3 Ocak 2019 Perşembe

Telefonda Şiir Dinletisi *

Akşam biraz haberlere baktım, biraz telefonu kurcaladım. Ne haberlerde bir iç açıcılık var, ne de sanal âlemde. Dinledikçe ve okudukça insanın içinin daralmaması  mümkün değil. Yorgunluğun üzerine üzerime bir de üzüntü çöktü, içim daralmaya başladı. Yeter ki sen iste, o gelir zaten seni bulur. 

Ne yapayım ne edeyim; şu kanal, bu kanal derken 21.00 gibi telefonum çaldı. Arayan, hayatımda olumlu iz bırakan ve unutmadıklarımdandı. Hiç hatırımdan çıkmayan biri desem yanlış olmaz. Hal-hatırdan sonra "Vaktin varsa bir şiir okuyayım" dedi. Var elbet, buyurun" dedim. "Sonuç Ne?" başlıklı kendi yazdığı şiirini okudu. O okudu, ben dinledim. Dinledikçe  içim açıldı, keyfim yerine geldi, içimdeki daralma çekip gitti. Mest oldum desem abartmış olmam. Okuduğu şiirin son kıtasına geldiğini "Manasızım..." deyince anladım. Her ne kadar tevazu göstererek kendisine "Manasız" mahlası verse de hem kendisi, hem de şiiri derin manalar yüklü. Şiirin bitiminde "Bir daha görüştüğümüzde de diğer kitaptan okuyayım" dedi. İnşallah, memnuniyetle dedim. Karşılıklı hayır dilekleriyle vedalaştık. Telefonu kapattıktan sonra kafamda oluşturduğum dertlerim gitti. İlacım şiirmiş meğer.

Yaşı yetmiş olmasına rağmen eğitimden kopmadan şiir yazmaya devam eden bu şairimizin dört kitap olacak bir şiir koleksiyonu var. Dile kolay 600 şiir basılmayı bekliyor. Ama hala bastıramadı. Tam basıldı, basılacak derken eseri sponsora takıldı. Malum ekonomik bir darboğazdan geçiyoruz. İki kitap halinde çıkacak olan kitabını bir emekli maaşıyla bastırması mümkün değil. Az sayıda bastırmayı düşündüğü kitaplarını parayla satmayı da düşünmüyor: Eşe-dosta hediye edecek.  En büyük ideali, şiirlerinin kitap haline getirilmesi ve şiirlerini şiir severlerle buluşturmaktır. Umarım şu anda deneme olarak 2 cilt halinde hazırlanan şiir kitaplarına bir gün kavuşuruz.


Şimdi gelelim telefonda şiir dinlemeye tekrar. Hepimiz okulda, törenlerde, eş-dost ortamlarında ve televizyonlarda şiir dinlemişizdir. Ama telefonda şiir dinleyeniniz olmamıştır herhalde. Ben 2019’un ilk Cuma akşamında bu şerefe nail oldum. Demek ki konuştuğumuz, mesajlaştığımız, yeri geldiğinde oyun oynadığımız ve elimizden bir türlü düşürmediğimiz cep telefonlarını şiir okuyarak da değerlendirebilirmişiz. Yeter ki bu şairimiz gibi biz faydalı yerlerde kullanmak isteyelim.


Duygulu biri olsam da şiirle pek aram yok. Ortaokul çağlarında iken bir ara ben de şiir yazmaya merak sardım. Yazdığım şiirleri okudukça “Bir şair olsa olsa ancak bu kadar olur. Bunları saklayayım, ileride tekrar okurum” der, duygulanırdım. Birkaç hafta sonra şu beni duygulandıran şiirlerimi bir daha okuyayım diye açıp baktığımda şiirlerimi hiç beğenmedim ve hepsini imha ettim. Bir daha da şiir denemem olmadı. Çünkü şiir yazmak, kelimelere anlamlar yüklemek kolay değil, yani -benim gibi- her insanın harcı değil. Şiir yazamasam da bazı şiirleri okumaktan, okuyanı dinlemekten geri kalmam. Hele bir de okuyan ve yazan yaşantısıyla örnek biri olursa dinlemeye doyamam. İşte Cuma akşamı dinlediğim şiir de bu tür şiirlerden biriydi. Şiirlerinin kitap haline getirilmesini dört gözle bekliyorum.

Telefonda sana şiir okuyan kimdi derseniz, benim ilkokul öğretmenim Mustafa Varel’den başkası değildi. Hiçbir maddi menfaat beklemediği kitapları inşallah bir gün basılır ve ileride kendisi için bir sadakayı cariye olur. Allah kendisinden razı olsun.

* 07/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

2 Ocak 2019 Çarşamba

Kimleri Nerelere Atmıyoruz ki!


Adam borçlu, hayatını idame ettiremiyor, bizden borç istiyor. Yalan söylemeyen biz, yok deyince insanımız naçar kalıp önce kredi kartının en alt limitini ödemeye başlıyor, bir müddet sonra borçlarını döndüremeyince denize düşen yılana sarılır misali bankaya koşup kredi çekiyor. Sonuç bizim borç vermediğimiz kişinin en iyi dostu banka oluyor. Neredeyse hayatı boyunca bankayla dostluğu devam ediyor. Çoğu zaman da bankaya olan borcu çocuğuna miras kalıyor. Bereket öldükten sonra kamu zararı olarak ödenmeyen bu borç devlete ihale ediliyor.

Zamanında neyin suç veya değil, kimin suçlu veya nereler suç makinesi olduğu belirtilmeden insanımız kendine göre bir yerlere girip çıkıyor. Kendine göre bir hayat oluşturuyor. Bu şekilde günler, aylar, yıllar geçiyor. Sonra bir bakmışsın ki gittiğin yer suç odağı haline gelmiş. Suçlusun diye devlet peşine düşmüş. Devlet bununla da yetinmiyor. Bu suça kimlerin karışmış olabileceğini araştırıyor durmadan. Devlet bunu yaparken "Tabiat boşluk kabul etmez. Ben zamanında boşluk bıraktım, insanımıza sahip çıkamadım, ev-bark ve barınma sağlayamadım, dini eğitimi yeterince veremedim" özeleştirisi yapmadığı gibi "Bu insanların içerisinde kim, ne kadar suçlu" demeden toptancı davranıyor ve birçok insanımız suçlu muamelesi görüyor. Bu tipleri de suça ittiğimiz kişiler olarak görebiliriz.

Bulunduğu muhitte adam farklı bir fikir öne sürüyor veya görüşünü açıklıyor. Bu açıklama fikir ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmiyor. “Vay sen misin böyle diyen” deyip üzerine çullanıyoruz. Adamı anasından doğduğuna pişman ediyoruz. Gecemizi gündüzümüzü o kişiyi eleştirerek geçiriyor ve dışlama yoluna gidiyoruz. Görüşünü açıklayan “Yanlış anlaşıldım, doğrusu şu” dese de fayda etmez. Çünkü hemen “kıvırdı, geri adım attı” diyoruz. İçine kapansa “İnsan içine çıkacak durumu kalmadı, bak kapandı,” aramıza katılmaya devam etse “Adam da hiç yüz de yok, ne deyip de geldi aramıza” deriz. Hasılı adam özür dilese, görüşümden vazgeçtim dese de fayda etmez. Çünkü kalemi kırılmıştır. Mahallesinden kimsenin selam vermediği, gördüğü zaman yönünü veya yolunu değiştirdiği bir durumda “Burada bana hayat yok, camiam bana sırtını döndü, kimse benimle konuşmuyor, dışlandım” deyip çekip gitse “Belliydi zaten böyle yapacağı. Bak, camiasını sattı, şimdi öbür mahalleye geçti, hain adammış vesselam” deriz. Aramızdan çekip gitmesinde bizim payımızın olup olmadığını hiç sorgulamayız bile. Bu da öbür mahalleye gönderdiklerimizdendir.

Adam işsiz, iş veremiyoruz ya da vermiyoruz. Bu adam işi yokken ne yer, ne içer demeyiz. Bir bakmışsın ki adam hırsızlık yapmış. Hırsız diye ayıplıyoruz bu defa.

Adam bir hata yapıp suç işleyip cezaevine girip çıksa vasıflı bir eleman bile olsa kolay kolay iş vermiyoruz. Çünkü sakıncalı bir piyadedir bizim için. Bu tipler de mecburen yeniden suça yönelebilir.

Oturmuş bir eğitim sistemimiz yok. Sınav sistemi ile durmadan oynuyoruz. Başarı sırasını belirleyeceğiz diye seviyelerinin üzerinde sorular sormak suretiyle çocuklarımızı etüt ve kurs merkezlerinin kucağına veya özel ders almaya itiyoruz.
Örneklerimizi çoğaltabiliriz. Sanırım derdimi anlatabildim. İnsanımızı başkalarının kucağına atmak veya suça itmek istemiyorsak önce kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Biz zamanında tedbirimizi alabilseydik, boşluk bırakmasaydık veya onların ellerinden tutabilseydik kimse suç işlemeye yönelmezdi.


30 Aralık 2018 Pazar

Milli Piyango Bana Çıksaydı... ***


—Üstat! Milli Piyango bileti sana çıkarsa ne yapardın?
—Neler yapmam ki!
—Mesela?
—Atımı-avradımı, evimi-barkımı, eşimi-dostumu, yöremi değiştirirdim hemen.
—Haydi diğerlerini anladım. Avradı da mı değiştireceksin?
—Lafın gelişi söyledim. Yine de hanım duymasın. Bir aile faciası yaşamayayım. Evlilik bu, şakaya gelmez.
—Ama değiştirenler var.
—Değiştiren değiştirir. Ne oldum delisi olsalar gerek.
—Başka ne yaparsın? Çünkü çıkacak para bitecek gibi değil.
—Hepsini aynı anda harcayacak değilim ya. Ama yediğim önümde, yemediğim arkamda olur. Nerede akşam; orada sabahlarım. Durmadan gezer, tozar, turlara çıkarım. Birinci sınıf lokantalarda yer, beş yıldızlı otellerin kral dairesinde kalırım. Tüm bunları yaparken önümde en büyük engelim resmi görevim olacaktır. Bunu da çözerim.
—Nasıl çözeceksin?
—İstifa ederim, hatta gitmem, müstafi durumuna düşerim. Ne işim var artık benim memurlukta? Zaten ihtiyacım da kalmayacak. Çünkü para çok nasılsa. Beni bir ömür yaşatır. Harca harca bitmez.
—Böyle yaparak mutlu olabilecek misin? Biliyorsun para saadet getirmez.
—Mutluluğu arayan kim? Canım sıkıldıkça harcayacağım. Vicdanımın sesini dinlememek için hiç boş durmayacağım. Girmediğim delik kalmayacak. Gördüğüm her yer beni tanıyacak. "İşte şu adam var ya şu adam! Bir gecede trilyona kondu" diyecek. Onlar bana baktıkça ve çalışanlar etrafımda pervane gibi döndükçe "Şu para yok mu? Açmadığı kapı yok" deyip geçici de olsa mutlu olmaya çalışacağım.
—Sonuç?
—Sonuç veya sonumu ne sen sor, ne de ben söyleyeyim. Nasılsa bir gün para suyunu çekecek. Bu deniz bir gün bitecek. Zira haydan gelen huya gider. Beş parasız kalacağım. Ne varsa eski dostlarda var deyip utana sıkıla terk ettiğim eski eşimin-dostumun yanına geleceğim. Onlar bana acıyarak bakacak ve sırtını dönecek "Haydi Allah versin" diyecekler. Belki de "2020 çekilişine tekrar katıl, nasılsa şansın var, bakarsın çıkar" diye alaya alacaklar. Hasılı herkes benden kaçacak. Parayı harcarken edindiğim yeni dostlar, yolmak için bu arada başka gazların peşine düşmüş olacaklar. İşin garibi görevime de dönemem hadi deyince. En azından bir altı ay bekleyeceğim. Aldığım her şeyi de para suyunu çekince satmıştım.  Kabul ederse soluğu huzurevinde alırım herhalde. Ne gelenim olur, ne de soranım. Huzurevindeki malikanemin penceresinin önünden gelip geçenler olursa onları seyreder dururum artık.
—Sonun böyle mi olacaktı?
—Bundan iyisi can sağlığı! Beni bu durumda ya huzurevi paklar ya da teneşir tahtası. Allah vere de bu durumda iken ölmesem bari!
—Niyeymiş o? Ha huzurevinde kalmışsın, ha ölmüşsün!
—Öyle deme. Biliyorsun çıkan parayı harcamak için her yola girdim çıktım. Bir o kadar da günah kazandım. Çünkü helal-haram demedim. En azından Rabbim izin verir, biraz ömrüm kalırsa en azından nedamet duyar, göz yaşı döker, tövbeyi istiğfar ederim. Tövbe etmeden gidersem bu durumda öbür dünyada halim harap olur.
—Sadece bunun için mi yaşamayı isterdin?
—Zamanım kalırsa geride kalanlara ibret olsun diye hayatımı/çöküşümü yazarım.
—Milli Piyangodan yarım mı aldın, tam mı yoksa çeyrek mi?
—Ben bilet almadım ki! Ne şimdi ne de bundan önceki 55 yıllık hayatım boyunca.
—Mübarek! Bilet almadığını niye söylemedin baştan?
—Sen sormadın ki! Çıkarsa dedin. Ben de ne yapacağımı anlattım.
— En iyisini yapmışsın. Allah hayrını versin.
—Senin ve cümlemizin de hayrını versin.

*** 03/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Yeni Yılda ***


*Ülkedeki kamplaşma sona ersin.
*Aramızdaki sorunları diyalogla çözelim.
*Taraflar ortamı fanatiklerine ihale etmesin.
*Her türlü seçim beş yılda bir olsun.
*Tartışmalı dini konular işin uzmanlarınca kendi aralarında analiz edilmeden ekranlara düşmesin.
*Kadın başta olmak üzere şiddet sona ersin.
*Başta kadın, erkek veya kız olmak üzere istismar, taciz ve tecavüz olayları olmasın.
*Oturmuş merkezi sınavlarımız olsun.
*Devlete her türlü alımlarda yazılı ve güvenlik soruşturması dışında mülakatlar olmasın. Alımlar liyakat ve ehliyete göre olsun. Torpil asla olmasın.
*Kamuda çalışan herkes yaptıklarından dolayı objektif ve rutin denetimlere tabi olsun.
*Ülkemizde, sınırımızda barış ve huzur hakim olsun.
*Asla haksızlık yapılmasın. Bir haksızlık olursa hep beraber mağdurun yanında yer alalım.
*İşsizler iş bulsun. Kimse işsiz kalmasın. Kimse kimseye muhtaç olmasın.
*Suçluyla mücadele ederken suçsuz ve masum olanları ayırt edelim. Beraatı zimmet asıl olsun.
*Aileler dağılmasın, aile faciaları olmasın, çocuklar annesiz veya babasız kalmasın.
*Okullar silkinsin. Eğitim ve öğretimi olması gereken yere getirelim. Hepimizin önceliği öğretimden ziyade eğitim yani davranış olsun.
*Harcamalarda devlet malını yetim malı bilelim.
*Belediyeler kendi asli görevini yapsın.
*Trafik keşmekeşliği başta olmak üzere her alandaki kuralsızlıklar son bulsun.
*Hangi görüşten olursak olalım, birbirimize saygılı olalım.
*Yüksek enflasyon ve hayat pahalılığından bir an evvel kurtulalım.
*Kamuda kullanılmakta olan makam araç sayılarına bir sınırlandırılma getirilsin. Makam arabası verilenler de bu aracı hangi hal ve şartlarda kullanacağını bilsin.
*Hepimiz birbirimize güvenelim. Ülkeyi birbirimizden kurtarmaya çalışmayalım. Birbirimizi olduğumuz gibi kabul edelim.
*Terör yeniden azmasın.
*Seçimlerde miting yapılmasın.
*Yaklaşmakta olan belediye seçimlerinde her partiden temiz ve güvenilir kimseler aday yapılsın. Halkın teveccühünü kazanarak seçilen başkana, şehrine kalıcı hizmetler yapmayı nasip etsin.
*Birbirimizi dinlemeyi, birbirimizi anlamaya çalışmayı, birbirimize empati yapmayı nasip etsin. Barış iklimi hakim olsun aramızda.
*Hastalarımız şifa, dertliler derman, huzuru kaçanlar huzur bulsun.
*Meselelerimizi aramızda birbirimizi kırmadan, dökmeden güzel bir üslupla çözmeyi nasip etsin.
*Hep birlikte yarınlara güvenle bakalım...

*** 01/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



Haccın Bu Sene de Çıkmamasına Hiç Bu Kadar Sevinmemiştim *

Malumunuz cuma günü 2019 hac kuraları çekildi. Ne mi oldu? Yedi yıldır olan oldu. Yani çıkmadı. 6 yıl boyunca hac kotasına takıldım, hepsine de üzüldüm. Ama bu sene haccın çıkmaması bende buruk bir sevinç meydana getirdi. Diyebilirsiniz ki hac çıkmayınca insan sevinir mi? Ben sevindim işte. Verilmiş sadakam varmış diyorum. Niçin mi?

Farz edelim ki bu sene bana kurada hac çıksaydı ve bana deselerdi ki "Sana hac çıktı. Fakat bu sene kurallar değişti. Hacca gitmek için pasaport, vize vb. işlemlerini yaptırmak için malum konsolosluğa gitmeniz gerekiyor. Başka türlü gidemezsiniz." Bu durumda ben ne yapacaktım? 6 yıl beklemiş, 7.yıl hac çıkmış, koşa koşa konsolosluğa gidecektim. Sonra? Sonra demeyin artık! Merhum Gazetecinin başına gelenin benim başıma gelmeyeceğini kim garanti edebilirdi? Haydi, başta adı geçen ülke ve tüm dünya "Kılına dokunulmayacak" şeklinde garanti verdi, pasaport ve vize işlemi için nasıl gidebilirdim? Hiçbir şey olmasa bile konsolosluğun kapısını görür görmez korkudan ödümün kopmayacağına ve kalpten gitmeyeceğime ben kendimi nasıl ikna edecektim? Diyelim ki bunun için de her türlü tedbirler alındı, tüm dünya benim güvenliğim için seferber oldu. Buna rağmen korkum giderilecek mi? Çünkü işin ucunda ölüm korkusu var. Bu kadar garantiden sonra hala korkmaya gerek var mı derseniz korku bu! Korkma! Arkanda biz varız demekle olmuyor. Sonra korku insani bir durumdur. Korkana niye korkuyorsun denmez. Altıma koymayacağıma nasıl garanti edebilirim?

Diyelim ki tüm cesaretimi toplayıp  hac uğruna ölümü göze alarak konsolosluğa gittim. Normal yoldan öldürüleceğimi bilsem buna da eh dedim. Sonunda boğdular. Cesedi bari verseler! Cesedim de kim vurduya gidecek. Hadi buna da razı oldum. Ya cesedim parçalanırsa! Ki kuvvetle muhtemel! Çünkü şekil A da görüldüğü gibi temiz iş çıkarıyorlar. Yani bu konuda tecrübeliler. Bu durumda ardımdan herkes "Öldürüleceğini bile bile gitti. Bunun yaptığı intihardı" demeyecekler mi? Orta yerde cesedim de olmayınca cenazem de kılınmayacak ve imam "Cemaati Müslimin! Nasıl bilirsiniz bu mevtayı" diyemeyecek. İmam soramayacağı için cemaat "İyi bilirdik, Allah rahmet eylesin" demeyecek ve imam “Ahirete taalluk eden hukukunuz varsa helal edin” şeklinde helallik alamayacak. İşin garibi geride bir mezarım bile olmayacak. Benimle ilgili savcımız harekete geçecek. Bu kışta kıyamette bir de benim için katil/katilleri araştırıp duracak, polisimiz benim cesedimi arayacak. Yorulacak garipler!

Sanırım haccın çıkmadığına niçin sevindiğimi anlatabildim. Öyle zannediyorum bana "Verilmiş sadakan varmış" diyerek hak da verdiniz. Demek ki haccın bana bu sene de çıkmamasında bir hayır varmış. Siz buna züğürt tesellisi de diyebilirsiniz.

* 31.12.2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

29 Aralık 2018 Cumartesi

Dinin Ulema ile İmtihanı *


Yaşantımıza geçiremediğimiz, iliklerimize kadar yaşayamadığımız Yüce İslam'ın edebiyatını yapıyoruz. Edebiyat dedim ama  keşke edebiyatını bari yapabilseydik. Edepten yoksun bir edebiyat bizim yaptığımız. Daha doğrusu konuşmuyoruz. Boğuyoruz birbirimizi. Ötekileştiriyor; vurdukça vuruyoruz birbirimize. Ölümüne savaşıyoruz. 

Allah'ın rızası yok mücadelemizde, samimiyet yok. Birbirimizi dinleme yok, anlamaya çalışma yok. Niyet okuyuculuğu yapıyoruz durmadan. Dedin demedin/dedim demedim diyoruz. Niyet okuyuculuğundan sonra hüküm veriyor; birbirimizi küfürle, sapıklıkla itham ediyoruz. İşin garibi kıyasıya yaptığımız mücadelede dinin emri olan tatlı dil, yumuşak üslup yok. İlahlık iddiasında bulunan firavuna Allah, Musa ve Harun'u gönderirken "Ona kavli leyyin ile konuşun" ilahı fermanını hep göz ardı ediyoruz. Allah'ın firavundan esirgemediği tatlı dil ve yumuşak üslubu aynı kıbleye baş koymuş bizler birbirimizden esirgiyoruz. 

Merak ediyorum, nebevi tebliğ ve davet metoduna uymayan bu dil ve üslubumuzla rakiplerimizi alt etmek amacıyla kullandığımız kırıcı ve itham edici dilin kime ne faydası var? Bu yöntemin İslam ve Müslümanlara zerre kadar faydasının olmayacağı gibi hatta zarar verdiğimizi ne zaman anlayacağız? Bu üslubun sadece bulunduğumuz statüyü sağlamlaştırmaya, taraftarlarımızı rakibe karşı kin bilemeye yararı olur. İstediğimiz bu ise bu yaptığımızdan fazlasıyla nemalanıyoruz. Kafire karşı merhametli, Müslümana karşı şedit durumumuzla cenneti umut ediyorsak  çok bekleriz. Ancak havamızı alırız.

İşin ilginç yanı kavga edenler, atışanlar ve hedef gösterenlerin hepsi okumuş, dini tedrisat yapmış kişiler. Cahilden çekmiyor İslam bu okumuş kesimden çektiği kadar. Ağızlarında nefret dili hakim olan bu okumuşları görünce okumamış cahil insanımızı öpüp başıma koyasım geliyor. Cahil dediğimiz kesim bildiği dini yaşıyor. Alim geçinenlere göre arif sayılır bunlar. En azından "Ben bilmem... Bildiğim bu," diyerek haddini biliyor. Alim kesim maalesef haddini de bilmiyor. Güya dini biliyor.

Bugün dini bilgiden ziyade birbirimize davranış daha doğrusu ahlak problemimiz var. İslam adına kamuoyunda yaptığımız kavganın, çıkardığımız gürültünün dinimiz İslam'a zarar verdiğini görmeyecek kadar gözümüz kapalı. Basiret ve ferasetimizi kullanamıyoruz. Yaptığımız kavganın insanımızı dinimizden soğuttuğunun da farkında değiliz. İzan yoksunuyuz.

İçinde bulunduğumuz ahval ve görüntümüzle düşmanın ve dine mesafeli olanların bile veremeyeceği zararı dinimize veriyoruz. Biz bize yeteriz, düşmana ihtiyacımız yok.

* 05/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




28 Aralık 2018 Cuma

Kavga ve Atışmalarda Suç Kimin Olur?

Lisede çalışırken 10.sınıflardan bir grup öğrenci ile 12.sınıflardan bir grup öğrenci arasında bir sürtüşme çıktı. Kavga etti, edecekler.

Tarafları odama çağırıp önce nasihat ettim. Aralarındaki sorunu konuşarak çözmeleri gerektiğini söyledim. Ardından akıllarını başlarına almaları gerektiğini, en ufak bir şiddette kendileri ile ilgili disiplin işlemi başlatacağımı, haklı bile olsalar kavgada ilk yumruk sallayanı cezalandıracağımı sözlerime ekledim. Sonra 10.sınıfları odamdan çıkararak 12.sınıf öğrencilere, bu sene üniversite sınavına gireceksiniz, sizi iyi yerleri kazanmış olarak görmek istiyoruz. Kavga etme gibi bir lüksünüz yok dedim.  Ardından her birine hedeflerini sordum. Söylediler. İnşallah hedefinize ulaşırsınız" dedikten sonra küçük kardeşiniz var mı dedim. Hepsi var dedi.  Evde bu kardeşinizle kavga etseniz, bu kavgada siz haklı bile olsanız anne-babanız  önce kime kızar dedim. Yine hep bir ağızdan "Kime olacak? Bize" dediler. Niçin dedim. "Onlar küçük olduğu için" dediler. Tebrik ederim çocuklar! Aklın yolu bir. Ben de aynı sizin gibi düşünüyorum. O zaman 10.sınıflar sizinle kavga ederse ben kime kızacağım dediğimde "bize" dediler. O zaman dikkat edin kendinize dedim, sınıflarına gönderdim. 

Gel zaman git zaman uyardığım bu öğrenciler bir hafta sonu  okul dışında bir araya gelerek birbirlerine girmişler. Olayı duyar duymaz kavgaya karışan 12.sınıfları odama aldım. Daha önce dediklerimi hatırlayıp hatırlamadıklarını kendilerine sordum. Hatırlıyoruz dediler. O zaman benim ne yapabileceğime hazırlıklısınız dedim. Evet dediler. Ardından alaman mı, veremendi dedim, dövdükçe dövdüm. Yanlış anlaşılmasın. Şiddet yoktu. Laflarımla dövdüm onları. Sonra boyunları bükük bir şekilde onları sınıflarına gönderdim. Sağ olsunlar, kavga edip suçlu duruma düşseler de tek kelime etmediler. 

Aradan bir hafta geçti. Gençleri gördükçe hepsi süt dökmüş kedi gibiydiler. Beni gördükçe selam verip başlarını eğerek geçip gittiler. Ne kadar haylaz da olsalar onurlu çocuklardı. Çocukların bu içine kapanmışlıkları ve cezaları yeter, gönüllerini alayım dedim. Elebaşlarını çağırarak senin şu çeteyi topla gel, dedim. Tamam dedi. Az sonra arkadaşlarını getirdi odama. Gençler! Bana kırgın mısınız dedim. Başlarını öne eğdiler. Sorumu tekrarlayınca "Valla hocam! Sözleriniz bize çok ağır geldi. Aramızda konuştuk. Bizi dövseydi, ceza verseydi veya okuldan atsaydı daha iyiydi, dedik". Çocuklara, ben böyleyim. Benim sözlerim ağırdır. Kime ağır gelir? Laftan-sözden anlayana. Her adam laftan anlamaz. Siz ne kadar benim uyarımı dikkate almayıp adı üzerinde kanı deli diyebileceğimiz delikanlılarsınız ve onurlusunuz. Benim kusuruma bakmayın. Benim bu sözlerimi sizi çok seven acılı bir babanın sözleri olarak algılayın. Çünkü ben sizi çok seviyorum. Benim kusuruma bakmayın, hakkınızı helal edin dedim. Hep beraber helal olsun, esas siz kusura bakmayın, özür dileriz, siz de hakkınızı helal edin dediler. Ardından misafir çikolatısı tuttum her birine. Yüzleri gülmüş bir şekilde sınıflarına gönderdim. Onları mutlu görünce onlardan fazla ben sevindim. Zira kırdığım gönülleri tamir edebilmiştim. Çünkü kalp kırmaktan korkarım.

Niyetim bu anımı kısaca anlatıp sadede gelmekti. Gördüğünüz gibi bir türlü sadede gelemedim. Yazmaya başlayınca 4,5 yıl önce başımdan geçen bu olayı sanki bugün yaşamışım gibi kendimi kaptırdım. Aynı zamanda duygulandım. Bu anımı yazarken amacım kıssadan hisse çıkarmaktı. Vermek istediğim mesajı hepinizin aldığını düşünüyorum. Çünkü arife tarif gerekmez. Yine de ben kısaca değineyim. Adı ister kavga, ister atışma olsun taraflardan yaşça veya makamca büyük olan büyüklüğünü bilmeli, soğukkanlı olmalı, küçüklerin(yaşça veya makamca) sataşmasına hemen dalmamalı. Çünkü büyüklerin sorumluluğu küçüklere göre daha fazladır. Büyük temkinli olmaz, yoğurdu üfleyerek yemezse değerini düşürür, küçük de itibar kazanmış olur. Bak bak, beni muhatap aldı der. Sanırım derdimi anlatabildim.