16 Ocak 2019 Çarşamba

"Bedava Dakikalarınızı, Lütfen Başka Yerde HARCAYINIZ!" *


Sabah dolmuşa bindim. Dolmuş parasını vermek için şoförün yanına yaklaşınca "Bedava dakikalarınızı, lütfen Başka Yerde HARCAYINIZ!" yazısı dikkatimi çekti. Dolmuşa binip de görmemek mümkün değil. Şoför, yolcuların göreceği şekilde büyükçe yazarak asmış.

Sabahın erken saatinden akşamın geç vakitlerine kadar direksiyon başında git-gel yapan şoförün, yapılan telefon görüşmeleri canına tak etmiş olmalı ki böyle bir yazıyı asma gereksinimi duymuş. Yorgunluğun üzerine müşterilerin in-bini, içeridekilerin konuşmalarının üzerine bir de uzun telefon görüşmeleri eklenince illallah demiş olmalı. Çünkü mecburen konuşmaları dinlemek zorundasın. Dolmuş dediğin küçük bir araç.

Dolmuşta telefon görüşmesi yapılmayacak mı? Elbette yapılacak. Ama bu görüşme en fazla bir iki dakikayı geçmemeli, değil mi? Ama biz ne yapıyoruz? İncir çekirdeğini doldurmayan geyik muhabbeti yapıyoruz, karşımızdakine telefon marifetiyle -mahrem falan dinlemeden- içimizi boşaltıyoruz. Bazen de laf olsun diye konuşuyoruz. Merak ediyorum millet dolmuşa binince dertleniyor da telefonla içini dökme ihtiyacı mı hissediyor? Haydi dertliyiz, canımız sıkılıyor diyelim. Dolmuştakilerin duyduğunu ve onları rahatsız ettiğimizi bile bile konuşmayı niçin uzattıkça uzatıyoruz? 

Burada adap ve nezaket kurallarından bahsedecek değilim. “Edep ya Hu!” demeyeceğim. Zira o aşamayı aşmış durumda bu tip konuşanlar. Belki de ar damarları çatlamış. Aslında sorunun nerede olduğunu biliyorum. Sorun, GSM operatörlerinin kampanya üzerine kampanya düzenleyip sınırsıza varan görüşme imkanı sunmalarıdır. Yani telefon görüşmesinin kişinin cebine dokunacak bir maliyeti yok. Telefon müşterisi bir veya iki yılın sonunda 3-4 operatör arasında gidip geliyor. Her geçtiği yeni operatör bir öncekine göre ekstra avantajlar sunuyor. Çoğu telefon sahibi de bedava haklarım boşa gidecek diye konuştukça konuşuyor. Bizim millete bedavaya yakın bir imkan sununca kullanmaz mı? Çenesi yoruluyormuş! Ne yorulması? Adam veya kadın konuştukça açılıyor. Çünkü dinleyen ve düşünen bir toplum değiliz. Durmadan konuşuruz.

Toplu taşımalar başta olmak üzere uzun telefon görüşmelerinin önüne geçmenin veya azaltmanın yolu, GSM hatlarının maliyetlerini artırmaktan geçiyor. Cebimize dokunulursa çenemize hakim oluruz gibi geliyor bana. Cep telefonlarının ilk çıktığı anları bir düşünelim. Çoğumuzda bu hatlar yoktu. Olan da fazla kontör gitmesin diye hızlı hızlı ihtiyacı kadar konuşurdu. Hatta çoğu zaman kontör veya lira gitmesin diye çaldırır, kapatırdı. Bu şekilde konuşmadan anlaşma yoluna giderlerdi.

“Bedava dakikalarını” toplu taşıma araçlarında tüketmeyi alışkanlık haline getirenleri bir günlüğüne şoför koltuğuna oturtsak nasıl olur? Bence fena olmaz. Hatta çok iyi olur. Yorgunluğun üzerine bir de dert dinlemiş olurlar. Bu vesileyle belki empati yaparlar.

Dolmuş ve otobüs gibi toplu taşıma araçlarında “bedava dakikaları” dinlemek zorunda kalan şoförlere Allah yardım etsin!

* 19.01.2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Sömestr Tatiline Giren Öğrencilere... *


Sevgili öğrenciler! 2018-2019 öğretim yılı on beş tatiline bugün itibariyle girmiş bulunmaktasınız. Öncelikle geçmiş olsun diyorum. Kar kış, sıcak soğuk demeden dört ay boyunca okuduğunuz okuldan 15 gün boyunca uzak kalacaksınız. Yani dinleneceksiniz. Hakkınız da.

Dönem puanlarınız iyiydi veya kötüydü. Takdir veya teşekkür aldınız veya puanınız yetmedi, alamadınız. Belki de zayıflarınız var, olabilir. Her öğrencinin başına gelebilir bunlar. Üzülmeyin. Zira geçmişe üzülmenin bir faydası yok. Kafanıza takmayın. 

Ne yapalım bu arada derseniz? Ağırlığınız tatil yapmak ve dinlenmek üzerine olsun. Ama bu işi yaparken hedefleriniz ve bir planınız da olsun. Bunlar neler olabilir? Siz bunları kendiniz bulabilirsiniz. Çünkü en iyi plan kişinin kendisinin bulduğu plandır. Gelin ABD'yi yeniden keşfetme yerine planlarımızda nelere yer verebiliriz? Birlikte fikir yürütelim. Rüzgarın sürüklediği bir yaprak misali olmayalım. Günlük ne yapacağımızın planını kafamızda oluşturalım.

1.Gezmeye, ziyaret yapmaya zaman ayıralım.
2.Az-çok demeden roman, hikaye vb. sevdiğimiz kitapları okumak için bir planımız olsun.
3.Bulmaca çözelim. Ki bu, kelime hazinenizi geliştirecektir.
4.Sudoku çözelim. Bu da zekamızı çalıştıracaktır.
5.Satranç oynayalım. Bu oyunla birkaç hamle sonrasını düşünmek için yine zekamızı kullanacağız. Bu oyun gündelik hayatta zihnimizde birden fazla alternatifli plan yapmayı öğrenmemize katkıda bulunacaktır. 
6.Film izleyelim, gerekirse sinemaya gidelim. Bu boşlukta kendimizi dizilere vermeyelim. Çünkü bağımlılık yapar. Okul hayatınız bitinceye kadar uzak durun dizilerden. En iyisinin yanına besmeleyle pardon eûzü ile yaklaşın. Çünkü diziler öğrenci ve okul düşmanıdır. Haftalık sizi ekrana mahkum eder. İzleyemediğiniz bu diziler yaz boyunca gece gündüz tekraren yayına girer.
7.Müzik dinleyin. Zira ruhun gıdasıdır. Sizi rahatlatır. Fakat gıda diye kulağınızda kulaklık akşam sabah müzik dinlemeye kalkmayın, tadında bırakın.
8. Zaman zaman annenize, babanıza işlerinde yardımcı olun. Sofrayı hazırlamada, kaldırmada özellikle annenize destek olun.
9.Kendinizi sabahtan akşama odanıza hapsetmeyin. Bilgisayar oyunlarına kendinizi kaptırıp odanızda kendinize gönüllü hapis vermeyin. Bilgisayar oyununu da kıvamında oynayın, tadında bırakın. Kafa dinlendirmek için odanızı havalandırın, yatağınızı da düzeltin, bu işi annenize bırakmayın. Günün belli bir saatinde çıkın dolaşın, hava alın. Hiç gidecek yeriniz yoksa ekmek almaya gidin.
10.Dışarıda hava alırken başarılı olamadığınız veya başarmakta zorlandığınız ders veya konuları düşünün. Niçin başaramadığınızı sorgulayın. Dönüşte o konuyu açın, tekrar anlamaya çalışın. Ders çalışma yönteminizi değiştirin gerekirse. Günlük eski konuları gözden geçirmeye çalışın. Hala başaramadıysanız pes etmeyin. Dersin üstüne üstüne gidin. Sizin azminizi gören ders pes edecektir. Bunu sizin azim ve kararlılığınız belirleyecektir.
11.Uykunuzu iyi alın. Okul zamanından biraz fazla uyuyun. Ama uykumuzu alacağız diye gece gündüz uzun oturmayın. Çünkü normalinden fazla uyumanın sizi sersem yapmanın dışında size bir faydası olmaz.
12.Her şeyi yapın ama yaptığınız tadında ve kıvamında olsun. Ders çalışma dahil hiçbirinde aşırıya kaçmayın.
13.Şiir yazmaya çalışın. Bu konuda beceriniz olmasa bile deneyin.

Dediklerimi veya kendi bulduğunuz planlarınızı uygularsanız tatilinizi en güzel şekilde değerlendirmiş olur ve 15 günün sonunda kendinizi geliştirdiğiniz gibi okula da hazır hissedersiniz.

İyi tatiller!

* 18/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Olması Gerekeni Söylediğimden Kimse Memnun Kalmadı (1)


Kardeşler arasında mal paylaşımı olmuş, kızlara bağdan bir pay düşmemiş. Kız kardeşlerinin talebi üzerine iki kardeş, kendilerine düşen bağı kız kardeşlerine hibe ederler. Gel zaman git zaman iki erkek kardeş kız kardeşlerine verdikleri bağın kuruyan ağaçlarının bir kısmını keserek kışlık odun ihtiyaçlarını giderme yoluna giderler. Kız kardeşleri bu durumu öğrenince "Ağa! Hani bu bağı bize vermiştiniz, ağaçlarını niye kestiniz" derler. Bu şekilde aralarına kırgınlık girer.

Bu durumu bana anlatan kimse kız kardeşlerine veryansın ediyordu. Dinledikten sonra "Keşke aranıza kırgınlık girmeseydi. Ayrıca bağın odunlarını da kardeşlerinize haber vermeden kesmeniz uygun düşmemiş" dedim. Bana "O bağ zaten bizimdi" dedi. Tamam sizindi. Ama siz o bağı kardeşlerinize bağışlamıştınız. Bağışlarken "Kardeşlerim, bağı size veriyoruz ama bağın etrafında bulunan ağaçların kurumuşlarını kesip odun yapacağız" dediniz mi dedim. Hayır dedi. O zaman bu yaptığınız doğru olmamış, kız kardeşleriniz itiraz etmede haklı deyince "Sen kimi tutuyorsun, onları mı yoksa beni mi" diyerek kızdı bana.
*
Gurbette görev yaparken birlikte oturup kalktığımız, muhabbet ettiğimiz iki arkadaşın arasına yok yere bir kırgınlık girdi. Daha doğrusu bir tanesi diğerine ait mahrem kalması gereken bir konuyu geldi bana açtı. "Bu durumu ona söyleyelim" dedi. Kendisine, asla! Bu, ailevi bir meseledir. Kimse ailesiyle ilgili bir konunun başka ortamlarda konuşulmasından hoşlanmaz. Bu konuştuğumuz da burada kalsın, hiç konuşmamış olalım dedim. Bana tamam dedikten sonra bu arkadaş gider, diğer arkadaşa: "Biz Ramazan ile konuştuk. Mesele böyle böyle! Eşinize şu konuda bizim eşlerimiz yardımcı olacak" der. Ailevi meselesi gündeme gelen arkadaş haklı olarak üzülmüş, bana da konuşmuşsunuz aranızda diyerek üzüntüsünü dile getirdi. Kendisine durumu izah ettim. Mesele böyle böyle oldu dedim.

Ardından ailevi meseleyi eşinden habersiz benim yanımda açan arkadaşın yanına gittim. Çünkü araları açılmış ve küsmüşlerdi. İki küsün arasında ben kalmıştım. Aralarını düzeltmeye çalışmak da bana kaldı. Zira üzerime vazife olmasa da, ne halleri varsa görsünler demem, kendimce arabuluculuğa soyunurum. Çünkü adı üzerinde arkadaşız. Arkadaşlar arasında kırgınlık olmuşsa bunları tanıyan üçüncü şahıslara kendiliğinden vazife düşer. En azından ben böyle bilirim. Arkadaşa, falan arkadaşla ilgili bana  açtığın konuda sana "Bu mesele ailevi bir konu. Asla açılmaz. Yanlış yaparsın. Beni de bu işe karıştırma. Bu mesele de burada kapansın" demedim mi dedim. Evet dedin dedi arkadaşım. O halde niye gidip konuyu açtın dedim. İnsaniyet namına yaptım dedi. Madem bir insanlık yaptın, bu insanlığına niçin beni alet ettin, bu konuda yanlış yaptın. Elan arkadaş bana kırgın, sana da kızgın ve küs. Sizi bir araya getireyim, o arkadaşın gönlünü almalısın dedim. Hata ettim, özür dilemeliyim, konunun bu noktaya gelebileceğini düşünemedim diyeceği yerde "Sen niçin o arkadaşı tutuyorsun" demez mi? Onca iyi niyetime ve olabileceği daha önceden kestirmeme /hatırlatmama ve arabulucu rolüme rağmen "Sen niçin onu tutuyorsun" sözü beni yedi, bitirdi. Zira sözün bittiği yerdi. Küsmedim ama hemen kendisine mesafe koydum.
*
28 Şubat süreci yaşanmış, eğitim ve öğretimde en büyük darbeyi İHL'ler nezdinde meslek liseleri yemişti. Çünkü katsayı denen bir ucube hemen uygulamaya konmuştu. Çalıştığım İHL ve diğer İHL'lerde öğrenci kaçışı başlamış, yeni öğrenci akışı da minimuma inecekti. Böyle bir ortamda okul müdürü bizi topladı: "Arkadaşlar! Bayram sabahı camilere dağılalım, vaaz ve hutbe verelim. Halk bizi ve İHL'leri seviyor, okulumuza yardım talebinde bulunalım. Halen eğitim gördüğümüz binanın diğer katlarının da inşaatına başlayalım" dedi. 20 kadar meslektaşımdan birkaç kişi konuştu, iyi olur, çıkalım, yardım toplayalım dedi. Diğerleri sükut ikrardandır sadedinde sessiz kaldı. Bunun üzerine söz aldım: Sayın hocam! İyi, güzel düşünmüşsünüz de bize bundan sonra öğrenci akışı duracak, mevcut potansiyelimizi korusak iyi. Bu seneden başlayacak şekilde nakil gidenlerle birlikte önümüzdeki öğretim yılında ikili öğretimden normal öğretime geçeriz. Hatta boş sınıflarımız bile olur. Biz bu binanın üstünü tamamlarsak karşımızda bizim binamıza göz diken okullar var, yarın gelir, diğer binamıza çökerler. Böyle bir durumda inşaata kalkışmayı ve bunun için para toplamayı uygun görmüyorum dedim. Bu sözlerim üzerine yardım toplamayla ilgili oluşan olumlu hava olumsuza dönüştü. Yardım ve inşaat işi kaldı. Müdür, siz sıcak bakmasanız da ben müftü ile görüşüp okulumuzla ilgili yardımı toplatırım" dedi, toplantı soğuk havayla sona erdi.

Müdür bey, yaptığım konuşma üzerine bazı meslektaşlarıma "Bu Ramazan Hoca, niçin böyle konuştu, ne oldu buna? Kendisine hiç yakıştıramadım" demiş. Keşke bunu yüzüme karşı söyleseydi. Sonraki günlerde bana mesafeli oldu müdürümüz.

Yaz tatilini bitirip okula dönüş yaptığımızda eski binadaki İHL tabelasının kaldırılıp yerine Anadolu Lisesinin tabelasının çakıldığını gördüm. Aynı bahçe içinde iki okul eğitim ve öğretim yapmaya başladı.

Size başımdan geçen sadece üç anekdot anlattım. Daha niceleri var bu şekil. Sonucu ne olursa olsun, samimi görüşlerim doğru bile olsa/çıksa kimse sözlerimden memnun kalmadı. Şekil A, B, C'de görüldüğü gibi.


15 Ocak 2019 Salı

Başkan Adayları Üzerine ***


Ülkede parti sayısını ikiye indiremedik ama iki parti etrafında ittifaklar yapa yapa sonunda bu ülke de iki partiye ineceğe benziyor. İttifak yapan partiler bir araya gelerek sen şurada benim adayımı, ben de şurada senin adayını destekleyeyim işbirliğini yaptı, yapmaya devam ediyorlar. İl il, ilçe ilçe ülke parsellenerek yapılan ittifaklar sayesinde ülkede seçim kazanma ve en fazla belediye başkanını çıkarma yarışına girdiler. Anlaştıkları yerlerin belediye başkan adaylarını açıklıyorlar, bazı yerlerin adaylarını duymamız eli kulağında.

Partilerin bu zorunlu evliliğine seçmen ne diyecek, bunu da seçim sonuçları gösterecek. İttifaklara da bir şey demiyorum. Zira siyaset ülkeyi yönetme sanatıysa bunun en güzel yolu partilerin asgari müştereklerde buluşması, anlaşması ve istişare etmesi gerekir. Gönül ister ki seçimi kazanma amacıyla bir araya gelebilen partilerin tek çatı altında birleşip tek parti olmaları. En azından seçmen uzun oy pusulalarından kurtulmuş olur.

Burada niyetim ittifakları konu edinmek değil. Değinmek istediğim husus açıklanan veya açıklanacak başkan adayları üzerine genel bir değerlendirme. Çünkü parti kadar açıklanan adaylar da önemli seçmen için. Partiler de bunu biliyor olmalılar ki aday belirlemede kılı kırk yarıyor, kapalı kapılar ardında şu mu olsun, bu mu olsun, şunla mı kazanırız, bununla mı hesabı yapıyor. Aday konusunda ser verip sır vermiyorlar. Tüm adaylar açıklanıp meydanlara indikleri zaman aday belirlemedeki kıstaslarının ne derece isabetli olup olmadığı, oda ve mahfillerde yaptıkları hesabın tutup tutmayacağı seçim akşamı ortaya çıkacak. 

Siyasetten uzak biri olarak şunu söyleyebilirim ki partilerin işi bu seçimde ve bundan sonra daha zor. Zira hiçbir il, ilçe partiler için çantada keklik değil. Eğer seçmen nezdinde karşılığı olmayan biri aday yapılmış, nasılsa bizim seçmenimiz adaya değil bize verecek hesabı güdülerek bir aday dayatılmışsa partiler kusura bakmasın, seçmen buna eyvallah demeyecektir. Aday tercihini ve partisini gözden geçirecektir. Belki de tepki olarak bir başkasına verecek, belki de sandığa gitmeyecek. Giden de belki son kez kerhen oy verecek. Bir yerde seçim kazanılsa bile belki bıçak sırtında kazanılacak veya önceki seçimlerde alınan oyların altına gerileyecek. Niçin böyle düşünüyorum? Çünkü seçmenin çoğu, ilindeki veya ilçesindeki adaydan memnun değil, adayın seçmen nezdinde karşılığı yok diye düşünüyor. Artık seçmen, liderimin bir bildiği vardır diye düşünmüyor. Kendisinin hesaba katılmadığını düşünüyor. 

Öyle zannediyorum, bu seçim sonuçları parti lider ve kurmaylarını seçim sonrası  nerede hata yaptık diye kara kara düşündürecek ve seçmene rağmen aday belirlenemeyeceğini anlayacaklardır. Partiler bunu göremiyor ve düşünemiyorsa kusura bakmasınlar, bu işi yapmasınlar. Çünkü seçmenin şakası yoktur, kendisinin hesaba katılmamasının cezasını -ucunda partisi kaybedecek bile olsa- verir. 

*** 19.01.2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



17 Yıldır Zirveyi Kimseye Bırakmayan Marketler Zinciri ***


—Ne iş yapıyorsun?
—81 vilayete hitap eden marketler zincirim var.
—İşler nasıl?
—Çok iyi! 17 yıl önce kurduğum bu marketler zinciri hep zirvede.
—Tebrik ederim sizi. Sektörde daha yeni olmanıza rağmen zirvede olmak her kişiye nasip olmaz. Ciron nasıl? Kazanıyor musun?
—Cirom çok iyi! İlk açılışta önce müşterinin yüzde 34’ünü çektim.
—Başlangıç bakımından çok güzel. Neredeyse müşterinin 1/3’ine hitap etmişsin.
—Bu şekilde kalmadı tabi. Her birkaç yılda ciromuzu artırarak müşteri oranını yüzde ellinin üzerine çıkardık. Yani ülkenin her iki kişisinden biri bizim müşterimiz oldu. Sektördeki diğerlerinin toplam cirosunu geçtik. 17 yıldır da hep birinciyiz. Çoğu zaman kendi rekorumuzu egale ettik.
—Daha ne istersin? Buna sadece şükredilir. Şimdi hedef ne? Herhalde niyetiniz bu oranı daha da artırmak olmalı.
—Öyle de…
—Ne demek öyle de?
—Yüzde 34 ile başladığımız müşteriyi yüzde ellinin üzerine çıkardık ama şimdilerde yine birinciyiz ama düşmeye başladık, aşağıya doğru gidiyoruz.
—Niçin? Nasıl oldu bu? Eskisi gibi reklamınızı yapamıyor, hizmet edemiyor musunuz yoksa?
—Reklamın alasını yapıyoruz, hizmet etmeye de devam ediyoruz ama anlayamadığım bir şekilde geriliyoruz.
—Bu gerileme durmayacak mı? Hala zirvede olduğunuzu söylediniz. Gerilemeye rağmen zirvede nasıl tutunuyorsunuz?
—Birkaç yıldır kendime küçük bir ortak buldum. Bizim büyük sermaye ile onun küçük sermayesini birleştirdik.
—Ama siz daha önce yanınızda hiç ortak yokken müşterinin yüzde ellisinden fazlasını yanınıza çekmiştiniz. Çoğunluk sizden memnundu. Şimdi ne oldu? Karşınıza yeni büyük sektörler mi çıktı, ya da rakipleriniz daha mı güçlendi?
—Rakiplerimiz yine aynı. Hatta evlere şenlik. Buna rağmen geriliyoruz. İşin garibi çözüm de bulamıyorum. Ekibi yeniliyorum, CEO’ları değiştiriyorum. Kendim şu il, bu il demeden gece gündüz koşturuyorum. Olmuyor bir türlü. Şimdilik küçük ortağımla zirveyi paylaşıyorum.
—Rakiplerin aynı, hatta evlere şenlik ise buna rağmen geriliyor, dün tek başına kaldığın bu sektörü bugün ortak vasıtasıyla götürüyorsan demek ki müşteri de mallarından memnuniyetsizlik var.
—Var elbet!
—O zaman senin gemi zirvedeyken su almaya başlamış. Zirveye çıkmak önemli, ama esas önemli olan zirvede tutunabilmektir. Anladığım kadarıyla senin gemi, rakiplerinin beceriksizliğine rağmen su almaya başlamış. Pansuman tedbirlerle değil, kalıcı tedbir/tamir yapmazsan, dün senden memnun olan müşteriyi yanına tekrar çekemezsen bugünkü müşteriyi yarın mumla arayabilirsin.
—Öyle görünüyor.
—En iyisi başını iki elinin arasına alıp bir güzel düşünmelisin. Dün müşteri sana niçin geldi, hala alternatifin yokken bugün senden niçin kaçmaya başladı? Demek ki müşteri sana küsmeye başlamış. Bunun cevabını bulabilirsen yine zirvede tek başına olmaya devam edersin. Ama bunun için ciddi bir özeleştiri gerek. Yoksa bu ülkenin geçmişi “Ben bir numarayım, bana bir şey olmaz, ben müşteriye her şeyi satarım” diyen ama hiç ummadığı bir anda batıp giden marketler zinciriyle doludur. Aman dikkat!

*** 17/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

14 Ocak 2019 Pazartesi

Öğretmenlerin Yaptığı Sınavların Bir Karşılığı Var mı? *


İlk, orta ve lisede -haydi üniversiteyi de ekleyelim- öğretmen ve öğretim görevlileri; adına sınav, vize, final dedikleri sınavlar yapmaktadır. Öğretmen ve öğretim görevlileri şu soruyu mu sorayım, bu soruyu mu sorayım, kaç soru sorayım şeklinde inceden inceye düşünür, soruları hazırlar, sınav tarihi geldiğinde soruları fotokopi eder, öğrencilerin önüne koyar.

Öğrenciler, tarihi daha önceden belirlenmiş dersin konularına şuradan mı çıkar, buradan mı çıkar diyerek sınav günü gelinceye kadar gecesini gündüzüne katarak çalışır. Sınav günü gelir çatar. Öğretmen/öğretim görevlisi sınavda kopya çektirmemek için gözünü dört açar, gözünden kaçırdığı kişiler kopyasını çeker, sınav bitimi sınavı iyi geçen öğrencinin keyfine diyecek yoktur. Sınavı iyi geçmeyen üniversite öğrencisi önce bütünlemeye kalır, bütünlemede de geçemezse dersi alttan alır veya mezun olmayı bir dönem geciktirir. Lise öğrencisi de sınıfı ya not ortalamasıyla, ya sorumlu, ya da bir üst sınıfa sorumlu olarak geçer. Ara dönemlerde bu dersi verir. İlkokul ve ortaokulda ise sınav puanın ne olursa olsun bir üst sınıfa geçtiğin gibi mezun da olursun.

Üniversitelerin durumu üniversiteden üniversiteye göre değişse de bir dönemde bir dersten en az bir vize, bir de final olmak üzere 2; ilk, orta ve liselerde de bir dönemde ikişer sınav yapılmaktadır.

Zorunlu eğitim 12 yıl olduğu için ilk ve ortayı bitiren öğrenci diploma almaz, bunun yerine okuduğu sınıfların aritmetik ortalaması geçme puanı olarak sınıf geçme defterine geçer. Liseyi bitirenin ise dört yılın ortalaması olarak aldığı puanlar geçme ve diploma puanı olarak defterlere yazılır.

İlk, orta ve lisede notun yüksek olması sonucu öğrenci teşekkür veya takdir alır, derslerinden biri zayıf olan, bu ödüllerden mahrum kalır. 

Ortaokulu bitiren adrese dayalı yerleşeceği zaman mahallesindeki okula öncelik puan üstünlüğüne göre merkezi olarak yerleşir.  Öğrenci, adrese dayalı sınavsız lisede okumak istemiyorsa 8.sınıfın sonunda merkezi olarak yapılan sınava girmek ve o sınavda emsallerine göre başarılı olmak zorunda. Çünkü dört yıl boyunca öğrencinin girdiği ve öğretmenin yaptığı sınavlar, verdiği proje ve performans puanları başka da bir işe yaramaz. 

Öğrenci mahalle okulunda, özel veya merkezi sınavla öğrenci alan bir lisede dört yıl boyunca öğrenim görse, bu okul kademesinde de yapılan sınavlardan alınan puanların mezun olmanın ve diploma sahibi olmanın dışında fazla bir karşılığı yoktur. Çünkü öğrenci üniversiteli olmak için lise son sınıfın sonunda merkezi olarak yapılacak olan TYT ve AYT sınavlarında emsallerine fark atmak için ter dökmek zorunda. Aldığı puana göre öğrenci istediği bir bölüme gider veya bir yıl sonra tekrar sınava girer.

Üniversitede okurken 4 veya 5 yıl boyunca dönemlik veya yıllık sınavlara girer, sınav puanlarının aritmetik ortalaması diploma puanı olur. Mezun olduktan sonra devlette bir işe girmek istiyorsa öğrenci KPSS sınavlarına girerek başarılı olmak zorunda.

Gördüğünüz gibi ilkokul 4.sınıftan, üniversiteyi bitirinceye kadar öğrenci her sınıf kademesinde sınavlara girdiği gibi okul kademelerinde de sınava giriyor. Öğrenci sınavlara hazırlanıyor, okullar sınavlar yapmak için kağıt üstüne kağıt, toner üzerine toner harcıyor. Öğrencinin aldığı puanlar öğrencinin başarısını ölçmede bir kıstas olmuyor. Başarı için merkezi sınavlarda öğrenci kendini göstermek zorunda. Adama sormazlar mı, öğrencinin sınıf ve okul kademelerinde girdiği sınavlardan aldığı puanlar, başarıda bir kıstas olmayacaksa biz bu sınavları niçin hala yapmaya devam ediyoruz? Anladığım kadarıyla okullarda öğretmenlerin verdiği puanların bir karşılığı yok. O zaman okulları, öğrencileri, öğretmenleri ve üniversiteleri sınavlarla niçin oyalıyoruz? Niçin bu sınavlar için masraf ve emek sarf ediyoruz?

Bence yapılması gereken (üniversiteyi bir tarafa bırakıyorum) okulların ve öğretmenlerin yapmak zorunda olduğu sınavlar kaldırılmalı. Yani öğretmen sınav yapmamalı, öğrenciye yazılı, proje ve performans puanı vermemeli. Öğretmenin görevi ve sorumluluğu belirlenen konu ve kazanımları öğrencilerine kazandırmak olmalı. Sınavların her türlüsü merkezi yapılmalı. İlkokulda sınav tamamen kaldırılmalı. Ortaokulun 6.7.8.sınıflarında dönemlik merkezi olarak yapılacak sınavların aritmetik ortalaması öğrencinin hem geçme, hem de liseye yerleşme puanı olmalıdır. Lise 10.11.12.sınıflarda dönemlik merkezi olarak yapılacak sınavların aritmetik ortalaması öğrencinin hem diploma, hem de üniversiteye yerleşme puanı olmalıdır. 


* 16.01.2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





13 Ocak 2019 Pazar

Hz Abbas *


Hz Abbas'ın peygamberimizin amcası olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Kimdir Abbas? İslam'daki yeri neresidir? Nebevi tebliğde peygamberimizin yanında yer almış mıdır?

Yaptığı ticaretten dolayı maddi yönden durumu iyi olan Abbas; Kabe'nin tamirinde, hacılara yemek ve su dağıtma diyebileceğimiz rifade ve sikaye görevlerini üstlenmiş Mekke'de itibarı olan biridir. Hayatına genel hatlarıyla bir göz attığımızda Abbas, zor mücadelesinde peygamberimizin yanında pek yer almamış, karşısında da olmamıştır. Taif dönüşü müşrikler zarar vermesin diye Mutim b. Adiy'e kendisini himaye etmesi için haber gönderen peygamber Abbas'tan himaye istememiştir. Acaba niçin? Çocuklukları birlikte geçen kendisinden sadece üç yaş büyük amcasından acaba peygamberimiz niçin yardım istememiştir?  Ya da Peygamberimiz Taif dönüşü Mutim'den önce Abbas'a haber göndermiş, Abbas da kabul etmemiş veya Abbas Mekke'nin ileri gelenlerini karşısına almak istememiş olabilir mi? Peygamber dahil tüm Müslümanlar Medine'ye hicret ederken Abbas, Mekke'de müşriklerin içinde kalmaya devam etmiştir. Niçin hicret etmeyi düşünmemiştir? Hatta Bedir Savaşında müşriklerin safında yer almış ve esir düşmüştür. Fidye karşılığında serbest bırakılmıştır.

İslam tarihi kaynaklarına göre Abbas'ın esir düştüğünde Müslüman olduğu belirtilir. Abbas'ın o zaman mı yoksa daha sonra mı Müslüman olduğu tartışmalıdır. Kimine göre Bedir'de Müslüman olduktan sonra Mekke'de olup bitenleri peygamberimize ulaştırmak için Mekke'ye döndü. Kimine göre Mekke fethedilinceye kadar denge gözetmiş birisidir. Belki de güçlüden yana tavır almıştır. Yine bazı kaynaklarda Akabe biatlarında Abbas peygamberimizin yanında yer almıştır.

Abbas Müslüman olduğu halde gizli bir görevle Mekke'de kalmış olabilir. Eğer böyleyse İslam'a ve Müslümanlara en büyük hizmeti yapmıştır. Şayet gizli bir görevi yokken denge gözeterek Mekke'de kalmış ve Mekke'nin fethedileceğini anlayınca peygamberin yanında saf tutmuş ve Mekke'nin kan dökülmeden alınmasına katkıda bulunmuştur.

Burada niyetim peygamberimizin biricik amcası Hz Abbas'ı yargılamak değil. Bu, benim ne hakkım, ne de haddim. Üstelik bu konuda değerlendirmede bulunacak tarihçi de değilim. Burada Abbas'ı konu edinmemin sebebi şayet Abbas daha önce inanmamış, Mekke'nin fethedileceğini anlayınca peygamberimizin yanında yer alarak güç dengesini gözetmişse işte bu konu üzerine bir değerlendirmede bulunmak istiyorum. Farz edelim ki Abbas böyle davrandı. Peygamberimiz ne yaptı? Abbas'a Ey amca! Şu ana kadar neredeydin? Bedir, Uhut, Hendek, Hudeybiye, Hayber geçti, sen yanımda yoktun. En sıkıntılı zamanlarımda niçin benim yanımda yer almadın, geçti Bor'un pazarı mı dedi? Amcası en son da gelse ona iltifattan geri kalmadı. Onu ne kırdı, ne de ayıpladı. Çünkü peygamberimiz hep adam kazanmaya adadı ömrünü.

İnsanları kazanmak için onlara şans vermeye değmez mi? Ne dersiniz?

*31/05/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.