi görüşlerim doğru bile olsa/çıksa kimse sözlerimden memnun kalmadı. Şekil A, B, C'de görüldüğü gibi.


15 Ocak 2019 Salı

Başkan Adayları Üzerine ***


Ülkede parti sayısını ikiye indiremedik ama iki parti etrafında ittifaklar yapa yapa sonunda bu ülke de iki partiye ineceğe benziyor. İttifak yapan partiler bir araya gelerek sen şurada benim adayımı, ben de şurada senin adayını destekleyeyim işbirliğini yaptı, yapmaya devam ediyorlar. İl il, ilçe ilçe ülke parsellenerek yapılan ittifaklar sayesinde ülkede seçim kazanma ve en fazla belediye başkanını çıkarma yarışına girdiler. Anlaştıkları yerlerin belediye başkan adaylarını açıklıyorlar, bazı yerlerin adaylarını duymamız eli kulağında.

Partilerin bu zorunlu evliliğine seçmen ne diyecek, bunu da seçim sonuçları gösterecek. İttifaklara da bir şey demiyorum. Zira siyaset ülkeyi yönetme sanatıysa bunun en güzel yolu partilerin asgari müştereklerde buluşması, anlaşması ve istişare etmesi gerekir. Gönül ister ki seçimi kazanma amacıyla bir araya gelebilen partilerin tek çatı altında birleşip tek parti olmaları. En azından seçmen uzun oy pusulalarından kurtulmuş olur.

Burada niyetim ittifakları konu edinmek değil. Değinmek istediğim husus açıklanan veya açıklanacak başkan adayları üzerine genel bir değerlendirme. Çünkü parti kadar açıklanan adaylar da önemli seçmen için. Partiler de bunu biliyor olmalılar ki aday belirlemede kılı kırk yarıyor, kapalı kapılar ardında şu mu olsun, bu mu olsun, şunla mı kazanırız, bununla mı hesabı yapıyor. Aday konusunda ser verip sır vermiyorlar. Tüm adaylar açıklanıp meydanlara indikleri zaman aday belirlemedeki kıstaslarının ne derece isabetli olup olmadığı, oda ve mahfillerde yaptıkları hesabın tutup tutmayacağı seçim akşamı ortaya çıkacak. 

Siyasetten uzak biri olarak şunu söyleyebilirim ki partilerin işi bu seçimde ve bundan sonra daha zor. Zira hiçbir il, ilçe partiler için çantada keklik değil. Eğer seçmen nezdinde karşılığı olmayan biri aday yapılmış, nasılsa bizim seçmenimiz adaya değil bize verecek hesabı güdülerek bir aday dayatılmışsa partiler kusura bakmasın, seçmen buna eyvallah demeyecektir. Aday tercihini ve partisini gözden geçirecektir. Belki de tepki olarak bir başkasına verecek, belki de sandığa gitmeyecek. Giden de belki son kez kerhen oy verecek. Bir yerde seçim kazanılsa bile belki bıçak sırtında kazanılacak veya önceki seçimlerde alınan oyların altına gerileyecek. Niçin böyle düşünüyorum? Çünkü seçmenin çoğu, ilindeki veya ilçesindeki adaydan memnun değil, adayın seçmen nezdinde karşılığı yok diye düşünüyor. Artık seçmen, liderimin bir bildiği vardır diye düşünmüyor. Kendisinin hesaba katılmadığını düşünüyor. 

Öyle zannediyorum, bu seçim sonuçları parti lider ve kurmaylarını seçim sonrası  nerede hata yaptık diye kara kara düşündürecek ve seçmene rağmen aday belirlenemeyeceğini anlayacaklardır. Partiler bunu göremiyor ve düşünemiyorsa kusura bakmasınlar, bu işi yapmasınlar. Çünkü seçmenin şakası yoktur, kendisinin hesaba katılmamasının cezasını -ucunda partisi kaybedecek bile olsa- verir. 

*** 19.01.2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.